Press "Enter" to skip to content

Günlük 3y eylül’17

***Bugün, 4 eylül, fox haber, dr murat topoğlu, “kurabiyelerde var, pastalarda var, ketçap ve mayonez gibi gıda maddelerinde de var mısır şurubu, obeziteye, karaciğer yağlanmasına, ve hatta karaciğer kanserine kadar gidebiliyor, eskiden erişkin insanların beş tanesinden bir tanesi şişmandı, şimdi üç tanesi şişman, obezite, kanser, gut hastalığı, depresyon, diyabetç kalp, tansiyon hastalıklarına yol açıyor, ketçap kullanacağınıza rendelenmiş domatese bir kesme şeker atın” dedi, ayrıca haberde fransa, ingiltere, hollanda, yunanistan gibi ülkelerde yasaklandığı, üreticisi olan amerikada bile kotasının yüzde ondan yüzde sekize düşürüldüğü, oysa türkiyede kotasının yüzde ondan yüzde on beşe yükseltildiği söylendi.

Mısır şuruplu şeyleri yedikçe yermişiz çünkü doyma hissi yaratmazmış, eskiden iki baklava yesek yeterdi, şimdi bir kilosu kesmiyor, yedikçe yiyesimiz geliyor, ondanmış demek ki. Yani şimdi ben aslında şu an 75 kilo olmak yerine hala 50 kilo olarak kalabilirmişim, eğer mısır şurubu olmasa, eğer mısır şurubu bu kilonun tek sorumlusu ise, vay anasını sayın seyirciler, on yıllık kötü, kilolu görüntümün ve dolayısıyla mutsuzluğumun nedeni o şapur şupur yuttuğum baklavaların, pastaların, dondurmanın içerisinde saklı imiş, anasını sattıklarım, eh bu kadar olsun küfrü hak ettiler, hayatımdan çaldıklarına karşın, onu da mı etmeyeyim, siz de bazen çok oluyorsunuz, hem size ne oluyor, ağız benim, el benim. Kızımın yaşadıkları içinse o söylediğimin on beş bin katı büyüklüğünde bir küfür sallıyorum buradan, sülalelerini sattıklarım. Kendi daha çok yaşayacağım diye doktor üsleri kurduruyor kendine, biz ölsek sorun yok, sülalesini sattığım. Alim oldum bunların yüzünden dinleye dinleye, yakında muallime olursam şaşıtmayın, söverim tabi.

***Leydi diananın belgeselini izledim, ben izledim, sizin izlemenize gerek yok desem de yeterli olur aslında ama yine de açılımlayayım, leydi diananın hayatına  dair öyle çok bilinmeyenli bir denklem falan açıklanmış değil belgeselde, hiç duymayıp görmediyseniz hadi belki izleyin, duyup görüp nostalji yapmak istiyorum diyorsanız hadi belki yine izleyin derim ama bence boşuna izlemeyin, vakit kaybından başka bir şey değil, benden bile mutsuz yaşamış, lafta, mutsuzluk nedeni ise kocasının onu bir başkasıyla  aldatması, ki bu ilişkiyi daha evlenmeden de biliyormuş, ve gazetecilerin daima peşinde olmasıymış, çok üzücü bir durum olmalı, onun adına çok üzüldüm, yazık kadına, çok çekmiş, Allah dermansız dert vermesin insana, öyle değil mi?

Hani niye öldü, kim öldürdü, bu işte kimlerin parmağı vardı gibi hazin ve kritik sorulara cevaplar aranmış olsaydı belgeselde, entirikalar olsaydı, müge anlıda ve şu an bütün kanallarımzda yapıldığı gibi, izleyin derdim ama bu durumda izlemeyin çünkü hiç sansasyonel değil, hiç değilse son sevgililerini, aşklarını falan anlatsalar, içine biraz heyecan katsalardı bari, ne yapayım ben kazma albertı, elinin altında diana varken çirkin camillaya bakacak kadar salak..

***Yeni tv sezonu belli olmakta, benim değişmez programım nursel, en başından beri hiç değişmedi, günlük tv aktivitem, bir nevi okul gibi benim için o program, özellikle yemek kısmı, yeme işlevinin sonu yok, hem nurseli izledikçe yemek yapma şevkim artıyor, bu da olumlu bir durum, hem öğreniyor hem de bileniyorum ki bu benim için iyi bir şey, dizilerle ilgili bir emare yok henüz, yeni dizilerle yani, eski dizilerden vatanım sensin devam edecek, izlemeyeceğimi yazmıştım, kişisel protestomu yapacağım, özcan denizle murat boz un sevgilisinin dizisi devam edecek. adı aklıma gelmedi şimdi, yoksa sevimli bir kız, ama diziyi izlemeyeceğim çünkü bir arpa boyu yol almıyor dizi, alacağı da yok, gitsin kendilerini kandırsınlar, tatildeyken tv ye çok zaman ayırdığımı fark ettim, mümkün mertebe azaltacağım bu süreyi, bu bu sene dizim yok anlamına geliyor yani, yeni ve çarpıcı bir dizi gelmezse tabi, gündüz programlarında evlenme programlarının yerini 3. sayfa programları almış, vurdulu kırdılı bir hayat, şimdilik bir esra erol var gibi, seda sayanın mürettebatı, eski sevgilisi dahil, tv 8’de aşkı roman diye bir dizi çekmişler, gülmemek için zor tutmalı insan kendini, brezilya dizileri gibi, sedadaki o roman kızıyla erkeği oynuyor, bildiğin ünlü olmaya gelmişler, kızın çağla şikelden aşağı kalır ne yanı var, üstelik has be has, öz be öz roman kızı. Kendimi durduruyorum, stop, yoksa bu laf bitmez, stop, buraya da çok zamanım gidiyor, stop, işim gücüm var, stop, önce nurselde cemalnur sargutu ikinci kez dinleyip işime bakacağım, stop, kaderi anlatıyor, stop, eyvallah, stop.

*İzledim, ikinci defa, ve anladım, anlatayım, eskiden çok anlayamıyordum cemal nur sargutun söylediklerini, anlaşılır değildi konuşması, şimdi daha net konuşuyor, o şiirselliğinden vaz geçmiş, iyi olmuş, yine de bazen anlayamadığım, kaçırdığım şeyler oluyor ama en azından konuyu takip edebiliyorum, her pazartesi çıkıyor nurselde, kaderimiz belli olarak doğarmışız, anne babamız, evleneceğimiz kişi, çocuklarımız, her şey önceden belliymiş, ismimizin tekamülü için yaparmışız bunu, bunun kabulü bile zor bana kalırsa, ama bir üst güç var ise, ki buna Allah diyoruz, ve şükür ki var, bu durumu da kabullenmek durumundayız gibi, ama ben bilinen bir senaryoyu yaşayacaksam niye yaşıyorum ki diye sorası geliyor elbette insanın, ama burada da ‘insan’, sadece insan olduğunu hatırlayıp susmak gerekiyor galiba, çok fazla sorgularsan çıkamıyorsun zaten işin içinden, zaten her koşulda işin içinden çıkamayacağına göre iyisi mi olduğuna bırakmak her şeyi.

Aslında şöyle açıkladı bunu cemalnur sargut, daha çok dünyada yaşanan acıları, gel gitleri, sapla samanın, buğdayın ayrılması, ayrı ayrı istiflenmesi gibi, eğer böyle bir istifleme ise amaç olsun tabi, ben buğdaylar arasında olacağım için bana göre sorun yok, sapla saman olanlar düşünsün bunu, ama bu durum türkiye için çok karışık şu an, kimin eli kimin cebinde hiç belli değil, haşa, Allahın bile işi zor, ben işin ucunu bıraktım zaten, benim aklımın içinden çıkabileceği durumu çoktan aştı ortalığın durumu, farkındaysanız siyaset yazmıyorum pek artık, aklımın ermediği işin nesini yazayım, ortalık lağım çukuru gibi, tutunacak bir dal bile kalmamışken neyi yazayım, bugünkü necati doğrunun yazısını okursanız, fetö ile ilgili, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız, hatta bu hafta boyunca necati doğrunun yazdığı yazıların hepsini okuyun derim, bu hafta yazdıkları oldukça iyi, zaman zaman iniş çıkışlar yaşıyor, ama bazen çok iyi parlatıyor kendini.

Ah, ah, bir gün benim yazdıklarım için de böyle güzel şeyler söyleyenler olacak mı acaba, insafsızlar, siz yani, böyle her deliğe çomak sokarsam o iş biraz zor, tefe tutmasınlar yeter, tutsalar da çok tınmam zaten, ben bildiğimi öğreneli çok oldu, kimsenin ne onamasına ne kınamasına ihtiyacım var, ben bunu benim için yaparım, yapıyorum, orada gölgelik olsunlar, yani olun yeter, ben kendimi bilmem gerektiği kadar biliyorum, herkes kendini benim kadar bilse ortada sorun diye bir şey kalmaz zaten, çok mu şişindim ne, ‘ne yapayım, ben böyleyim’ eşi, benzeri olmayan. Fırtınalar arası seyahatlerinizden hoşnut musunuz hanımlar, beyler, benimle birlikte bir o yana bir bu yana savrulmaktan, yarattığım beyin fırtınalarımdan bahsediyorum tabi, bir gün astral seyahatlerimize de sıra gelir belki, belli mi olur?

***Gördüğüm ilk zamanlarda, soma zamanı ve öncesinde, akp li ve artvinli, üstelik bakan, işe bak sen, demiştim hakkında, faruk çelik, yusufelili, ama beni çok ta yanıltmadı, artvinli olduğunun emarelerini ilk olarak tarım bakanlığı zamanında verdi, et fiyatlarını sorguladı, bundan devleti sorumlu tuttu, ithal ete ve samana, vergi indirimine karşı çıkınca büyük patron tarafından anında alaşağı edildi, yerine yeni gelen tarım bakanı fakıbaba geçmişte yolsuzluklar vardı diyince ucu ona dokundu ve madem öyle gereğini yap dedi, akp de bir tane erkek çıkmış, veya varmış gibi görünüyor, tabi o da olması gerektiği gibi artvinli, adamın yokluğunda bayağı bir adam, gelecek hamleleri bekliyoruz sabırsızlıkla, ama fakıbaba geri tepti tabi, dediğini yuttu, yaladı, anında, yerine neden geldiği belli, sahibinin sesi, fırıldak ömerler, fırıldak diyince, ne pişkin bir adam o öyle, fransa cb bildiğin hakaret etti, erdoğanla görüşmek zorunda olmak çokta havalı bir iş değil diyerek ve o anlamamazlıktan geldi, partisinde anlayanlar olmuş ama, erdoğana öyle diyemez şeklinde çıkışlar da oldu, pişkin, pişkin, dünya çapında rezil, seviyesiz ve pişkin.

***Dün mutfakta yemek yaparken bir yandan da neşeli neşeli şarkılar söylüyordum, söylüyormuşum yani, ben ne yapıp ettiğimin farkında değilim yoksa, öyle böyle yaşayıp gidiyorum işte, keyfim yerindeymiş demek ki, kızım, “bu dolunay seni etkilemiyor anlaşılan” dedi, anlaşılan o ki dolunaylarda artık kızım tetikte, ne olmaz ne olmaz açısından, limitleri zorlamış olmalıyım, kendi burcunuzda gerçekleşen dolunay sizi etkiliyor, diğer burçlar ters açı falan yapmıyorsa çok etkili değil, mesela birde akrepteki dolunay beni etkileyebilir, zorlayabilir, çünkü boğanın zıt, karşıt burcu, bu dolunay balık dolunayıymış, balık burcunda gerçekleşiyor, içinde bulunulan ayla ilgili değil demek ki dolunayın hangi burçta gerçekleştiği, şu an başak burcundayız ama dolunay balık burcunda, boğa toprak, balık su gurubu, toprak ve su birbirlerini severler, bu yüzden benim üzerimde etkili değil, ama ateş ve hava gruplarını etkiliyordur, oğlum iki gündür gergin mesela, ne desek tersliyor, aslan burcu, ateş grubu, biz hepimiz toprak grubuyuz, ben boğa, kzım oğlak, büyük oğlum başak, sadece küçük oğlum aslan ve ateş grubu, bir o farklı düşüyor zaten bizden, kişilik olarak ta, diğer üçümüz çok daha uyumluyuz birbirimizle, geçtiğimiz kasım ayındaki boğa burcundaki süper dolunay beni çokça etkilemişti mesela, çok üzülmüştüm, cemal nur sargut geleceği öğrenmeye çalışmayın dedi, günahmış, astroloji yani, fal baktırmak ta öyle, her yerden bir kural, madem ki geleceğim belli ben nasıl durayım öğrenmeye çalışmadan, kadere bile ses etmedik, bilinen bir senaryoda yer alıyor olmaya, kadere boyun eğdik, bu kadarcık lüksümüz olsun yani, hep sana hep sana, olmaz ki böyle, bıktım bu kurallardan, kuralsız bir dünya istiyorum artık, sadece kendi kurallarımın geçerli olduğu. Çok kafamı kızdırırlarsa, kurallarla beni zorlayıp, cosmosta yıldız tozundan oluştuğumuzu söylediklerini söylerim valla, söylemiş mi oldum yoksa, biz birer yıldız tozu olabilir miyiz gerçekten, muhteşem bir düşünce, bir yıldız tozu olmamız, ben venüsün parçasıyımdır tabi ki, bir boğa burcu olarak.

***Çok yoruldum, çocuklarım öğlen evden çıktıktan sonra, hepsinin bir bahanesi, nedeni var çıkmak için, uzun zamandır yapmadığım kadar iş yaptım bugün, birdenbire bir inkişaf oldu bedenimde, durduramıyorum kendimi, birkaç gündür belirtileri başlamıştı, hafiften elbise dolabımı düzenlemekle başlamıştım, orayı burayı derken bugün bir baktım mutfağa dalmışım, hemde ne dalış, hiç öyle bir niyetim yoktu halbuki, evi süpürüp banyoyu temizlemeyi planlıyordum, klasik, bitmeyen ve sıkıcı işler yani, bir baktım mutfağın altından girip üstünden çıkmışım, taşındığımızdan  beri, neredeyse 2 yıldır ellememiştim dolapları, ilk nasıl koyduysak her şey öylece duruyordu, düzensizdi, temizledim, düzenledim, yerleştirdim, dolunay etkisiymiş bu çalışkanlık, balık burcu çift kişiliklidir derler ya, olumlu olan yanı bu olsa gerek, düzenlilik, tertiplilik, çalışkanlık, olumsuz yanı ise müşkülpesentlik olmalı, bağımlılık, günlerdir mahjonga dadandım, ha şimdi kalkayım, ha şimdi kalkayım derken saatler geçiyor, dün gece yine oynadım, yattım, gözümü kapadım ama ışıklar sönmek bilmiyor bir türlü, iç ışığım, resmen aydınlık ortalık, kapkaranlık ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, bir müddet sonra uyudum, gün içinde, birkaç gündür, omuzlarımda bir acaip, hiç görülmemiş türden kasılmalar da olmaya başlayınca, hep aynı şekilde sabit durmaktan olmalı, sabah kalkınca ilk işim o oyunu silmek oldu, bir daha yükleyene kadar rahatım, umarım yüklemem.

Sizi de böyle mi etkiledi dolunay, hem miskinlik hem de aşırı hareketlilik şeklinde, bir tembel boğayı bile, yani ben, yerinden böylesine kaldırabilen bir etki hiç hafifsenmemeli, demek ki dolunaylar da olmasa hayatlarımız otomot, motomot, yeknesak geçip duracak, seviyorum dolunayları, hayatı habire değiştirip dönüştürmesini, ama bir balık burcu olarak doğup yaşamayı hiç istemezdim, hem miskin hem aynı oranda hareketli, canlı, zinde olmak çok sıkıcı, çok zor, balık burcu olanların işi zor, aynı bedende iki ayrı kişiyi tutuyorlar, yani öyle olmalı, çok net bilmiyorum tabi, bu benim bu dolunaydan bir çıkarımım sadece, saat 11 olmuş, gece, söyle buldun mu dinliyorum bir yandan, ayten alpman ve nilüferden, anlamazdın, ayla dikmenden, bana ellerini ver, özdemir erdoğandan, kadınım, hasret, (bu akşam çok efkarlıyım) öyle sarhoş olsam ki, tanju okandan, herkes odalarında, ben tertemiz ve düzenli mutfağımda. Bayılıyorum evime, yan cepheden, balkon, mutfak ve yatak odası cephesinden hiç ev görünmüyor, ıssız ada gibi ortalık, sadece kuşlar ve börtü böcek var, yeni birkaç çok katlı bina yapıldı, biz geldiğimizde inşaattı, onlar da en az 300-500 metre uzaklıkta, kimse kimseyi gözle görebilecek gibi değil yani, ben bir ıssız adada yaşamalıymışım, yanlış yerdeyim.

***Cemalnur sargut anlattı yine, hz. muhammed bir gün oturmuş yüzükleriyle oynuyormuş, artık vahiy mi, bilgi mi, ne geldiyse şöyle demiş, ben sana o canı boşa vakit geçir diye mi verdim diye, işimiz zor, ne yapsak, ne yapmasak suç oluyor, tembellik te güzel şey ama, ne yapmalı? Ne boşa geçen hayatlar var ona bakılırsa, say say bitmez, baştan sona boş. Burada bir örnek vermeden geçmek olmaz, örneğimse her zamanki örnek tabi ki, olmaz olasıca eski kocam, bir evi ve üç çocuğu olduğu halde akşamdam akşama evine sadece elini kolunu sallayarak gelen, bütün gün evde olduğu pazar günleri sadece ve sadece uyuyup tv izleyen adamın önü sonu adı ne olur, eski koca, ne mutlu bana, cebindeki paranın şımarttığı it, mahlukat, ne çekmişim pisliğini, geçen pazar gündüz oğlum aramış, uyuyor herhalde dedi, iyi ki burada uyumuyor dedim, bu sözün benim için nasıl bir anlam ifade ettiğini anlamak için ben olmanız gerek, veya benim gibi binlerce pazarınızı pis bir miskinle geçirmiş olmanız gerek, ayyğğğ. Sanmayın ki evde değişen bir şey var, çocuklarım da tam babalarının oğulları, hık demiş burnundan düşmüşler tembellik konusunda, ev hayatı tembelliği yani, ama eksi 1 eksi 1’dir, ben o kadarına bile razıyım, hem onlar oğullarım, el oğlu değil ya, öyle de böyle de çekerim.

Şimdi günlük liste geliyormuş, şunları, şunları al getir diye, hah, hah, hah, beter olsun, osman müftüoğlu kalp için iki yararlı şey var dedi, biri domates diğeri huzur, huzuru buldum, huzuru bulunca onun şerefine yine onun parasıyla kacaman bir buzdolabı aldım, genişlik 85, derinlik 85, yani 85 x 85 x 1.80, kış için domatesleri de dondurdum mu işlem tamamdır. kalp sağlığım artık garantide.

Eski, 27 yıllık buzdolabım, ki sonunda civataları gevşetti, ortalığı yıkıyor beni atın diye, bütün gün har har har har çalışıyor, dondurucusu üstteydi, o zaman öyleydi genelde, ki hala daha var o modeller de, bu defa dondurucusu altta olanı aldım, ikidebir eğil kalk eğil kalktan kurtulmuş olacağım böylece. Tutma kulpları içteydi, gömme, bu sefer dıştan olanını aldım, kavraması, tutup açması çok daha kolay. 65 x 65 ti, bayağı bir genişleme olacak bu benim için, 27 yıllık daralmadan sonra iyi gelecek, neyi nereye koyacağımı, sığdıracağımı şaşırıyordum yıllardır, sen kendini rahatlatmaya, genişletmeye karar verirsen ve bunu hayata geçirirsen hayat ta sana bu kararında desteklerini gönderiyor olmalı. 

Para ve nasip farklı şeyler, paran olur nasibin olmaz, paran olmaz nasibin olur, hayırlı diye alırsın bakmışsın hayırsız çıkmış, hayırsız sandığın hayırlı çıkmış, hayırlı olan gözünün önünde durur ama sen gider öbürünü alırsın, ve daralttı,a daraltır seni, bir ömür boyu, paradan çok daha faklı bir denge daha var dünya düzeninde, nasip, Allah her şeyin hayırlısını nasip etsin. Kazandığı para ile hanlarda, hamamlarda yaşamamız gerekirdi, nasip oldu mu, olmadı, değil han hamam bir buzdolabından bile yüzüm gülmemiş, sıkıntı çekmişim, olmayacak duaya amin desen de sonuç değişmiyor, Allah paranın da sana hayırlı olanını versin. Nasip bir üst akıl sistemi ve eğer sen kendini darda, daralmış hissediyorsan seni genişletmiyor ki bir an önce o seni daraltan iplerinden kurtul diye, bir anlamda sana yardımcı, seni düşünen bir sistem, mutsuzsan mutluluk sebepleri yaratmıyor sana ki bu sahte mutluluk azabından bir an önce kurtulasın, çünkü dünyada aranması ve bulunması mutlak olan tek şey mutluluk, bunu idrak etmediğin sürece başını taştan taşa vurman muhtemel, ve varlığın içinde dahi bu azabı yaşaman mümkün, iç mutluluğun olmadıkça dışsal mutluluklar da görünmüyor insanın gözüne. 

***Her köşeye sıkıştığında “benim bir boğazım var nerede olsa doyarım” diye sana pislik püskürten, açıkça tehdit eden bir pislikle bunu bile bile aynı evde yaşamak zorunda olmak, kalmak, ona hizmet etmek durumunda olmak, 25 yıl, zorunda olan bir insanın nesi genişlese kendi genişleyebilir, ferahlayabilir ki, o yüzden o göz ne han görür ne hamam, başına yansın paraları, bu hesaba göre benim 4 onun 1 boğazı olduğuna göre, ki bana açıkça sen düşün, diyor, hayatta seni genişletecek tek şeyin onu o tek boğazıyla başbaşa bırakmak olduğunu bilir ve sadece o amaçla yaşarsın, Allahıma bin şükürler olsun ki kurtuldum ondan, iki senedir gözüm görmedi en azından, ama pisliği biter mi, bitmez, çirkef.

Geçen gün onun kendinden genç bir arkadaşı nişanlısından ayrılmış, oğluma “o öyle kolay kolay kimseyle anlaşamaz” demiş, kendi anlaşabiliyormuş şimdi demek ki, bravo, demek ki eve yiyecek alınmalı dediğinde süt içiyorsun ya diye cevap vermiyor artık, veya ben size her hafta et mi yedireceğim de demiyor olmalı, ve daha neler neler, şanslı kadın, cefası bana sefası ona, fıkradaki zeytini ben yordum o yedi, hayrını görsün, görür nasıl olsa, mutlaka, çektirdiği cefanın kendine de cefa getirdiğini görmüş, öğrenmiş demek ki, hayat en büyük öğretici, aşağılık  köpek.

Öyle bir oynuyor ki, öyle bir orospu çocuğu ki, nasıl bir yerden vuruyor çocuğumu, kendi iyi, uyumlu bir insan, sağ gösterip soldan bana çelme atıyor oradan, laf lafı açıyor ve lafın altından neler saçılıyor, alttan alta oğlumun beynini yıkamaya çalışıyor, ve bunu hep yapıyor, her zaman, yıllardır birde bununla savaşıyorum, oğlumla, beni can evimden vurmaya çalışıyor, yıllarca, aynı evde ve konuşmadığım 7 yıl boyunca, somurttu durdu çocuklarıma, üzgün, neşesiz, mutsuz adamı oynayarak çocuklarımın üstüne ekledi mutsuzluğu, ne zamanki foyası çıktı ortaya o üzgün adam bir anda kayboluverdi ve çocuklarım o pis, nemrut surattan mutsuzluk almaktan kurtuldu, numara, ne mutsuzu, orospu çocuğu, anası dahil, bu defa nasıl bir mesaj gönderiyor buradan oğluma, bazı insanlar vardır ki ne yapsan, ne etsen, ne kadar iyi bir insan olursan ol o insanla anlaşmak mümkün değildir, ben de aldım tabi o mesajı, kendi çok mu uyumluymuş dedim, herkesle arası çok iyi dedi, ya benimle dedim, yarı şaka yarı ciddi bu da senden kaynaklı olmalı dedi oğlum, uzatmadım, ama bu mesele burada kalır mı, kalmaz, kan çıkar alimallah, ertesi gün oğluma sen küçücüktün, sen taşıdın o yedi, bu doğru mu dedim, sorumu cevaplamadı, sen de taşıdın dedi bana karşı cevap olarak, beni benim silahımla vurabileceğini sanarak, arkasından ne geleceğini kestiremedi, çocuk işte, benim de beklediğim bu gibi bir cevaptı zaten, evet, bende taşıdım, üstelik ben daha çok taşıdım dedim, dediğini onayladım, aksini iddia edemem zaten çünkü yıllar yılı sadece biz taşıdık o yedi, bu hepimizin ortak gerçeği, şimdi telefonla gelen mesajlardaki listeyi o karıya taşıyor, sana, o küçücük evladına yapmadığını o karıya yapıyor dedim, işte o zaman oğlum ne demek istediğimi anladı, uyumluluğun lafla değil yaşamla orantılı olduğunu, daha fazla söze gerek yok, bu kadarı yeterli oldu, şimdilik, yaşananların en canlı şahidi çocuklarım ve onların bile aklını karıştırmaya çalışacak kadar aşağılık, madem öyle ben de hatırlatacağım, sadece hatırlatmam yeterli üstelik, eldeki gerçeklerle, gerçek gerçektir ve bunun dışına çıkılamaz, bu savaş bitmez demiştim size, alttan alta devam edecek, üste de çıkabilir, hiç belli olmaz, o veya ben geberene kadar. Bir kadını kendinden olma çocuklarıyla, (o çocukları bir tehdit unsuru olarak kullanarak kendine siper eden), köşeye sıkıştıracak kadar adi, şerefsiz ve beş para etmez birinden her şeyi beklemelisiniz.

Oğluma “şimdiye dek bir tane ekmek alıp gelmiş mi evine” diye de sorabilirdim aslında o soruyu ama bu genel olurdu, kendine öznel olanını sordum, cevabını da aldım. Hayatın bir kaç amacı var, bunlar öncelikle yaşamak, ardından daha iyi yaşamak, daha iyi yaşamak, daha iyi yaşamak diye sıralanıp gidiyor, sadece madden değil şeklen, fikren, fiilen, bedenen de iyi yaşamak var bu daha iyi yaşamanın içinde, baktım benim için bu hiç mümkün olmayacak, yani böyle giderse, ben taşıyacağım o yiyecek, ben yapacağım o yiyecek, ben çalışacağım o yatacak, neymiş, o çalışıyor, ben hep yatıyorum zaten, zararın neresinden dönersen kar dedim kendime ve kırdım kirişi, düştüysen bir bataklığa çıkmanın da bir yolu bulunur elbet. Ben yaşlanıyordum, o gençleşiyordu, ben ölecektim o yaşayacaktı, benim canımı kendine yedek yakıt deposu olarak kullanarak, bunu durdurdum, kendi açımdan, şimdi kimden istiyorsa ondan alsın yedek yakıtını.

Öyle insanlar vardır ki ne yapsanız, ne etseniz, başınızın üstünde taşısanız yine de yaranamazsınız, öyle insanlar vardır ki onlarla anlaşmak asla mümkün değildir, nokta.

***Şimdi ben tarihçi değilim, tarih okumam, hiç sevmem, oldum olası tarihi sevmem, geçmiş geçmiştir benim için, hele ki osmanlı tarihi, ben olsa olsa bir belgesel tarihçisiyimdir, o da yarı kızımın zoruyla, heisenberg in iyi bir adam olduğunu, atom bombasını bildiği halde bu bilgiyi hitlere teslim etmediğini yazmıştım, bu bilgi mi çürütülmüş oldu, ben bu bilgiyi anştayn belgeseline dayanarak yazmıştım, göz göre göre o koca belgeseli yalanlar üzerine mi kurgulamışlar, onu geçtik, yine bir başka belgeselde o zamanlar japonların veba üzerine ciddi çalışmalar yaptığı, atılan atom bombası ile japonların bu çalışmaları durdurduğu ve dünyanın olabilecek daha büyük bir felaketten kurtulduğu söylenmişti, bu da mı yalan, inanılacak bir şey kalmamış mı dünya üzerinde, yoksa bu gidişle paranoyaklık diploması mı alacağız hepimiz, ben hala inanılacak iyi şeyler de olduğuna inanmak istiyorum, heisenbergin, anştaynın iyi insanlar olduklarına, insanlığın iyiliğini düşündüklerine inanmak istiyorum, anştaynın, kendinden önce heisenberg yapabilir korkusu ile, yani hitler korkusu ile atom bombasını yaptığına, heisenbergin atom bombası formülünü bildiği halde insanlığı kurtarmak için hitlere vermediğine, anştaynın atom bombası atıldıktan sonraki yaşamını mutsuz ve üzgün geçirdiğine inanmak istiyorum, filistinde israil devleti kurulurken anştaynın müslümanlar karşı çıkar, zarar görür dediğine inanmak istiyorum, sonrasında israile yardım etmiş bile olsa, o yardımı bile yahudilere yapılan eziyetleri gördüğü için yaptığına inanmak istiyorum, dünyada iyiler de var diyebilmek istiyorum. ve buna inanmak istiyorum, anştayn belgeselinde aynen böyleydi, benim inanmak istediğim gibi.

***Amerikada irma kasırgası aldı başını gidiyor, dün karayiplerdeydi, bugün dominik cumhuriyetinde, yarın veya yakında floridada olacakmış, halk kaçabilmenin ve su, yiyecek, benzin stokunun peşinde, floridanın boşaltılması emri verilmiş, beş buçuk milyon insan yollara düşmüş, miami istanbul uçuşları karşılıklı 5 saat öne çekilmiş, karşılıklı diyor da kim bu kasırgada miamiye gidecek kadar aklını yemiştir, yalan söylüyorlar, uçaklar boş gidip dolu geliyordur, kasırga yüzünden, miamiden ev alanların evleri gitti, gitti, gitti, gitti, bütün ünlülerin evleri var orada, hepsi denizin altında kalacak, miami deniz seviyesine çok yakın, iklim değişikliğiyle sular yükseldiğinde yok olması en muhtemel yer, iklim değişikliğini beklemeye gerek kalmadı, 4-5 katlı evleri kağıt gibi devirmiş kasırga, gösteriyor, felaket gibi felaket yani anlayacağınız, Allah yardımcıları olsun, neyse ki gittikçe düşüyor hızı, dün saatte 300 km di, bugün 240, ne berbat bir şey, amerikanın da kaderi işte, kader belliymiş ya, amerika bütün dünyanın kaderiyle oynuyor, onun da kaderiyle oynayan var demek ki, başı felaketlerden kurtulmuyor, felaketimizin felaketi, zafer çağlayan, süleynam arslan ve iki kişi için daha yakalama kararı çıkmış, amerikada, haberin başında amerikadan pis kokular geliyor dedi erdoğan, haber bitmeden yakalama kararı açıklandı, o pis kokular önü sonu kendi üstüne de sinecek, bunu biliyor olmalı, burada üstünü örttü de orada açıldı kokulu ayakkabı kutuları, düşmanımın düşmanı benim de düşmanım olunca iyi bir şeyler çıkar mı ki ortaya, benim kimseden güvenim, inancım kalmadı galiba, varlık fonu kuruldu, ne işe yaradı onu bile henüz anlamamışken 6 aylık müdürü işten alınmış, yukarda da büyük büyük kasırgalar dolanıyor anlaşılan, arap saçı gibi ortalık, çıkamayacak işin içinden galiba, metalik kısımları yorulmuş, hesabi değil hasbi olsalardı böyle olmazdı tabi, çelik para kasaları, para sayma makineleri metal yorgunluğu yapmış üzerlerinde.

Bazen öyle akıl ve gerçek ötesi geliyor ki yaşadığımız şu zaman diliminde yaşananlar kendimi olayların dışında bir gözlemci gibi hissediyorum, bu bildiğimiz aklı başında dünyadan çok daha farklı bir dünya artık, akıl dışı, dünyanın oynatmaya az kalmış hali ve bunun sebebi, sorumlusu %98 akp, bütün bu mantıksızlıklar onların başının altından kalkıyor.

***”Tiroit yetmezliğiniz varsa bu kendini başlangışta sadece bir depresyon gibi gösterebilir, tiroit hormonu eksiğiniz varsa depresyona girebilirsiniz, hormonal eksikliklerle depresyon arasında bağlantılar var, depresyon varsa tiroit bezi ve böbreküstü bezi akla getirilmeli.” osman müftüoğlu.

Birde yine karaciğer için, insülin direnci için  protein ve sebze yiyin diyor, meyve yemeyin diyor, kışın bunu yapmak kolay da şu an için biraz zor, tam incir, şeftali, kavun, üzüm zamanı, gel de yeme, kışa söz, yemiycem, kim ne yapsın elmayı, ama şimdi mümkünatı yok, dün on bağ nane aldım, yıkadım, kuruyorlar, kuruduğunda iki kiloluk kavanozu doldurmazsa yeniden alır kuruturum, ancak yeter bir kış boyunca, tam ufalamıyorum, kuruduğunda yapraklarını saptan sıyırıyorum, kullanırken ufalıyorum, lezzeti daha çok içinde kalıyor böylece, zamanı biraz geçmiş galiba, daha sıcak zamanda yapmak lazımmış, kolay kurumayacaklar gibi görünüyor, *evet, kolay kurumadı, hatta bir çoğu kurumadan siyahlaştı, daha sonra 5 bağ daha aldım, onlar hiç kararmadan kurudular çünkü hava çok daha sıcaktı, nane almadan önce hava durumna bakmakta fayda var, önündeki iki, üç güne, 35′ ve üstü olmalı nane kuruyacaksa.

Kış hazırlıkları başlasın, sırada domatesler, taze fasulyeler, yeşil, kırmızı biberler var, yemeklik hazırlanıp dondurulacaklar, ama onun için ulus hale gideceğim, orada hem çok daha ucuz hem çok daha lezzetli her şey, o daha uzun iş olacak ama, önümüzdeki bir hafta bunlarla uğraşacağım gibi görünüyor, planlarım o yönde.

***Şimdi tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar, parçaları birleştirme ve eğri oturup doğru konuşma zamanı, depresyon ve tiroit ilişkisini baş köşeye koyalım önce, meselenin daha en başındayken bir gün kızımın milyonluk bebek filmini izleyip ağladığını, üzüldüğünü, bu gibi filmlerin sakıncasını söylemiştim, ki o filme izlediğimde ben bile ağlamıştım, o aralar ve öncesinde kızım pek çok kez korku filmine gitti, bir manyak kankası var, ne zaman yakalasa korku filmine sokuyor, artık o mu onu yoksa o mu onu kandırıyor pekte bilemiyorum tabi, o zamandan beri görüştüler ama işi biraz sıkıya aldığım için öyle filmlere gitmeye fırsat bulamadılar, ben de unuttum gitti o filmleri, ama şeytan unutmaz, o zaman da düşünmüştüm aslında bunun da bir sebep olabileceğini, çocuklarımın hepsi çıktı dediğim gün buluşumuşlardı, yine korku filmine gitmişler, anabella, yine iyi değilmiş gibi kızım şimdi, tam olarak anlarız bugün yarın, yetti canıma, onu düşün, bunu düşün, bıktım usandım, gitsin eğlensin diye gönderiyorsun, geliyor korkudan yine gözleri pörtlemiş, bu nasıl bir deli zamandayız akıl sır ermiyor, ben böyle dünyanın içine edeyim, 15 yaşındaki çocuğuna bile sahip çıkamıyorsan ben böyle dünyanın içine edeyim. 15 yaşında çocukları 3 kuruş para için o sinema salonlarına alanlara, buna göz yumanlara ne demeli bilmiyorum, onlara edilecek küfrü de siz bulun artık.

*Yine yüzü şişmiş, göze çarpan ilk belirtisi o zaten, iki gün önce bir bardak gazoz içmişti, ondan olmuştur dedi, sonra hatırlattı, bundan 3-5 yıl önce tatilde çok gazoz içmiştik, ikimiz, yüzlerimiz şişmişti, ikimizin, haklı olabilir, söyleyince ben de hatırladım, dediği gibi olmuştu, hadi yine kurtardı korku filminden olduğundan, çok canım sıkılıyor kızımı öyle şişkin, kocaman bir suratla görünce, neleri yiyip içtiğimizden haberimiz bile yok, gazoz gibi, anca hominigırtlak yapıyoruz, eve istenen her pizzanın yanında gazoz gelişi, ki eve öyle geldi gazoz, rastgele bir olay mı acaba, hmbrgr de sınırsız gazlı içeck hakkı, hamburgerin yanında patates kızartması, bizi çok mu düşünüyorlar sizce.

***Mesele olan bir bardak gazoz mu yoksa bir korku filmi mi, orası hala tam belli değil, ama her buluşma sonrası kızımın huyu, suyunun değiştiği kesin, giden ve geri gelen bambaşka iki kız oluyor, artık ne yapıyor, nasıl beceriyorsa kızımı kendi benliğinden çıkarıyor, bana karşı, herkese karşı haşinleşiyor, kötücülleşiyor, bir anda kin ve nefret kusmaya başlıyor, bu sürekli böyle, sadece bu defa değil, bu her görüşme sonrası yaşanan klasikler arasına girdi, bir şeyleri değiştirmek gerekiyor artık, yani o bağlantıyı koparmak, bize mi öylesi denk geldi yoksa bu nesil mi böyle bilmiyorum ama bu kız bir bambaşka bir şey, akıl sınırlarımın çok çok ötesinde, ve beni korkutuyor, kızımın geleceği adına, şimdiye dek sabrettim, arkadaşlıklarına zaman, fırsat verdim, kzımun mutluluğunun hatırı için ama artık vermeyeceğim çünkü sonuçta kızım zarar görüyor, dengesi bozuluyor, ve olan bana oluyor, kızım bana kötüleşiyor, her görüşme sonrası evde bir gerilim hattı oluşuyor, arada paparayı yiyen yine ben oluyorum, ne çok dengeyi bir arada tutmak zorundayım, onu öyle, bunu böyle, kim dedi bana tut 3 tane doğur diye.

*Sordum, şekerli kurabiye yedim ondandır dedi, o da beni oynatıyor, kendi de farkında bu ani ve her seferinde değişiminin, bu da bir şeydir, ama açıklama getiremedi sebebine, ben de bilmiyorum neler oluyor. *Yine sordum, üzerinden vakit geçtikçe gerginliği geçiyor ve daha sorulabilir kıvama geliyor, yine o gün yediği şeyin yanında gazoz da içmiş, demek ki sorumlu olan gerçekten gazoz, yani mısır şırubu, şundan mı bundan mı diye kafa yormaya gerek yok artık, sebep belli, mısır şurubu, tabi arkadaşı da temiz çıktı bu arada, kimin aklına gelir ki yiyip içtiğinden olabileceği, ve yine demek ki başıboş bırakılmayıp arkası kollanacak devamlı, onu kendi aklına bırakırsak işimiz iş.

Şimdi bütün bu yazdıklarımdan çıkarmanız gerekenleri özetleyeyim, eğer şekerli, mısır şuruplu şeyler alıyorsanız vücudunuza bilin ki bunların yan etkileri var, birinci yan etki görsel olarak, sizi çirkinleştiriyor, şişko suratlı, şişko vücutlu bir eblehe dönüştürüyor, diğer yan etki kafanızın işlemesini, çalışmasını engelliyor, algılarınız körleşiyor, anlama, idrak etme, algılama kapasiteniz sıfırlanıyor, diğer yan etki kötümserleşiyorsunuz, size her söylenen şey kötü bir amaçla söylenmiş sanıp saldırganlaşıyorsunuz, sizi siz olmaktan çıkarıyor kısacası, ve daha önceleri de yazdığım, saydığım pek çok nedenle bu madde ve maddelerden uzak durmalısınız, seçim sizin tabi, midemizin bir çöp tenekesi olup olmadığının kararı size ait.

***”Ben erdalla evlendiğim zaman onun da senin kadar büyük hayalleri vardı, ona bir şey yapma etme demek imkansızdı, etrafında hep kalabalıklar olsun istiyordu, herkes ona baksın istiyordu, herkes onunla ilgilensin istiyordu, yapamadım, onun gerisinde kaldım, sonra döndü beni beğenmemeye başladı, götün büyük dedi, memen sarkık dedi, anlamıyorsun dedi, benim kadınlık gururum yerle bir etti, ben ne yaparsam yapayım asla ona yaranamadım, sonra onu yücelten, onu pohpohlayan insanlar etrafına toplanmaya başladı, bravo erdal, aferin erdal diyordu herkes, ben onun gözünde eskiydim artık, sonra hayaline erişen başka bir kadın buldu gitti, sora onu da bıraktı başkasını buldu falan filan” dün akşam foxta ikinci şans adlı film vardı, oradan yazdım bu sözleri, bu işin raconu bu drmek ki, herkes aynı şeyleri söylediğine göre, ben de dahil, film güzel, dokunaklı, özcan deniz yazıp yönetmiş, başarılı bir film olmuş, ama sanki daha çok bir kadın yazabilirmiş gibi onu.

Dün cemal nur sargut tasavvuftan bahsetti, kalben hiçbir şeye kızmamak, öfkelenmemek, her şeyin bizim için hayırlı olduğunu idrak etmek ve zalimin zulmüne karşı mücadele etmeyi hal haline getirmeye tasavvuf denirmiş, mutluluğun sırrı başkalarına faydalı olmakmış, şöyle dedi, “40 gün hücreye kapatırlarmış eskiden ermişlik için, şimdi genelde insanların verdiği eziyetin içinde ermeyi istiyorlar, eziyetlerin, haksızlıkların, sıkıntıların içinde ilerleyip tefekkür etmek, ben nasıl faydalı olurumu düşünmeye başlıyorsan tasavvuf yolunda ilerliyorsun demektir, her şeyi yapanın Allah olduğunu idrak ettiğinizde hak, haksızlık ta kalkıyor ortadan” ikinci şans filminden de yola çıkarak günümüz ermişlerinin arasında kadın çoğunluğu ve yoğunluğu bulunuyor olmalı, evlilik adı altında daha büyük eziyet var mı insana yapılan, kötülüğün dört bir yüzü, en büyük çilehane, zalimin zulmüne boyun eğilen.

***Artık ve bundan böyle kimse bana deli, kaçık falan demesin, çok rica ediyorum, ben o ünvanları devredecek birilerini buldum, kimler olduklarını söyleyeyim, seda sayan evlilik programın bırakmış, dün gördüm, salı, artık ne zaman başladıysa programı, görür görmez, şansıma mı desem, çekiyor bir şeyler, ömer çelakılı görünce biraz takıldım, seda sayan artık dolunayların etkisinin insanlar üzerinde çok daha fazla olduğunu söyledi, bir ben değilmişim yani dolunay dolunay diyen, ve ikisi birlikte irma kasıgasının amerikayı vuruşunun amerikanın müslümanlara yaptığı zulmün karşılığı olduğunu, ki bu da benim önemli teoremlerimden biri, kuranda pek çok kötü kavmin yok edildiğinin yazıldığından bahsettiler, irma sırasında gökyüzünde bir insan silueti belirmiş, onu gösterdiler, ve gerçekten benziyordu, dünyanın sonu mu geliyor acaba, yoksa bana mı öyle geliyor, seda sayan ve ömer çelakıla da tabi.

***”Bir sokak köpeğinin ünlü spor yorumcusu Ömer Üründül’ü ısırdığını yazdım, sanki dünya savaşı çıkardım… Bir kıyamet koptu ki, sormayın!
Efendim, köpeğin saldırısını yazmamam lâzımmış… Zavallı köpeklere düşmanlık yapıyormuşum… Yani arada bir ısırmalarında ne mahzur varmış!
İnsan olan hayvanları sever ama bunlar sadece lâfta hayvansever!
Ben bütün köpeklerden değil, sadece saldırgan bir köpekten bahsettim, bunların kuyruğuna basmış gibi oldum! Hiç merak etmesinler, ben yazsam da, yazmasam da, köpekler sürüler halinde sokaklarda dolaşmaya devam ediyor zaten…”

Yine rahmi turan yazmış, ben söylemiştim böyle olacağını, efendisi köpek olanların köpekten beter olduklarını, o nazik yazıya rağmen üstelik, kazara beni bulsalar neler olur acaba, iyi ki saklanıyorum burada, yoksa tefe tutarlardı beni, kimse bilmiyor yerimi, aman çaktırmayın, bir siz bilin yeter.

***Sabah kalkınca akşamdan kalan bulaşıkları kaldırdım, akşam benim iş saatimin bitiminden sonra da açık mutfak nasıl olsa, bulaşıklar ekleniyor, bulaşığı çalıştırıp kahvaltıyı hazırladım, herkes evde şu aralar, okullar daha başlamadı, ayaş domates ve yeşil biberli menemen yaptım, artık yeşil soğan koymuyorum menemene, daha güzel oluyor, nurselde diyetisyen çağatay öyle yapmıştı geçenlerde, domates salatalık doğradım, dünden fırında közleyip ayıkladığım, delikli kab ile, altına tabak koyarak bir gece dolaba koyduğum kırmızı biberleri çıkarıp doğradım, ezilmiş sarımsak, limon ve zeytinyağı koydum, bolca közleyip dondurmayı da düşünüyorum, kış için, güzel oluyor, peynirler, zeytin, bal, ekşi mayalı ekmek ve doğal sütle kahvaltımızı ettik, biraz gecikti tabi, geç kalkmıştık zaten, 12 gibi, kahvaltı bitince bulaşığı boşalttım, kahvaltı bulaşığını doldurdum, yeniden çalıştı bulaşık makinesi, 1 saat arayla, hay ben böyle bitmez işin, pelin karahan, ki dizi oyuncusu oluyor kendileri, showda yemek programına başlamış, nurselin boşalan yerine, nurselin sıkı takipçisi olarak biraz garipsedim, yüzüklerini çıkarmadan köfte yoğurdu, tırnaklarında oje vardı, çok kısa değildi tırnakları, nursel bunlara çok dikkat eder, bu geçen yıllar içinde yemek yapmayı da öğrendi, hiç üşenmeden, mızmızlanmadan girişir yemek yapmaya nursel, pelin karahan hala yapsam mı yapmasam mı, elimi sürsem mi sürmesem mi kıvamında, pek hoşuna gitmemiş gibi mutfak işi, sen evinde yıllardır çalıştırdığın kadına yaptır bu işleri, beğenme, aşağıla, sonra da gel kendin giriş, olacak iş mi, hanımlıktan hizmetçiliğe düş, ne yaparsın, ekmek parası, evinde çalışan kadınlar da o yüzden yapıyorlar zaten, bayıldıklarından değil, ekmek parasına, yapmayınca yenmediğine göre, yani benim için, bayılınmayacak bir yanı da yok yani, ben severek yapıyorum, kendi adıma, hep birlikte yemek gibisi yok, dördümüz, hep olduğu gibi.

 ***İncir alerjik galiba, ne zaman yesem ağzımın etrafı uyuşuyor, burnum içten içe kaşınıyor, bu ara oğlum da hapşırmaya başladı, onun da burnu kaşınıyormuş, doktora gideceğim diyince incirden olabileceği geldi aklıma, sanırım ondan. Ondanmış, yemeyince geçti.

***Bir tarif vereceğim, seneye kadar unutursam tarifi diye yazıyorum, umarım buraya koyduğumu hatırlarım, yemek tariflerine de koyayım, belki bulamam seneye, sizin için değil yani, kendim için, beğendim de, o itibarla, isterseniz iz de yapabilirsiniz tabi, kendim uydurdum, başka bir yerde yok bu tarif, en azından direkt bu şekliyle, kırmızı biber değil yeşil biberle, kırmızı biber tatlı oluyor, beğenmedim öyle, zeytinyağlı biber dolması, 3 soğan, 2 kırmızı biber ince doğranır, sıvıyağla kapağı kapalı düşük ısıda pişirilir, yumuşayana kadar, yarım kilo yıkanmış pirinç konur, tuz, bol toz biber, az kara biber, az tarçın konur, bir yandan kavrulur, o esnada 3 orta boy domates rendelenir, konur, karıştırılıp kapağı kapalı çok düşük ısıda pişirilir, 1 kilo yeşil dolmalık biber, ufaklarından, yıkanır, ayıklanır, 1 bağ maydanozun yaprak kısmı kesilerek alınır, yıkanır, kalan sapları ayıklanarak doğranır, ılınan pirinçli karışıma konur, bol zeytinyağı konur, karıştırılır, biberler doldurulur, düz bir tencereye dizilir, biberlerin üstüne çıkmayacak kadar sıcak su konup 45 dakika önce yüksek, kaynayana kadar, sonra düşük ısıda pişirilir. Dolmalık biberi ayıklayıp donduruyor, kışın donmuş haldeyken doldurup pişiriyorlarmış, markette bir teyze söyledi bana da, benim dolmalık bibere yetecek kadar yerim yok dondurucumda, çok yer tutar, o yüzden koyamayacağım, domatese, kırmızı bibere yer kalsın diye, sizin yeterli yeriniz varsa aklınızda olsun. Domatesi de öylece dörde bölüp koyuyorlarmış, bütün olduğunda çok yer tutuyor diye, ben öyle yapacağım, soymadan, bir de salça yapacağım, bakalım becerebilecek miyim, zor işler bunlar.

Yazdım mı yukarda, göremedim, kırmızı biberi fırında yüksek ısıda közleyip soyup ayıklıyor, bir gece dolapta suyunu süzdürüyor, doğruyorum, sarımsak, limon zeytinyağı ile karıştırıp kahvaltıda yiyoruz, kahvaltı faslında yazmışım, bir kere daha yazmış olayım, bir zararı yok, bir tepsi dolusu, yaklaşık iki kilo kırmızı biberi bir defa için paketleyeceğim, donduracağım, közleyip, soyup, ayıklayarak, bir gece süzdürerek, doğramadan.

***Bizim global karizmatik yakışıklımız baktı ki heykelleri yakışıklı olmuyor, nasıl olsun, gerçeği ortada, “heykelimi yapmayın, değerlerimize ters” demiş, Atatürk’e sağdan soldan çalım atıyor, ters köşe yapıyor aklınca münasebetsiz, kendini peygamber falan sanmaya da başladı herhalde, madem ki heykel değerlerimize ters fotoğraf ta değerlerimize ters, niye her yerdeki bilbordlarda fotoğrafları var, ışıklı, ışıksız, hatta resmi dairelerin ön cephelerinde boydan boya Atatürk’ün fotolarının yanına fotolarını niye astırıyor, ben mi astırıyorum onları.

***Annesinin cenazesi olaylı geçen hdp li aysel tuğluk benim oturduğum sitede oturuyormuş, iki gündür polis, jandarma var kapılarda, bu akşam daha da artırılmıştı önlemler, iki toma, otobüsler dolusu polis, jandarma, biz bile zor girdik siteye, kapıda sorgu sualden sonra, bu akşam cezaevine dönecekmiş, bu ne kıymetliymiş böyle, bilmiyorduk, öğrendik, bir bu kadar kıymetimiz olmadı, olacağı da yok, hapishanede de keyfi yerindedir büyük olasılıkla, bu kadar kıymetli olduğuna göre, devlet hapishane tatili yaptırıyor hdp lilere anlaşılan, ahmet türk hapisten çıktığında deniz baykal sizi iyi gördüm demiş ve sonra yaptığı gafı örtmeye kalkmıştı, hatırlarsınız, iyi bakılıyorlar hamdolsun, beş yıldızlı otel kalitesinde olmalı, bu kadar yakınımda olmasa hiç üstüne yazmazdım bile, ölene rahmet dilerim, ama hiç öyle ne olmuş, niye olmuş, niye yapmışlar, vay eşşeoğlueşşekler de demem, herkes gibi, birileri gibi, yalakalar gibi, ödlekler gibi, benim hdp lilerden bir beklentim, çıkarım olmadığına göre, ne hdp den ne de başka birilerinden, ne para ne de başka bir şey, ve onlardan korkacak kadar yüreksiz olmadığıma göre böyle şeyler yazmam gereksiz, bunu en başından düşünmeleri gerekirmiş, bu ülke onların babalarının çiftliği değil, orada her gün adam öldüsünler burada sefalarını sürsünler, osman baydemir bunu yapanlar için faşist bir grup demiş, bana kalırsa onlar asıl ve aslen milliyetçi bir grup ve ortada bir faşist varsa o hdp lilerdir, pkk lılardır, bu toprağa ihanet edenlerin bu topraklarda işleri yok, ölüsünün, dirisinin.

*Bu milletin bunu yapmaya hakkı var, yerden göğe kadar. ve bu hakkı onlara veren yine kendileri, onlar gibi öldürmemişler üstelik, sadece ölünüzü alıp gidin demişler, ve bu kadarına hakları var, yerden göğe kadar, o mezarlıkta kaç mezar var pkk nın katlettiği biliyor musunuz, ve türkiyenin her bir yanındaki mezarlıklarda, bunu bilmiyor musunuz, onlar yaparken, öldürürken sorun yok, yani biz ölürken, ama ölünüzü alıp gidin diyince sorun var öyle mi, çünkü onlar eli kanlı katiller ve onlardan korkmamız lazım değil mi, onlar vahşi biz mülayim öyle mi, yapanların ellerine kollarına sağlık, var olsunlar, sağ olsunlar, berhudar olsunlar, demek ki bu ülkede onlar da var ve bunu görmenin zamanı gelmiş, kaçının o mezarlıkta yatan şehidi var bunu biliyor musunuz, o kadın değil mi ki pkk nın savunucusu konumunda karşımızda, sadece buna değil çok daha fazlasına layık, o yola çıkarken bunları bilerek çıkmıştır herhalde, onun için bizim sorun ettiğimiz kadar sorun olduğunu sanmıyorum bu meselenin, onlar çok daha fazlasına da hazırlıklılar aslında, siz çok merak buyurmayın, onların avukatlığını yapmanıza gerek yok, onların da efendisi köpek olanlar gibi yeterinden fazla savunucusu var, niye hep alttan alan, alttan alan durumunda kalmak zorunda olan biz oluyoruz ki, biz ezik miyiz, eğer insanca yaşamak ve bu muamelere maruz kalamak istemiyorlarsa bizim de insanca yaşama haklarımızı ihlal etmemeliler, iki kere iki dört.

***Ulus hale gideceğim demiştim ya, kışlık domates, biber almak için, gerçi aradığımı bulduğum pek söylenemez, baharda gittiğimde daha güzeldi sanki ürünler, yine de aldım on kilo domates, on kilo kırmızı biber, kırmızı biber çağdaşta 4 lira, orada 3.5 domates çağdaşta 3 lira orada 2 lira, totalde 15 lira fark için gittiğine değmez, daha iyidir umuduyla gittim ama çokta seçemedim, seçmek iş, çok anlasam, çok ince bir alışverişçi değilim, yine de aldığım biberler oldukça etli göründüler gözüme, çağdaşta öylesi yok, hazırlayınca anlarım nasıl olduğunu, oradan kızılaya geçtik, aman bir trafik bir trafik, her yerde, adım atılmıyor, ben baş ağrısı nedir bilmem. şu an başım ağrıyor trafikte gezmekten, gitmeyeceğim bir daha şehre, lanet olsun öyle trafiğe, ki ben kullanmadım, oğlum kullandı, trafikte onun yaptığı hokkabazlıkları ben asla beceremem zaten, oradan giriyor, buradan çıkıyor, zırt o yana zırt bu yana, değil odtü olabilen her yere yol yapmaları gerek, acilen.

*Dün bir dolu kaza olmuş ankarada, olmasa şaş, olmasına şaşmaya gerek yok, haberlerde gösterdi, millett kafa kalmıyor ki o trafikte kaza yapmasın, saatlerce gerilim hattı, dikkat dikkat, ne olacak başka, olacağı bu.

***İstanbulda bir okulda kantin sırasını kızlar erkekler diye ayırmışlar, erkeklerle kızların kantin sırasında birbirlerine dokunmalarını sakıncalı buluyor olmalılar, kızların kızlara, erkeklerin erkeklere dokunmalarını sakıncalı bulmuyorlar mı acaba, bana kalırsa o çok daha sakıncalı, dün bir film izledim, çocuklarım ısrar  etti izleyelim diye, kötü değildi, adı enigma, bir bilim adamı, adı turing, 1950’ler, bir erkek yatılı okulunda okur ve bir erkek arkadaşına yakınlık duyar, o arkadaşı ölür, adam eşcinsel olur, adam nazilerin birbirleri ile telgraflarının şifrelerini çözecek bir makine icat eder, bu icat şu an kullandığımız bilgisayarların ilk halidir, eşcinsel olmakla sıçlanır, ya hapis czası ya da hormonal tedavi seçneği sunulur, hormon tedavisini seçer, 41 yaşında buna dayanamayarak kendini öldürür, o dönem 49 bin kişi eşcinsellik suçuyla yargılanır, eğer o çocuk, yani turing bir erkek okulunda okumamış olsa , ergenlik yaşlarında, tam duygusal depreşmelerin olduğu yaşlarda, etrafında ilgisini çekecek kızlar olmuş olsa erkek arkadaşına yönelir miydi, ben sanmıyorum, insanların hayatlarını bizler, biz insanlık mahvetmişimiz, onları kadın ve erkek diye sınıflara ayırarak.

O 49 bin kişinin o dönem için sorumlusu da büyük ölçüde savaşlar, o zaman için yani, savaşların yan kötü geri dönüşlerinden biri de bu, sonra hapishaneler var sırada. Ve birde, birde kadınların sexüel özgürlüklerini eline alması gerek, kadının bunca baskılı olduğu bir toplumda, toplumlarda erkeklerin kendilerine erkek seçeneğini seçmesinde bunun da payı olmalı, vardır mutlaka, bizi baskılayarak kendi cinslerinin rezil rüsva oluşuna sebep oluyorlar.

***Ben iflah olmam, daha dün başım ağrıyordu trafikten ve çıkmayacağım dedim, ama bugün yine çıktım, evde bekleyen onar kilo domates ve kırmızı bibere rağmen üstelik, ama çok önemli bir durum vardı, benim için değil kızım için, kızım için önemli olan benim için de önemli, kızımın istediği her ne olursa akan suları durdururum, akan suları değilse de domates ve biberleri durdurdum bir günlüğüne, bir şey olmaz, ne olur, olsa olsa birkaçı çürür, bu da kızımın isteklerinden, mutluluğundan daha değerli değil, mutluluk, kızım koyu bir zülfü livaneli hayranı, yazarlığının hayranı, bugün turan güneş caddesinin baş kısmında, nişantaşı pazarının arka tarafında zülfü livaneli kültür merkezinin açılışını yaptı çankaya belediyesi, dün yollarda görmüştük afişlerini, kızım çok görmek istiyordu hep zülfü livaneliyi, ona gittik kızımla, birde yanımıza arkadaşımla kızını da aldık, arkadaşımın kızı da aynı kızım gibi livanelinin hayranı, yazarlığının hayranı, tam hoşgeldiniz derlerken gittik, bayağı bir doluydu alan, biraz piyano dinletisi oldu, ardından çok kısa alper taşdelen konuştu, zülfü livaneli konuştu, geçen yıl adına böyle bir kültür merkezi yapacaklarını söyleyince o zaman biraz elinizi çabuk tutun, ne olur ne olmaz demiş, ben de biraz bunu düşünerek götürdüm kızımı aslında, ya bir daha buna fırsatı olmazsa diye düşünerek, ardından papandreu uzun uzadıya konuştu, susmak bilmedi bir türlü, bir kendi bir çevirmeni, bir kendi bir çevirmeni, bıktırdı, ardından kemal kılıçdaroğlu konuştu, daha en başında kısa konuşacağım dedi, papandreudan herkesin sıkıldığını anlamış olmalı, sanırım güzel şeyler söyledi, arada kulak kabartabildim çünkü 30 yıldır sadece bir kaç kez gördüğüm eski bir arkadaşımı gördüm ve onunla kaynattık biraz, o zaman da solcuydu, değişen bir şey yok, bana beş basar, ben neyim ki onun yanında, günde 2-3 faaliyete katılıyormuş böyle, siyasi yani, nerede bir şey var o orada, sırf kalabalığa katkı sağlamak amacıyla, helal olsun, ben yapamam bu kadarını, kız arkadaşım, 1983 yılından beri tanışıyoruz, şimdi 50 küsur yaşlarda kadınlarız tabi, ama kendimizi hiç öyle görmüyoruz, hissetmiyoruz, hala o yirmisindeki insanlarız sanki, onun enerjisi benden çok daha yüksek, benim enerjim ve siyasetçiliğim ancak buraya kadar endeksli, burayla kısıtlı, hikmet çetini, murat karayalçını da gördüm, chp nin en civcivli zamanlarının tanıkları, binada biz odaya girmeye çalışırken zülfü livaneliyi güvenlikler yarı iteleyerek çıkarmaya çalışıyorlardı, kalabalıktı ve kızım diğer tarafa bakıyordu, kızımı zülfü livaneliye doğru çevirdim, yanyana, neredeyse burun buruna geldik, gülümsedi bize, çok memnun görünüyordu halinden, kızım “aramızda şu kadar vardı, aman Allahım” diye sevinç nidaları attı, mutlu, mesut ayrıldık.

Kılıçdaroğlu konuşmasında mezarlık meselesi için biz nasıl böyle insanlar olduk dedi, hiçte dediğimden dönmüyorum, bizi böyle yapanlar utansın ve hayıflansın, biz değil, değil mi ki hala her gün güneydoğudan ölüm haberleri geliyor, kısasa kısas, göze göz, dişe diş, onların canı can, onların ölüsü ölü, peki bizimki ne? Leş mi? Kendi ölülerimize sahip çıkamadığımız gibi bir de onların ölülerine mi sahip çıkacağız, yuh yani, kafaların içine nasıl sıçıldığının daha iyi bir göstergesi yoktur herhalde. Ben futbolcu değilim, orta sahaya oynamam, ortaya pas atmam, isteyen istediğini söyleyebilir, ben kendi doğru bildiğimi söylerim, ne derler bilirsiniz, öldürene değil öldürtene bak, ortacılık nonoşların işi, benim değil.

Kılıçdaroğlu anlatıyor orada, fındık üreticisine yeterli parayı vermedi, etin, tahılın vergisini sıfırladı, anlatıyor da ne oluyor, hiçbir şey, ben de anlatıyorum burada erdoğan şunu yaptı, bunu yaptı diye, fiiliyatta bir şeyi değiştirebiliyor muyum, hayır, kılıçdaroğlu değiştirebiliyor mu, hayır, kılıçdaroğlu ile aramızda bir fark yokdemek ki, o ve ben aynı düzeydeyiz, ama onda benden farklı olarak bu milletin yüzde yirmi beşinin, milyonlarca insanın oyu var, cebinde, benimse cebim boş, tımtıkır, cebi geç adımı sanımı bilenin sayısı belli, ben diyeyim yüz, sen de beş yüz, bini bulur mu bilemiyorum, sen ne işe yarıyorsun orada eyyy kılıçdaroğlu, ver bana o koltuğu 4 yılda adam edeyim chp yi, boş lafa karnımız doydu kılıçdaroğlu.

Hikmet Çetin, Murat karayalçın gibi dipten gelen isimler varken niye kılıçdaroğlu gökten zembille düştü, düşürüldü, ithal et mi kılıçdaroğlu, sizin de burnunuza bir amerikan mandası kokusu geliyor mu, benim burnuma geliyor gibi, o konuştuğum arkadaşım kılıçdaroğlunu tutuyor ama ekmelettin hamlesini unutmamış, mazi kalbimizde yara, bir daha hata yaparsa kimse affetmez diyor, bir daha yapmasına mahal kalmadı ki, ekmelettin hamlesi ile bizi dümdüz etti zaten, biz yokuz, yok olduk, daha ne etsin, bugün ne yaşıyorsak sorumlusu ekmelettin hamlesi, yani kılıçdaroğlu, teog kaldırılacak demiş erdoğan ve anında kaldırılıyor, sanki Allah, yarı tanrı, ne dese sorgulayan, karşı çıkan yok, amerikanın planlarını bir bir uyguluyor, uygulatıyor bize, yıllar sonrasının bile hedefleri saptanıyor, bu ülkede ne kadar aptal varsa o kadar iyi amerika için, önce teogu teogluktan çıkardı, şimdi de tümüyle yok ediyor, eğer bir gün erdoğan gider ve onun yerine düzgün biri geçerse işte o an bizi de suriyeye çevirecek amerika, bor’larımız amerikaya lazım, melih gökçekin de dediği gibi duaya devam, irma’larla kavrul, savrul inşallah amerika ki senden kurtulalım. 

Katil hdp den mağrur, mağdur hdp ye geçiş yapılmaya çalışılıyır, kara para aklar gibi hdp aklanıyor, savaşmış, savaşın bile hukuku, ahlakı, saygısı varmış, vatana ihanet ne zamandır savaş olarak nitelenir oldu, barzani referanduma gider de olanlar olursa diye mi, erkekliğin onda dokuzu kaçmak öyle ya, bu sözlerim size sayın yılmaz özdil, hapisteki bir kadın, kimseye zararı dokunmayan kendi halinde bir kadıncağız, nasıl bir dramatizasyon yaratmak o öyle, çok başarılı, oyun yazarlığına da bekleriz, birlikte iyi oyun çevirirsiniz hdp/pkk/amerika ile, geçeceksin bunları. Necati Doğru cenazenin ankaraya geri gelmesi için türkiye ayağa kalkmalı demiş, yalakalık sırasına girmişler bunlar, türkiye ayağa kalkabilir elbette ama bunun için kalkacağını hiç sanmıyorum, gıdıkla da güleyim. Her gün güneydoğuda ölen bedenlerden, ölen değil öldürülen bedenlerden daha mı kıymetli onun annesinin bedeni ki onun için türkiye ayağa kalksın, biraz abartılı olmamış mı sizce de.

Bunlarda ithal et, amerikan mandaları, kokuları burnuma kadar geliyor, yalandan akp ye sövüp hdp den belimizi kırmak için mevzilenmiş bekliyorlar, bunlar hangi gökten menzille düştü bileniniz var mı, ben ilk yılmaz özdil ismini uğur dündardan duydum, enver ayseverin programında, zaten ondan sonra parladı, veya parlatıldı, bilemem, bilinen, bildiğim mazisi 5-10 yıl, uğur dündar kimdir bilen var mı, bir zamanlar trt de program yapıyordu, başka, ben bilmiyorum, sonradan bu kimliğiyle çıktı piyasaya, burak akbay kim, ertuğrul akbayın oğlu, ertuğrul akbay kim, bir gazeteci ama bir uğur mumcu değil, burak akbay şimdi amerikada keyif sürüyor, tatilde, devletten izinli, iki tane çömezi aldılar içeri, lafta sözcüyle uğraşılıyor, babası ertuğrul akbay spor muhabirliği ve ardından yurtdışı muhabirliği yapmış, gölge adam diye bir köşe yazısı yazmaya başlamış, daha sonra birden paralanıp gölge adam gazetesini açmış, gırgır ve fırt dergilerini satın alıp onları bitirmiş, gırgır ve fırtın siyasi ağırlığın ve bitişini benim yaşımda olanlar iyi bilir, turgut özalla arası iyiymiş, yaptığı ropörtajlarla ünlüymüş, siyasetçilerle, tam bir gölge adam anlayacağınız, şimdiki hali zaten ortada, vücut güzeli, ilk ortaya çıkışı da bu şekilde zaten, bir güzellik yarışmasında, ediz hun birinci olmuş o yarışmada, ara ara sözcü yazarları da övdüler zaten o eskimeyen güzelim kaslarını, taşları üstüste oturtunca bir piramit çıkıyor ortaya bana kalırsa, siz de ortaya çıkarabildiniz mi piramidi, kadri gürsele, ahmet şıka, cumhuriyet gazetesine gücü yeten akp nin bunlara mı gücü yetmiyor, amerikan uşakları hepsi, akp de dahil buna.

***Aklımda kaldığı kadarıyla yazacağım, cemalnur sargutun söylediği ama benim pekte katılmadığım düşünceleri, hoş bir kadın görürmüşüz, ama o kadın ağzını açıp bağırmaya başlarsa bir yılana dönüşür, yılan gibi görürmüşüz, ya o kadın, veya adam, haklıysa, bağırmak için sebepleri varsa, anlatacağımdan değil de, anlatılacak bir yanı yok, sadece örnek olsun diye anlatıyorum, giriş katta oturuyorum, geçen gün asansör alarmı çalıyor, açtım baktım temizlik yapılıyor, adam açık bırakmış, girdim içeri, iki dakika geçmedi, ev kapımın tam yanındaki koku, gaz alarmı ötmeye başladı, yine açtım kapıyı, adam görünürde yok, ben ne yapsam ne etsem diye düşünürken, seslenmek te aklıma gelmedi, ben orada oyalanırken kapıya beş metre uzaklıktaki mutfak alarmı ötmeye başladı, ki alarmın tam yanındaki mutfak balkon kapısı ardına kadar açık, her yanı zehir gibi deterjan kokusu sarmış, nefes alınmıyor kokudan, diğer yandan üç alarmdan ortalık bangır bangır, asansör alarmı, iki gaz alarmı kulaklarımız çınlıyor, birbirimizi duyamıyoruz, o derece, ve adam hala ortada görünmüyor, oğlum artık apartman kapısını açmaya gitti, adam kapının yakınında oradaymış ve bizi duymazlıktan geliyor, ve 3 alarmı birden, hadi bizi duymazlıktan geliyorsun git o kapıyı aç ki havalansın, alarm sussun, o da yok, öküz gibi orada bekliyor, bu durum yine bir kez daha cam silerken olmuştu ve kapıları açması için uyarmıştım, bilmese bilmiyor diyecğim ama biliyor neler olacağını, bu demektir ki kasıtlı yapıyor, bu defa Allah yarattı demedim, ağzıma geleni saydım, bağır çağır, şimdi bu durumda yılan olan ben miyim yoksa apartman görevlisi mi, böylece alaşağı olur cemalnur sargutun hipotezi, insan olan kendine yapılana, haksızlığa tepki vermek durumunda, ben yine geçen seferki tepkiyi vermiş olsam adam kaç kere daha benimle böyle oynayacak Allah biliyor, şimdi bir daha yapsın da göreyim, istediği kadar yılan gibi olayım, orada o yaptığımı yapmasam ben ben olmam, biz de evde deterjan kullanıyoruz, başka bir şey değil, daha bir kere bile ötmedi öyle bir nedenden, hepimiz birer cemalnur sargut olsak, olabilsek zannımca zaten dünyada beğil cennette olurduk, burada olduğumuza göre burada olduğumzun keyfini, özgürlüğünü yaşayalım, biraz boş konuşuyor, bence, zannımca öyle. 

Herkesin anladığı bir dil var, o dilden, anlatmaktan anlayacak olsa ilk seferinde söylediğimde anlardı, çok değil, birkaç ay önce aynı şey oldu, alarmlar yine öttü, demek ki anlamayana anlatacaksın, benim orada sesten kulaklarım çın çın çınlarken demek ki adam oradan kıs kıs gülüp eğleniyor, 5-10 metre ilerimde, ama ben onu görmüyorum tabi, yaptığı hıyarlığı bildiği için de sesi çıkmadı, kavga etmedik, ben bağırdım o dinledi sadece, sakince, bu işler sırayla, yani eğlence, gittim yönetime de şikayetçi oldum, o düşünsün akıbetini, peşini de bırakmayacağım, yine gidip soracağım, ne yapmışlar diye, bana net bir sonuç verilene, şunu şunu yaptık diyene kadar, bana bunu yaşatmaya ne hakları var, o adamlara kovaya ne kadar deterjan konacağı konusunda bir eğitim verilmiyor mu mesela, veya acil durumda ne yapmaları gerektiği öğretilmiyor mu, alarm çaldığında camı kapıyı açmak gerektiği de öğretilmeli demek ki bazı öküzlere, niye kapıyı açmadın dedim, rüzgar eser diye açmamış, ortalık yanıyor sıcaktan ve o kapı bildiğin her zaman açık, yemezler, bilmeyen öküze yatıyor, bilmez olur mu puşt, pezevenk, kasıtlı yaptı, bundan adım gibi eminim, zevk işte, zevkler ve renkler tartışılmaz, onun da elindeki silahı o ve o silahı doğrultabilecek beni buldu demek ki, dünyadan, dünyasından intikam almak için, ben iyi bilirim o gibi itleri, bir tanesini başımdan atana kadar bir hal oldum, ömrümü yedi, dünyanın ona yaptıklarının intikamını benden aldı, kapıcının oğlu oluşunun, evlenrken bilmiyordum, bilseydim büyük olasılıkla evlenmezdim zaten, dünyanın onu aşağılamasının intikamını beni aşağılayarak, iteleyerk, hor görerek, hizmetçisi yerine koyarak aldı, birde üstüne zevklendi, bn ne büyük adamım diye, sonunda ben de sıçtım büyük adamlığına, büyük adamım diye böbürlene böbürlene gezsin şimdi, şimdi de bu, ama sert cevize çattı şansına, idmanlı, bol antremanlı, özellikle bu konuda, insan her gün ve her seferinde aynı modda olamıyor, ve iyi ki öyle.

Şikayetçi olmayacakmışız, kocamızdan vs. sabredecekmişiz, biz sabır taşı mıyız, şikayetçi olanı da dinlemeyecekmişiz, olumsuz etkilenirmişiz, çekim yasası ve tasavvuf elele, ulan ben burada ne şikayeti aleni ilan yaptım, yapıyorum yıllardır, bakın benim yazdıklarımı okumayın olumsuz etkilenirsiniz, bir arkadaşı başka bir arkadaşının kocasıyla olan sorunlarını dinlemiş ve kendinde de aynı sorunları olduğu için gidip kocasıyla kavga etmiş, yani olumsuz konuşanı dinlememek gerekirmiş, buradan bunu çıkarıyor, bana göre de kendinin, kendi gerçeğinin farkına varmasını sağlamış o ilk konuşan kadın, trend söyleyiş biçimiyle o kadında farkındalık yaratmış, gözünü açmış, bunun ne gibi bir kötülüğü var, hakkını aramak, hak talep etmek yanlış bir şey mi, ortada bir sorun varsa bu sorun halının altına mı süpürülürse mi yoksa konuşulursa mı giderilir, sabredecekmişiz, konuşmayacak, şikayet etmeyecekmişiz, millete iyiden iyiye kafayı sıyırttıracaklar, yaşadıkları yetmezmiş gibi birde üstüne konuşmama cezası, düşünmesek, görmesek, duymasak iyi, iyi de bütün bunlar o kötüye yaramıyor mu, kötüyü beslemiyor mu, bu yanlış değil mi, kötüyü beslemek, kötüyü kazandırmak, kötü davrananı 3 kere uyaracakmışız, yapmayın lütfen diye, o tokadı basarken ben yapmayın lütfen diyecekmişim mesela, sonrasında da olmuyorsa uzaklaşacakmışız, hadi kocasının elinden ölenleri görmüyor, kötürüm, sakat kalanları da mı görmüyor, pompalıyla, her bir kesici aletle, nerede yaşıyor bu kadın, herhalde cennette, havalar orada iyi olmalı, belli ki üşümüyor, ya da hiç üşümemiş, kalp kıran kabeyi yıkarmış, kalp kırmak kabeyi yıkmakla eşmiş, kabe hala yerinde duruyor ne garip. 

Sorunların üstünü örtmek yerine üstüne gidip çözsek dünya daha iyi bir dünya olmaz mı, sorunu görmek olumsuz olarak adlandırılmamalı, tam aksine o bir kurtuluş reçetesi, ben hala aynı yerde debeleniyor olsaydım daha mı iyi olurdu mesela, hiç iyi olmazdı, bunun gibi, ortada bir sorun varsa bunu görmek gerek ve böyle bir durum çekim yasası ile falan açıklanamaz, dünyada yaşıyoruz, cennette değil, mesele olan çekim yasasına uymaksa şunu yaparsın, o hamlenin senin için iyi bir hamle olduğunu, seni daha iyiye götürecğini düşünürsün, al sana çekim yasası, hayatını değiştirmek çekim yasasının kanunlarına aykırı bir durum değil, cennettey-miş gibi yapmak, ortalığa gülücükler saçmak olarak algılanıyor çekim yasası, bu duğru bir bakış açısı değil, iyi olduğunda, iyi olmanı sağladığında iyisindir, gerçeğin üstünü örttüğünde değil,

***Her yazılan edebiyat mıdır, benim burada yazdıklarım edebiyat sayılabilir mi mesela, bir yazıyı edebiyat olarak nitelemek için ne gibi kıstaslar gerekir, buna belirleyici olmak, edebiyattır diye niteleyebilmek için ne gibi özelliklere haiz olmak gerekir? Ne bileyim, öylesine aklıma geldi işte, ha, öyle bir iddiam yok, ben burada çiziktiriyorum sadece. sözüm böyle iddiası olanlara ve kendini bu iddiayı destekleyebilecek nitelikte görenlere, üfürükten teyyareleri edebiyat diye gözümüze sokup okutmaya, bizi, beyinlerimizi uyutmaya çalışanlara, mesela bir sözcü yazarına, mesela soner yalçına, burası da bir meydan, benim meydanım, hodri meydan.

***Bugün aslan bulutun yazdığı yazıyı okuyun, şu an başımıza gelenlerin sebeplerini özetlemiş, bildiğimiz sebepler ama bir kez daha tekrarlamaktan bir zarar olmaz, yazının adı tevrattaki israil ve referandum, sözcü yazarları yazmıyorlar bunları, her ne hikmetse, zamanında yazdıysalar da şimdilerde hatırlatmıyorlar, artık ne sebeple bilemem, israil cici, amerika cici, hdp-pkk cici, akp kıh, kaka, kötü, yine artık ne sebeple bilemem, sayın Özer Ozankaya hocam da şöyle bir şey paylaşmış yine bugün facebookta, aklın yolu bir de olabilir tabi,

KİTLE İLETİŞİMİNİN ULUS, DEVLET VE YURT ALEYHİNE KULLANILMASI NASIL ÖNLENEBİLİR?

Yarım yüzyıldanberi Türkiye Cumhuriyeti’ne içerden ve dışardan elbirliği ile artan ölçüde yapılan yıkıcı saldırılar, asıl olarak kitle iletişim araçları kullanılarak yapılmış ve yapılmaktadır.

Nitekim “Yandaş, yalaka, devşirilmiş..yayıncılar” deyimi bizzat yayın organlarının kendilerince hemen her gün kullanılmaktadır.

Tıpkı Atatürk’ün tam 90 yıl önce uyarmış olduğu gibi:

“AŞAĞILIK İNSANLARIN PARA KARŞILIĞINDA YAPTIRDIĞI BASIN MÜCADELELERİ VARDIR.

“BASININ BİR YABANCI DEVLETİN ÖRTÜLÜ ÖDENEĞİNİN, ULUSLARARASI PARA DÜNYASININ ETKİSİ ALTINA GİRMESİNDEN KORKULUR.

BUNA KARŞI BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE MEŞRU BİR SINIR GETİRİLEBİLİR.” (YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER)

BOP’la birlikte ne yazık ki bu tehlikelerin hepsi çok büyük ölçeklerde gerçekleşmiştir.

Kanımca Atatürk’ün bu durumlara karşı sözünü ettiği yasal önlemlerden birisi şu olmalıdır:

HER ŞEYDEN ÖNCE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ SAHİPLERİNİN, YAYIN YÖNETMENLERİNİN, YAZARLARI VE PROGRAMCILARININ,

A) AFTAN YARARLANMIŞ OLSALAR BİLE, YÜZ KIZARTICI HERHANGİ BİR SUÇTAN HÜKÜM GİYMEMİŞ İNSANLAR OLMALARI;

B) DÜZENLİ OLARAK MAL VE GELİR BİLDİRİMİNDE BULUNMALARI VE BİLDİRİMLERİN KAMUYA AÇIK OLMASI

sağlanmalıdır.

O zaman, ulusun, yurdun, devletin aleyhine olarak yalan ve yanlış yayınlar yapılması tehlikesi de, kamuya ilişkin gerçeklerin saklanması tehlikesi de en aza indirilmiş olur.

Görüldüğü gibi bu meşru yasal düzenleme yapıldığında, yine Atatürk’ün belirttiği gibi, BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN DOĞABİLECEK SAKINCALARI GİDERMENİN EN ETKİLİ YOLU, YİNE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KENDİSİ OLACAKTIR.

BU ÖNLEMLERİN ALINMASINI, EN BAŞTA KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARIMIZIN SAHİPLERİ İLE YAZAR VE PROGRAMCILARININ KENDİLERİ İSTEMELİDİRLER.

konuyla ilgili kişilere duyrulur, bir de şöyle demiş, Atatürk’ün bir sözü, “insanlığın övündüğü kişiliklerden başta gelen birisi olan Atatürkümüzün uyarısı hep zihnimizde, ‘Yurdunun değerini bilip bayındır kılamayan uluslar, orada bağımsız yaşama olanağını da, hakkını da yitirirler.’!!! 

***Ahmet Takan bir süre önce, yeni adalet bakanı seçildiğinde, boşanamıyorlar demişti, yeni diyanet işleri bakanıyla nikah tazeliyorlar dedi, tc yeniden fetöye devrediliyor, o cemaat senin bu cemaat benim kuşatıyorlar ülkeyi, hepsi aynı bokun soyu.

***Ayağını denk alacaksın yılmaz özdil, herkesin gözü var, ağzı var, kulağı var, gördüğün gibi bir benim de değil üstelik, beni basitliğinle korkutabileceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun, hep dediğim gibi senin seviyendekileri çok gördüm, bunu biliyorsun zaten, ama ben senin seviyene inmeyeceğim, senin kadar basitleşemem, senin hatırına bile, bugün hiç o modda değilim, keyfim çok yerinde, burç yorumculuğundan buraya gelmek iyi aşama tabi ancak bu iş kanada başbakanının anasına sataşmaya, laf etmeye, dil uzatmaya, orospu demeye getirmeye benzemez, ki anan yaşındaki kadına, ki bu senin tarzın, kimliğin, alt benliğin, kişiliğin, sen bir kadın düşmanısın, bütün yobazlar gibi, hdp/pkk işbirliği konusundaki ilk hamlende, her hamlende seni enselerim, haberin olsun, bir elimde közlenmiş kırmızı biber, bir elimde turşuluk hıyar olduğuna sen bakma, dünya umurumda, yeri gelirse seni çiğ çiğ yerim, salata niyetine, ama adam ol ciğerimi ye, hem o yana hem bu yana, bir o yana bir bu yana, sen bizi aptal mı sandın, daha o kadar kafayı yemedik, bundan sonrasında kartlar sert karılıyor, ona göre, ayağını denk al, hocamın önerileri hakkında ne düşünüyorsun bu arada, sen de hemfikir misin onunla, özellikle son cümlesinde, onları ben yazmadım, yazan belli, adı belli sanı belli, bilmem anlatabiliyor muyum?

Bir köpek saldırdı yazdı diye rahmi turana yüzlerce köpek saldırdı, 30 bin insan yatıyor o mezarlıklarda, babasının kesesinden giden, 30 bin yiğit, yaşasalardı şimdi kimi 60’ında olacaktı, kimi 40’ında, kimi 30’unda, kimi 21’inde, dünyayı bir göz açımı görüp gittiler, dünyaya geldiklerine pişman olarak, bir köpek kadar mı değerleri yok ki ardından bir kişinin onlara sahip çıkması sende alınganlık yaratıyor, yarası olan gocunur, sen o kadını masuma sürükler, çeker alırsan bilmez misin ki o mezarlıklardakilerin kemikleri sızlar, ben de bunu sana söylerim, ya eğri ya doğru, ortası yok bu yolun, madem ki bu taşın altına elini koydun lafının ne yönlere çekilebileceğini önceden akıl edeceksin, ben burada on kişiye yazıyorsam sen bir dolu insana yazıyorsun, sayısını bilemem, sen biliyorsundur nasıl olsa, o zaman o sorumluluğunu da bileceksin, kimseyi bastırmaya, yumuşatmaya, törpülemeye hakkın falan yok, bu hakkı sana kimse vermedi, vermez, başta o mezarlıklardakiler, bunu yaparsan ben de sana basarım kalayı, bize yakışmadı, yakışmaz de anlayayım, biz onlar gibi değiliz de yine anlayayım, biz insanız onlar hayvan o yüzden yakışmadı de, onu da anlarım, biz ve onlar farkını koymazsan ortaya ben nereden bileceğim sen kimlerdensin, sen beni onlarla eşitlersen ben de seni onlarla eşitlerim, aysel tuğluk ve annesi benim kadar masumsalar bu konuda, ki öyle söylüyorsun, ben de seni pkk yandaşlığı ile damgalarım, matematik bu, hesap bundan ibaret, bundan sonrasında da bu hesabı gözet, necati doğruyu da unutmuş değilim bu arada, türkiye ayağa kalkacakmış, sen çok beklersin o günü.

Senin yaptığını ben de bir gün yaparsam gel sen de benim ağzıma sıç, bil ki hak etmişimdir. Bilmem anlatabildim mi meramımı, benim derdim ne sensin ne bir başkası, tek derdim vatanım, vatan sevgim.

***aysel tuğluk benim yaşadığım sitede, benim yaşadığım gibi bir evde, ki ederi 300-500 bin, ve hatta elbette paraca benden çok daha iyi şartlarda yaşıyor, yaşıyormuş, bu ülkenin her türlü nimetlerinden faydalanacak, keyfini, sefasını sürecek, keyif çatacaksın, sonra da bu ülkeye ihanet edeceksin, bunu yapanların, sadece hdp lilerin değil, ona yandaş, ilişikli olanların da Allah bin kere belasını versin.

Her devrin lümpenleri var, bu devrin lümpenliği de pkk yandaşlığı, hazıra konup kuduranları, oldukça kalabalık bir kadro var böyle gördüğüm kadarıyla, sünepe köpekler, içlerinde ne millet sevgisi varmış demek ki ne vatan ne de Atatürk sevgisi, hangi arsız tarlada yetiştilerse, bu bir savaşsa, özgürlük savaşıysa bunun yöntemi seri katillik midir, savaşsa yakar, yıkar kül edersin, taş taş üstüne koymazsın, bunlar ne yapıyor, keklik avlar gibi insan avlıyorlar, neymiş savaşıyorlar, ne istersin elin garibanından, fakirinden, git erdoğanı öldür, kılıçdaroğlunu öldür, o fakir çocuk ne yaptı sana, soysuzlar, bir tanesi o avladıklarının tırnağı edecek insanlık mertebesinde değilken üstelik, götün yemiyorsa taş taş üstünde koymamayı, tutup tutup sadece insan avlıyor, öldürüyorsan sen bir seri katilsin, özgürlük savaşçısı falan değilsin, seri katiller ordusu, pkk yandaşları da seri katil yandaşlarıdır olsa olsa, gözünü kırpmadan insan öldüren hayvanların yandaşları, ama insanız diye geziyorlar ortalıkta, yandqşları yani, ha kendin öldürmüşsün ha destek vermişsin, benim için bir farkı yok, o kan senin de elinde yandaş olan meczup, sizin adil öksüzden, bir fetöcüden farkınız mı var, onlar ülkeyi o yöntemle yakıp yıkmak istiyor siz bu yöntemle, hasta adam olduğumuzda, ki o durumdayız zaten, bu geminin içinde sizler de olacaksınız, en çok hangi ülke istiyor bu işin olmasını, israil, israil babasının hayrına mı istiyor sanıyorsunuz o toprakları, kendine istiyor, tevratta öyle yazıyormuş, israilinmiş o topraklar, israil üstüne konduğunda siz de götünüzün üstüne oturacaksınız, bundan da mı anlayamıyorsunuz meseleyi, beyin damarlarınız mı tıkalı, biraz az için o zaman amerikan, israil icadı kolayı, diğer musibetleri, içkileri, belki algılarınız biraz olsun açılır, kızımın beyni meyve suyundan gittiyse, ki gitti ve geri geldi, içkicilerin beyni ne haldedir acaba, lümpenliğin birinci koşulu içkiciliktir, para bulsa da içer, bulmasa da içer, bir yolunu bulur içer, her fırsatta içer, her fırsatla içer, zıkkımın kökünü içesiceler, olmayan, erimiş, ergimiş akıllaryla bize akıl olmaya çalışıyorlar. İçkiden laf olsun diye bahsetmediğimi, içkinin gerçekten böyle bir etkisi olduğunu bildiğim, düşündüğüm için yazdığımı bilmenizi isterim, bildiğinizi sanıyorum zaten.

 ***Çok işim vardı, iki gündür uğrayamadım herhalde, kırmızı biber yapmaya doyamadım, kim yiyecekse, ben tabi ki, neyse o iş bitti, şimdi turşu yapacağım, salatalık turşusu, ardından da salça, turşuyu nurselde gösterdiler, o tarifle yapacağım, salçayı da göstereceklermiş. hiç bu kadar kış hazırlığı yapmamıştım, bana bir haller oldu bu sene, geçenlerde karşılaştığım eski ve şimdilerde gezginci arkadaşım ahlatlıbelde geçen akşam kardeş türkülerin konseri varmış, ona çağırdı beni, daha doğrusu beni aldı, beraber gittik, kadın emeği festivali varmış ahlatlıbelde, çankaya belediyesi düzenlemiş, demek ki bir dolu etkinlik var ama benim dünyadan haberim olmuyor, çok güzeldi kardeş türküler, özellikle şarkı seçimleri, gerilere gittik bayağı bir, unutulmuş şarkılara, severim bilirsiniz, bugün de şevval sam varmış orada ama gidemem, arabam yok, bana sıra gelmiyor arabada, alan kaçıyor, bu ara üniversitelerde de etkinlikler var, onlara gidiyorlar, yoksa buraya yakın aslında, giderdim yani, bugün de gel beni al diyemem arkadaşıma, yüzsüzlük olur, kaç seneden sonra.

***Dün bir sokak arasında arabada bekliyorduk  kızımla, akşam 8 gibi, karşımıza bir araba park etti, zibidi tipli genç bir adam indi, ardından üst katın balkonuna iki kız çocuğu çıktı, biri baba sen mi geldin dedi sevinçle, ve içeri koşuştular, babalarını karşılamaya, bunun üzerine kızım tipi pek göstermiyor ama demek ki çocuklarına bunu söyletmeyi başarmış, helal olsun adama dedi, dün büyük oğluma annene çekmişsin, annen gibi akıllısın demiş telefonda, bugün küçük oğluma bütün çabalarım çocuklarım için, bir de annen, diye yazmış, okudum, hayırdır inşallah, başımıza taş mı düşecek ne, bir yerlere yazmak lazım, benden daha aptalı yok demek ki piyasada, iliğine kadar sömürülecek, başka açıklaması olamaz, yüreğim parçalandı nasıl bilemezsiniz, çocuğumdan, kızımdan, kızından alamamış geçer notu ki ben ona geçer not vereyim, kişiye özel 24 saat hizmetçili 3+1, üstelik ödemesiz, kirasız, e alışkın adam o lükse, ne yapsın, başkası kurtarmıyor demek ki, buyur gel, başım gözüm üstüne, ne demek, ben taşırım, eşeğinim ya, “çocukların da senin olsun”, “bunu kapatır başka yere iş yeri açarım”, ben hak iddia edemeyeyim diye yani, oğluma demiş bir zaman, acıyorum da ondan bakıyorum ona diye, benim için, zavallı, unutulmaz unutulmaz, oysa ki ben hiç acıyamayacağım, kusuruma bakmasın artık, yalancının yere bakanı, ben o yalanları daha önce de çok duydum, kulaklarım yeterince dolu o yalanlarla. 

*Ben de çok çabalamıştım onun için bilirse, eşekler gibi, karşılığını da aldım, boyumun ölçüsünü, benden uzak istdiğine yakın olsun, Allah versin, şebek, şam şeytanı, daha önce de demiştim intikam konusundaki tek avantajım, silahım sapına kadar salak olmak diye, bulamayacak benim gibi salağını, ne yapsa, fenerle arasa bulamaz, herkesin bedel ödeyeceği bir gün var, onunki de bugün ve sonrası, eğer ki öyle bir şey olacaksa, yeniden birleşme gibi, Allah önce canımı alsın benim, bu kadar da büyük konuşuyorum, nah buraya da yazdım işte, çocukken söylerdik, yeminim yemin olsun, etlerim kemik olsun diye, aynen öyle, 2 yıldır yüzünü görmedim, sesini duymadım, ne yüzünü görmeyi ne sesini duymayı Allah bir daha nasip etmesin bana, daha ne diyeyim, ne denir bilmiyorum bir nefreti anlatmak için, küfretmeden, kırıp dökmeden, nasıl hiç kendime acımamışım, bir köle gibi itaat etmişim ona şaşıyorum şimdi, hala aynı işleri yapıyorum sonuçta, aynı şekilde yaşamaya devam ediyorum, o zaman extradan onun işi, çocuklarımın küçüklüğü, okula götür getiri, o da olmadı, yetmedi gibi 3 yıl boyunca 3 küçük çocukla bir dükkanda tıkılı kalmak, aklım almıyor, nasıl yapmışım diye, iyi dayanmışım, hem de çok iyi, çocuklarımın hatrına, onun hiç değil, yandan o da nasiplendi işte, şimdi bulsun beni, şimdiki yorgun, bitkin halimin nedeni ortada, çok ararsın beni, çok, dün bir arkadaşıma üstte yazdığım şeyi söyledim, o da belki yeniden birleşirsiniz diyince cinlerim tepeme çıktı, ben yazalı bir ay olmuş bunları ama şimdi yazmasam kurcalar durur beni, kafamı, yazarsam uzaklaştırabiliyorum ancak düşünceleri, alışkanlık oldu herhalde, yoksa sonsuza dek dömüp duruyor kafamın içinde, bir ay sonra kim dönüp okuyacak geri, ben bile zor buldum yerini, okunması için değil kendim için yazdım bunu. O ancak çocuklarını kandırır, beni değil, az bulur az yerim, ya da yine az bulur az yerim, ama hiç değilse zehir yemem, çok yedim o zehri, tadını iyi bilirim. Bana kötülük etmek elbette serbest, ama günü gelince benden yana karşılığını vermek te bana serbest, ha bir şey mi yaparım, yooo, kendimden yoksun bırakmam yeter de artar bile, anlayana.

***Turşu da bitti, ama epey bir uğraştırdı, on kilo salatalıktan yaptım, yarım günümü yedi, daha da fazla hatta, nurselde çabucak bitiyor da evde öyle çabucak oluvermiyormuş, yorucu iş, yıka, altını üstünü kes, bıçak batır, yerleştir, sirkesini, suyunu, tuzunu, sarımsağını ayarla, uzun iş, sıra salçada, bugün mola verip yarın yapacağım, dün bayağı bir yorulmuşum.

Eğitim ve kültürde başarısızlarmış, lafta, erdoğan öyle demiş, evet başarısızlar ama bu başarısız olduklarından değil, başarısız olmayı seçtiklerinden, akp ye kadar eğitimde hiçbir sorun yokken eğitimin bu denli çıkmaza girmesinin ben gerçek anlamda başarısızlıkla ilişkili olduğunu sanmıyorum, sanmıyorum değil öyle, amerika eğitim sistemini batır diye emir veriyor akp ye, çünkü biz ne kadar mal olursak amerikanın işi o kadar kolay olacak, erdoğan da uyguluyor, sonra da yalandan çıkıp timsah göz yaşları döküyor karşımızda, eğer kırtulursak bir gün bu illetlerden, ki o da belli değil, ortalığın düzelmesi, eski halini alması yıllar yıllar alacak.

***İşsizlik konusunda da başarılı değillermiş, başbakan yardımcısı söylemiş, böyle teker teker açıklayacaklarına hangi konuda başarılı olduklarını açıklasınlar, bizi de yormasınlar, ama yok herhalde başarılı oldukları bir alan, savunmaya gidecek paralar gerekçesiyle maaş vergileri arttırılmış, yüzde 27’den yüzde 30’a çıkarılmış, buna derler barzani-pkk zammı, ben mi dedim barzaninin kıçını kışkışla, kaldır diye de benim maaşımdan kesiliyor, meclistekilerin maaşlarını tümüyle kessinler olsun bitsin, milletin ne suçu günahı var bunda ki milletten çıkarıyorlar acısını, meclistekilerin maaşları fazlasıyla karşılar o yüzde 3’lük farkı, para alamazlarsa da ne bok yerse yesinler, bana ne, zaten bir iş becerebildikleri yok görüldüğü üzere, veya pkk severlere bindirsinler bu zammı, hatta pkk severler gönüllü olarak üstlensinler bu açığı karşılamayı, pkk nın arkasına saklanmayı bildiklerine göre bunu da yapmalılar, geçen yıl yüzde 4 artan araç vergileri bu yıl yüzde 40 arttırılıyormuş, oh ne ala, mualla, battı balık yan gider misali karaya vuruyoruz anlaşılan yavaştan yavaştan, bu andavallı millete hepsi müstehak, ne diyeyim.

Bu ne cesaret ki, bu ne gözüpeklik ki, cb. seçimleri öncesinde bile böylesine büyük zamları göz önüne sermeye kalkıştıklarına göre durumları çok vahim olmalı. 

***Ben güvenle, güvende doğdum, büyüdüm, yaşadım, üzerine bastığım dünyadan emindim, ancak, olsa olsa demirelle ecevit birbirlerine afkuruyorlardı bütün gün ama yer yerinden oynamıyordu bu yüzden, az da olsa belli bir param oluyordu ve öyle veya böyle yaşıyordum, herkes gibi, çocuklarım öyle mi, dolarda, yuroda akılları, kaç olmuş, kaç olacak, düşer mi çıkar mı, barzani olursa ne olur, olmazsa ne olur, amerikayla neler olmuş, benden daha çok takipteler siyaseti, ekonomiye etkisi sebebiyle tabi, siyasete bayıldıklarından değil, zorunluluktan, bir kaygan zeminde sörf tahtasındalar sanki, hangi manevrayla daha karlı çıkarız onun hesabını yapıyorlar, dolara koysalar olmuyor, tl ye koysalar almıyor, hep zarar, hep zarar ediyorlar parada, dolar alıyorlar tl fırlıyor, tl alıyorlar dolar fırlıyor, bir türlü tutturamıyorlar, ellerindeki üç kuruş, beş kuruş paraları eriyip gidiyor ceplerinde, onlar biriktirdikçe, ki artmıyor çünkü dediğim gibi neye koysalar zarar ediyorlar, arabalar daha da pahalılanıyor, ki paranın tek yeri, amacı var, yeni bir araba, bir türlü ulaşamıyorlar hedeflerine, onlar yaklaşmaya çalıştıkça hedefleri uzaklaşıyor sanki, aynı yerde debelenip duruyorlar, bütün çabalarına ve ayrıca paraya para, üstüne para eklemiş olmalarına rağmen, sadece 21 ve 23 yaşındalar oysa ki, dünyanın dertleri, ağır dertleri sırtlarına binmiş durumda, bu yaşlarında, dibi bilinmeyen bir boşlukta gibi ilerliyoruz hayatı, neden, bizi bu hale getiren, sokan etmenler neler, akp, fetö, pkk, ve diğer benzeri orospu çocukları, bana, çocuklarıma bunları yaşatmaya ne hakları var, onlar, o köpekler azacak, kuduracak diye ben ve çocuklarım niye bir kaygan zeminde yaşamak zorunda kalacağız ki, Allah hepsinin kökünden kazınmasını nasip etsin inşallah ta tekrardan insan gibi yaşamaya başlayalım dünyada.

Dün bir cam kap almak için bakındım, yoğurt için, kavanozlardan alması zor oluyor, esse de 2.8 lt lik naylon kapaklı cam kap 48 lira, yaklaşık bir kilo et parası, aklım şaştı, benim dört kişilik yemek ve temizlik dahil 450 tl haftalık param var, büyük adam o kadar veriyor, kendine daha çok lazım galiba, o lafları benim külahıma anlatsın o, ben onun kitabını, ruhunu okumuşum 27 sene, kitapsız ruhsuz, hayatımdan fazlasıyla rol çaldı, bundan sonrası mümkün değil, aptalım da o kadar da değil, ben o parayla ancak geçiniyorum, yemeklik ve temizlik gideri olarak, bir tane cam kap almaya kalkacak olsam bütün haftalık ekonomik durumum alt üst olur, cam kap bir örnek, her şey öyle, dünyanın pahasına, bir şeyin yanına yanaşılmıyor, her şey kalitesiz, ama her şey pahalı, çay süzgeci almak istedim, kullandıklarım 20 yıllık, eskimediler aslında, baktım, incecik, eski kullandığımın onda biri metalden yapılmış, tanesi 15 lira, 35 liraya da var, o da ince, evdekinin beşte biri ağırlığında, almadım, alamadım, onu alıp kullanmak attan inip eşeğe binmek gibi bir şey, evdeki çok daha güzel ve kaliteli, sadece eski, eski de değil, benim için eski, ben eski olduğunu bildiğim için, yoksa onlardan hala daha parlak ve yeni, aylardır, hatta yıllardır çamaşır asacağı alacağım, hiç abartmıyorum, metal, katlanır olanlardan, alamıyorum, hangisine elimi atsam yerinde sallanıyor, benim yıkadığım bir makine çamaşırı hayatta taşımaz, alsam ne işime yarayacak, 20 yıllık eskimiş çamaşırlıkları kullanmaya devam ediyorum,çünkü o daha sağlam, alamadığımdan değil, alırım, o gibi giderler için ayrıca ödeneğim var, o kadar da vahim değil yani durumum, ama yok, istediğim gibisini, sağlamını bulamıyorum, bulamadığım için alamıyorum, ütü masası desen öyle, hepsi anasının fiyatı ama bir şeye benziyorlar mı, benzemiyorlar, dokunsan olduğu yerde sallanıyor, ben onunla nasıl ütü yapayım, o yüzden onu da alamıyorum, eskileri kullanmaya devam, yani her şey eskisine göre çok daha kalitesiz ve çok çok pahalı, cebinde paran olsa bile malın iyisini bulamıyor, alamıyorsun, demem o ki iyi yönetilmiyoruz, ve bu zaten ayan beyan ortada, insanlar nasıl yaşıyor o maaşlarla aklım almıyor, 1400 liralarla, cambaz olmak lazım, para cambazı.

***Şekeri sistemden olabildiğince erken yaşta, hatta işin en başından çıkaracağız, büyüttüğümüz çocukların şeker manyağı, şeker  bağımlısı olmasına engel olacağız, çünkü bu yeni hayatın yarattığı en büyük arıza şekerin ucuzlaması, hatta sahte şekerin, çakma şekerin fruktozun, mısır şurubunun sisteme girmesidir, bu büyük bir tehlike, evrensel bir tehlike, evrensel bir zehir, bunun mutlaka devreden çıkması lazım, çocuğum benim kola içecek, içmeyecek, konsantre meyve suyu içmeyecek, bilmem neli soğuk çay, bilmem neli limonata içmeyecek, fruktoz bombası içmeyecek, bu büyük bir tehlike, kahvaltıda şekerli, palmiye yağlı fındık ezmeleri yenmeyecek, vermeyeceksiniz, başka bir yolu yok, çünkü lezzet sadece ileri yaşlarda damar çatlatmıyor, çocukların da damarlarına gelecekte çatlayacak damarlar olarak zarar veriyor. Osman Müftüoğlu

Bu defa çok sert konuştu osman müftüoğlu şeker hakkında, hiç bu kadar net ve sert konuşmamıştı şeker hakkında, demek ki bu konudaki gidişat oldukça kötüye gidiyor, yani gidişatımız, insanlar, ve tabi ki çocukları ne yesem, ne yemesem derdine düşmüş durumda, anne çocuğunda sivilce olduğunu ve bunun kendi yüzünden olup olmadığını sorguluyor kendi kendine, çocuk, erkek, lise çağında, anneye ne yiyip yemediğinin listesini veriyor, her eve gelişinde, bir estetik doktoru 16 yaşındaki kızı meme büyüklüğü sebebiyle ameliyat ettiğini söylüyor, ve çok var etrafta bu gibi koca memeli çocuklar, biz sanıyoruz ki bunlar, bu etkiler kendiliğinde gelişen olağan şeyler ama değil, hep dış etmenler sebebiyle, ne yiyip içtiğimizle bağlantılı, gazozdaki, koladaki on yüz milyon baloncuklar on yüz milyon baloncuk olarak erkeklerde ve kızlarda sivilcelere, küçücük kızlarda koca koca memelere dönüşüyor, ve daha neler nelere, bu sadece gözle görünen ve şu an aklıma gelen hali.

***Bu akşamki fox habere göre genç yaşlarda kolon kanseri vakası artmış, 25-29 yaş arası, yanlış beslenme, içki, sigara sebebiyle dendi, hastalıklar yaşla beraber karaciğeri aşıp bağırsaklara doğru yol alıyor olabilir, belki, bu da benim sıradan bir varsayımım, kızım konsere gidecekmiş, biraz aranıp baktıktan sonra cso’ya bakmasını söyledim, onu gördüm de bakmak istemedim, cb. yazdığı için dedi, ailecek alerji yapmış bizde anlaşılan cb. ne çıkar belli mi olur, mehteran müziği falan, çocuk haklı, ben de çocuk olsam ve cso yu ve geçmişini bilmesem şu anki durumla aynı sonuca varırdım, osman müftüoğlu söyledi, güneşin dik, öğle ışıklarının daha yararlı olduğunu bulan isim aziz sancarmış, bir türk dünyaya bedeldir sözünü doğrulamış aziz sancar, bütün dünya, insanlık için doğru ve faydalı bir işe imzasını koymuş, büyük bir yanılgıyı doğruya dönüştürmüş.

***hdp liler meclis açılışına teşrif etmemişler, erdoğan onların yeri kandil demiş, öyle zaten, hep öyleydi, peki ya o açılım saçılımlar neden oldu, yapıldı, dün biri yaptığı iyi şeyler de var dedi erdoğan için, düşününce öyle aslında, bütün sıkı fıkı durumuna rağmen, her ne kadar öncesinde içinde kendi payı da olsa, fetöye karşı bir mücadele veriyor, teslim olmadı fetöye, teslim etmedi kendini, bizi, boyun eğmedi, kendi pislediğini kendi temizlemeye çalışıyor en azından, pkk ile alternatifleri deniyor, olmayınca yine aynı noktaya dönüyor, elinden geleni, en azından, yapmayı deniyor, öbür yanda amerika kucağını açmış bekliyor, kucağına düşelim diye, zarrabı tehdit olarak gösteriyor erdoğana, giden üç kuruş beş kuruş iran parası olsun, başımzın gözümüzün sadakası olsun, o da varsın cebimizden gitsin deyip, denize düşen yılana sarılır misali, beterin beteri var diyip çok ta vurup öldürmemeli miyiz, onu da bilmiyorum, maazallah ya birde hop diye amerikanın kucağına düşmek var işin ucunda, bir ucu daha boklu değnek, evet kötü, kötü de, bizim kötümüz hiç değilse, amerikanın veya bir başkasının değil, başına başına vurup öldürsek mi, ölmese yaşasa mı, mesele orada, başkaca da ‘daha iyi’ alternatifimiz yok, ben görmüyorum, olmadığına göre, gidip ona oy verecek değilim elbette ancak çok ta hor görmemeli garibi, bunları söylyeceğim hiç aklıma gelmezdi, ama bir de buradan bakmak gerek galiba meseleye, akıbetimiz açısından, sonuçta şu an için ipler, iplerimiz onun elinde, ya amerikanın da beklediği buysa, onu vurup öldürmemiz. Bu yazdığımı bir bana dese ben ona şıppadanak dönek derim, ama dönmek ve görmek farklı şeyler.

***Aslında burada söylemek istediğimin biraz da özü şu, bu ülke onun ellerine bile bırakılmayacak kadar kıymetli, yani bizim için, dün beni duymuş gibi muhalefete birlik olalım mesajı göndermiş, o da denize düşmüş sarılacak yılan arıyor anlaşılan, amaç o denizden kurtulmaksa bir süreliğine o iki yılan birbirlerine sarılabilirler aslında, ama bir süreliğine, amerika denizinden kurtulmak için, suriyenin düşürüldüğü bataklığa düşürülmemek için, hayatta ve diri kalabilmek için, her ne kadar bunu söylemeyi bile içim hazmetmese de, çünkü çok fazla yol ayrılıklarımız var onunla, şu anda müfredat, okullarda cuma namazı vs. o da orta uola gelmeye çalışır, gayret gösterirse, olabilir. işin kötüsü bunun pazarlığını yapacak bir durumda bile değiliz, onlar o cimcik kafalarıyla farkında bile değiller yaklaşan felaketin, bir acil eylem planı gerekli bize, kurtuluş için, hiç sağlam değil şu an bastığımız yer.

***Burada yazdığım çok şeyi pekte ciddiye almamak gerekiyor, çünkü çoğunu yazarak düşünüyorum, kimileri sesli düşünür ben de yazılı düşünüyorum, bu muhabbetin buraya nasıl geldiğine gelince bir vatan partiliye doğu perinçek saraydan çıkmıyormuş dedim, o da kendini, doğu perinçeki bu şekilde savundu, aslına bakarsanız dışardan bakınca çokta yanlış gibi görünmese de düşmanla işbirliği ne kadar yapılabilir ki, mutlaka tıkanacağın, aşamayacağın noktalara gelecek ve oradan öteye gidemeyeceksin, ama şunda hala hemfikirim, her türlü serbestliğe açık olmalıyız, eğer ki mesele vatansa, vatan olarak birlikse ve karşımızdaki amerikaysa, amerika düşmanımdan daha da düşman bana, düşmanıma da, pire için yorgan yakmanın hiç zamanı değil, tayyipler gelir gider, baki kalması gereken bu devlet, vatan, ve böylesi bir durumda, böylesi bir durum olursa gerktiğinde el vermeliyiz, bu vatan bizim, vekaletini de akp ye veya tayyipe vermedik. Doğu Perinçekin bu durumu hakkında da yine bir fikrim yok tabi, ne gibi bir amaçla orada olduğunu ben bilemem.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *