Press "Enter" to skip to content

Günlük 1d Haziran’12

Süper dadıyı seyrediyorum ara sıra; dayanabildiğim kadar demeliyim çünkü onlarla beraber aynı şeyleri tekrar yaşıyor ve çok etkileniyorum ister istemez. Çocuklarım büyürken benim evimin de o evlerden bir farkı yoktu çünkü. Hır gür, tantanayla geçiyordu aynı o evlerdeki gibi her günüm. İzlemeye dayanabilirseniz; sinirleriniz elverişliyse izleyin. Çocukların geçirdiği sinir, ağlama krizlerini; dayatmalarını; anne babalarını dövüşlerini; kameraya çekilen el hareketlerini. TRT 1?de.
Çocuk büyütmek işkenceye dönüştü genel olarak. Çocuk büyütülen evlerde işkence hane. Ama bu işkence biçimi küçüğe değil büyüğe; anne babaya işkence. Analarının karnından doğar doğmaz ellerine alıyorlar sopayı bebekler; bir ona, bir buna. Bütün ev ram oluyor bebeğin emrine. Bir sonraki bebek geliyor; yine aynı; aptala dönüyor anne babalar; anne babalar çocukların elinde oyuncak. Yap, götür, getir; emir eri anne babalar. Ne rahat büyütmüşlerdi bizleri anne babalarımız; vur kafasına al ekmeğini.
Burada değişen en önemli şey bence çocukların fazlasıyla abur cuburla besleniyor olmaları; gen aynı gen; insan geni; neden değişti bu kadar bebekler, çocuklar. Aşırı şekerin verdiği enerjiyi akıtacak bir kanal bulamadıklarından anne babalara sataşıyorlar çocuklar. Çok basit bir düzenek kurduğumu düşünüyor olabilirsiniz ama bu benim çocuklarım içinde aynen geçerliydi; o izlediğim çocuklar içinde öyle; bütün gün hiç bıkıp usanmadan abur cubur yiyip anne babalarına saldırıyorlar.
Benim çocuklarım gibi; kolilerle alırdım abur cuburu; yeter ki istedikleri olsun; gönülleri hoş olsun diye. Markette harcadığım paranın yarısı rahat abur cubura giderdi. Biraz büyüyünce kendi alışverişlerini kendileri yapar oldular; ben normal alışverişimi yaparken bir bakardım benim yaptığım kadar abur cubur alışverişi yapmışlar. Dünyada dondurmadaki şeker oranı %18?le sınırlıymış; bizdeki %25. Söylenen bu. Belki de çok daha üstü. Çünkü gıda ne kadar şekerli ise kendini tekrar istetme oranı o derecede artıyor.
Geçen gün izlediğim bölümde anne baba fakir; belli ki asgari ücret veya benzeri bir parayla yaşayan insanlar; evlerinde olmayan oyuncak yok. Akülü arabadan tutunda her çeşit oyuncak var. Dediklerine göre çocuk zorluyormuş oyuncak almaya. Çocuk dediğinizde 4 yaşında; birde 2 yaşında kardeşi var; 14 yaşında neler aldıracak kim bilir? Bu aslında birazda bizlerin nasıl bir tüketim bağımlısı haline getirildiğimizin bir göstergesi. ?Evlerinde doğru dürüst yiyecek yemekleri yok? desem yeridir; evde oyuncaktan adım atılacak yer yok. Ama abur cubur da her yerde. Çocuğuna oyuncak almayı; abur cubur almayı marifet sayan; çocuk kölesi anne babalar var artık.  
Bizde çocuk olduk; bu yaşta doğmadık sonuçta; babam höt dediğinde kaçacak delik arardık; 9 kardeştik; ben 7. çocuktum; saat 13?te radyoda ?ajans? başladığında çıt çıkaramazdık; bütün ses kesilirdi evdeki; babam ajans dinleyecekti çünkü. Değişen; çocuklarımızı bu denli sapıttıran tek şey şeker ve şeker türevi abur cuburlar; sınırlayın; yok edin; def edin evinizden gitsin; çok zor değil. Hatta en başından alıştırmayın çocuklarınızı şeker; tadını bile bilmesinler; şart mı şeker? Şekere; şeker yemeye şartlandırmayın çocuklarınızı; en iyisi; en doğrusu bu. Şeker dediğimde bu şekerli, gazlı içecekleride barındırıyor içinde elbette.
Fazla ette yedirmeyin çocuklarınıza; çok et yiyen insanlar daha yırtıcı ve saldırgan oluyorlar sebze yiyenlere göre; sebze yiyenler ise daha mülayim. 1 öğünde 1,2 kilo eti önünüze koyup afiyetle yemektense; sırf etle doymaktansa; o eti birkaç sebze yemeğine tatlandırıcı, tat artırıcı olarak kullanmak çok daha akılcı. Gerçi bu et fiyatları ile bunu doğal olarak yapmak gerekiyor zaten ya; neyse. Biz çocukken et çok pişmezdi evimizde; herkesin evinde; bayramdan bayrama; sebze ve tahıl ağırlıklıydı beslenme biçimimiz; şekerde yoktu böyle çok o zaman; şeker ateş pahası; iyi ki öyleymiş; bu tip sorunlar çıkmıyordu en azından; 9 çocuğun birden hiperaktif; yani yarı deli olduğunu bir düşünsenize. Allah bizi korumuş; özellikle ben dahil evin küçük olan çocuklarını. Sebze tariflerim bolca var; yemek sayfalarında;)))
Ekmek dışındaki hamur işlerinizi; tatlılarınızı da hazır almak yerine kendiniz yapın; hem çok daha ucuza mal edersiniz; ki unlu mamullerde kar oranı çok yüksek; 2 liralık un işlendiğinde; işlemden geçtiğinde 50, 100 lira gibi fiyatlara satılıyor; yazık, günah; haksız kazanca mahal vermeyin; en azından kendi çapınızda; 1 kilo baklavanın maliyeti ne kadardır sizce; 5, bilemedin 10 lirayı geçmez; baklava yapın demiyorum burada elbette;))) hem de olabilecek zararlılardan (mısır şurubundan, msg?den vs.) kendinizi, çocuklarınızı korumuş olursunuz. Hamur işi tariflerimde bolca var yemek sayfalarında; yinede dikkat edin; şekerin ucunu fazla kaçırmayın. Ara sıra; tadımlık olarak pişirin şekerlileri.     
*Tişörtlerin üstüne ne çirkin amblemler konuyor; ben almam ama oğlum kendi alışverişini kendi yapmaya başlayalı beri garip tişörtlerle gelmeye başladı eve. Geçen bir tişört almış; iğrenç suratlı bir zenci var üstünde; Amerikalı basketçi falandır herhalde; iade ettirdim; o adamı her gün karşımda görmek istemem doğrusu. Kendi görmüyor nasıl olsa; benim rüyalarıma kaçacak. Bu sefer İstanbul?dan almış; şeytani gülüşlü bir yaratık basılmış tişörte; iade ettiremedim elbette; en güzeli makası almak elime; icabına bakmak; o şeytanı her gün karşımda görüp asabımı bozmaktan iyidir. Öyle sıradan markalı tişörtlerde değil aldıkları; en iyi diye bilinen spor markasından; ne anlarlar ki tişörtlere böyle garip; hatta iğrenç şeyler koymaktan anlamam.
*Çocuk kreşleri gribin üreme merkezi olmuş durumda; bir kreş çocuğundan kızıma; kızımdansa bana bulaştı grip; ama nasıl ağır bir grip; şaşarsınız. Virüs iyice güçlenmiş; yerden yere serdi beni; güçsüz veya yaşlı bir bedenin bu virüsü alt etmesi çok zor; ölümle sonuçlanabilir cidden. Okul yaşını küçültme fikri bu virüsün daha çok güçlenmesine ve daha çok yayılmasına neden olacak. Küçük, dayanıksız bedenlerin gribi kabulü çok daha kolay; birbirlerinden grip geçişi oluyor; oradan da bizlere. Ama çocuklar virüsü çok kolay aldıkları gibi çok ta kolay atlatıyorlar gribi büyüklerden; çünkü bağışıklık sistemleri büyüklerden daha güçlü; olan büyüklere oluyor. Per perişan.
*Evlenme programlarını izlemem; boşa zaman kaybı bence; zamanını öldürmek, yok etmek isteyenler için birebir. Esra Erol?u da izlemem; ama zaman içindeki gelişiminden haberdarım; iyiye doğru bir gidişi var bence. Kişisel anlamda. Göbek atmalardan akıl hocalığı mertebesine ulaştı en azından. Yerinde laflar ettiği oluyor zaman, zaman. İzlemem dedim ama bu playboy Hakan?ın programlarını takip ettim bir süre; baktım bir yere varmayacak caydım takipten. Bundan 2,3 ay önce. Dün yine geçerken baktım Hakan orada; uslu, uslu oturuyor; eski havasını kaybetmiş sanırsam; onu ne mühendisler, doktorlar istedi de varmadı kimselere; yurtiçi ve yurtdışından.
Neyse; yazmak istediğim asıl konu Hakan değil; o esnada bir kadın çıktı; 3 çocuğu varmış; bir kocadan ayrılıp diğerine geçmiş; diğer kocada tekmeyi vurmuş; başladı akıl hocamız ahkâm kesmeye; ?kadının ayakları yere sağlam basmalı, erkeğe güvenmemeliymiş?. Daha önce duydum bu tarz lafları Esra Erol?dan. ?Çalış? diyor yani kadına. Kendi oğlunu bir yaşına getirdi ya; onun bunun elinde; akıl verebilme üstünlüğünü görüyor kendinde. O kadın o çocukları yoldan mı toplamış? Karşısına çıkan adam şerefsiz çıktı ise kadının günahı ne? Mademki çalışacak kadın, kadınlar evlenmeyecekte o zaman. Çocuk doğurmayacak. Hem çalışıp hem çocuk büyüten kaç erkek var? Neden kadından beklenebiliyor ki bu kadar zor bir iş. Çocuğunun ve karısının sorumluluğunu alamayacaksa erkekte evlenmeyecek. O 3 çocukla kim ilgilenecek acaba? Kendi kendine mi büyüyecekler? Çalışsa o çocuklara bakıcı tutabilecek kadar para mı kazanacak? İnsanlar ne de çabuk unutuyorlar geçmişlerini. Kendi paranın içinde yüzüyor ya; konuşması kolay; at atabildiğince.
Dün 20 yıllık bir arkadaşımla muhabbet ettim; kendi iyi bir üniversiteden mezun; kocası da öyle; iyi bir hayatları var. Arkadaşım müdürlüğe kadar yükselmiş çalıştığı yerde. Yaşıtız. Çocuklarımızı aynı dönemlerde; yakın evlerde büyüttük; onun çocuklarını annesi büyüttü daha doğrusu. Oğlu iyi bir liseden sonra şimdi iyi bir üniversitenin oldukça iyi bir bölümünde okuyor; burslu okuyacak kadar başarılı üstüne üstlük. Ama oğlundan hiç bahsetmedi konuşmamız süresince; aklı hep kızında. Kızı bu yıl 9. Sınıftan 10. Sınıfa geçti; geçti denebilirse; dersler berbat. Geçen yıl girdiği okulu da abisinin okuduğu okula nazaran pek bir vasat. Bana dershane adı sormaya gelmiş; gelecek sene için; alışkın oğlundan başarıya; kızının hali ortada. Devamlı bilgisayar başındaymış. Geçen yaz işitme problemi olduğu için kulağından ameliyat ettirmişler. Kulaklıkla müzik dinlemek yüzünden işitme bozukluğu oluşup oluşmadığı da belli değil; bunu annesi daha iyi bilir elbette; sormakta aklıma gelmedi doğrusu. Geçen aylarda bayılmış; kansızlıktanmış; yemiyormuş hiçbir şey. ??Neyse ki bayılma nedeni kulağı değilmiş? dedi arkadaşım. Kansızlık kulak probleminden daha önemsiz değil aslında bence. Kan yapıcı ilaçlar kullanmışlar.  Oysa bebekken nasıl toplu bir bebekti. Annesi akşam eve gelip yemeğe çağırdığında ??gündüz cola içtim, cips yedim; yiyecek halim yok? diye cevaplıyormuş arkadaşımı.
İnsanın aynası büyüttüğü çocuğu; ne olduğun; ne yaptığın; nereye vardığın değil. O geçen yıllar içinde arkadaşımın aldığı maaşlar kızını; kızının sağlığını, şu anını geri getirir mi? Hayata yeniden başlasa arkadaşım neyi tercih ederdi acaba; oturduğu lüks evi mi yoksa kızının ruhsal ve bedensel sağlığını mı? Geçenlerde; 3,5 gün önce Eskişehir?de üzücü bir olay yaşandı; biliyorsunuzdur; profesör anne ve baba mimar oğulları tarafından öldürüldü. O insanlar nerede hata yaptı? Bir dediklerini iki etmediler oğullarının belli ki! Yine böyle bir olay yaşanmıştı Ankara?da; geçen yıllarda; üniversiteli bir genç kız profesör annesini öldürmüştü. Allah evlerden uzak tutsun; bütün bunlar annenin çalışıyor olması ile ilişkilendirilemez ama çocuğun başında bir anne olmayınca başıboş kalışının da etkisi var elbette. Ne derler bilirsiniz; büyük lokma yut; büyük laf söyleme. Esra Erol da genç elbette; öğrenecek hayatın şakasının olmadığını.
Esra Erol?u annesi ??kendi ayaklarının üzerine basarak?? mı büyütmüş? Kadın; ev ve çocuk bakımının yanı sıra iş hayatını da sırtlanacaksa neden evlensin; çocuk doğursun ki? Kadın onun bunun ırgatı olarak mı gelmiş dünyaya? Kendi bir üst konuma geçti diye; ??şu an için?? parası var diye bu kadınlara üstten bakma hakkını nereden buluyor Esra Erol? Bütün ev kadınları; bütün anneler kendi ayaklarının üstünde duruyorlar zaten; bileklerinin hakkı ile üstüne üstlük. Kadının hem evde hem işte sömürüsü son 25 yılın kadına getirisi. Daha önce yoktu böyle bir moda. Erkekler evini ve yuvasını bilip kadınlarda hayatı çekip çevirdiklerinde bir sorun olmuyordu; bizler böyle büyüdük; öyle değil mi? Şimdi tutturmuşlar bir ??çocukta yaparım; kariyerde??. Kadın 9 canlı bir yaratık mı her yere yetişebilsin? Bir ??insan?? büyüten kadın kendini o insana adamalı; adanmadığında yazdığım örnekler ortada; daha ne örnekler var verebileceğim üstüne üstlük.
Annenin eli çocuğunun üstünde olmalı her daim. Çocuğunuz bakıcı elindeyken görünen şiddeti önleyebilirsiniz belki bir ölçüde ama ya gözle görünmeyen şiddet ve sevgisizlik; bunun önüne nasıl geçeceksiniz? Hangi bakıcı anne şefkati ile yaklaşır çocuğa? Hoyratça uyandırıldığında veya sevgisizce mamalar ağzına tıkıldığında nasıl algılar içinde yaşadığı dünyayı çocuk? Çocuk; bir yeni doğan şu kişi geldiğinde sevgi göreceğim; şu kişi olduğunda sevgisiz kalacağım diye algılamaz ki dünyayı; bir bütün olarak görür. Bir televizyon, bir dikiş makinesi değil çocuk ki programlayınca çalışsın veya ona, buna bırakılsın. Kötü ve iyiyi birlikte görür; kötü ve iyiye göre programlanır. 1 yaşında iken fark edemezsiniz bu içindeki iyi ve kötüyü ama o ortaya koyacağı zamanı çok iyi bilir. Ve size aynen geri döner.
Anne ile büyüyen çocukta olmaz mı bu? Olabilir elbette ama oran ve olasılık çok daha düşüktür diğerine nazaran. Anneliği; annelik mesleğini bu kadar ayaklar altına almayalım lütfen; hele de kadınsak; anneysek!
Bundan yıllar önce oğullarım küçükken; 3-5 yaşlarındayken yan komşumun oğullarımla yaşıt iki oğlu vardı; benim oğullarım gece mışıl, mışıl uyurken onun çocukları sabaha kadar hiç durmadan ağlardı. Sabaha nöbet beklerdi kadın; sonra işe giderdi; kaç kere demiştir; ??senin çocuklarının hiç sesi gelmiyor?? diye. Gündüz annelerinin yokluğunun acısını gece çıkarırlardı çocuklar. Annelik; anne olmak başlı başına bir iş zaten; yanında bir ek iş gerektirmeyen; hakkıyla yapıldığında. Ki ek iş olarak zaten yemek, ütü, bulaşık vs. var zaten; bir ağır işçi gibi çalışıyoruz; hepimiz bir Türk erkeği ile evliyiz sonuçta; çalışan veya çalışmayan; bütün yük kadının sırtında. Daha nereye kadar ezecek, yok edeceksiniz kadını; kadın neslini. İlginç olan kadının kuyusunu kazan yine kadınlar; erkeklerden bu konuda vekâlet almış gibi. Erkek hakları savunucusu kadınlarımız çoğalıyor; ne güzel!
Bir araştırmaya göre Türkiye?de evli kadınların %85?i ev kadınıymış; yani çalışan kadın sayısı %15?miş. %85 önemli bir oran. Onca kadın ?kendi ayaklarının üstüne basmadan? yaşıyor demek ki! Bugün bir filmde izledim; çalışan kadınları çocuklarını ihmal etmekle suçluyorlardı; olaya hangi açıdan baktığınızla ilgili tamamen.
*Son 1 hafta içinde olanlar; Ankara?da yer yarıldı; bir kişi metro boşluğuna düşerek öldü; Mersin?de açık bırakılan elektrik teline basan genç yaralandı; İstanbul?da top oynarken aydınlatma direğine tutunan 14 yaşındaki çocuk elektrik çarpması sonucu öldü; İstanbul?da yol inşaatı demirleri ayağına giren 60 yaşındaki kadın; demirler kesilerek hastaneye kaldırıldı. Buradan hareketle belediyelerin çok ?yoğun çalıştığı? sonucuna varılabilir mi sizce?

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *