Press "Enter" to skip to content

günlük 4t mayıs’19

***Dün izleyecek başka bür şey blamayınca şellale adlı filmi izledim, 2001 yılında yapılmış film, 1960’ları anlatıyor, başlayınca daha önce izlemiş olduğum fark ettim, ama unutmuşum çoğunu, yeniden izledim, 1960’larda çocukken antakyada yaşadıkların anlatmış filmi yazan kişi, filmde o yıllarda okullarda dağıtılan amerikan yardımı süttozundan da bolca bahsediliyor, hatta eşek sütünden yapıldığını söyleyip bundan 20 yıl sonra insanlarn eşek kafalı olacakları söyleniyor, eşek sütü müydü bilemem ama ilkokuldayken ben de içmiştim o sütlerden, yani süttozundan, her türk çcuğu gibi, kötü bir tadı, kokusu olduğunu ve istemeyerek içtiğimi hatırlıyorum, bende komplo teorileri her zaman vardır bilirsiniz, şimdi nescafelerle içirdikleri süttozlarını o zaman da bizler için kötü emellerle mi dağıtmışlardı acaba, şimdi üstüne para vererek içiyoruz, gönüllü, bir önceki sayfada yazılıydı süttozlarının içinde melamin, yani plastik tabak hammaddesi olduğu, ve tabi ki yanık süt, kimyasallarla yakılmş, iğrenç.

magazin programı izliyorum, geçen gün şarkıcı fatih kısaparmakın karısı şebnem kısaparmak çıktı, ben onu görmeyeli 5-10 yıl olmuştur, eski güzeliğinden, neşesinden eser kalmamış, anlattı, kocası kalp krizi geçirmiş, her şeyden önce sağlık diyor, fatih kısaparmak 58 yaşındaymış, dün de nurella, nur yerlitaş çıktı, beyin kanseri olmuş ve iki kez ameliyat olmuş beyinden, nurellayı hep nasıl biliriz, kilolu, kiloyu en çok ne yapar, şeker, şeker en çok nerede kullanılır, beyinde, şeker neyi besler, kanser hücrelerini, sonuç ne, beyin kanseri, böyle bir çıkarım için yüzde yüz diye bir iddiada bulunamam elbette ancak bu olasılık payı da bana kalırsa oldukça yüksek, artık yemeklerden tat oalmıyorum diyor nurella, bunun için oldukça geç olsa da, yiyerek, yediklerimizle kendimizi yiyip bitiriyoruz ve bunun farkında bile değiliz, yediklerimiz mi bizi yiyor yoksa biz mi yediklerimizi yiyoruz o bile belli değil, aynan yoksa komşuna bak demiş atalar.

***Şarkıcı hakan taşıyan, 46 yaşında, uzun zamandır piyasada yoktu, inanılmaz bir değişimle çıktı ortaya, acaip derecede çirkinleşmiş, bu değişim akıl alır gibi değil, bu süreçte şeker hastası olmuş ve sanrm bayağı bir ağır şeker hastası, nedenini, hangi sebep veya sebeplerle şeker hastası olduğun kendi biliyor ancak, içki, şeker, kötü beslenme, görüntnün bu denli bozulmuş olması bir garip, insanlar yana yakıla güzellik peşinde koşuyorlar ya, işte yolu bu, şeker hastası olmamak için elinden geleni yapmak.

İstanbullu gelini izliyorum, kadın alzaymr oldu, hali içler acısı, bütün alzaymırlılların öyle, bir onun değil, bazen, bazen değil çoğu kez ağlıyorum kadının haline izleken, geçirdiği öfke nöbetleri sırasnda özellikle, işleri güçleri o yaşta dahi tatlcıdan çıkmamak, kahvelerin ardı arkası gelmiyor zaten, o kadın alzaymr olmasn da ben mi olayım, gençliğimiz, her yaştan insanımız öfke, hiddet, şiddet bağımlısı oldu, akıl tutulmaları da cabası, yaşlılarmız ise 80′ inden sonra maskara, amerika ben size öyle bir dert, illet vereyim ki dedinizden dünyayı gözünüz göremesin dedi ve üzerimize saldı şekrleri, kahveleri, süttozlarını, öylesine derdimize düştük ki ne vatan düşünecek halimiz kaldı ne toprak, amaçlanan da buydu zaten, bizi dünyayı gözümüz göremeycek kadarderde düşürmek, amaçladıklarına erdi amerika, bizim aptallığımz sayesinde.

***”Bir dönem üç beyazla çok mücadele ettik, aman şeker yemeyin diyerek, şimdi şekeri öpüp başımıza koyuyoruz çünkü mısır şurubu denen bir şeytan çıktı, çok ucuz, raf ömrü çok uzun ve şeker endüstrisi olarak hep mısır şurubunu kullanıyorlar, ciddi kalp hastalığı yapıyor, ciddi damar sertliği yapıyor, hormon bozukluğu yapıyor, büyüme geriliği yapıyor, pankreas kanseri yapıyor ama maalesef ülkemizde şeker tüketimi arttı, adanada pamuk tarlalarının yerine mısır ekiliyor artık, orada çok büyük bir firma mısır şurubu üretiyor, beyaz şekerle yapılan ev tatlılarına gözümü yumuyor ve çocuklar yesin diyebiliyorum artık, kahve çok ciddi bir uyarıcı, nabzı yükseltebiliyor, dolayısıyla ritim bozukluğu olan hastalarımızda, çarpıntısı olan hastalarımızda bir tetikleyici olabiliyor, ben sabahları sadece bir kahve içiyorum, ikinciyi içmiyorum, iki tane olabilir ama günde 4,5 veya kupayla filtre kahve içenler var, alışkanlık haline getirdikleri için içmedikleri takdirde çalışamıyorlar, uyanık kalamıyorlar, sağlık açısından çok tehlikeli, kafein enerji verdiği gibi çarpıntı da yapar, kalp krizi yapmaz ama çarpıntı da çok rahatsız edici bir şey, kalp krizini tetiklemez, bitter çikolatanın kalp için sağlıklı olduğunu iddia edenler var, eğer kakao yağından yapılmışsa, ama kalori yönünden kalp sağlığı açısından gerçekten sakıncalı, ama bitter çikolatadan günde bir küçük dilim, yani bir kare, bir diş yemenin bir sakıncası yok sanırım, kalori de çok önemli, bir çikolata 200 kaloriyse 4,5 km yürümeniz lazım bunun için, çocuklarımıza fast food yedirmeyeceğiz, hormon bozuklukları, büyüme gerilikleri, davranış bozuklukları fast fooddan kaynaklanıyor, içlerinde fitoöstrojen çok fazla, östrojen benzeri bir madde, evde yapılan köfteyle dışardan aldığımız köfte aynı değil, çocuklarımızı evde doyurmalıyız, ayda bir işkembe çorbası, paça çorbası yenebilir, bunu da çok suistimal ediyoruz, her gün yiyin diyenler var, doğru değil, bunlarda ürik asit miktarı çok yüksek” doktor bingür sönmez, akıllı adamın hali bir başka.

***GUAR GAM E412: Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’te yetişen guar bitkisinden elde edilen bir maddedir. Besin maddesi olarak kullanılmaz. İçine katılan ürünün ısıtılmasıyla derhal kıvamının koyulaşmasına yardımcı olur. Nötr yapı ve tadıyla nişasta, selüloz, caragenanla birlikte kullanılır. Guar Gam gıda sektöründe başta süt ve süt ürünleri, fırıncılık malzemeleri, soslar, çforbalar olmak üzere pek çok alanda kullanılmaktadır. Peynirde mesela suyu bağlayarak sertleşmeyi engeller, yumuşacık kıvamını korumasını sağlar. Fırıncılık ürünlerinde yoğurma töleransı ve su tutma özelliğiyle raf ömrünü uzatılmasını sağlar. Ekmek yapımında hamura ilave edilerek hamurun verimini arttırır, dokusunu geliştirir ve raf ömrünü uzatır. Peynir, dondurma ve süt ürünlerinde mükemmel su tutucu ve stabilizatör olarak kullanılan guar gam hacminin 10 ila 20 katı oranla su alarak şişer, dolayısıyla sindirimi bloke eder. Bazı ilaçlarla kullanıldığında zihin bulanıklığına, mide bulantısı ve kusmaya yol açan guar gam felç yapabilir. Ayrıca karında şişkinlik, nefes problemleri, gırtlak ve göğüste tıkanıklığa yol açabilir.

Bu yazıyı geçen ay danonedeki guar gum meselesinden sonra okumuştum, size aktarmamışım, işte şimdi aktardım, yani o beter şey, e412 yediğimiz ekmeklerde de var, varmış, berbat, ne yiyip ne içtiğimiz belli değil, değilmiş meğerse yıllardır, ben bundan böyle ekmeğimi de evde pişireceğim, guar gumu bile bile o ekmekleri yiyemem, ben yemedim, ekmeği bıraktım diyelim çocuklarım yemeye devam edecekler, işte o yüzden evde pişireceğim, kendim yemediğim şeyi çocuklarımın yemesine de gönlüm el vermez, unda da bir haltlar karıştırmıyorlarsa elbette, o da mümkün sonuçta, ne yapmalı, köylere mi dönmeli, kendin üret kendin ye, bir aralar size yeni neslin yutma sorunundan bahsetmiştim, belki hatırlarsınız, kaymak, çorba, blenderdan geçirilmemiş mercimek çorbası mesela, veya soğan, gibi gibi yumuşak, kaygan, pelteli şeyleri yemekten, yutmaktan hoşlanmadıklarından, benim çocuklarımda da var bu başkalarının çocuklarında da gördüm, guar gumun sonuçlarından biriymiş yutma zorluğu, oya aydoğan patates yerken aort damarını patlatmıştı hatırlarsınız, patatesi yutarken zorlanmaktan, yine bir iki ay önce haberde görmüştüm, adam bir şey yiyerek giderken pat diye düşüp öldü, neler oluyor, neler yaşıyoruz, neyi niçin yaşyoruz hiç ama hiç belli değil.

Ünlüsün, paran da var, adın da oya aydoğan, otursun da ıspanak ayıklayıp yıkasın mı yani, birazdan ıspanak ayıklayacağım, benim bile zoruma gidiyor, başlamadan azıcık daha oyalanayım diye oturdum tabletin başına, ama ayıklayacağım yani, birazdan, bundan kaçış yok, akşama çil çocuk ne yesin, öünmek gibi olsun, övünmek bu olsun, çok paralı ve az paralı hayatımn hiçbir döneminde yazın taze fasulye kışın ıspanak yemeği yapmaktan hiç vazgeçmedim, bünyem istiyor bir kere, yemeden yapamam, bıktırana kadar yaparım her ikisini de, artık yiyemez hale gelirler öyle ki, geçen gün oğluma ıspanak al dedim, almam dedi, çok pişiriyormuşum ıspanağı, bıkmış, oya aydoğana geri dönersek gelsin hamburgerler, pizzalar, dönerler, sonu işte bu, oya aydoğanın asıl ölüm nedeni parası, yani fazladan parası, kendine yetecek kadar parası olsaydı eğer evinde yemeğini kendi pişirir ve o yemeklerdeki gıar gum sebebiyle bir patates boğazında büyümezdi, ama öyle olmamış işte, bir başka paranın bela oluşuna örnek, ceyda düvenci, kocasıyla kuzey ışıklarını görmeye gitmişler, döndüğünde kulak rahatsızlığı olmuş, hastanelere gidip geldi bunun için, uçak yolculuğu yüzünden, paranın ne zaman dost ne zaman düşman olduğu hiç belli değil, filiz akında da olmuştu uçak sonrası kulak rahatsızlığı, çok yaygınmış bu ara, hatta uçağa maske takarak binenler artmış, mikrobik olduğunu düşünerek, basınç değişikliğinden oluyordur elbette, birde bir güruh var, yaz başı ve sonu istanbul bodrum arası haftasonu mekik dokuyanlar ki Allah onlara akıl ihsan eylesin, ben o kadar süre için pikniğe gitmeye üşenirim, canlarına da mı acımazlar, iki gün de eksik kalıver denizden, para kimi zaman bela.

Senin önceliğin doymak, sağlıklı doymak ancak yemek üreticisinin önceliği para kazanmak olunca öncelikler birbirleriyle çakışıyor, dayıyor önüne bol karbonhidratı, yani unu, ekmeği, yanına da azıcık et, koklamalık, veya et dahi yok, sebze zaten yok, al sana sağlıklı beslenme, sonuç ne, oya aydoğanın vadığı sonuç, onun yaşında olup mütevazi bir hayat süren pek çok kadın yaşıyor ama o öldü çünkü şans kimi zaman şansszlıkla karışabiliyor, hayatta şans sandığınız şey bile hayatınza mal olabiliyor, oya aydoğan örneğinde olduğu gibi, geçen gün bir amcayla taksiye bindik birlikte, geçenlerde doğum günüymüş, çocukları lokantaya götürmüşler kutlamak için, köfte yemiş ve 3 gün ishal olmuş, yemeğe gitmek şans gibi görünse de sonuç o yaşlı adama için şanssızlık olmuş, lokantaların hali de çarpıyor elbette burada gözümüze, o köfteye ne katıldı da o adam üç gün ishal oldu, hangi kötü malzeme, sen sağlıklı doymak istiyorsun ama işletme para kazanmak istiyor burada yine çıkıyor karşımza, taksinin şoförü orada bir laf etti, tam olarak hatırlamıyorum ama anlamı şöyleydi, hepimiz iyi oladıkça, iyilik sunmadıkça iyi olamayacağız gibi bir şey, bence de bunun mümkünü yok, hepimiz birbirimize doğru yolu gösteren ışıklar olmadıkça hiçbirimiz iyileşemeyeceğiz, yoksa kötülük hep kapımızda, yanıbaşımzda olacak, kendin yemeyeceğini yedirmeyeceksin, kendin giymediğini giydirmeyeceksin, kendin içmediğini içmeyeceksin, bu liste sonsuza dek uzayabilecek bir liste, işte bu olduğunda insan olmanın gerçek hazzını yaşayacağız hep birlikte, herkes kendi önünü süpürmeyi öğrendiğinde.

Dün pide almış oğlum, 5 lira, tanesi yani, marketten ne alsan el yakıyor, bir adet kereviz almışım, on lira, her şey ateş pahası, bu millet ne yiyor, ne ile besleniyor hiç bilemiyorum.

***Ekmek yaparım dedim de, yaparım demekle yapmak farklı şeyler, kim uğraşsın her gün ekmekle, benimle beraber çocuklarım da azaltırlar elbet ekmek yemeyi, en iyi çözüm o, ay yok uğraşamam öyle her gün haldır haldır ekmek yoğurmayla, zaten evde de yapsan kilo aldırıyor, yani su tutuyor, ne kadar az o kadar iyi.

Bana yaramıyorsa çocuklarıma da yaramıyor sonuçta, mesele olan ekmek yaparak onları daha çok ekmek yemeye teşvik etmek değil onları ekmekten daha çok nasıl uzaklaştırabilirimi çözmek, bunun için pilavı kullanacağım, pilavı seviyorlar zaten, ekmek yiyeceklerine pilav yesinler daha iyi, evet onun da emilimi hızlı ancak hiç değilse gluteni, guar gumu yok içinde, eğer öyle olsaydı zaten çinliler, japonlar en şişman insanlar olurlardı, değiller.

***cem yılmazla akp karşı karşıyalar ya bu ara, hatta yılmaz erdoğan da, kesin ukraynada başkan olan komedyeni duymuş olmalılar, ukraynada bir komedyen yüzde yetmişe yüzde otuz başkanlığı aldı geçen ay, kesin ondandır bizimkilerin ortaya atılışı, neler oluyor hayatta, ben de olsam bir şansım denerdim yani onların yerinde, erdoğandan daha ünlüler ve daha çok sevenleri var, erdoğan korksun, birde gerçek olurmuş, hep birlikte güleriz artık bolca.

yılmaz erdoğan mı cem yılmaz mı sizce, bence yılmaz erdoğan, sazan sarmalı ile iyi bir fark koydu çünkü cem yılmaza, benim oyum yılmaz erdoğana olur, sizi bilemem.

***”Sağlıklı bir uyku için öncelikle, bir kere her şeyden önce kahveden uzak duruyoruz, kahvenin yarılanma ömrü 8 saat, dolayısıyla uykudan minimum 8 saat önce kahve içmenin bırakılması gerek, kahve içince uyuyor olabilirsiniz, ancak uyku uyuşmak, akşam yatıp sabah kalkmak demek değildir, kahve içildiğinde derin uykuya geçilemiyor, ve büyüme hormonu salgılanmıyor, büyüme hormonu erkeklerde göbek kadınlarda basen yağların eritir, dolayısıyla kahve içince kilo alıyorsunuz, yani kahve kilo yapar, en az 6 saat uyumanız lazım, kahveyi öğlen 3’ten sonra içmemek lazım, 3’ten önce tabi ki içebilirsiniz, kahvenin antioksidan özelliği var deniyor, dolayısıyla ben karalamak istemiyorum, içki uyku getirmez, uyuşturur, derin uykuya geçilemeyince uyudum sanıyorsunuz ama uyumuyorsunuz, dolayısıyla yorgun kalkıyorsunuz, oysa sabah dinlenmiş ve enerjik uyanmanız lazm ” uyku uzmanı doktor nejat altıntaş.

Bu sözlere doktor yavuz dizdarın yorumu ise şu, “şöyle söyleyeyim, içebilen var, içemeyen var, herkes kendi şeyini (?) bilir ama hakikaten bazen hiç fark etmiyor bazen de bir uykusu kaçıyor insann, artık kahveden midir bilemiyorum, akşam belli bir saatten sonra, yemekten sonra diyelim ki içtiniz hiç olmazsa daha fazlasını getirmeyiniz şeklinde, yatmadan önce ben kahve içer miyim, hayır içmem, olmaz, hani bir saat öncesinde olmaz, içilmez, su, bitki çayı olabilir, ama kahve değil”

Siz bu iki konuşmadan ne çıkarttınız, biri öğlen üçten sonra içmeyin dedi, diğeri ise diğer doktorun söylediklerini baltalayarak akşam yemeğinden sonra kahve içmeye cevaz verdi, ben bu iki konuşmaya bakarak, sadece bu iki konuşmaya bakarak üstelik, yavuz dizdarın kahve içmek konusunda bizim için hiçte iyi niyetli olmadığını çok rahatlıkla söyleyebilirim, hatta ve hatta diyebilirim ki orada bulunuş amacı doktorluk değil ticari, bir kahve, şeker şirketinin ticari temsilcisi olarak bulunuyor orada, ticarete de saygımız var elbette, ancak uygun şekilde yapılırsa, kurallarına uygun, belli ölçütler içerisinde, reklam gibi mesela, ama bu insanları bir doktor(!) aracılığyla kandırmak yoluyla olursa buna elbette saygı duymayız., ne yapana ne de yaptırana.

***Kardeş çocukları adlı dizi hala devam ediyor, ben biter demiştim başladığında oysa ki, yerine koyabilecekleri daha iyi bir şeyleri yok demek ki, bayılmasam da izliyorum, mehmet aslantuğu, cemileyi ve dizideki diğer iyi oyuncuları o rollere layık görüp oynatanlara aklım şaşıyor, ben utanıyorum onların yerine onları izlerken, yazık o insanlara, ne adam gibi dizilerde izlemiştik onları oysa ki, yasak elmayı ayrı tutarak söylüyorum, izliyorum ve beğeniyorum yasak elmayı, hiç değilse akan bir konusu, hatta konuları var ve görsel olarak ta göz doyurucu, istanbullu gelin de iyi bir dizi, hakknı yemeyeyim, ve sanki biraz da zalim istanbul, azıcık yani, geri kalan bütün dizilerin ne oyuncularında iş var ne de kendinde, hiçbiri izlenmeye değmez, zaman israfı.

***”bir Şeyhülislam günün birinde şöyle bir fetva vermişti: “Kömür olana kadar kavrulan her şey haramdır.”

Bugün ümit zileli somadan bahsederken kullanmış bu sözü, burada asıl bahsedilen, bahsi geçen şey kömür değil kömür haline gelen kahve, daha önce yine yazmıştım bundan bahsedenin emin çölaşan olduğunu, tarihi bir gerçek bu, o uyku doktoru söyledikten sonra fark ettim, uyku apnem yok artık, yani gecenin yarısı uyanıp uzun zaman uyanık kalmıyorum artık, kahve içmediğim için olmalı, kafayı koymamla uyumam bir oluyor ki bunu kahve içtiğim zamanlar yapamıyordum, ve deliksiz uyuyorum, düşünün, siz bir kahve içiyor ve keyiflendiğinizi, antioksidan aldığınızı düşünüyorsunuz oysa ki o sizi uyutmadığı, veya kötü uyuttuğu gibi kilo almanıza da sebep olabiliyor, kilo aldığınızda da hayatınızın bütün şekli şemali değişiyor, güzelliğinizi kaybediyorsunuz bir kere, bir kadın güzelliğini kaybettiğinde elinde ne kalır geriye, hiçbir şey, sağlığınızı zaten kaybediyorsunuz, siz ne yapmıştınız, sadece kahve içmiştiniz oysa ki, nereden nereye.

***”Böbrek sağlığı için su konusunda önemli olan aralıklı içmek, gün içine yayarak, böbrekleri susuz bırakmamak gerek, böbrek taşını en çok yapan iki şey çikolata ve çilektir, bunun dışında çoğu gıda böbrek taşı yapabilir, önlemenin yolu gıdaları kalsiyum içeren yoğurt, peynir gibi gıdalarla birlikte yemektir” üroloji doktoru. Çikolatanın yaptığını kahve de hayda hayda yapar.

***Telefonuma bir mesaj gelmiş, şöyle, trafikte alınan önlemler ve sizlerin duyarlılığıyla 2019’un ilk 4 ayında trafik kazalarında ölümler %41 azaldı, unutmayın, bu yolda hep birlikteyiz, trafik haftanız kutlu olsun, içişleri bakanlığı, geçen yıla oranla demek istiyor sanırım, doğrudur, demek ki geçen yıla göre bu yıl ekonomi o kadar belimizi bükmüş ki ne o uzun uzun yollara çıkabilmişiz ne de benzin çok gider korkusuyla gaza gönlümüzce basabilmişiz, trafik kazaları derdini çökertmek için ekonomimizi çökertmek yeterliymiş demek ki, bunu bile anlayamamış ve bununla övünmüşler, ne demeli bilmem, bardağın dolu tarafını görmeyi iyi beceriyorlar, ya da nalıncı keseri gibi hep kendilerine taraf yontmayı.

*** Yazacağım elbette ama yazmaya elim varmıyor, ekrem imamoğlu eskiden trabzonsporun yöneticisi imiş ve ve ve samanyolu tv de spor yorumculuğu yapıyormuş, hayat nereden nereye, ben bir cumhuriyet kadını olarak değil samanyolunda konuşmak açmam dahi o kanalı, o kanalda konuşmak için o kanalı kaldırabilen bir midede olmak gerek, gençken fatih portakal ev arkadaşıymış, gitti fox tv, seçim için para toplanırken şakşakçılığını kim yaptı, yılmaz özdil, sözcü de gitti, oyun büyük oynanıyor anlayacağınız, seçim için o toplanan paralar da yallah fetonun kesesine, oyun kurucu kim, kk, gitti chp, takımın adı ise amerika takımı, ben ne zaman kıllandım ekrem imamoğlu konusunda, para toplanıyor dendiğinde, vay anasını sayın seyirciler.

***Dün magazinde bahsi geçti, tiyatro ve dizi oyuncusu beyhan saran ın gözlerinde sarı nokta hastalığı varmış, açıp baktım tam olarak nedir diye, gözün fazla ışığa verdiği tepkiden kaynaklanırmış, güneş ışığından korunulmalı, güneş gözlüğü takılmalıymış, beyhan saranın maruz kaldığı ışığın kaynağı belli, tiyatro sahnesindeki ışıklar, belli ki sarı nokta hastalığı bir meslek hastalığı ve tiyatro yapan herkesin geleceğinde yeri olabilir bir hastalık bu, uzun yaşayabilenlerin tabi, beyhan saranın yaşı yetmişlerin üstündedir, ama artık sanırım bu sarı nokta hastalığı hepimizi bekliyor kişi ayırmaksızın, ellerimizdeki telefonlar, tabletler, bilgisayarlar ve tv ler sayesinde, gelecekte büyük bir patlama yaşanacak bu hastalıkta.

Ben bilerek, bilmeyerek zaten dilkat ediyorum, ediyodum bu ışık hususuna, , avizem ışığı aşağı değil yukarı veren cinsten, tv yi hep film ışığında izlerim, tv lerin ışık seçenekleri var ve film, sinema seçeneği en karanlık olanı oluyor, tabletimin ışığı hep en kısıktadır, telefonla zaten hiç işim olmaz, sadece konuşurum, öyle birileriyle yazışmak gibi bir adetim yoktur, söyleyeceğim olursa eğer ararım eski usul, hep doğru yapmışım demek ki sarı nokta konusunda.

***Ona takıl, buna takıl kafa kalmadı bende, şimdi de doktorlara taktım diyeceğim ama diyeceksiniz ki sen doktorlara hep takıksın, ama bu defa mevzu başka, ramazan geldi hoş geldi, kaç doktordan duydum bunu, iftarda çorbanızı içtikten sonra bir namaz arası verip yemeğinize öyle devam edin, ara verin değil namaz arası verin, sanırsınız hepsi beş vakit namaz kılıyorlar, bu din erbabı kesilmelerine taktım yani, biz ne zaman bu kadar sıkı müslümanlar olduk, sen ne karışıyorsun Allahla kul arasındaki meseleye doktor bozuntusu, tutar, tutmaz, kılar kılmaz, sana mı sormuş namaz kılıp kılmayacağını, ara verin de, yok, namaz arası olacak illa.

***TİROGLOBULİN, bunu yazın bir kenara veya aklınızın bir köşesine, çünkü hepimize lazım olacak, önceki gün kızımın haşimato, tirodi rutin kontrolü için hastanedeydik, kan verdi kızım her zamanki gibi iki tüp, dün de sonuç aldık, tiroid değerleri düzelmiş kızımın, normal sınırlara girmiş, t3 t4 tsh, ilaç azaltılacak düzeye inmiş, yalnız bu defa bir madde daha eklenmiş yapılan tahlile, tiroglobulin, daha önce bir kere bakılmış buna, ilk gidişimizde, o zaman 300’müş, iki yıl önce, şimdi 450 olmuş, referans aralığı 0-60 arası, tiroidde nodül, yani tümör, ur olabilir diyerek ultrason istedi doktor, çıkmadan yapmamız veya yapmamamız gereken bir şey var mı diye sordum doktora, beslenme vs, yok, internette yazılanlara inanmayın dedi doktor, internette kim ne yazıyorsa artık, doktorun bilgisayarında her gidişimizde el röntgeni açık oluyor, el ve bu hastalık arasındaki ilişkiyi kurmuş durumdalar, iki yıldır devamlı görüyorum bu el meselesini, bir defasında bize de çektireceklerdi el röntgenini sonra caydılar, ama sorduğunda bu cevabı alamıyorsun doktordan, çıkınca açıp baktık neymiş diye, vücutta kanser olasılığının arttığını gösterirmiş bu değer, daha sonra kızım yeniden bakmış olmalı, bakmış yani, çernobilden sonra çok artmış karadenizde tiroid kanseri dedi bana, o zaman tam olarak yerine oturdu taşlar, kızımın radyasyonu aldığı kaynak ne, elindeki telefon, on gün sonra ultrason bakılacak, çocuklarımızın hepsinin elinde o radyasyon bombası, o yüzden yazın aklınzın bir köşesine, sadece çocuklarmızın değil hepimizin elinde o radyasyon bombaları, patladı patlayacak, çernobil snrası durumdayız baksanıza, triglobulin.

Herkes, herkesin çocuğu ne kadar eline alıyorsa telefonu kızım da o kadar eline alıyor, ne eksik ne fazla, ki gözüm daima üstündedir her konuda olduğu gibi bu konuda da, devamlı uyarırım aşırıya gitmemesi için, bu demektir ki herkes bilmeli triglobulinini, de benim anlamadığım bunu doktorların niye söylemediği, yani nedenini, hadi beslenmeyi anlıyorum diyelim, onu da anlamıyorum da neyse, niye telefondan uzak durmalı demiyor bana, bunu hiç ama hiç anlamadım, anlamıyorum, deney mi yapıyorlar üstümüzde, daha kötü bir art niyet düşünmemek için öne sürüyorum bunu aslına bakarsanız, asıl düşüncem çok daha kötü çünkü, hasta olup ellerine düşmemizden tatmin oluyorlar desem bu daha vahim bir düşünce olurdu herhalde, ancak sonuçta ilaçla da olsa iyileştiriyprlar, peki neden önlem almamız için bizi uyarmıyorlar, bilmediklerinden desem, biliyorlar, anlamıyorum gerçekten, on gün sonra yine oradayım, yine sıkıştıracağım konuşması için doktoru.

iki kız kardeş vardı biz oradayken 15 yaşlarında, adet zorlukları varmış, yakalayıp söyleyemedim şeker yemeyin diye içime dert kaldı, doktorların demeyceği zaten kesin, yazık o insanlara.

***Yürümeyen yürüyen merdiven dedektifi olacağım ankaranın, gazi hastanesine gitmiştik, önündeki üst geçidin iki tarafındaki yürüyen merdivenler çalışmıyor, belli ki uzun bir süredir, üstleri pislik içinde, oradan anlaşılıyor uzun zamandır çalışmadıkları, aradım 153’ü söyledim, oradayken, sonra unutur giderim ne olur ne olmaz, yürümeyecekse madem niye koyarsınız ki yürüyen merdiven, maksat milletin paradını heba etmek olmalı, nerede ne görürsem arayacıağım belediyeyi, işleri ne, yapsınlar, bahçe bakımına 188 milyon vereceklerine insana yatırım yapsınlar, orası hastane önü, hastası var, yaşlısı var, asansör de vardı gerçi, çalışıyordu da, ancak ben fark etmediğime göre, ve orada yürüyen merdiven de olduğuna göre onun da çalışması gerek, olmasa neyse, yok der geçersin, ama var ve var olduğuna göre de çalışmalı.

Kasabın yağına dönmüş belediyelerin hali, akp belediyeleri cami yapıyor, tarikat besliyor, futbola veriyor, chp belediyeleri sanata, futbola, laga lugaya para yatırıyorlar, asıl işlerini unutmuşlar, yol kenarlarındaki şu top top ağaçların tanesi 32 bin liraya alınmış ve yüz bin adet alınmış, 32 milyona ithal edilmiş o ağaçlar, ayıptır, yazıktır, günahtır, hiç mi utanmaları yok.

***Bir yemek programında, yemek anlatan programda, mehmet özerde, üç şef vardı, şefin biri hoşaf yaparken üç kaşık şeker yeterli gelecektir dedi, ikinci şef keşkül yaparken üçüncü şef şekerini az koyuyorsun değil mi diye uyarıda bulundu, şeker bilinci mutfaklara sıçramış anlaşılan, şekerli şeyler yapmadığımız günler çok uzak değil belliki, gidişat o yöne doğru, şeker yiyen bir insanın kendi beyin hızına yetişmek için ne kadar paralandığını gördükçe o insan için içim parçalanıyor, insanı yöneten beyin olunca ve o beyin de şekerli olunca o bedenin çektiklerini görmek için azıcık şeker bilgisine ve tecrübesine sahip olmak yeterli, trafikte, normal hayatta, neler çekiyorlar sırf şeker yedikleri için.

Örneği burnumun dibinde, kendi oğlum, bir araba kullanışı var intihar eder gibi, Allah o arabaya binmeyi ne beni ne kendisini ne de kimseyi düşürmesin, ödüm patlıyor onun sürdüğü arabadayken, her an savrulduk savrulacağız diye, kendini zaptedemiyor, hayat onun için çin işkencesi, kendini taşımaktan yorulmuş, bitap düşmüş durumda, insan kendinden yorulur mu, o şekerli beyinle yorulur, söylüyorum şeker yememesini, kahve içmemesini, Allah biliyor, ama elim, dilim bundan fazlasına yetmiyor, son bir yılda üç hasarlı kaza yaptı, yine durmuyor, yine durmuyor, şekerli beyni vücudunu deliye çeviriyor ve bunun farkında değil.

***Bizi, bizleri şekerle delirterek öldürüyorlar, ve bunda gayet te başarılılar, dün çağla şikelde yavuz dizdar, nasıl olduysa artık, şeker, mısır şurubu kanser yapar dedikten sonra colalardaki şeker oranının yüzde otuz beş azaltıldığını, tadı değişeceği için firmanın daha fazla azaltamadığını, vah vah, ve bu azaltım için firmaya teşekkür ettiğini söylemesinin hemen ardından alttan fuse tea reklamı çıktı, başarılarını da buna borçlular işte, doktorları, tv leri satın almalarına, sanki o pislik içecekleri içmek zorundaymışız gibi, onları içmek Allahın emriymiş gibi, dinin altıncı şartıymış gibi bu şeker indirimi için onlara minnet, şükran duymamız gerekirmiş gibi , onları içmeye gönül rahatlığıyla devam edebilirmişiz gibi bir intiba yaratılmaya çalışılıyor ki bu çok çok tehlikeli bir oyun, tek seçeneğimiz var, hayatta ve sapasağlam olarak, yani delirmeden, hayatta kalabilmek için, o da bütün o şekerli maddeleri toptan reddetmek, hayatımızdan çıkarmak ve tarihe gömmek, yoksa onlar bizi tarihe gömecek.

***Yaz geldi sayılır, gerçi biraz zor geldi, hala havalar tam olarak ısınmadı, bir ısınıp bir soğuyor, dolapları elden geçirdim, eskiyenleri attım, işe yaramayan ama iyi olanları ayırdım, işine yarayacak olanlara verdim, kızımın giymediği uzun kollu gömleklerin kollarını kestim, paça yapıştırıcısıyla katladım, giyerim dedi, böyle olunca giyer belki, oğullarımın eskiyen. dışarda giyilmeyecek gibi olan eşofmanlarının paçalarını kestim, yani kısalttım, bana ev giysisi, eşofmanı oldular, üstlerinin de kollarını kestim, bir şey alınacak gibi değil, her şey ateş pahası olmuş, iyisi mi elindekini iyi değerlendirmek gerek, bir iki sene de ben süründürür ardından atarım, o arada yine eskiyenler olur çocuklarımn, ben devralırım, bu hayat böyle geçer, hatta bu ara bu konuda bir reform bile yaptım, yani kendi çapımda, geçen gün sosyete pazarına gittim, birkaç mayo aldım, hem çok çok ucuz hem de ben kalitesinde bir fark göremedim, boş yere vermişim şimdiye kadar marka mayolara dünyanın parasını, sosyete pazarında mayo 40-50 lira civarında, marka mayolar 250-300 lira, yakın zamanda yine gidip diğer eşyalara da bir göz atacağım, mağazalarda satılanlar da kalitesiz artık, ya polyester ya viskos, mağazaların, büyük mağazaların avm kiralarını ben ödeyecek değilim ya, kiralayan düşünsün, ve aptallığın hiç zamanı değil, önümüz zaten belirsiz, ne yöne gittiğimiz hakkında eminim hiç kimsenin bir fikri yok, s400’ler haziranda geliyormuş, amerika batı trakyada 700 araçla tatbikat yapıyormuş, Allah önümüzü hayır etsin.

***Yeniden gittim sosyete pazarına, darı ambarına düşmüş tavuk gibi ne bulduysam doldurdum poşetlere, daha fazla taşıyamayacak hale gelince mecburen çıktım, bir kısmını gezemedim bile, dün, iki hafta önce “marka” düşkünü oğlum için piyasadan nisbeten ucuz bir spor mağazasından bir eşofman altı, beş tişört, iki şort ve bir terliğe bin lira ödeyince gel de saldırma sosyete pazarındakilere, her şey oradakinin en az yarı fiyatına, kalitesinde de hiçbir fark yok, zaten hep pamuklu seçtim, arayana var, ararsan, sorarsan var, yok değil pamuklu, o mağazadan doksan liraya almıştım pamuklu şortları, sosyete pazarında 40 lira, ve belki hiç değilse türk malıdır satılanlar ve param yine bize döner, yabancı markalara döneceğine.

***İşin garibi çakmaların orjinallerden daha iyi, kaliteli oluşu, orjinaller artık nasıl olsa satar tavında oldukları için kaliteyi boşladılar, hem dokumaları hem iplikleri kötü, oğlum bile öyle öyledi, eski orjinallerin kaltesinde olduklarını, geçen yıl aldığım siyah nike eşofman altı bir yıkamada soldu, eskimek nasip olmadı ona, ama çakmalar kiminle rekabet ettiklerini bildiklerinden kaliteyi çok daha yüksek tutmuşlar, o kadar ki markadan başka şey giymeyen oğlum dahi, ki geçen yıl mavi den aldığım hiçbir şeyi bir kere dahi giymeyen oğlum, beğenmediği için, bu çakmaları giydi, o da bıkmış olmalı mağaza fiyatlarından, benim gibi, herkes gibi, gıda zaten aşırı pahalı, birde giyim eşyasına fazla ödersek iş içinden çıkılmaz bir hal alır, en iyisi birinden feragat etmek, giysiler eşyanın tabiatı gereği eskiyor, buna yapacak bir şey yok, arada yenilenmekeri gerek ve bunun için şu an en iyi seçenek sosyete pazarı, bütün zenginler orada, pahalı arabalarla geliyorlar, pılı pırtıyı çokta abartmamak gerek, pılı pırtı işte, hayır yani bir alışveriş yapıyorum dünyanın parası tutuyor, avm lerde yani, alışveriş yapmaya korkar olmuşum avm ler yüzünden, aldığın, alabildiğin, bir, iki parça, işin yoksa aylarca taksit öde, oh be dünya varmış, yaşasın sosyete pazarı, sonuçta avm markaları hak etmiyorlar aldıkları parayı, bir kilo pamuğun ederi ne ki o fiyatlara satıyorlar, haksız kazanç peşindeler ve onlara bir ders vermek lazım.

Bütün piyasayı bilemem elbette ama satın aldığım markette erik yeni 15 liraya, yeni dünya 12 liraya, taze fasulye 10 liraya düştü, iyi kiraz 40 lirada çakılı kaldı, hiç düşmedi, bugün 1 haziran, bundan sonra da çok düşecekmiş gibi görünmüyor zaten, o fiyatlara yedin yedin, yemedin mevsimi geçiyor,

***Kızımın tiroidinin tekrardan büyüme yapmış olmasının nedeni bir süredir, birkaç aydır kaya tuzu kullanıyor olmammış, biraz üstüne düşününce çıktı, telefondan falan değil yani, zaten öyle olsa felaket olurdu, gerçi böyle olduğunda da felaket, canan karatay, ümit aktaş vd doktorlar tv de yırtınıyorlar kaya tuzu kullanın diye, ben de onlara aldandım zaten, iyotlu tuz kullanmak gerektiğini bile bile üstelik, beni bile kandırdıysalar siz düşünün felaketin boyutlarını.

Yine de hiç ilişkisi yok değil olmalı telefon iyot bağlantısı hakkında, kızımda bir yutan eleman var sonuçta iyotu, evet ben iyotlu tuzu kesmişim ancak iyot neden bu kadar hızlı yok oluyor vücudunda, sabah akşam kara lahana yemediğimize göre,, bir bağlantısı olmalı, kızım mutlaka uğraşıyordur telefonla, hepimiz gibi, ancak en büyük bağlantısı telefonla olan kulaklığını takıp müzik dinlemek, ve bunun için de üzerinde, elinde gezdiriyor telefonu, elinden düşürmüyor, şimdiki çocukların hep yaptığı gibi, oradan kaybediyordur iyotu, o küçük aletleri çocukların elinde fazla bırakmamak gerek, ben çocukken, 53 yaşındayım, radyo/kaset çalarlar yeni yaygınlaşıyordu ve yaşadığım yerdeki belli bir köyün insanları, hahurlular, ellerinde kalın bir kitap cikdi büyüklüğündeki bu radyo, kasetçaları dinleye dinleye gezerlerdi, yani herkes dinlerdi, işte o gün bugündür seyyah halinde dinleniyor müzikler, konuyu dağıtmadım, unutmadım, konumuz çocukları telefonlardan, tabletlerden uzak tutmaktı, triglobulinler aşkına.

Çernobilin dizisi başlamış bir ay önce, dört bölüm yayınlanmış, oğlum izledi, insanların ciltleri eriyormuş direkt, hepimiz bir cilt kuruluğu yaşıyoruz, burun kuruluğu, göz kuruluğu, triglobulinlerimiz kaç acaba, bilmek lazım, bir daha tahlil yaptırırsam ona da baltıracağım, uzak tutmak lazım ellerimizi bu aygıtlardan.

Gerçi bu dönemde bir de kızım okulunda yemeklerini mikodalga fırında ısıtıp yedi, biraz baktım radyasyonla ilgiliymiş mikrodalga fırınlar, çalışırken önünde, yanında durmayın deniyor, tuzak her yerde, ben de evde indüksiyonlu ocak kullanıyorum, her ikisi de faraday kanunuyla yapılmış, bir gidip bakayım onda da radyasyon meselesi var mıymış, baktım, var diyen de var yok diyen de, oğluma söyledim, fizik okudu oğlum, yok dedi, ne çok şeye daha dikkatli bakmamız gerek.

Ben macera filmlerini pek izlemem, çocuklarım açarlarsa izlerim ancak, o da denk gelirse, dün hızlı ve öfkeli 8 izliyorlardı, ben de izledim, kahretsin, olduğu gibi yılmaz erdoğanın sazan sarmalından çalmışlar, hırsızlar, ilk on dakika arabaların yarışı, sahildeki gençler, drone çekimi, birebir aynı, sonrasında, yani genelinde klasik arabalar, her iki filmde de filmin sonundaki terasta gece partisi ve uzaklaşarak yine drone çekimi tıpatıp aynı, aynısı, hırsız amerikalılar, ama amerikalılar çok müsrif davranmışlar, heba ettikleri arabaların sayısı çok çok fazla, bizden çalıp çalıp üstüne eklemişler tabi, çalan yılmaz erdoğan olacak değil ya, ay o mu çalmış yoksa, hay Allah, yine yanılmışım, nasıl da beğenmiştim sazan sarmalını, bilsem böyle olduğunu hızlı ve öfkeliyi izlermişim, neyse yine de iyi bir çakma olmuş, o kadar da öldürmeyelim.

Bu sayfa da burada biter, az yazmışım bu ay, beş bine yakın, eskisinin yarısı, zaten okuyan falan da yok, ben yazıp ben okuyorum sanırım, olsun, bana eğlence işte.

*Bugün, 5 haziran günü, bir haberde, star veya atv, güneş lekelerinden bahsederken telefon, tablet te leke yapar dendi, yani bilgisayar ve belki tv de, madem öyle, eğer öyleyse hepsiyle arama kara kedi girer, hem de nasıl, başlarım eğlencesine, o lekeleri geçirmek için sürmediğim krem kapmadı iki yıldr, siz hiç tv de tv cihazlarının ne kadar radyasyon yaydıklarına dair bir bilgi duydunuz mu, ben duymadım ama bu olmadığını mı gösterir, hangi tv kanalı der tv cihazı radyasyon yayıyor diye, bundan böyle daha az, çok daha az kalacağım hepsinin karşısında.