Press "Enter" to skip to content

Günlük 1 Mayıs’10

*Tüpte bebek! Her yanı sardı bir tüp bebek sevdası. Dünya nüfusu yeterince kalabalık değil mi sizce de? Eskiden kısır olan çocuk sahibi olamıyordu, nüfus dengeleniyordu. Doğa işe yaramayacak fetüsü atıyordu düşükle ve yine dengeleniyordu dünya nüfusu.  Şimdi öyle değil ki! Kısır olan tüp bebek yaptırıyor, çoğunluğu ikiz. Üçüz, dördüzler ve daha fazlasıda var. Düşük ağırlıklı, yeterince sağlıklı olmayan bir sürü bebek. Çoklu bebek masrafını kaldıramayan dar gelirli aileler. Allah artırsın. 
Vaktinden önce doğan düşük ağırlıklı doğan bebeklerde büyük bir şevkle büyütülmeye çalışılıyor. Dünya tıbbı 200 gramlarla rekorun peşinde. Kime, ne işe yarar 200 gramlık bebek! Etmeyin, eylemeyin. Büyüse ne olacak! Kime ne fayda gelir ondan. İnsan neslini küçültüyor, şekil bozukluğuna uğratıyorlar. Hiçbir zaman yeterince sağlıklı ve gelişkin bir insan olamayacak o bebek. O sağlıksız insandan doğan çocuk nasıl bir çocuk olacak?
Yolda giderken bir bakıyorsunuz annesinin ya da babasının elinden tutmuş giden çocuk, bebek değil, 6 aylık bebek boyutunda, boyu ve kilosu. Çok sık görüyorum üstelik. Yapmayın, yazıktır. Cılkını çıkarmayalım bu işinde.
Belli bir kilonun altında doğan bebeklerin yaşatılması, hiç değilse zoraki yaşatılması yasaklanmalı. Bu olumsuz gelişimler dikkatini çekmiyor mu devlet büyüklerimizin? Onların çok daha önemli işleri var. Koltuk kavgaları. Farkında değiller mi çocuklarına kavgasını edecekleri bir koltuk bırakmayacaklarının!
*Bana kalırsa insanları birbirlerinden ayıran en önemli özellik ne kadar paraları olduğu değil, sahip oldukları parayı hangi şekle dönüştürdükleri. Para silaha da dönüşebilir, çiçeğe de. Birkaç işe yaramaz eşyaya da dönüşebilir, bir çiçek bahçesine de. Tercih tamamen size kalmış.  Bütün sır burada. İnsanın karakterini gösteren en önemli delil. Sadece kendine dönüştürüyorsa kişi sahip olduğu parayı, bilin ki o kişi bencil.
Aynı evin içinde biri sefada diğeri cefada ise bilin ki o insan işe yaramazın teki. Kural bu. Hiç değişmez. Dışarıda cafcaflı bir hayat sürdürüyor, saçıp savuruyor ama evinde sönük bir hayat sürülüyor ise uzak dolaşın, o insan adam olmaz. Eğer bir kişinin birilerini aldattığına, yalanlar söylediğine şahit olursanız bilin ki o kişi bir gün sizi de aldatacak, size de yalanlar söyleyecektir. Döner dolaşır, ucu size de bulaşır. Bu kuralda hiç şaşmaz. 
*Eğitime ihtiyacımız olan en önemli konu karşıdan karşıya geçmek konusu. Bunu bilmeyen öyle çok insanımız var ki! Çok duyar oldum etraftan yaşlı kadınlara sık sık araba çarptığını. Ben çocukken okullarda öğretilirdi. Önce sağa sonra sola bakın, yolun ortasına geldiğinizde tekrar sola, sonra sağa bakın. Acilen bu eğitime ihtiyacı olan özellikle yaşlı kadınlarımız var. Yolun ortasına kadar her şey yolunda. Yola girişte sola bakıyorlar, sol boş, ilerliyorlar, yolun ortasında sağdan gelen araç var, durmaları gerekirken olabildiğince hızlanıyorlar. Arabadan daha hızlı olabileceklerini sanıyor olmalılar. Sürücü zamanında fark etmezse hepsi Niyazi olacak. Allah bizi o kötü günden korusun.
Dünkü haberlerde vardı. Sürücü durabilmek için fren yerine gaza basmış, o panikle, sonuç iki ölü. İki kez benim başıma da geldi. Frene basarken zamanında durabilmesi için ne dualar ettiğimi bir Allah biliyor, bir de ben! Hesap edemiyorsunuz ki durmayacağını, sizinle yarışa girişeceğini. Korkuyorlar elbet, en az benim korktuğum kadar, bir şey demeden yollarına devam ediyorlar. Bu defa olsun canını kurtarmış olmanın sevinciyle. Ne yapıyorsun, beni öldürecektin bile demiyorlar, diyemiyorlar. Bu daha çok içimi acıtıyor. Hep susmaları, seslerini çıkarmamaları öğretilmiş, öyle benimsemişler hayatı. Doğurmuşlar, büyütmüşler elbet ama yolda nasıl yürüneceğini bilmiyorlar. Haklarını aramayı da.
Yazık annelerimize. İşin kötüsü aynı şeyi annemde yapıyor. Kaç sefer ucundan kurtulduğunu kendi ağzıyla söyledi. Öyle çok iteleniyor, kişiliksiz bırakılıyor ki kadınlar hayat yolunda, hayatlarına sahip çıkacak bilince bile sahip olamıyorlar. Oluruna bırakıyorlar hayatı, ne gelirse Allah?tan zihniyeti. Yaya geçitlerine, ilan tahtalarına, öğrenilmesini destekleyecek her yere konulmalı uyarı levhaları. Televizyonlarda yayınlanmalı. Acil, çok çok, çok acil.
*Çamaşırlarınızı yıkama öncesi makinede ıslak bekletmeyin. Islatılarak bekletilen çamaşır daha kirli ve lekeli çıkar makineden. Çamaşırlarınızı ?ama iç giyimi değil, bu kadarı çok uğraştırır, zaten bence iç giyimi ütülemekte gerekmez? tersinden yıkayıp ütülemeye özen gösterirseniz çok daha uzun süre yeni kalırlar. Ben bir ön yıkama, bir ana yıkamadan sonra suyunu boşalttırıp durulamaya geçmeden kapatıyorum makineyi. Bir süre dinlendirdikten sonra sıvı sabunla ısısını düşürüp, genellikle 30’a alıp, bir kısa yıkama yaptırıyorum. Çamaşırda kalabilecek, alerjiye neden olabilecek deterjan kalıntılarını temizlemek için. Çamaşırı deterjanla yıkıyor, deterjanı ise sabunla yıkıyorum. Durulatıyor ve bitiriyorum. Ayrıca yumuşatıcı kullanmıyorum. Bulaşık makinesinde ise parlatıcı kullanmıyorum.
Yünlüleri, sütyenleri, yıpranmasını istemediğim yeni ve az kirlileri bu son sabunla yıkama zamanında ekliyorum makineye. 30?de çok yıpranmadan çıkıyorlar makineden. Yine yıpranmamaları için asla 400 devirin üstünde sıktırmıyorum. Esas yıpratıcı olan yüksek devir. Asla yüksek devirde sıktırmamak gerek. Yüksek devri kurutma için kullanmak hiç akıllıca değil. Kurutma makinesi veya havadar bir yer çok daha akıllıca. Güneşte de kututmayın. Sararır, yıpranırlar. 
Senede 1-2 kez çocuklarımın okul çantalarını yıkarım makinede. Yeni gibi tertemiz olurlar. (3 çantayı birlikte atarım) Spor ayakkabılarını da yıkarım makinede. Ayakkabıların yanında verilen bez torbalara koyup ağızlarını bağlar, öyle atarım makineye. Yoksa makinedeki çarpmalardan önleri eskir. Bazılarını, çok yeni olmayanları öylece atarım.
*Giysinizde yağ, yemek lekesi oldu ise ıslatmadan lekenin üstünü kapatacak kadar bulaşık deterjanı dökün ve sabah durulayın. Denenmiştir.
*Özellikle çamaşır suyu ile iş yaparken ellerinizde eldiven olsun. Yoksa eller çok yıpranıyor. Vileda eldivenler çok kaliteli. Bir adet banyo için, bir adet mutfak için alın, farklı renklerde. Uzun süre kullanın. Kullan at eldivenler çok kullanışlı değil temizlik yaparken. Uzun saplı (20-25 cm) fırçalarda bayağı kolaylık sağlıyor temizlikte.
*Dudak çatlamalarının nedeni eğilerek su içmek veya ağız çalkalamakmış; eğilindiğinde kan dudaklara hücum eder; bu da dudakların çatlamasına neden olurmuş; su içerken ve diş fırçalarken dikkat!
Köşe Yazarlığı Ağustos?10
Gençliğimde desem olmayacak, kendime yediremem, eskiden diyeyim, köşe yazarı denince şöyle bir durulurdu. En saygın mesleklerdendi o zaman. Ne dediği, nelere dikkat çektiği önemsenirdi. Hatta ve hatta siyaseti şekillendirir, yön verdirirdi. Nur içinde yat Uğur Mumcu. Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç ve diğer gazeteci şehitlerimiz. Yeriniz dolmadı. Yerinizi doldurabilecek yeni yürekler çıkmadı. Susturuldu kalemler. Neden öldürüldüğünüz şimdi daha iyi anlaşılıyor. Öyle bir keşmekeş, bataklık içindeyiz ki, emin olun bu kadarını siz bile öngöremezdiniz.
Ki ben de o zamanlar, 1983 yılında gazetecilik okulunda okuyordum. Ahmet Taner Kışlalı?nın, Mümtaz Soysal?ın ve pek çok değerli hocanın öğrencisi oldum. Ders aralarında gazete okuma odasına gider, iyi gazeteler için birilerinin bitirmesini bekler, adeta kapışarak gazete okurduk. Bilgiye açtık. Şimdiki çocuklarının elinin tersiyle ittiklerini biz alın terimizle hak etmeye çalışırdık. Ufkumuz genişlerdi köşe yazarlarının bakış açılarıyla. Yaşanan olaylar başka, köşe yazılarında getirilen yorumlar ise bambaşka olurdu. Biz bir noktasından görür iken yaşananları, köşe yazarları çok daha farklı açılardan ele alırlardı aynı konuyu. Zevk ve merakla okurduk. Bir gün onlar gibi saygın, görmüş geçirmiş gazeteciler olabilmenin hayaliyle.
Artık eskisi kadar okumuyorum köşe yazılarını ama okuduğumda ise okuduklarım kanımı donduruyor. İnanılmaz sorunları var yeni nesil köşe yazarlarımızın. Uçaktaki çocuk zırıltısı. Ne büyük bir sorun! Hatta çareler bile sunuyorlar yazılarında. Çocuklu ailelerin uçakta ayrı bir bölümde yolculuk etmeleri gibi. Benim daha iyi bir fikrim var. Çocuklu aileleri ayrı uçaklara bindirelim. Böylece çocuksuzlar o bir iki saati rahatça, huzur içinde geçirebilirler. Bir gün çocukları olursa da ne yapalım artık kendileride o uçaklarda yolculuk ederler:) 5000. kez rast geldim sanırım aynı konuya. İnanılır gibi değil.
E, haklılar kendilerince! Hem her gün yazı yazacaksın hem de suya sabuna dokunmayacaksın. Ne bulsunlar her gün yazacak? Hem âlem duysun devamlı uçakla gidip geldiklerini, ne büyük adam olduklarını, bu arada! Bir taşla iki kuş! Suya sabuna dokunmaya ne hacet? Sallabaşını al maaşını. Köşe yazarı mı köşe yazarı. İsminin yerini dolduruyor ya sen ona bak. Suya sabuna dokunanların hali ortada. Ergenekon, mergenekon, aman Allah korusun!
20 yıl önce bu konuda bir köşe yazısı yazılsa neler olurdu, yazılabilir miydi? Adamla dalga geçilirdi olsa olsa. Birde fotoğrafları var bu köşe yazarlarımızın, hepsi senden benden fıstık. Köşe yazarı olmak için fıstık mı olmak gerekli artık? Benimle beraber gazetecilik okuyan arkadaşlarımı hiçbir köşede göremiyorum. Memuriyetlerde, öğretmenliklerde dirsek çürüttüler yıllarca. Fıstık olmadıkları için mi dersiniz? Merak ettim, bu fıstıkların eğitim durumu nedir acaba? Özel üniversiteleri bitirmiş olmaları olasılığı % kaçtır? Veya bitirmişler midir?
*  *  *
Bundan 20?25 yıl önce, öğrenciyken otobüse öğleden sonra 3?te binip sabah 7?de indiğim, 15, 16 saat süren yaz tatili ve sömestr tatili yolculuklarımı çağrıştırdı bu hazin uçak yolculuğu. Eski, külüstür 312?lerle, sallana, sallana, bir yandan insan kokusu, insan nefesi, diğer yandan ön sıradakinin ve diğerlerinin sigara dumanı. Şimdiki gibi klima mı var? Kaç metrekarelik alan? Gece sabaha kadar! Öksürürsün anlamaz, oflarsın tınlamaz. Birini söndürür, diğerini yakar. Derler ya, ?Senin derdin dert midir, benim derdim yanında?. Derdi olmayana dert çok. Hanım evladı bunlar. Dünyadan haberleri yok ki! Girmişler sırça fanusun içine, sanki Türkiye?de İstanbul?dan başka yaşam şartları yok! Her şey güllük gülistanlık.
Ekim 2010 tarihli bir gazetede yine rastladım bu hanım evlatçıklarından birine. Onun da derdi kuaförler. Kuaförler arası fiyatlardaki dalgalanmanın nedenleri inceden inceye irdelenmiş! Şu kuaförde şu kadar olan diğer kuaförde neden şu kadar? Önemli bir konu bence de! Birde kullanılan malzemenin kalitesine değinilmiş. Kerastesin şampuan şişesine adi şampuanlardan konulduğu gözlenmiş. İşine dört elle sarıldığı nasıl da belli!  Oldukça araştırma yapmak gerek bu bilgilere ulaşmak için. Ya da bilfiil uzun süreler kuaför dükkânlarında zaman geçirmek. Bu hanım köşe yazarının hangi yolla bu bilgilere ulaştığı hakkında hiçbir fikrim yok! Dervişin fikri neyse zikri de o olurmuş.
Gündemde türban meselesi, türban krizi var, hanım kızımıza göre ne? Bir gün gelip te ?türban tak? dediklerinde kuaföre gitmek gibi bir sorunu da kalmayacak nasılsa!
Ne diyeyim. Helal olsun. İş bilenin, kılıç kuşananın.
Bu arada kuaför sektörünün alıp başını gittiği de aleni bir gerçek. Her köşede bir kuaför dükkânı var. Kriz kuaförleri gerçekten teğet geçti. Teğet geçti diyen, kuaförler konusunda haklı. Kuaför dükkânlarına nur yağıyor. Ama kuaförleri bu denli şımartanlarında kimler olduğu ortada. Biz kadınlar. Biz ayağımızı biraz kesersek onlarda hizaya geçerler.
Yeni nesil bir garip. Bir elinde cımbız, bir elinde ayna tutmaktan acizler. İnsan bir kaşını da mı alamaz? Ağda yapmayı ben ablalarımdan, ablalarım annemden öğrendi. Herkes kendi görürdü kendi işini. Kuaförlük sistemi böylesine gelişkin değildi zaten. Şimdi ne yapılması gerekse kuaföre koşuyorlar. Üstelik koşanların geliri kuaförün geliri kadar değil. Artık kuaförler müşterilerinden kat, kat zengin. Kimin kime hizmet ettiği belli değil.
  

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *