Press "Enter" to skip to content

Günlük 3f Mayıs’16

 ***Çarşı pazar bezelye, taze fasulye dolmuş, oh ne güzel, bu demektir ki bu kışı da atlattık, kış yemeklerinden de gına gelmişti artık, fasulye de pişirdim bezelye de dün, artık yemeğe soğan koymuyorum, ikisini de soğansız yaptım, domates ve yeşil, kırmızı biber koydum, soğanın işi uzun, tadında da bir fark olmadı, hatta daha güzel.
Bir haftadır yatak yorgan yıkıyorum, sonunda dün bitti, bir hafta yatak yorgan mı yıkanır, yıkanır, 120 ye 200 olan 4 yatağın kolıfları, ki fermuarlı ve çıkarılabiliyor, alezleri, yorganlar, yastıklar derken bir hafta sürdü, kısa devirde yıkattım hepsini, makine iyi çalıştı, geçen sene süpürmüştüm kılıfları, ne pislik çıkmıştı, bu sene yıkadım artık, kurutma tertibatım hazır nasıl olsa balkonda, birde bir haftadır spora gidiyorum, spor dediysem yürüyüş bandında yürüyorum, şimdilik, sonra belki başka şeyler de eklerim, her gün 2-3 km yürüyorum, yürüyüş bandında normalden çok daha hızlı yürüyebilme şansınız var, gücünüz ölçüsünde hız alabiliyorsunuz, çok daha fazla kas çalışıyor böylelikle, yarım saat beklemek, yani yürürken, biraz sıkıcı gelse de bir süre sıkacağım dişimi, bakalım bir işe yarayacak mı, bir süre veya sonsuz olacağı bir işe yarayıp yaramamasına bağlı, ameliyatlarda verilen narkozlar kasları tamamıyle eritiyor, bir daha toparlanması da çok zor, onu düşünecek halin, zamanın mı oluyor, sil baştan başlamak gerekiyor.
Dün bütün gün yemek yaptım, bugün iş çok, ev süpürülüp silinecek, banyolar temizlenecek, eh, bir banyoyu hak etmiş olurum gün bitiminde, halim kalırsa, herkes okuluna ben iş başına, hep olduğu gibi.
***Ebru Şallı’nın alnı iyice açılmış, kelliğe doğru giden bir hal almış, ya yüzünü gerdirmekten ya da zayıf kalacağım diye yememekten, daha 40 yaşında, bu gidişle 5 seneye kafasında saç kalmaz, al sana güzellik.
Yabancı bayan koşucuların alınları da öyle açık, ama onlarınki testesteron almaktan.
***Güneri Civaoğlu’nun programını da izliyorum, kafama uyan insanlar varsa, başlamadan önceki reklam kuşağında bir film reklamı vardı, programda da o filmin oyuncuları, yani alınan reklam karşılığı yapılan bir program, filmin adı Ankara yazı, 12 eylül döneminde idam edilen bir genci anlatıyormuş, benim için dokunaklı ve anlamlı olması gereken bir film, ama öyle olmadığı kanatindeyim, birincisi, birinci neden oyuncularının üfürükten teyyarden seçilmiş olmaları, hadi o küçük kızı geçin, İpek Tuzcuoğlu’nun dahi ağzı film hakkında, o günler hakkında iki laf yapmadı, 44 yaşındaymış, hadi o zaman çocukmuş diyelim, hiç mi okumadı, duymadı, çevresinde bir kişi dahi mi etkilenmedi, nerede yaşadı o kadın 44 yıl, oyunculuğundan da hoşlanmıyorum ayrıca, bana itici geliyor, o filmin tanıtımı için çıktıkları programda iki kıvırtıp döktürmeleri de çok hoş oldu yani, filmin anlam ve önemine büyük katkıları oldu, sırf gözleri güzel diye oynatırsan Bulgar göçmenini, memleketim Bulgaristan diye yanıp yanıp tutuşuyorsa 12 eylül filmine göbek atar elbette.
Kocayı, babayı oynayan adamın yüzü artık bende yalama yaptı, adını bilmiyorum, umurum değil, bakıp adını aklıma yazmak dahi istemiyorum, mümkün olsa da görüntüsünü de aklımdan silebilsem, hiç işim olmayan yer ve dizilerde oynamasına rağmen artık gına geldi görmekten, fotokopiyle çoğalttı mı kendini ki her diziye, her filme yetişebiliyor, hangi kanalı çevirsem o var, kaç dizide birden oynuyor, biraz evde mi otursa, emekli mi olsa bilemem, ama ben artık o adamın o kötü suratını görmek istemiyorum, istemiyorum, hiç mi doymaz gözleri bilmem ki, daha ne alacak, ne eksiği kalmışsa verelim de süpürülsün ortalıktan, ondan başka tipsiz, kötü suratlı adam mı yok piyasada, işsiz, akasya durağından bir tane seçsinler, oradakilerin hepsi tipsiz, tümden, öyle bir geçer zamanki nin cemile’si, ne kadar sevildi, beğenildi, yıllar oldu, var mı ortalıkta, yok, aç gözlülük tok gözlülük birbirinden farklı şeyler, hadi hepsini geçtik diyelim, bu piyasada sol düşünceye yatkın olan oyuncu hiç yok mu, az da olsa var, benim bile aklıma gelen bir, birkaç isim var mesela, niye onlara gidilmedi de sıradan oyuncular seçildi, hiç değilse o 12 eylülü yaşayanların hatırına böyle bir yol seçilebilirdi, seçilmemiş, iyi bir seçim olmamış, her haliyle, ticari amaçla yapılmış bir film izlenimi yarattı bende, belli bir kesimin duygularını sömürmek için yapılmış, izlemek isterdim, eğer bu koşullara uyulmuş, bunlar göz ardı edilmemiş olsaydı, duygularımın ticarete alet olmaması için izlemem, izlemeyeceğim.
Eski oyuncularda yüzüm eskir diye bir tabir vardı, çok sık çıkmaktan, üstüste çıkmaktan kaçınırlardı, bu da düşüncesiyle birlikte bir nevi terbiyeyi getirirdi, aç gözlülükten de, aç gözlü görünmekten de kaçınmış, korunmuş olurlardı böylelikle, şimdi hiçbir kural yok, para kazanda ne olursa olsun, ayıp yani. Elçin Sangu şampuan reklamına çıktı, hemen peşine boyner reklamına, ben onu boyner reklamı değil şampuan reklamı niyetine izledim, her seferinde, boyner reklamı olduğunu bilmeme rağmen, kız mı yoktu başka oynatacak, bunun gibi, yüz eskir, Elçin Sangu’yu bu kategoriye koymuyorum, örnek olarak söyledim, hoş bir kız, istediği kadar çıkabilir;)))
Ben galiba fazla hırslı, fazla paragöz, fazla aç gözlü insanları sevmiyorum, müzik piyasasında da Zara’yı sevmiyorum mesela, sesi kötü, kendi de itici geliyor, kendini çok fazla öne süren, azla gözü doymayan, hep daha fazlasını, daha fazlasını isteyen insanları sevmiyorum. Astrolojide Nuray Sayarı’yı sevmiyorum, 7 katlı evi varmış, İlber Ortaylı’nın evi kaç katlı acaba, 27 katlı mı, böyle her oturduğu evi göze göze sokmak ta ona has bir görgüsüzlük, bir önceki de villaydı, yıllar önce izlemiştim, o evi hak edecek ne yapmış, bir iki yalan dolan dışında, iki kelimeyi biraraya getiremeyen zırcahil astroloji biliyorum diye bir havalarda, yutturuyor kendini, ambalaj sanayi, hani bir şey bilse yanmam, bildiği de yok, onca kitabına göz attım, almam, göz attım, hiçbir şeyi denk düşürdüğünü görmedim, hiçbirinde terbiye, para ahlakı diye bir şey yok, varsa yoksa para. Böyle her şeye atlayan, eli kolu uzananları semiyorum, bir türlü gözü doymayanları, sevip sevmeme gibi bir özgürlüğüm var değil mi? Herkes herkese sevgi böceği ya, canım cicim, muck, muck, günümüzde, kimse kimsenin tavuğuna kışt demiyor, o da döner senin tavuğuna kışt derse ne olur, kavga çıkar, bana göre dümdüz hayat, duyar mı, duysun duymasın, ben yazmışım ya, herkes çalı dolaşan, arada da bir deli çıksın işte, benim gibi, var mı benim gibisi, yok, nevi şahsına münhasır.
***İkiyüzlüleri de sevmem, olduğunu gizleyip olmadığı bir yüz gösterenleri, mesela Elif Şafak’ı, Fethullah Gülen’in manevi oğlunun karısı olduğunu saklayıp kitabına aşk ismini vererek kendini bizdenmiş gibi göstermesini sevmem, bizim paralarımızı ün Fethulah Gülen’e yarıyor olmasını sevmem, siyah süt adlı kitabını karıştırdım sadece, satın almadım, diğer hiçbir kitabını okumadım, o kitaptan açıkça belli ki bir çatlak, bir tırlak, hemde fena halde, cinler, periler, ne ararsan var, çatlağın alası, zır zır deli, üç küçük çocuğum varken ben bir saat tv izlediğimi hatırlamıyorum, ayda, yılda bir saat, karı şakır şakır kitap basıyor, deli olmasa bu iş olmaz zaten, zırdeli.
Birde bunu bile afişe etmeyip, dillendirmeyip bir sır gibi saklanmasına aracı olanları sevmem, bildiği, haberi olduğu halde söylemeyenleri, sevmem, onlar da ikiyüzlüdürler, böyleleri de çok, bu mesele çok bilinmediğine, o kadının kitapları hala bizler tarafından şakır şakır alınmaya devam ettiğine göre, bu taş ortaya, kim istiyorsa üstüne alınabilir, aldatılmamıza göz yuman her bir kişi, götünden korkanlar, nerde hani, burda.
Liboşları, kıç yalayanları, göt kollayanları, pervane gibi bir o yana bir bu yana dönenleri de sevmem, kaypakları, mesela Bekir Coşkun’u, bugüne değin hdp pkk ya tek bir laf ettiğini duymadım, kötü anlamda, susmakta çok şey anlatır, anlayana, hdp ye oy verebilirsiniz demişti ama, saman altından su yürütüyor, ortaya karışık konuşur hep, çıkıp söylesene erkeksen ben pkk lıyım diye, diyemez, çünkü korkaktır, hem korkak hem haindir, ne sana kötü der ne ona ki bir gün birinden birinin eli güçlü olursa başına bir iş gelmesin, her koşulda asalak hayatını sürdürsün, ne diyecek öyle olursa, ben size kötü bir laf etmedim, öyle değilse eğer çıksın söylesin, pkk kötüdür diye, diyemez, demez.
***hdp liler ülkeyi birbirine kattıkları yetmemiş gibi meclisi de birbirine kattılar, meclistekilerin uçuş teknikleri iyice gelişmiş, Cüneyt Arkın’a taş çıkarırlar,  artık o bol keseden maaşlarını daha çok hak ediyorlar, eyyy hdp ye oy verenler, hdp ye kelam yazmayanlar, naaa’bersiniz, haliniz, keyfiniz iyi mi, halinizden hallice misiniz, öylesinizdir, keyiflenin, birde tehdit savurmuş demirtaş, kendileri hapse atılacak olurlarsa halk yeni bir parlemento kurarmış, pıret, pırst, pırst.
4 mayıs, yani bugün Soner Yalçın’ı okumanızı salık veririm, ışid, pkk işbirliği, her şeyin özeti. Son bir hafta için de Necati Doğru’yu okuyun. Gerisi laf salatası, turşu biberi, kaburga dolması.
***Hep yürümek iyi değilmiş, dizlerde ağrı yaparmış, ki başladı bile, oysa ben 30-40 dakikadan bir saate çıkarmayı planlıyordum, kim tutar beni,  her gün için 20 dakika yeterliymiş, 24 yaşındaki hocam öyle dedi, dinleyeceğiz el mahkum, o uzay yürüyüşü yaptıranda çalışırım arada, havada gibi gidiyorsun, eliptikmiş adı, bisiklette sıkılırım, duramam, kürek çekerim, o güzel, onda çok sıkılmıyorum, birde öne selam var bana göre olan, eğil, kalk, üç beş selam veririm, o kadar, gerisi bir işime yaramaz, body building yapacak değilim ya, bu yaştan sonra, protein tozu falan alamam;))) zararlıdır belki.
Şöyle bir on-on iki kilo versem güzel olur, an de yo, Kore’ce hayır demek, bir zamanlar beğenmeyip zayıflamaya çalıştığım kiloya insem yeter de artar, bir gün bulduğun, beğenmediğine bir gün muhtaç oluyorsun, bu hayat böyle işte, o zman dediğim bundan bir 6, 7 yıl öncesi, 62 kiloydum o zaman, şimdi ise 75, üstelik 25 yaşına kadar kırk kiloyu bile görmemiş olan ben, Gürkan Zengin geçen gün birini çıkardı, zayıflatmış, 85 kilo verdirmiş, 170’ten 85’e düşmüş, iki yılda, benden fazlasını yok etmişler, olay yani, hemde günde 5 öğün tıka basa yiyerek, bu işte bir yanlışlık var, olmalı, ben bir on beş kilo veremedim, yıllar yıllar oldu, o kadar yesem ooo, demek ki yemek gerekiyor, yememek değil, aramızda kalmasının Funda Özkalyoncu’su coştu bu ara, smothie shaker ile, ki dalga boyu bilmem nesiymiş, çok iyi kilo verdi, nano teknoloji ile kaş ektiriyormuş, daha neler neler yaptırıyordur kim bilir, kendiyle bozdu kafayı, para var huzur var, aldığı verdiğine gidiyor herhalde, kadın 60’ında, bana mısın demiyor, 50 yaşında ben mi diyeceğim, o para olmadığına göre eldeki verileri en iyi kullanarak o sonuca ulaşmak gerek, elde ne var, zaten her koşulda her ay aidatı ödenen bir spor salonu, gitsen de gitmesende, ki 6 aydır ödeniyor, kullan o zaman, hemde yüz metre, iki bina ötende, tembel, bütün kış yattın zaten, kendimi azarlıyorum, kaş ektiremiyorsan 7B kurşun kalem sür, vs, vs.
***Davut amca gitmiş mi, padişahım çok yaşa. Davut amca çömezlik evresini tamamladı, yeni çömezlere yolculuk. Necati Doğru bu meseleyi de yazmıştı, en doğru şekliyle, geçen gün, başlığı balon, okuyun.
Biri tarafından başbakanlığa layık görüldüğünde defalarca, defalarca “Allah utandırmasın” demişti o birine, emrindeyim demek istiyordu, aradan geçen zamanda fikri değişmiş olmalı ki Allah utandırdı, “bana kimse c.b. hakkında kötü bir laf ettiremez” derken zaten onu suçluyor ve aslında ona kötü laf ediyor, o lafın içinde bu saklı, ve herkes anlıyor, bir ben değil, ki bu süre içinde sevildi, beğenildi de, en azından ustasından daha çok, zararsız bir insan, efendi de, bu mu korkuttu ustasını, bilinmez.
Ne demiş Davutoğlu, tercih değil zaruret, yani kovuldum’un bir başka söyleniş şekli, Erdoğan ne demiş, başkomutan benim, her şey oldukça açık ve net, güç kavgası..
Onca yemin, onca itaat, onca biat sözüne rağmen ne oldu da Davutoğlu “elimin tersiyle iterim” dedi, bu raddeye geldi, ne oldu da Erdoğan “o yere nasıl geldiğini unutma” demek lüzumunu duydu, altı karışık iş, eşelense kokusu çıkar, ama öyle bir manyaklar ki ser verip sır vermiyorlar, çık söyle, bunları bunları istedi, bende vermedim de, zaten onu diyemeyecek adamları seçiyor Erdoğan, bilerek, yüreksizleri.
Davutoğlu bile kabul etmediğine göre bu şart çok önemli olmalı, ve bu şartlar altında Davutoğlu’nun yerine gelecek olan kişi bu şartı peşin peşin kabul ederek gelecek ki, bunun da bizi rahatsız edecek, bizim çıkarlarımıza ters düşecek bir husus olduğu belli, eğer söz konusu olan Davutoğlu’nun kişisel çıkarları değilse elbette ama bu kadar basit olduğunu sanmıyorum.
***Oğlum sivilce tedavisi için hastaneye gidiyor, Atatürk hastanesine, sabah gitti, kadın doktor, cilt doktoru, tahlil sonuçları için öğleden sonra gelip gelemeyeceğini sormuş, oğlum duraksayınca “birde düşünüyor” demiş, azarlayacaksan niye soruyorsun ki, direkt alacaksın de olsun bitsin, kendini tatmin ediyor, zavallıcık, tahlil için kan alıyorlar, iki tüp, bir tüpte bağış için verir misin diye sormuş, oğlum hayır diyince, “sana sormadan da alabilirdik zaten, söylemeseydim haberin mi olacaktı” demiş, şaşkaloz karı, oğlumu şaşkına çevirmiş zırtlak, oğlum 20 yaşında, “eziklerin arasında kendini bir şey sanıyor, bu nasıl bir özgüvense” dedi oğlum, bu özgüven değil bildiğin delilik hali, oğlum öğleden sonra başka doktora gösterecekmiş sonuçları, eh, ona gitmez artık.
Zorla ve cebren kan alıyorlar hastanelerde demek ki, ilginç.
***Yine o doktora gitmiş, bu sefer normalmiş, gelip geçici bir delilik hali demek ki, hastanelerdeki teröre pek şaşmamak lazım, bunca kışkırtmadan sonra, zorla kaşınmış karı, oğlumun terbiyesine şükretsin, kendilerini ne sandıklarını bir anlayabilsem şu doktorların, bu nasıl bir komplex, durduk yere 20 yaşındaki bir çocuğa saldıracak kadar, manyak.
Bana evde oturuyor, ona buna ahkam kesiyor demeyin, bakın her yerde elim, kulağım, gözüm var, ajanlarım her yerde, ona göre.
***Arada bir kurcalıyorum çocuklarımı, ne düşünüyorlar diye, oğlumu kurcaladım bugün biraz, “300 değilde 500 liran olsa ne olacak, huzurun olmadıktan sonra” dedi, o da benim gibi düşünüyor yani, sonuçta aynı ortamı birlikte yaşadık, yaşıyoruz, demek ki seçimimi onaylıyor kendi düşüncesiyle de, onunla huzur bulunmayacağını düşünüyor, hiçbir şekilde, bence de öyle de, onların ne düşündüğüde benim için önemli, sonuçta benimle beraber onlarda sürükleniyorlar, beni suçluyorlar mı, destekliyorlar mı bilmem lazım, good, very very good. Paranın ne önemi var, mühim olan insanlık;))) Üstüne para bile veririm, olsa yani, ama almayı tercih ederim tabi, hah hah hah;))
Birde “açlarla geze geze, ki burada genel çevresini ve karıları kastediyor, senden de aynı şeyleri bekliyor, çok şımarmış” dedi, alın size bir başka bakış açısı, bir başka özet, çocuklarım her koşulda benden yana, hepsi, istisnasız, çünkü sevgiyi hep bende buldular, onda değil, o patlasın da çatlasın, eeee, ne ekersen onu biçersin, dün büyüsün de yesinler dediğin çocukların bugün seni mi el üstünde tutacak, tabi ki beni, şapşal, hıh!
Çocuklarım bütün dünyam, onlar var oldu beri bu böyle, onlara olan sevgim olmasa o kadar çekmezdim zaten o manyağı, kafadan hasta, sapık, bazen yoruluyorum sevgilerini taşımaktan, ağır geliyor, ona iğne batsa sana bıçak saplanıyor sanki, onlar iyiyse sende iyi, onlar iyi değilse sende iyi değilsin, hem zor hem güzel, mutluluğu, paylaşması güzel, acısı da bir o kadar ağır, acısının sana getirdiği yük, neyse ki iyiler, şükürler olsun, ama şakası bile korkunç.
***Dediysek, hepte evde oturmuyorum canım, bugün kızımla kızılayı turladık, mağaza gezdik, yani mavi, birkaç giysi aldık, yani birkaçtan biraz fazla, alışverişten kalan son 20 lira ile de bonellide çay içtik, hamur işi şeyler yedik, rulet masasında oynar gibi alışveriş ederim, son kuruşuma kadar, bu konuda üstüme kadın tanımam, 500 varsa 500, bin varsa bin, 5 bin varsa 5 bin, hepsi gider alimallah, hiç gözünün yaşına bakmam paranın, başkaca da bir şey yapmadık, oğlum aldı, eve geldik, o almasa otobüs kartımız vardı sadece, onunla dönerdik anca, içinde para varsa tabi, o da belli değil, alışverişin öncesinde sporumuzu da yaptık tabi, kızımla birlikte, hava bir yağmurlu bir güneşliydi bugün, bir ıslandık, bir ısındık derken gün bitti, yorulmuşuz, bir daha gezeceğim gün spora gitmeyeceğim, gezme performansımı düşürüyor.
***Bugün anneler günü, çok o günü, bu günü takıntılarım yoktur ama bugün denk düştü, çocuklarımla yemeğe gittik, aslında geçen hafta gidecektik, organize olamadık bir türlü, aynı evin içinde, gidemedik, geçen hafta doğum günümdü, 50 yaşındayım artık, ama hiç öyle hissetmiyorum gariptir ki, 20 yaş geri vurdum baş belasını başımdan atınca, baş belasız yıllara, kendim için, tek dileğim, nusr’et’e gitmek istediler çocuklarım, gittik, shereton yanında, önce bir salata geldi, yedik, yarım saat sonra yemek geldi, hepsi ızgara et, yarım saat nesi sürdü, müşteri de yok, toplasan 3-5 masa var, hemde iyi pişmemiş, geri gönderdim, bir daha pişti benim yemeğim, salata kaldırıldı, 4 eskimiş kesme tahtasının üstünde 4 ayrı çeşit yaklaşık 200’er gram et, yanında hiçbir şey yok ne pilav ne sebze, bomboş bir et, iki küçük tabakta patates kızartması, kuru kuruya yedik o etleri, boğazımdan zor geçti, ekmek istedim, ekmek vermiyorlarmış, öyle dedi garson, bin nazla üç ufacık dilim bayat ekmek getirdiler, hesap geldi, 300 tl, minareyi çalan kılıfını hazırlar, 200’er gramlık 4 et, et yemeği diyemeyeceğim çünkü sadece et, bir salata ve 4 bardak suya 300 lira ödedik, masaya başka bir şey gelmedi, birde iki çay, iki kahve, o kadar, olsun olsun 1 kilo, ki 50 lira, ete 300 lira ödedik ya, ne diyim yani,  helal olsun bize, doymadım ama içime oturmadı değil hani, doymuş gibi oldum yani, gidenlere, gideceklere afiyet olsun, tıpkı bana olduğu gibi, İstanbul’da da 250 liraya yemiştik, aynı kadro, ama orada hem gözümüz hem karnımız doymuştu, fazlasıyla, şölen gibi yemek koydular önümüze, helali hoş olsun, ama bunlarınki helal değil, helal etmem, haram, maskaralık, işi maskaralığa dökmüşler, eti mühürleyip getiriyor, dilimleyip müşterinin önünde kızartıyorlar, sihirbazlık gösterisi gibi, ateşler çıkarıyorlar, kafayı yemişler, gösteriyle karın doyuracaklarını sanıyorlar galiba, birde kızgın yağda, ne iç açıcı bir olay, ıyyy, Ankara bu lokanta meselesi konusunda çok sığ, anadoluya bile gitsen çok daha güzel lezzetler var, lezzet haritasında Ezgi Sertel yerken ne canım çekiyor, şapur şupur, hepsine gidesim var, tek tek.
Kızımın okulunda geçen gün tas kebabı, pilav, çorba, tatlı on liraydı, 4 çeşit, adam yemek listesini asarken gördüm, keşke orada yeseydik, daha çok doyardık, hemde 40 liraya, biz orada sadece et ve salata yedik, 2 çeşit, su çeşitten sayılmıyor tabi, kişi başı 75 lira ödedik, 4 çeşit 10 lira, 2 çeşit 75 lira farka bakar mısınız!
Nusret’ten çıktık, kim ne yapsın evi, ev benden bıkmış, ben evden, oğullarım, aslan parçalarım benim, gözümün ışıkları, kızımla beni kentparka bıraktılar, avm de en sıklıkla, ilk gittiğim yer kitapçılardır, kitapçılarda da yemek kitapları rafı, en büyük ilgim, hobi mi diyorlar, işte ondan, her gidişimde yemek kitaplarını alt üst ederim, bir şey bulamam, kapağını bile açmadığım çok sayıda yemek kitabım var ama yıllardır almıyorum çünkü istediğimi bulamıyorum, saatlerce bakıp bakıp geçiyorum, bir yemek kitabında aradıklarım şunlar, öncelikle bir profesyonel aşçı tarafından hazırlanmış olacak, sonra özgün, hatta yerel yemekler olacak, bizim damak tadımızda, bunu yakalayabilmek için yıllardır izlemediğim, yazmadığım yemek programı kalmadı diyebirilim, ki bir dolu yemek tarifi sayfam var, kaliteli kağıda basılmış olacak, tarifleri anlaşılır olacak, bir sayfasında yemeğin fotoğrafı diğer sayfasında tarifi olacak, karşılıklı, yazıları 50 yaş üstünün de rahatlıkla okuyabileceği kadar büyük olacak, kitabın yarısına kadar yazanın hayatı anlatılmış olmayacak, gereksiz fotoğraflarla dolu olmayacak, bir önceki gidişte baktığım eks’nin, eyüp kemal sevinç, kitabı öyleydi mesela, bir dolu gereksiz yemekhane anı fotoları, ve yazıları küçüktü, almadım, eveeeet, sonunda bulabildim öyle bir kitap, bütün bu özellikleri içeren, daha önce gözüme çarpmamış olmalı, rastlamadım herhalde, çok heyecanlandım bulunca, yıllardır aradığım hazineyi bulmuş gibi, ki benim için gerçek bir hazine, hazineyi yiyebiliyor musunuz, yenmiyor, ama bu yenebilen hazine, hazinenin parasıyla lokantaya gitseniz de aradığınız tadı, şeyi bulamayabiliyorsunuz, paranız para etmeyebiliyor, tıpku nusr’et’te olduğu gibi, ama bu gerçek bir hazine, var mı kolundaki altın bilezik gibi kıymetlisi, yok, o yemekleri yapanlar sırmalı değil ya, senin benim gibi insanlar, kitabın adı Sedat ustadan kaybolan lezzetler, bütün Türkiye’den tarifler var, hala çok heyecanlıyım, yarından itibaren çalışmaya başlayabilirim kitap üzerinde, bugün hiç umudum yoktu bulabileceğime dair ama yinede bir bakayım dedim, iyi ki bakmışım, ha birde 100 lira olmayacak, bu kitap 40 lira, 100 liraya bir sürü var, hatta bu yemek sevdası yüzünden yine başlamıştım tarif yazmaya, lezzet haritasından yazıyordum 3-5 gündür, lokanta tarifleri sayfasında onlar, artık yazmama da gerek kalmadı, yaşasın, ve tarif sayısı çok fazla, bir dolu çorba tarifi var, ve diğer yemekler, heyt be, nusr’et te kimmiş, ben varken, nusr’et bir gün, ben her gün.
Bir yemek kitabını tamamlayan şey o yemeklerin tadı, ona bakacağız elbette, kitabın asıl puanı o zaman verilecek, bir hayatı tamamlayan ise ağız tadı, ne yediğinden çok nasıl yediğin, yediğin zehroluyorsa, zehir ediliyorsa ne yediğinin bir önemi yok, ağız tadı ile yenilen yemekler nasip olsun hak edenlere, herkese değil, hak etmeyenlerde vardır sonuçta, o zehredenler mesela, kendilerine zehir olsun asıl, benim bugün hiç zehir olmadı, “o yemeğe” rağmen afiyetle yedim, ağzımın tadını bozdurmaya hiç niyetim yok hiç kimseye, gardımı aldım, röveşata, sahi röveşata ne demek, attım tutmuştur inşallah, tutmadıysa siz tutturun, öyle sayın, şimdi hiç açıp bakamam röveşata neymiş diye.
Yemek kitabı faslı bitince diğer kitaplara göz gezdirdim, koca koca kitaplar, içime daral geldi, adamın biri sıkılmış koca koca kitap, kitaplar yazmış diye ben oturup okuyacak mıyım o koca ciltleri, hiç işim olmaz, bana daral gelir, çoğu günübirlik kitaplar, bugüne, bugün olanlara dair yazılmış olan, yarına hiçbir hükümleri kalmayacak, tıpkı bir öncekilerine olduğu gibi, %98’inin akıbeti öyle olacak, o kalan yüzde 2’yi de arayıp bulmak zor iş, ben burada yazıyorum mesela, kimseyi mecbur tutuyor muyum okumaya, hayır, belkide ben yazıyor ben okuyorum sadece, bunu bile bilmiyorum, çokta umurum değil, ben öncelikle kendim için yazıyorum, bu da bir hobi, bende hobi çok, say say bitmez, adam boş olunca;))) neyse, benimde o koca kitapları okumak gibi bir zorunluluğum yok, öyle değil mi, bende bir garibim işte, aykırı sorular olur da aykırı cevaplar olmaz mı?
Hepimiz tarihçi, sosyolog, hukukçu, siyaset bilimci mi olacağız, her şeyden bilebilirsin, ama üstünkörü, durumdan vazife çıkaranlar, krizi fırsata dönüştürmeyi kafasına koyanlar bizi beş üniversite daha bitirtme derdine düşmüşler gibi, oturup kalkıp aynı şeyleri düşünüp aynı şeyleri okuyup aynı şeyleri mi yaşayacağız, bırakın gidin Allah aşkına, üç kuruşluk beyinlerimiz kaldı, onu da yeme derdine düşmüşler.
Ben her şeyin aşırılığına, her şeyde aşırılığa karşıyım, dinde, siyasette, hatta bilgide bile, sonuçta akıp giden bir hayat var değil mi, bizim hayatlarımız, nedir yani, bu ölümlü dünyaya kazık mı çakacağız, dünyanın derdini çekmeye biz mi görevli kılındık, birileri kitap satışından üç beş kuruş fazladan cebine koyacak diye hiçte ömrümü onlara vakfedemem, bende böyle, sustalı maymununa döndük aranızda, onlar bir tarafa, siz bir tarafa, elbet yırtılacağız bir gün ortadan, oyuncular bile kitap çıkartmış, senin etin ne, budun ne, gerçi bakmadım bile, bakmak gibi de niyetim yok, eli olan yazıyor, nasıl işse? Aynı benim gibi;))) 
Kızım kitapçıdaki neredeyse bütün kitapların bizde de olduğunu, sadece eski baskıları olduğunu söyledi, epey bir kütüphanem varmış yani, niye evden eve taşımaktan dertlendiğim belli, ne bulduysam almışım, zamanında tabi.
Hani söylerler ya, veya söylerlerdi ya, kitaplığındaki boşluk kadar kitap alanlar, metreyle, metre hesabı, benimde bir arkadaşım öyle kitap meraklısıydı, o alırdı ben alırdım, derken böyle böyle birikmiş o kitaplar, kitaba verecek fazladan param varmış gibi, o misal şimdi de sanırım o kitap yazanlar arasında böyle bir sidik yarışı var, o bastı sıra bende, ben ondan geri mi kalırım, ben onun kitabını öveyim, o da benimkini övsün, bugün ona yarın bana, sanırsınız hepsi Uğur Mumcu, veya şimdiki karşılığı ile fuatavni, facebookta herkes kendini şair, yazar, ressam, en çekici, en güzel, en seksi sanıyor ya, tıpkı onun gibi,  toplu yanılsama içinde gibiyiz, farz edelim Yılmaz Özdil’in kadın kitabı, hangi açığı örtmüş, kapatmıştır, ne katmıştır insanlara, bazı kadınların hayatları hakkında bilgi edinmiş olmak ne katar insana, boş işler, suya yazılmış yazılar, kendini tatminden başka bir şey değil.
***Leyleğin ömrü hep laklakla geçmez, geçer de hep geçmez, dünü unut, bugünün yolunu tut, evi süpürdüm, balkonu yıkadım, çamaşırları balkona astım, şimdi dinlenme vakti, birazdan kalkar yine devam ederim işime, sıra markete gitmeye mi gelir, yoksa kitabı karıştırıp bir şeyler pişirmeye mi, yoksa evi mi silerim, banyoları mı temizlerim, bakalım, zaman neler gösterecek, çok planlı olmayı da sevmiyorum, çünkü hiç o planlara uyamam, hepsi allak bullak olur, ne, ne zaman yapılabiliyorsa o zamandır doğru olan, bana göre yani, oğlum uyansın o zaman düşünürüz, ben uyanırken o uyudu, artık ne zaman uyanırsa o zaman, kendi başıma gitmek istemiyorum artık, her nedense, yanımda biri, birileri olsun istiyorum hep, yalnız sıkılıyorum herhalde, gerçi zaten ya onlarla ya da yalnız gittim şimdiye dek, başka biri olmadığı için, büyük adamlar öyle işlere bakmazlar, karı, kız peşinde gezmek varken markette ne yapsın, ben ne’liğim, dünya adamı, cuuuk.
***Oğlucum uyandı, beni markete götürdü, getirdi, aslan oğlum benim, şimdi yıkama, yerleştirme, pişirme zamanı, diğer işlerde yarına kaldı, plansız planlarım, bir başım var kırk oynaşım, öyle derler eskiler, a benim dertli başım.
***Oya Aydoğan’ı duydunuz sanırım, yediği şey boğazına kaçınca zorlanmaktan aort borusu yırtılmış, ameliyata alınmış, tansiyon hastasıymış, zorlanmaktan tansiyonu çıkmış ve aort borusu delinmiş, bu tansiyon iki ucu boklu değnek çünkü daha önce duymuştum, o boğaza kaçma meselesini yapan tansiyon ilaçlarıymış, tansiyondan korunmak için ilaç alıyorsunuz, o ilaç yiyeceklerin boğazınıza kaçmasına sebep oluyor ve tansiyonunuzu çıkarıyor, buyur burdan yak, günde defalarca kez yemeği boğazına kaçıyor tansiyon hastalarının, öksürmekten kıpkırmızı kesiliyorlar, annem de aynı durumda, devamlı oluyor bu durum, günde kaç kez, içtiği su bile, her an yanında biri olması gerek, bebek gibi, bir şeyi değiştirmez belki ama hiç değilse yanında biri vardı diyerek avunursunuz, çare hiç tansiyonlu olmamak galiba, başlıbaşına tuz mu acaba etkili, sanmıyorum, annemin o kadar da tuzlu yediğini hatırlamıyorum, bu bir bela, ama dünyanın asıl bir baş belası var ki o da sigara, gençlik çok sigara içiyor, oran düşündüğümüzden çok daha fazla, üniversitelerde sigara içmeyen genç yok gibi, içmiyorsa bile ayak uydurmak için içmeye başlıyor, içmiyorsa bile pasif içici zaten çünkü etraflarındaki herkes içiyor, bu sigara özendiriciliği konusunda ne yapılabilir hiç bilmiyorum, çok yazık oluyor gençlere, okul önleri soba borusu gibi. İçki, sigara, cola, ve akla gelebilecek her türlü zararlılar pusuya yatmış çocuklarımızın o tuzağa düşmelerini bekliyor, kapitalizmin tuzakları, gel gel yapıyor çocuklarımıza.
***Marketten beyaz peynir aldım, evde bulamıyorum, buzdolabı ve çöp birbirine yakın, çöp poşeti diye atmışım, çünkü buzdolabının yanına koyduğumu hatırlıyorum, oluyor öyle vakalar, buzdolabını çöpten uzaklaştırdım, çare olarak, diğer tarafta da mesafesi vardı, bulaşık süngeri ve kesme tahtasına ara ara kaynar su dökmek gerek, mikroplarını kırıyor ve bulaşık süngerini çok uzun zaman kullanmamak, en fazla 1 ay mesela, kokmaya başlıyor zaten.
Diz ağrısı, ayak bileği ağrısı ağrısı derken, ki 8’de, hızında koştum, zorlamış olmalıyım kendimi, pek çok kez, şimdi 2-3 günde bire düşürdüm sporu, acele gidene dönmesin iş, ama iyi geliyor spor yapmak, 20 dakika yürüyor, ki artık kendi tempomda, 5-5,5 arası, hızı yani, sonra aletlerde çalışıyorum, bir kol bir bacak olacak şekilde, sırayla yani, aletlerde iyi, korkulacak bir yanları yok, hatta daha iyi, kendi gücüne göre ayarladıktan sonra, zaten mesele olan yorulmak değil, en az eforla kaslarını çalıştırmak, hamallık değil yani spor yapmak, bittiğinde nefes nefese olmaman gerek, sağlıklı olanı bu.
3 günde spor hocası bile oldum baksanıza, aşırı yeteneklilik böyle bir şey işte;)))
***Kızımın sınıfı, lise 1, 34 kişilik sınıfta 2 erkek çocuk zıvanadan çıkmış durumda, bütün diğer çocuk ve öğretmenler illellah etmiş durumdalar, dün veli toplantısı vardı, her giren öğretmen onlardan yakınmaktan başka bir şey söylemedi, ders falan unutulmuş, varsa yoksa onlar, bütün gün sataşmalar, bir şeyler fırlatmalar, bağırıp çağırmaların yanısıra bir tanesi devamlı sınıfa tükürüyormuş, göl olacak kadar, onun velisi gelmemiş, eh, diğerinin annesi şöyle dedi, “yere tükürmenin yönetmelikte bir cezası yok” inanılır gibi değil, saçını başını yolmadım ya, ona şaşıyorum, tımarhane yönetmeliğinde yeri vardır eminim ki, okul yönetmeliğine konmamış olması pekte garip bir olay değil, bizi bilgilendirdiği için teşekkür ettim, sayenizde içimiz çok rahatladı dedim, ben eğitimciyim dedi, eğitimci olsan böyle konuşmazsın dedim, yüksek perdeden, bağırdım, çocuğunu toplantı esnasındaç bir yandan toplantı devam ediyor, ben ona cevap veriyorum, çocuğunu eğitemediği için konuşuyoruz orada, ben eğitimciyim diyor bana, senin çocuğunun deliliğini benim çocuğum niye çekecek, otur çocuğuna ayar çek, utanıp yüzü kızaracağı yerde savunuyor, densiz, savunmaya gelmiş zaten, öyle bir ayarsız, anasına bak oğlunu al, büyüyorlarmış, senin çocuğun büyüyor da bizim çocuğumuz büyümüyor mu dedim, ne gerekiyorsa söyledim, ağzıma ne gelirse, bilsin densizliğini, manyak karı, geçen dönemki toplantıda da esip gürlemişti çocuğunu savunmak adına, ben o zaman konuya vakıf değildim, bu defa verdim dersini, geçen toplantı gibi olamadı onun açısından, en sert tavrı benden gördü, kimse ilişmiyor deliye, ne ilişmeyeceğim, akşamlığımı mı veriyor, o kim ya, yerden yere çalarım adamı öyle.
En son yapacağım tasdiknamelerini vermek olacak dedi müdür, keşke, olacak iş mi, sınıfa tükürmek ne demek, gittikçe hayvanlaşıyor mu insanlar, her an o çocukların eşyaları yerlere düşüyor, kalemleri, kitapları, çantaları, giysileri, tükürük mü temizleyecekler, temizleyeceğiz, lise mi görmedik, okumadık, duyulmamış, görülmemiş şey, hele müsamaha göstermek, anlayışlı olma pozlarına girmek çok çok daha enteresan, böyle şeyin anlayışı mı olur, başlarım anlayışına, hadi o tükürüyor, tüküreni savunmak ne demek, birde büyük, anne olacak, densiz karı, beyinlerimiz nereye gitti, ben anlamıyorum, cidden, haksız haklı, haklı haksız, bu nasıl oluyor, haklının hakkını savunamadığı, akıllarla oyun oynanan bir garip dönemden geçiyoruz, yönetmelikte yok diyor ve müdür tarafından evet diye tasdikleniyor, bir tane doğru konuş, ağzını kırarım diyen yok, bu nasıl iş, benden başka, Erdoğan’dan öğrendiler bu işi, her işten tereyağından kıl çeker gibi kurtuluyor ya, onu taklit ediyorlar, kafa karıştırmaca, akıl çelme, cidden anlamıyorum bu beyinsiz beyinleri.
Sıçmanın da yönetmelikte cezası yok, sınıfın orta yerine sıçsınlar mı yani, ne oluyor, nereye gidiyoruz, nereye kadar bu müsamaha, bu ne kafası, buldumcuk kafalılar. Ankara’nın göbeğinde, düzgün bir semtinde, düzgün ailelerin çocuklarının geldiği bir anadolu lisesi, bir devlet okulunda yaşananlara bakın, içler acısı.
Müdür çaresiz, öğretmenler çaresiz, veli ve diğer öğrenciler çaresiz, neymiş büyüyorlar, ben onları öyle bir büyütürüm ki ne kadar çabuk büyüdüklerine kendileri bile şaşarlar, insanda biraz utanma olur. arsız kadın, dedim ama, her giren öğretmen aynı şeyden yakınıyor duymuyor musun diye, umuru değil dangalağın, her giren öğretmen adeta yalvardı, bizi bu iki canavardan kurtarın diye, bu kadar insan etkilenmiş, uğraşmış, harab olmuş, hiç derdine değil, çocuğu büyüyor canım, evine sıçsın da temizle inşallah, biz gelir geçeriz, asıl kendi ağzına sıçacak o çocuk bundan haberi yok, inşallah sıçsın ayrıca, ona müstehak.
***Bugün Sümeyye evleniyormuş, milletçe gözümüz aydın olsun, evde kalmıştı yoksa, 8 bin mi, 6 bin mi davetli çağrılmış düğüne, beni çağırmayı unutmuşlar, kambersiz düğün mü olur, o kadar kişinin hepsini tanıyorlar mı acaba yoksa şan olsun diye mi çağırdılar, muhtarları mı topladı yoksa yine bizimki, şehit haberleri her gün geliyor, yeniden kanıksadık, kış bitti, havalar güzel olunca bende bugün eski tanıdıklarımı ziyaret ettim, 3-4 kapı yaptım, Hatice teyze, Hayriye abla, Nurten, Yasemin, ben kadınları daha çok seviyorum galiba, iyi oldukları içindir, Allah sevenlerimizi, dünyadan sevgiyi eksiltmesin, ara ara görmek, görünmek lazım, kimin kime ne zaman veda edeceği hiç belli olmuyor, her kavuşma belkide bir veda, dönüşte yolum yine kentparka düştü, akçaabat köfte’den yedim, yine ağzımın beğenmediğini midem de beğenmedi, bundan sonraki sloganım ne yersen ye evinde ye olmalı, bütün akşam rahatsız etti beni, yediğim neyse, duman, teoman konseri varmış, bileti 50 lira, gençler akın akın gittiler, siyah ince çorap ve file çorap satış patlaması yaşamış olmalı, siyah çorap giyilmeyince çocuksu olunuyormuş, kızım öyle dedi, okulda olsa giymek istemezler, mini etek, şortla olunca iş başka, ve giysiler hep siyah, eskiden yaşlı rengiydi siyah, yaşlılar giyerdi, şimdi trend bir değişik, gidenlerin bir çoğu, yani çoğunluğu zaten liseli, 20 bin kişiyi alırmış alan, açık hava, sanırım otopark, kentparkın arka tarafı, bilet ne kadar satılmış bilemem ama son ana kadar satılmaya devam etti.
Dumanın solisti Kaan Tangöze eski karısı ve çocuklarına aylık 4 bin lira nafaka ödüyormuş, yani mahkemeden çıkan sonuç bu, eğer doğruysa ve bu kadar veriyorsa ayıp yani, Kaan Tangöze’nin çocukları devlet okulunda mı okuyacak, o para ancak iki çocuğun özel okul giderlerini karşılar.
***Hayatıma bakıyorum da, özeti bir annenin babalarına rağmen çocuklarını büyütme çabası, tam anlamıyla özeti bu, iki hafta üstüste mangal yapma isteğini, çocuklar 3-5 yaşlarındayken, “ben size her hafta et mi yedireceğim” diyerek reddeden bir adamın şimdi her gün “kendi gibilerle” mangal yapması başka ne ile açıklanabilir ki, bu her gün lafın gelişi değil, cidden her gün, burnundan dökülsün inşallah, bu kadar beddua kimseye yaramaz, ona da yaramayacak.
***Kaza yapanlara yardım için duran amca, yeğen bıçaklanmış ve arabaları alınmış, kazazadeler tarafından, benzinlikte durup arbadan inen adamın karısına kocan seni çağırıyor demişler, kadın arabadan inince arabayı çalmışlar, engel olmak isteyen kadının bacağının üstünden geçerek bacağını kırmışlar, yüksekten tencere almak için tabureye çıkıp cama tutunan kadın camla beraber aşağı uçmuş, kulağında kulakla gece 11’de yürüyen 25 yaşındaki genç kızı geri geri giden hafriyat kamyonu ezmiş, 7 yaşındaki kız çocuğu 25 yaşındaki erkekle evlendirilebilir diyen pisliği Sinop’tan geri püskürtmüşler, son 2-3 günün haberleri, neler neler, dünya mı delirdi yoksa biz mi?
***Dün, pazar, ne sıkıcı bir gündü, akşama kadar evde daraldım, bunaldım, hiçbir şey yapasım gelmedi, zoraki bir kabak yemeği yaptım, o kadar, spora bile gidesim gelmedi, gitmedim, bütün gün onu bunu tıkındım, akşam şimşekler çakıp, gök gürleyip yağmur yağınca geçti sıkıntım, yağmur öncesi gerginlikmiş, hep olur bu, yağmur yağınca anlarım ki yağmurdanmış, boğa, toprak burcuyum, yağmuru bu kadar hissetmem doğal, akşamı zor ettim, yağmur sıkıntısı gelir geçer, yağmur yağar geçer, Allah geçmeyen sıkıntılar vermesin insana, bunalmak, biri için uzun süre daralmak daha fena sıkıcı, attım başımdan rahatım, bugünüme şükürler olsun, nerede ne halt yiyorsa yesin, bana mı dert, veya bana mı dertti, aptallık işte, gitmek isteyen köpeği sal gitsin, zorla mı tutacaksın, istediği yere, saldım gitti, dünya varmış, beni yiyip bitirmiş it, senelerce, canı cehenneme, candan tatlısı yok, utanmadan birde başımı beklemiş manyak sapık, neredeyse on sene, dile kolay, yüzüne bakan yok zaten, neyi beklemiş, defol git, kafadan çatlak, çek git keyfine bak, derdi neyse, pislik, o keyfin kadar başına taş düşsün inşallah, yerde gökte huzur bulamayasın.
***Kızılay’daydım, feci yağmur yağdı, mahsur kaldık, adım atılmadı saatlerce, bir ambulans hazırda bekliyor, tam göbekte yürürken iki minibüs dolusu polis arabadan inip koşarak yanımızdan geçtiler, ister istemez tedirgin oluyor insan, arabaya bindik, sıhhıye çok katlı otoparkının orada yol kapalı dediler, geri döndük, tedirginlik bir volüm daha yukarı çıktı, acaba bomba mı patladı, çıkabilecek miyiz kızılaydan, yağmur birikintileri çok fazlaydı yollarda, gölde gider gibi gittik, belkide ondan kapalıydı yol, bilmiyorum, ondan olmalı, bomba falan olmadığına göre, yarın 19 mayıs, onun gerilimi belkide, ortalıkta olan, bomba lafları var çünkü 19 mayıs için, eskiden askeri diktatöryayı yaşıyorduk, şimdi islamik diktatörya var, komedyenler değişti ama sahne hep aynı, ne kadar kötüysen o kadar etkilisin, güçlüsün, düzen bu düzen, kötülerin düzeni, her zeminde bu böyle, en büyük yönetimden en küçük aile dizimine kadar, kötü olan kazanıyor, iyi olan eziliyor, kötünün zaferi, tayyibin zaferi.
Bir adam düşünün, ki gerçek, karısının her yaptığını beğenmeyen, her şeyin daha fazlasını isteyen, kadını olabildiğine ezen bir adam, çamaşır, ütü, temizlik vs, burnundan kıl aldırmıyor cinsinden, metresinin yanında bir sümüklü böcek, kadın “sen dün gece neredeydin” diye kükrediğinde sus pus oluyor, ama ne kükreme, öyle böyle değil, 25 yıllık karısı mümkün değil öyle kükreyemez, olasılıklar dışı, adam aaaa, larla, ooo, larla saldırıyı geçiştirmeye çalışıyor, adam kötü değil mi, kötü, kötünün alası, kendi zengin, karısı, çocukları fakir, cidden zengin ve cidden fakirler, aralarında uçurum var yaşam biçimlerinde, aynı evde birbirlerinden çok farklı yaşıyorlar, adam anasının gözü, kuruş koklatmıyor, kendi sefa içinde, metresi de zengindir tabi, yoksa öyle kükremek her babayiğidin harcı değil, adam eli maşalıya düşünce burmalı kuzuya dönüşüyor, karısına geri dönünce yine aslan, anlayabilmek zor bu dünyayı, insanları, eşek olanın tepesine biniliyor, deh oğlum deh, metres adama deh diyor, adam da karısına deh diyor, diyebilen diyebildiğine diyor, deh oğlum deh, benim gördüğüm bu, yıllar yılı bana da dendiği gibi, bende aynı şekilde yaşadım, o karısının şeklinde, o zengin ben fakir, bir farkım yoktu, kimi zaman verdiyse de burnumdan getirmesini bildi, deh oğlum deh, ama şimdi çüüüşşş, eşek gitmiyor artık, eşek inadı tepti, ne gör şeytanı, ne oku ihlası, şeytan görsün yüzünü, ne güzel sözlerimiz, deyimlerimiz var, yerine cuk diye oturan.
***19 mayıs sabahı aramızda kalmasında gerçekleşen konuşma, Deniz Akkaya, “Steve Jobs, korkunç bir baba ve korkunç bir eş”, Jes Molho, “geçimsiz, kimin arızası yok ki” Funda Özkalyoncu, “ama miktarı yok mu, bir miktarı vardır yani, bazı adamlara arızalı adam diyorlar, kadınlar arızalı erkek seviyor bence, yakalıyor, kovalıyor, bazanda kendine kötü davrananları da seviyor, kendine eziyet eden adamı seçiyor” Deniz Akkaya, “bunu erkeklerde yapıyor, erkekler ona iyi davranan kadınlara kötü davranıyorlar, kendilerine kötü davranan kadınların peşinden koşuyorlar, karılarına kötü davranıyorlar, kendilerine kötü davranan sevgililerin peşinden gidiyorlar” akşam anlattığım örnekle pek bir örtüştü, yazayım dedim, doğruluk payı var demek ki.
***Davutoğlu “elimin tersiyle iterim” dedi çünkü para bağımlısı değildi ve bu suretle belden bağlı değildi, çözüm düşünüldü, taşınıldı en para bağımlısı ve belden bağlı olana karar kılındı, son on yılda onlarca gemi almış Binali Yıldırım ve ailesi, ticarette süper başarılı bir aile, daha yeni oğlu Singapur’da oyun masalarında, kumarhanelerde fotoğraflanmıştı, kumar borcu namus borcudur, başka şeye benzemez, ondan daha belden bağlısını nereden bulacak, ne dese he diyecek, eli mahkum, çünkü birinci Allahı para, dolayısıyla ikinci Allahı rte, işte şimdi asıl tek adam dönemine geçtik, Davutoğlu kuklaydı, o bile reddetti, her ne istendiyse, orası bilinmiyor, şimdi kuklalar üstüne geçtik, artık reddedilmeyecek tayyip, tam teslim alındık rte tarafından, düşük profilli başbakan, yani karaktersiz, elinin tersiyle itmeyip elinin düzüyle imzalayacak, tıpış tıpış, önüne her geleni.
***Oya Aydoğan öleli 6 gün oldu, kendi gibi gidişi de olaylı oldu, magazin programları birbirine girdi, ki zaten Oya Aydoğan da magazin programı yapıyormuş beyaz tv de, Lerzan Mutlu ile, fitili ateşleyen Bülent Ersoy oldu, Oya Aydoğan hastanedeyken “Lerzan, Oya’ya sinsi demiş, ben ona gününü gösteririm” diyerek, arkasını magazin programları tamamladı, aramızda kalmasın çok dokunmadı meseleye, renkli sayfaların iki hatunu demediğini bırakmadılar Lerzan’a, ağızlarına sakız oldu bu mesele, on gündür bunu konuşuyorlar, kadını idam sehpasına yatırdılar resmen, Lerzan Mutlu program sırasında söylenmiş şaka yollu bir söz olduğunu söyledi, ayrıca kim kime ne söylemiyor ki, öldüğü zaman denk gelmiş olması Lerzan Mutlu’yu idam sehpasına taşımaz, kanaatimce, sonra izledim, iki hatun izletti, ağır konuşmuş gerçekten, ama bu Lerzan Mutlu’nun her zamanki hali, hep sataşacak birilerini bulur kendince, bu sefer kadın ölmeden bir hafta öncesine denk düşmüş sadece.
Deniz Akkaya da girmiş ucundan araya, ona da laflar gitti, aldığı narkozlar sebebiyle unutkanlık hasıl olmuş dediler hakkında, bol estetikli olmasına dokundurdular, narkoz unutkanlık ciddi bir ilişkiymiş, dalgasına denmedi yani, bende çok unutuyorum her şeyi, 3 kere narkoz aldım, 3 sezaryen, ondan olmuş olmalı, aynı şeyleri tekrar tekrar yapıyorum, hatırlayamadığım için aynı yeri tekrar tekrar temizliyorum mesela, bu sayede her yer pırıl pırıl;)))) Ama en sevmediğim şey ıslak elle çalışmak, kuru çalışmaya itirazım yokta ıslak çalışmayı sevmiyorum, eline bir bez alıp orayı burayı silmek mesela, hiç sevmiyorum, bu durumda vileda yetişiyor yardımıma, aynalar, koltuklar, kapılar, dolaplar, duvarlar, camlar, bir evde akla gelebilecek her şeyi vileda ile temizliyorum, temiz uç, paspasla tabi, yani yeni.
Sezaryenle doğum yapan kadınların bağırsakları zaten felç, sezaryenle doğmanın çocuklarımda da etkileri var, mesela şu an olduğu gibi her yaz başlangıcında aksırıp tıksırıyorlar, polen alerjisi, bu yıl dayanamadı oğlum, alerji ilacı kullanıyor her gün, kızımın arkadaşı da öyle, o da sezeryanla doğmuş, o daha da fena kolları kabarmış, boynu kızarık, o çok daha sık ilaç alıyor, 15 yaşında çocuk, ayrıca toza, akara alerjileri var, ev, yatak daima temiz olacak yoksa ardı ardına hapşırıyorlar, ciltleri çok dayanıklı değil, en ufak bir tahrişte ayak altları soyulur, ciltleri sivilceye meyilli, çünkü karaciğerleri tam gelişmediği için çok çalışıyor, yeni nesil hep karaciğeri yavaşlatan roankutan isimli ilacı kullanıyor, sivilce için, dişleri tel tedavisi gerektiriyor, düzgün çıkmıyorlar bir türlü, daha bir dolu etkisi vardır, bende 3 tane ve etrafımda da bir dolu sezaryenli çocuk, genç var, bu çıkarımlara ulaşmam çok kolay, sezaryenle doğan her çocuk bu hastalıkların adayı, ama sezaryenle doğumlar hız kesti mi, hayır, para için kadınlar kesilmeye devam ediyorlar, ve çocukların gelecekleri heder oluyor, çünkü ciğerleri tam gelişmeden çıkarılıyorlar, çıkmaya hazır olmadan, ve diğer organları, anne ve çocuk, çocuklar doktorların para hırsından geriye kalan sağlıklarıyla devam ediyorlar hayatlarına, o aldıkları, sebepsiz yere sezeryan yapıp aldıkları paralar mezar taşı olsun başlarına, ister kendi başlarına ister sevdiklerinin başlarına.
Bahsi geçmişken, Deniz Akkaya’nın yanaklarında selülitimsi dokular var, zaman zaman konuşurken çöküyor içe doğru yanakları, aynı hal Hülya Avşar’da da var, aynı estetik doktoruna mı gittiler, gidiyorlar acaba, yine bahsi geçmişken Hülya Avşar’ın kösem sultanda oynaması ne iyi oldu, özellikle kulaklarımıza çok iyi geldi, çünkü bu sürede yasak olduğu için magazine konuşamadı ve bizimde kulaklarımız dinlendi, diziden ayrılmış, yakında yine başlar abuk subuk konuşmaya, bir an önce bir diziye daha başlar inşallah ta yine kurtuluruz vıdı vıdısından.
***TOBB üniversitesinde cos play etkinliği varmış, kızım ve arkadaşıyla gittik, cos play ünlü kahramanların, genellikle film kahramanlarının kostümlerini giymek oluyor, kostüm oyunu yani, eski adıyla kostüm partisi veya maskeli balo, tabi bu bizim bildiklerimizden çok farklı çünkü şimdiki çocuklar bizden çok farklı, birebir aynısını yapıyorlar karakterin, saç, makyaj, en ince ayrıntısına kadar, eğlence için, kızım harley quinn oldu, o her kimse, film karakteriymiş, ıron man, volverine, akla gelen her film karakteri vardı, zaman bir garip, bizim bildiğimiz zamana hiç benzemiyor, hollywood gibiydi ortalık, oradan yakın diye armadaya gittik, üçümüz, manga’nın solisti Ferman Akgül’ün söyleşi varmış, tam o saatte, kızlar onu dinledi, bende bir kenarda bekledim, adını bildiğimden değil, öğrenmiş oldum kızlardan, tanımam etmem yoksa, hani dinlerim de, dinlemişimdir de, adı, kendi aklımda kalmaz.
Oğlum da katıldı bize, çiftliğe döner yemeye gittik, her seferinde yazıyorum belki ama ana yolda dönercileri gösteren tabela yok, konmamış, şaşar da dönerseniz yanlışlıkla ancak görebiliyorsunuz tabelayı, veya biliyorsanız, bilerek yolunu silmeye çalışıyorlar, inadına gidiyorum bende, her fırsatta, dönercilerin yanındaki parkta yedik, tam yemeğimiz bitti, arkamızdaki camiden tıkırtılar gelmeye başladı, belli ki ezan başlayacak, çok yakın, on metre ötesi, kim dinler, aceleyle kalktık, uzaklaşana kadar başladı ezan, Allah kulaklara sabır versin, bangır bangır, kaçan kurtulur, islamik diktatöryanın dozu arttıkça ezan hoparlörlerinin de sesi artıyor.
Nusr’et’e bir kere gideceğime çiftliğe 5 kere gitseymişim keşke, aynı parayla, hiç değilse etin yanı sıra ekmek, turşu, soğan, domates te veriyorlar;))) Korkmadan ayran da alabiliyorsunz, fiyatı belli.
***Son 136 yılın en sıcak yazı olacakmış bu yaz, yandık, her türlü.
***Yeni, başka bir apartman komşumun bebeğinin ateşi çıkmış, 1 yaşında, kız çocuğu, ateş 39’u geçince acıbadem hastanesine götürmüşler, ateş düşürücüler, bir şeyler verilmiş, kan değerlerine bakılmış, 2,3 günün sonunda karaciğer sonuçları iyi değil, alın bunu ibni sina’ya götürün demişler, çocuk kendinden geçmeye başlamış, defalarca, artık kaç kezse, damar yolu aranmış, en son boğazına katarter takıp kanını boşaltıp geri vermişler, nasıl bir işlemse, on gün sürmüş bu macera, şimdi evdeler, çocuk bana korku dolu gözlerle baktı, yine bir şeyler yapacaklar diye korkuyor, yabancı korkusu oluşmuş, acıbademde verilen ilaçlar karaciğer sonuçlarını etkilemiş midir, etkilemiştir, sağlam git posan çıksın oldu hastaneler, özellikle özel hastaneler, niyetleri belli, daha çok para koparmak, üniversite hastaneleri de eğitim için mıncıklıyorlar her geleni, biri gidiyor biri geliyor, ne yaparsan yap evde, evinde öl, en güzeli, Oya Aydoğan bir hafta çekti, sonuç değişti mi, değişmedi, o gün oracıkta ölse çok daha iyiydi, ölmedi ellerine düştü, kabir azabı dünyada çektiriliyor, ölüm öncesi, hastanelerde.
***Kadir Topbaş “cumhuriyet İstanbul’un değerini düşürdü” demişmiş, diye bir laf etmiş, hortumdaki su patlağı gibiler, meclis başkanı çıkıyor laikliğe laf ediyor, sonra yok öyle demedim aslında diye kıvırtıyor, anayasaya bağlıyım diyor, bu öyle, her biri bir yerden patlıyor ama hiç patlamayan biri orada, en başta duruyor, asla bir şey söylemiyor, o söylemiyor ama hepsi sahibinin sesleri.
Kadir Topbaş kim ki cumhuriyete laf edecek, ona o liyakatı kim vermiş, keza İsmet Kahraman öyle, adamın adam yerine konması için adam olması lazım öncelikle, mıymıylar, onlar kim Atatürk kim mesela, karşılaştırılabilirler mi, konuşsun dursunlar, serbest, kimin kim olduğunu herkes biliyor nasıl olsa, en azından bizler biliyoruz.
Kaldı ki İstanbul’un değerini düşüren asıl unsur Kadir Topbaş’ın ta kendisidir, bunu anlamak için İstanbul trafiğine bir saat takılmak bile yeterli, İstanbul’a ne yaptığı, yapabildiği, ne kattığı için hala o koltukta durabildiği meçhul.
***Komşumdan bahsetmiştim, her sabah evden iki araba çıkıp ardından kızını okula götürdüğünden, geçen gün oğlu getiriyordu kızını, bu sabah ta babası götürüyordu, demek ki götürüp getirebiliyorlarmış sırmalılar, kadındır diye, nasıl olsa sesi çıkmıyor diye her şeyi kadının üstüne abandırmakla geçmiyor demek ki hayat, iyi yaptım da uyardım kadını, geri gelmeyen tek şey can, ve biz kadınlar bunun farkında olamayabiliyoruz çoğu zaman, çocuklarımızın sevgisi perde oluyor her şeye, olmamalı, önce sen iyi ol ki başkaları, çocukların da iyi olsun.
*Her gün götürüyor artık baba, yolunun üstünde bırakıyor, bütün yaptığı bu ve bunun için o kadın her sabah dışarı çıkmak zorundaydı, oh, ne iyi ettim. İnsaf, insana ne çok yakışan bir söz, insan kelimesinden türemiş zaten büyük bir olasılıkla, herkes her an hatırlamalı insaflı olmayı, seninki cansa onunki de can, sen o cana kıymet vermezsen o can da sana kıymet vermeyebilir, iniş uokuşun karşılığı.
***Adamın biri çok midye yiyormuş, ağır bir hastalığa tutulmuş, hareketleri kısıtlanmış, midye denizin çöpünü emermiş, ağır metaller içerirmiş, mangan zehirlenmesi olmuş adam, haberlerde gördüm, iyi ki huysuzum da her şeyi yemem, ağzıma bile sürmem öyle şeyleri, midye ve benzeri zerzevatı, adlarını yazmayı bile içim kaldırmıyor.
Azıcık takıntılılık var tabi bende, mesela sabah çayım, bir bağ maydanozun üçte bir sapı, üç, beş kiraz sapı, bir kabuk tarçın, bir karanfil, fındıktan büyük soyulmuş taze zencefil, bir tutam yeşil çay, cadı kazanı gibi, bir büyük bardağın içine koyuyor, kaynamış su ekleyip üstünü kapatıyor, 5-10 dakika demlendiriyorum, süzgeçle yarı çay yarı su içiyorum, ama şekersiz içemiyorum, o kadar uçamadım, maydanoz ve kiraz sapı ödeme iyi geliyormuş, bir fark oldu mu, görünürde bir fark göremiyorum, 3-5 aydır içiyorum böyle, ama sanki gözlerimi etkiledi gibi maydanoz sapları, daha iyi görüyorum, tarçın şekeri dengeliyor, karanfil hazma iyi geliyor, yeşil çay yağ yakıyormuş, zencefil başlı başına bir yarar zaten, bunları yapıyorum da çok mu sağlıklıyım, değilim, ama eskisine göre daha iyiyim, fazla yorulmuşum geçmişte, onun vurgunu galiba, o komşuma dediklerimi benim de gözüm görmemiş, bir o yana bir bu yana koşuşturmaktan olmuştur, başka ne olacak, düşte gör kötüye demişler, Allah bin belasını versin, benim ve kızımın elbise dolabını almıştık zaten, yazmıştım, dün de oğullarımın dolapları geldi, içim bir ferah etti, bir evde dolap olmasından daha doğal ne olabilir, ama bizde olmaz, olmazdı, ben nasıl olsa sıkış tıkış yaşayabilirim, her şekilde yaşarım, adam zengin, her şeye, herkese parası var, o paranın girmediği ev yok, bir benim evime girmiyor, bedava adam kullanacak ya, şimdi bul da kullan, benim dünyamı daraltmış yıllarca, o da ferahlık bulamasın inşallah, benim rahata ermem için ondan uzak olmam gerekiyormuş demek ki, ancak rahata erdiğime göre, ona uzakta olan kıymetli, yakınındaki zaten yakın, kim görüyor, şimdi bizde uzak olduk kazandık, ne mutlu bize, beter olasıca serseri.
Saygı Öztürk suçlu olanı haklı görmek üzerine bir yazı yazmış bugün, benim de öyle olduğumu hatırladım, o zamanlar, bize yaptığı zulmü haklı görüyordum, bu kadar uzun zamandır bize bakıyor, bundan bıkmış, sıkılmış olabilir diyordum kendi kendime, haklı görüyordum, cidden, açlığa kadar varan zulüm görüyor ve bunda haklılık payı görüyordum, üstelik sadece kendim değil, çocuklarımla birlikte, sanki ben o zaman zarfında ona bakmıyor, onun her işini yapmıyormuşum gibi, kendini siliveriyorsun, o seni sildikçe, yok ettikçe, ne kadar ezersen ez insan yok olmuyor demek ki, canı sağ oldukça.
İçinde bulunduğunuz durum zamanla normalleşmeye, normal gelmeye başlıyor, hayat bu, bu zaten normal bir durum diyerek kabulleniyorsunuz ve başlıyorsunuz celladınızla empati kurmaya, onun yerinde bende olsam bende öyle davranırdım, davranabilirdim demeye başlıyorsunuz içinizden, ve bu kabullenişle zulmün dozu daha da artıyor, zaten karşı çıksanız da bir sonuç alamadığınız için el mahkum kabullenmeyi seçiyorsunuz galiba bilinçaltında, beynin oyunları sonsuz, işte bu durumu örneklemiş Saygı Öztürk, ki ben bu durumu birebir yaşadım, aptalca da olsa, durumu Erdoğan’a bağlamış, bir türlü başımızdan def edilemeyişinin sebeplerinden biri olarak, milletçe sende haklısın deme kıvamına geldiğimizi söylüyor yani.
Daha da ironiği var, dörtlü şarjörle dolaşıyor gibi dolaşıyor etrafta, her gün, para tomarlarından rahat yürüyemiyor, eyvahlar olsun, başına bir iş gelecek diye tasalanıyorum, o zaman yani, o dört taraflı şişkin tomardan bir tanesini bana kıyamıyor, yani tomarın içinden bir tanesini, ben ona tasalanıyorum, ben biraz aptal mıyım neyim, iyi kazık yediğim ortada yalnız. Her gün o tomarların dörtte birini alsam ruhu duymazdı, yeri geldi aldım da, dediysek o kadarda aptal değilim, ama her gün dörtte birini değil, bundan dolayı da aptal olduğum sertifikalı, paraymış asıl mesele, dünyanın mihenk taşı, gerisi fasa fiso ve aptallık. Alsaymışım dörtte birini, her gün, bana ömrüm boyunca gani gani yetermiş, ama derdimin para değil ondan kurtulmak olduğunu düşünüyordum hep, istemediğin bir adamla, huzurun olmayan bir adamla paran olsa ne olur olmasa ne olur, sıç içine öyle paranın, böyle düşünerek almamışım, aptalım dedim ya, boşuna demiyorum aptalım diye, almış olsam onca zaman onca sıkıntıyı çekmezdim, erkeklik bende kalsın, para da neymiş, paranın ne olduğunu öğrenmiş oldum bu sayede, dünyanın kaç bucak olduğunu da, olsun, onu görmemek çeşmi cihana değer, it, var yedirmeyen iti, olmaz yedirmez, olur yedirmez, ama kendi yer, itin iti.
O bana kazık attı, atmaya da devam edecek, para olarak, benim için çok sorun değil, az, çok her koşulda yiyeceğim onun parasını, zaten çok yedirmiyordu dediğim gibi, ele iyi, bana iyi olmaya ne gerek var, ben zaten her koşulda yapmaya devam edeceğim yaptıklarımı, iyi olsa da olmasa da, karısıyım ya, kölesiyim yani, bul şimdi, burada bir işaret gerekiyor, beğen işaretinin benzeri ama biraz değişiği, beğen olmayanı, ama asıl kazığı benden yedi, şimdi farkında değil belki ama fark edecek, bana alışkın olanı bensiz bırakmaktan daha büyük kazık olamaz, istediğiyle gönlünü eğlendirsin, benden kalan boşluğunu asla dolduramayacak, azap içinde geberecek, her iddiasına varım, varken kıymeti bilinmeyenin yokluğunda anlaşılır ancak varlığının hikmeti, her aradığını yerinde bulmak, her konuda ona hayatı kolaylaştırmak, yük alıp yük bindirmemek, kaç kadında bulunur bu iyi niyet, iyi niyete dayalı bir yaşam, zor bulur, bulamayacak, hele ki bu zamanda, benim gibi enayisi zor bulunur, öyle saf salaklar mı kaldı, o eskidendi canım, şimdikiler suyunu sıkar canını alır adamın, iyide yaparlar, bunlara öylesi lazım, benim gibisi değil, yokluğum alacak intikamımı. 
***Bin ali, in ali “yolun yolumuz, davan davamız, başkanlık ise boynumuzun borcudur” demiş, kumar borcu bayağı bir birikmiş anlaşılan, öde öde bitmez, adam ne yapsın, aşağısı sakal, yukarısı bıyık, arada sıkışmış kalmış gariban, onun bu durumunun da psikolojide bir adı, betimlemesi vardır elbet, deminki empati kurma gibi, düşük, düşük, en düşük, olabildiğince düşük, bulunmamış, görülmemiş kadar düşük profilli başbakanımız.
Ayyy, gelen gideni aratır da bu kadar mı olur, Davutoğlu başbakanlığa ilk geldiğinde konuşmayı bilmiyordu, ilkokul çocuğu gibiydi konuşması, biz dinleye dinleye konuşmayı öğrendi, hatta sevimli gelmeye bile başlamıştı artık diyebilirim, şimdi bin ali, sevimli olduğunu sanıyor gülümseyerek, şirinlik ederek, ama aksine hiç mi hiç sevimli gelmiyor bana, sadece sahibinin sesi olduğu her yerinden sırıtıyor, kimliksiz, kişiliksiz bir vücuttan ibaret sanki, hiç sevemedim onun o pozisyonda oluşunu, başbakan oluşunu, İzmir’in belediye başkanı yapmadığı adam başbakan, kel alaka, birde onu söylüyorlar övünç kaynağı olarak, İzmir’den %38 oy aldı diyerek, iyi de kaybetti kardeşim. Aziz Kocaoğlu ondan daha büyük adam, bu durumda Aziz Kocaoğlu olmalı başbakan.
Bu Erdoğan gözetim ve denetiminde kurulan 6. hükumet, ilk hükumeti 60. hükumetmiş, bu 65. hükumet, evir çevir hep aynı isimler, sanayi bakanı olmuş savunma bakanı, savunma bakanı olmuş eğitim bakanı, eğitim bakanı olmuş kültür bakanı, eski sağlık bakanı yeniden sağlık bakanı, gerçi o iyi olmuş, geri kalanlar neredeyse hiç değişikliğe uğramamış, adam kıtlığı mı var akp de, hani damat ta olmasa yeni bir isim giremeyecek sanki araya, taze damada kadar başka isim gelmeyecek gibi, öyle görünüyor, yani zannımca öyle, bana göre yani….;)))
Bakanların bir ortak noktaları var, hepsi dörder, beşer çocuklu.
Zengin adı bilmem ne soyadı Bodur ölmüş, kalebodurun sahibi herhalde, cenazesinde rte ve a. gül var, ölenin kızı cenazede “babasının çanakkale 1915 ruhu” ndan bahsediyor, Atatürkçüyüz diyor, sende kim oluyorsun diyor, gözünün içine baka baka, kimse yemiyor onun bu geçici ve sığ popüleryasını, Aziz Sancar aldığı nobel ödülünü anıtkabire bırakırken yaninda Erdoğan ve Davutoğlu vardı, bu hafta, “Atatürk’e ve cumhuriyete olan vefa borcumu ödedim” dedi, yine onların gözlerinin içine baka baka, bu sık sık oluyor, bu tarz olaylar, kimse kabullenmiş değil onun bu otoriter ve diktatöryen tavrını, herkes bir “geçiniz” tavrında, birileri konuşur, birileri yapar, bunun başka bir deyiş şekli de var, onu söylemeyeyim demiştim ama, kibar olmak adına, çok kibarımdır, hadi söyleyeyim, it ürür kervan yürür.
Yemezler cicim, bu senin kasımpaşalı ayaklarını. Cenazede ne dese beğenirsiniz, “soyadı bodur ama kendi hiç bodur değildi” zeka başka bir şey, herkeste bulunmuyor işte, her ne kadar Aziz Sancar zeka değil çalışma dese de bu böyle, o orada söylenecek laf mı, iyi ki Allah bir boy vermiş, o da 1.82, devede de boy var da, aklı işte bunun kadar. 
Son iki başbakanın da bodur, onları ne yapacağız, insan iki düşünür bir konuşur, elbette aklı varsa. Bu aklı yetmezlerin eline düştük ya, ona yanıyorum, başka bir şeye değil, onca şey yaşadık, okuduk, ettik, sonra bu öküzler tarafından yönetilmeye layık olduk, bu nasıl iş?
Ne konuşmasını biliyor, ne oturmasını kalkmasın biliyor, görgü desen görgü yok, bilgi desen bilgi, cahilin zır cahili, ne işi var onun o koltuklarda, boş yere işgaliye.
***Ne biçim mahluklar olduk, hepimiz, boyunlarımız ileri ileri duruyor, ben de dahil, hep bu bilgisayarlar yüzünden, boynu düz duran, düz durabilen insan kalmadı gibi bir şey, dün biraz dizilere baktım, perşembe geceleri dizilerin kapışma gecesi galiba, iyi diziler perşembe gecesine konmuş, asla vazgeçmemdeki asıl adamın eski karısını oynayan kadının boynu dümdüz, eskiden bütün insanların olduğu gibi, hepimiz onu örnek almalıyız kendimize, ben de, aman Allahım, o diziler ne kadar uzun öyle, asla vazgeçmem 8 de başlayıp 12 de bitiyor, diğerleri de yine o civarda veya 11 gibi, film izlemekten daha uzun, filmler 2 saat civarında, gerçi eskisi gibi film de izlemiyorum, bu turkcele geçtim beri, hem filmlerde iş yok hemde seslendirilmelerimi kötü neyse izleyesim gelmiyor, çok izlemekten sıkılmış olmalıyım, film izlemiyorum, dizi izlemiyorum, ne yapıyorum, kendimden gizli spider solitaire oynuyorum, dakika ve puan yükseltme derdindeyim, ama kendimden gizli, skorum dakikam 15, puanım 1141, kendimle güreşiyorum, birde aramızda kalmasın izliyorum, o da çoğu zaman hızlı, hızlandırılmış olarak, ben o kadar sabırlı ve vakti bol bir insan değilim, hızlandıramasam hayatta izlemem, hiçbirini, akşam kördüğüme de baktım, Mehmet Aslantuğ gelmiş, dizinin ortalaması yükselmiş, the other woman filminde vardı bu ortalamayı yükseltme meselesi, izlediniz mi, izlemediyseniz izleyin, favori filmlerimden biri, bir daha mı izlesem, köseme de bakayım dedim ama o kasvetli giysileri görünce içim daraldı, bakamadım, sezonun en iyi dizisi kördüğüm, bütün yeknesaklığına rağmen, ya acıdım ama o dizileri izleyenlere, köle gibi 4 saat tv başını bekle, ben başına git, sonuna git, 8, 16, 32 hızında izle gibi yöntemlerle izlediğim için bana çok koymadı ama 4 saat izleyenler perişan oluyor olmalı, gerçi öyle bir geçer zaman ki yi izlerken zaman su gibi akıp geçiyordu benim için, 1 bölümünü dahi kaçırmadım, yine o ayarda bir dizi olsa yine izlerim, asla vazgeçmemde konu hep iki kadın bir adama dönmüş, birdi iki olmuş iki kadın bir adam, dünya onun üstüne dönüyor ondan olmalı, herkes iki kadın bir adam halinde, şutla gitsin, ofsayta çıksın, ama bırakmıyorlar çünkü adam eşittir para, adamlar akıllı da kadınlar aptal mı, akan musluğu niye kessinler, var da yedirmeyeni şutlarsın tabi, benim gibi, başka ne yapıcan, gül diye mi kokluycan zakkumu.
Yarın, 28 mayıs, mars akrebe geçiyor, zaten geri gidişteydi, akrepte geri gitmeye devam edecek, beni çok etkiliyor bu geliş gidişler, son bir haftadır acaip gerginim, hiç sebepsiz, hele geçen gün venüsle karşılaşmış, o gün sıkıntıdan perişan oldum, gökyüzünde ne yaşanıyorsa birebir bana yansıyor, bir geçse akrebe de rahata ersem, akrebe geçince de ortalık karışacak, yarın ve sonrası, bugün bile başlayabilir, ben tetikteyim, bekliyorum, ne diyor bu kadın diyorsunuz değil mi, diyin, ben ne dediğimi çok iyi biliyorum, bilmiyorsanız suç sizin, birkaç gündür her gün 7 ayetel kürsi, 7 felak nas okuyorum, çocuklarıma, kendime, okumak lazım, yer gök dua ile, öyle çok kötülük var ki etrafta, belli veya belirsiz, ayan veya gizli, çocukları korumak gerek bir şekilde, bu, görünen dünyadan ibaret değil yaşadığımız dünya, bir bilinmeyeni, saklı olanı var elbet, zaten öyle olmasa hiç çekilmez olurdu, iyi ki var. Gidipte okuyayım unutmadan, by, oğluma uyurken okuyorum, bilse beni perişan eder, gizli gizli, ona okudum mu, hayır, ne okuyacağım, uğraştığıma değmez, nemrut, değene yapılır böyle güzel şeyler, kronik vakalara değil, yavrularıma.
***Sporu da boşladım, yine, amaaann, yapsam, yapabilsem evde öyle çok spor var ki, say say bitmez, camlar yeter başlıbaşına bana spor yaptırmaya, yine beni bekliyorlar bu ara, bir boşluk bulabilirsem günlük işten sileceğim de, ona sıra gelmiyor bir türlü, hem o dizler bana daha çoook lazım, millet patır patır diz ameliyatı oluyor baksanıza, Gonca Vuslateri diye biri, ki tanımam etmem, dizilerde oynuyormuş, o bile diz ameliyatı olacakmış, genç, dur bir bakayım yaşına, bi dakka, geliyorum, …. baktım, 29 yaşındaymış, ben 50 yaşında olduğuma göre çok daha dikkat etmeliyim dizlerime, ya yürüyüş bandından olmuştur ya da topuklu ayakkabılardan, veya her ikisi birden. yinede giderim arasıra, belki.
***Yandı gülüm keten helva, o artık ne başbakan, ne bakan, sıradan bir milletvekili, üstelik üstü çizik bir milletvekili, sana kim dedi koskoca padişahı elinin tersiyle it, etin ne budun ne, üflesem uçacaksın zaten, çayyolunda 6 odalı bir villaya taşınıyormuş, sığabilecek mi ki acaba eşyaları, yarısı çöpe, ev kiralık galiba, kiralar 5 bin civarıymış orada, maaşı yetecek mi ki, neyse, karısı da  çalışıyor nasıl olsa, denkleştirirler ucu ucuna, biz kurtulduk hiç değilse onun yüklü kiralarını ödemekten, hazinede para artar artık, susma sustukça sıra sana geldi, konuş, konuş, konuş.
Bir yerden başlasalar artık, sıkılmaya başladım, ya Davutoğlu ya Arınç, demek ki hiçbiri tam dürüst değil ki konuşamıyorlar, hepsinin var bir pisliği sakladıkları, Reza’nın arkası çorap söküğü gibi gelir mi ki? Ulan ne belaya çattık, gel gelmiyor, git gitmiyor.
*Gürce sitesiymiş, çayyolu livanın arka sokağı, bugün tam yanından geçtim, orada doğru dürüst güvenlik bile olmaz ayol, ben ona komşu olmaya korkarım mesela, evler birbirine oldukça yakın.
***Tanıştığımızda ikimizde 17 yaşındaydık, 83 yılı, hem okul hem yurt arkadaşıydık, her param bitişinde o imdadıma koşardı, param geldiğinde bütün paramı ona verir, ertesi gün yine ödünç almaya başlardım, çünkü gelen param kadar borçlanmış olurdum, onunla ilgili en çok aklımda kalan bu olmuş, yurt arkadaşlığı kardeşlik gibidir, kardeş gibiydik, hatta kardeşten ötedir, çünkü evinden uzak ve yapayalnızsın, herkes öyledir, senin gibi, 1,2 yıl sürdü arkadaşlığımız, sanırım o kadar da değil, çünkü önce yurtlarımız ayrıldı, iki sene sonunda ben o okuldan atıldım, yollarımız tamamen ayrıldı, bir daha görüşmedik, facebookta bir iki kez aradım ama bulamadım, kapalıymış facebooku, sağlık sorunlarından ötürü kapalıymış yıllardır, geçen gün rastladım, 3 gün önce, fotoğrafını görür görmez anladım ki bir badire atlatmış, yüzünden çok belliydi, bu bana engel değil, yazdım, karşılık verdi, konuştuk, rahim kanseri olmuş, 20 yıldır bu dertle uğraşıyormuş, 30 yaşından beri, ben de miyom oldum ama onunki iyi huylu olmayanındanmış, üzüldüm elbette, bulduğuma sevindim, böyle bulduğuma üzüldüm, bugün yine 20’li yaşlardan tanıdığım birini gördüm, kadın, o da bir badire atlatmış, ne atlatmış bilmiyorum ama aynı yaşta olmamıza rağmen benden en az 10 yaş büyük görünüyor, inanamadım gördüğümde gördüğüme, genç, cıvıl cıvıl bir kızı 30 yıl sonra görüyorsunuz ki bambaşka biri, yaşlı bir kadın, ben bunu bu ara peşpeşe yaşıyorum ve bu beni derinden sarsıyor, hani ara ara görmüş olsam bu kadar etkilenmem de o birdenbire geçen yıllar, ki birdenbire geçmiyor elbette, çok şeyi değiştirmiş oluyor, geçen aylarda yine o ilk dönemden tanıdığım biri, bir kadın kanserden öldü, biz nerede hata yaptık hiç anlamıyorum, annelerimiz kanser olmazken biz niye kanseriz, çernobilde biz 20 yaşındaydık, 86 yılında, bakanın biri çay içip bakın ben çay içiyorum demişti, o gün bu gündür ben çay içmem, bizim evde çay içilmez, hiç içilmedi, birileri gelirse içilir ancak, neden hep kadınlar kanser oluyorlar, meme kanseri, rahim kanseri, tavuklar, yumurtalar mı yapıyor, saç boyaları mı, doğum kontrol hapları mı, hormonlu sebzeler mi, damacanalardaki bpa mı, yoksa çernobilin çayları mı yaptı, kimse bilmiyor sebebini.
Bir zamanlar varlığı ile seni mutlu eden bedenin gün geliyor mutsuzluk sebebin oluyor, ruh aynı ruh, beden başka beden, zalimce. Arada büyük laflar da ediyorum böyle;)))
***23 nisanda şehitler vardı, 19 mayısta ışid bomba söylentisi, 29 mayıs İstanbul’un fethinde hiçbiri, şerefsizler, sayesinde yaşadıkları, sefa sürdükleri cumhuriyete karşı komplolar düzenleyen biçare şerefsizler.
***Bugün pazartesi, ama işim azdı, iki makine çamaşırın bir kısmını sadece katlayıp, kalan kısmını ütüleyip dolaplara yerleştirdim, ütü, çamaşır yerim balkon, kimse yok karşımda, bomboş bir arazi var sadece, dünden taze fasulye var, yanına pilav yaptım, salata da elllerimden öper mi öpmez mi bilemem, keyfime kalmış, olmadı yoğurt var, azıcık aşım kaygısız başım, bir kişi daha fazla olsa bir kişilik daha fazla iş yapacağım anlamına gelir bu, neyse ki yok, nescafemi aldım, balkondayım, benden ağası yok, benden selam söylen bolu beyine, bundan sonra mı, tövbeler tövbesi, baş ağır kulak sağır, kimsenin derdini çekmem, kimse de beni çekmesin zaten, istiap haddim sonuna kadar dolu, ancak kendimi ve çocuklarımı çekerim.
Çıkıp yürüsem mi dedim, dışarda yani, spor salonunda değil, aklımı peynir ekmekle yemedim, dizlerim hala tam iyileşmiş değil, sonra her zamanki gibi üşendim, oturuyorum, balkon boş araziye bakıyor, gerçi karşıda vinçler dikildi, başladılar bina dikmeye ama hala boş sayılır, kızılkuyruklar, ki küçücük ve kuyruğu gerçekten kızıl, turuncuya çalıyor, çam baştankarası bütün gün önümde cıvıldaşıyorlar, arada keklikler geçiyor, yürüyorlar, uçamıyorlar sanırım, nereden bileyim, bir hayvanat bahçesinde görmüştüm, birde şimdi gördüm, herhalde uçamıyorlar, tavşan da var, ha, birde kerkenez var, kerkenez havada durabilen bir kuş cinsi, iri bir kuş, küçük değil, kızımın kuşlar kitabına göre 30 santimmiş, 5-10 dakika havada duruyor, biraz öteye gidiyor bir daha duruyor, kartal olduğunu sandığım iri kuşlar da görüyorum ki ya kartaldır ya da şahin, çok iyi geldi bana bu ev, hem geniş hemde ferah, iyiyim yani.
Biraz fazla ışık alıyordu, oğlum çok mızmız bu konuda, karartma perdeleri taktım, şimdi daha iyi, çok daha iyi uyunuyor, gold, altın rengi ama içinde siyah bir katman var, iyi kapatıyor ışığı, kornişin ilk, cama en yakın kanalına takıldığında daha iyi kesiyor ışığı, zifiri karanlıkta uyumak iyi geldi, banyoda cam var, sabah bir açtım banyonun kapısını ışığı açık bırakmışız sandım, meğerse gün ışığıymış, gece bile her yer ışıl ışıl olunca kesin çözüm, sokak lambalarını kıramayacağımıza göre, ki onlar da gerekli, kalın bir perde şart,  ayrıca kalın perdeye de gerek kalmıyor, otellerde de bu perdelerden var, barut otelde vardı mesela, öyle hatırlıyorum, metresi 40 liradan aldım, bursa kumaş pazarından, kocabeyoğlu pasajının alt katında, bilen bilir oraları, dikiş ücreti ayrıca veriliyor, dikişin tanesi 30 lira, kenarlardan 20, 30’ar santim fazla bırakmakta fayda var, en çok kenarlardan ışık sızıyor, birde tek parça olmalı, ikili değil, tabi ki katsız, kıvırmalı, pileli falan değil, düz, çünkü zaten oldukça ağır bir kumaş, korniş taşımaz, hemde gereği yok.
*Bana kim dedi akşam vakti al bir nescafe iç diye, uykumu kaçırdı, saat 12 olmuş, yoksa ben şimdiye çoktan uykuyu yarılamıştım.
***Öğrencilerine fazladan not veren özel okullara para cezası verilecekmiş, para toplamanın yeni bir yöntemini mi bulmuşlar yoksa bizi mi kandırıyorlar, madem ki bu kadar ciddisiniz bu meselede okulların, okul notlarının üniversite sınav sonuçlarına etkili olmasını kaldırın olsun bitsin, kulağı tersinden göstermek niye, yalancılar, hem zemini kendileri hazırlıyor hemde engel olmaya çalışıyoruz diyorlar, çocuk kandırır gibi, size niye inanalım ki, yalancı ve ikiyüzlüsünüz, aklımızla oynamaktan sıkılmadınız mı hala, bizi daha ne kadar aptal ve anlamaz yerine koyacaksınız, koca hödükler, Allah sizi başımızdan alsın inşallah, münasebetsizler.
O kuralı kendileri getirdi, yani akp, ondan öncesinde böyle bir şey yoktu, okul notları üniversite sınav sonuçlarını etkilemiyordu, sanki başkası zorla yaptırıyormuş gibi düzeltmeye çalışıyorlar, sözüm ona, bu ne aşağılık, adi heriflere çattık ya! Sanki silah zoruyla öyle olmasını dayatan biri var da engel olmaya çalışıyorlar, hay sizin olmayan aklınıza, size köpek işesin emi.
Hiç utanmadan gözümüzün içine baka baka çocuklarımızın hakkını yiyorlar, emeğinden çalıyorlar, sonra da biz yemedik kedi yedi diyorlar, manasızlar.
Kendi hödük çocıuklarını iyi bölümlere yerleştirebilmek için bizim çocuklarımızın hakkını yiyorlar, komşumun kızı özel okulda, lise sonda, yazılı kağıdını cevap anahtarıyla birlikte veriyorlarmş bu yıl, çüş yani. Gece gündüz demeden çalışıyor oğlum, gecesi gündüzü belli değil, it, köpek kazansın diye mi, kıçını yırtan da bir yan gelip yatan da’ ya çevirdiler işi, Allah bin belalarını verir inşallah.
Sayfanın dibine gelmek zorlaşmış, in in in bitmiyor, neyse bugün ayın son günü, yarın yepyeni bir sayfa açarım bizlere;))))))
 9999. kelimeyi yazdım şu an. Ben aralara yazdıkça o sayı artıyor.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *