Press "Enter" to skip to content

Gündem 1j Ekim’12

*Bugün Ahmet Taner Kışlalı?nın öldürülüşünün yıldönümüymüş; 1999 yılı; 21 Ekim?de öldürülmüş; öğrencisi olmuş pek çok kişiden biriyim; nur içinde yatsın. Tanıdığım en saygıdeğer, kibar, efendi insandı; deyim yerindeyse Atatürk gibi; adam gibi bir adamdı. Hani her ölenin; öldürülenin ardından methiyeler dizilir ya; öyle değil; Ahmet Taner Kışlalı hakkındaki methiyelerim gerçek olan cinsinden; en ufak bir abartı, ekleme yok. Öldürüldüğü gün yazdığı son yazıyı az önce okudum. O yazıdaki içerik için öldürüldüğüne inanası gelmiyor insanın. Kuranın türkçe okunmasını destekleyen bir konuşma yapan bir generali destekleyen bir yazı sadece. Bunu şimdi Yaşar Nuri Hoca her gün, her programında söylüyor; kimse öldürmüyor -şükürler olsun ki- Yaşar Hocayı. Yazık olmuş Ahmet Taner Kışlalı hocama; ve yuh olsun ona bunu reva gören; bellemek (hafızaya almak; kaydetmek; ezberlemek) ile bellemek (argoda küfür) arasındaki farkı bile bilmeyen bağnaz, cahil, yobaz eğitimsiz kafalara. Ahmet Taner Kışlalı altın harflerle kalplerde, akıllarda yaşamaya devam edecek; ya onu öldüren zalimler; bir hiçlik içinde yok olup gidecekler.

?Petrol zengini? Ortadoğu?ya önerilen model; ulusal devletlerin yerini alacak ?etnik devlet?lerdir? Ve bunun üstelik çok yeni bir yanı da yoktur.

?Böl ve yönet? tarih kadar eskidir!

Bu hocam Ahmet Taner Kışlalı?nın düşüncelerinden biri sadece. Bu söz bile neden öldürüldüğünün açık kanıtı; bugünü; başımıza gelecekleri söylemiş hocam; bundan en az 12 yıl önce. Şimdi yaşadıklarımız bu değilde ne?

?Dinci ve gerici çevrelerden yaylım ateşi geldi??; ?Hazar Türkleri?nin Museviliği benimseyip İbraniceyi öğrenmeleri ile giderek Yahudileştikleri??; ?Dile saygılı? Dine saygılı.. Ulusa saygılı??; ?Ulusal devleti savunmak??; ??Tam bağımsızlık? ilkesinin savunucusu olan Atatürk!??;

yazılarındaki bazı alt başlıklar. Yazdıklarından öte söze hacet yok sanırım. Söylediklerinin hiçbiri geçen zaman içinde zaman aşımına uğramamış; gündemdeki önemini kaybetmemiş şeyler. Neyse ki hala üstüne konuşuluyor; hiçbiri yapılmak istenen sonuca tam manasıyla ulaşmamış durumda; şimdilik. Bu zamansızlık kavramı Uğur Mumcu?nun yazıları için de geçerli. Herhangi bir yazısını yarın yayınlasanız kimse fark etmez; cuk diye oturur; gündem ve yaşananlarda hala bir değişiklik olmadığı için.
*Bir afra, tafra, kendini beğenmişlik furyası var başbakanda. Kimseyi beğenmeyip mangalda kül bırakmıyor. Yok Kılıçdaroğlu bilmezmiş, Bahçeli bilmezmiş, kendi bilirmiş; O İstanbul?a belediye başkanlığı yapan adammış; o yüzden bilirmiş. Onlar ot tarlasında büyümüşler sanki. Bir megalomanyaklık gelişmeye başladı başbakanda; uluslararası politikalarında çuvallamaya başlayalı beri; kimseleri beğenmez oldu kendinden başka. Uluslararası arenadaki yenilgisini; aptallıklarının ortaya çıkışını örtbas etmeye kalkıyor böyle yaparak. Şu büyük Türk milleti şöyle adamakıllı bir psikolog, psikiyatrist yetiştirmedi mi şu başbakana paranoyak şizofren; manik depresif megalomanyak teşhisi koyacak?
Bizler; benim çağım Demirel ve Ecevit?in karşılıklı birbirleriyle atışmaları ile büyüdük. Adeta bir hacivat karagöz edası ile birbirleri ile atışıp durdular nefesleri yettiğince. Ama hiç Erdoğan gibi bel altına vurdukları; aşağıladıkları; hor gördükleri olmadı birbirlerini; saygı çerçevesinde devam etti bütün o atışmalar. Kişiliklerini hedef almadılar. Şimdiki durum ise mahalle karısı kavgasını andırıyor kelimenin tam manasıyla.
Her işte uzman mübarek. Eğitim sistemini alt üst etti; -gerçi bir haltta edemedi; o ayrı mesele- şimdi geldik belediyelere; ne reformist bir adam; durdur durdurabilirsen! Kırk yıllık köyleri yok etmek ona ne kazandıracak; anlamış değilim. Herhalde dendiği gibi eyaletleşmenin; federasyonlara bölünmenin yollarını açıyor olmalı. Bir de olsa olsa köylerdeki tüzel kişiliklere ait arsaları, mezraları; ormanları ele geçirmek içindir; kendi adamlarına peşkeş çekecektir. Vardır bir bildiği; hin ya; saman altında su yürüten cinsinden; pek tekin ayakkabı olmadığı ortada. İşine, neyi neden yaptığına akıl sır ermiyor. Tekinsizliği; güvenilmezliği her geçen gün biraz daha ayyuka çıkıyor. Bu gidişle asıl çuvallamayı seçimlerde yaşayacak. İnşallah.
İstanbul?da Akp oyu az olan ilçelere Akp oyu yüksek olan ilçelerin mahallelerini dahil ediyorlarmış; belediye başkanlıklarını kazanmayı garanti altına almak için. Homojen bir yapı sağlıyorlar yani;))); kendi işlerine gelen yönden. Bunlardan her hinlik beklenir zaten. Çankaya için ne gibi bir planları var acaba; merak ettim doğrusu. Zor alırlar Çankaya?yı!
***Türkiye Suriye devletine karşı savaşan muhaliflere ve ailelerine mülteci kamplarında barınma olanağı sağlıyor, silah sağlıyor ve bütün bunlar yetmezmiş gibi bu sözümona asker ve komutanlara maaş bile veriyor. Türkiye tam anlamıyla Suriye iç savaşının göbeğinde yani. Tam bu evrede Amerikan Türk konseyi başkanı Armitage tarafından bir açıklama yapılmış;  

?Suriye?de kimyasal ve biyolojik silahların olduğu söyleniyor. Eğer bunların kullanılmaması güvence altına alınmazsa, ilk etapta Türkiye için, uzun vadede de ABD için tehdit oluşabilir?.

Ayıkla bakalım pirincin taşını; yirmi bin fersah uzaktaki Amerika, Suriye?nin kimyasal silah kullanabileceği endişesi içinde; lafta Türkiye için bile endişe duyuyor; bizde öyle bir korkudan eser yok. Nerede korku bu konunun bahsi bile geçmiyor; kör, kör parmağım gözüne. Burnumuzun ucundaki tehditten bile haberimiz yok. Akp Suriye konusunda öyle bir politika izliyor ki; bu politikadan kendi milletinin ne haberi ne de izni var. Boş bulmuş araziyi; sürüyor bildiği yere. Ezici bir çoğunlukla mecliste olmalarının en kötü sonucu bu; kendilerini kimseye hesap vermek durumunda hissetmemeleri. ?Sana mı soracağız?? deyip geçiyor herif; yani Erdoğan; her seferinde. Ne Kılıçdaroğlu?nu takıyorlar kıçlarına; ne de Bahçeli?yi. Bahçeli de zaten onların yol arkadaşları; dün okudum Bekir Coşkun?un yazılarını; o da aynı şeyi söylüyor. BDP ile zaten yolları ve amaçları aynı AKP’nin; mecliste kaç oy kaldı geriye; kalan oy sayısı bir işe yaramaz.
 AKP ve BDP, yeni anayasada ?vatandaşlık? başlığını önerirken MHP ?Türk vatandaşlığı? ifadesinde ısrar etmiş; CHP ise garip bir tutum takınarak ?Vatandaşlık-Türk vatandaşlığı? kavramlarının birlikte kullanılmasını önermiş; kimin kiminle birlikte olduğunu ve yol arkadaşı olduğunu anlamak için bu gösterge yeterli. AKP ve BDP ortak, CHP ılımlı; MHP karşıt görünüyor böylesi bir durumda. Ne vatandaşı olduğumuz bile artık muallakta; gerisini siz düşünün artık. Niye ıcığını, cıcığını didikliyorlar ki anayasanın; bazı şeyler olduğu gibi kalsın; niye herşey elden geçirilmek zorunda? Ellenebilecek şeyler var; ellenemeyecek şeyler var. Onlara bu tür bir müdahale hakkını kim vermiş; nereden alıyorlar benim ne vatandaşı olacağımı belirleme gücünü; bu zaten belli; ben Türk vatandaşıyım; ben Türk vatandaşı olarak doğdum; onların izni olmadan da Türk vatandaşı olarak öleceğim; onlara ne? Onlar; AKP’liler, BPP’liler, CHP’liler ve MHP’liler kim oluyor; hepsi. Ben onlardan herhangi birine oy verirken vatandaşlığımla ilgili fikirler geliştirmeleri konusunda izin vermedim; onlar kim oluyorda benim vatandaşlığımı değiştirme cüretinde bulunuyor? Bunun için mi; bize ihanet etsinler diye mi oy verdik onlara; hepsine; böyle bir konu tartışılamaz bile. Eğer ben Türk vatandaşı değil isem nasıl oy verdim onlara? Abuk subukluğa bakar mısınız? Türklüğümle oynatmam; ne ona; ne buna!

?Davut?un oğlu, Amerikan dış politikası ile bizim dış politika hedeflerimiz örtüşüyor, diyordu.

Aslında şimdi görünüyor ki, AKP?nin çıkarları, İsrail?in çıkarları ile örtüşüyor.

Görünen odur ki, Amerika?nın asıl hedefi Ortadoğu da yeni bir Filistin olacak Kürdistan kurmaktır.

Bu da, Türkiye?nin bölünmesini getirir.

Bu iktidarın Amerika ile birlikteliği, birlikte Türkiye?yi bölmelerine doğru hızla gidiyor.

Bu iktidar Türkiye için bir güvenlik sorunudur.?

Bülent Esinoğlu?nun 23 Ekim tarihli yazısından alıntıladım bu kısmı; ve tam anlamıyla katılıyorum bu sözlere; AKP?nin varlığı Türkiye için ciddi bir güvenlik sorunu teşkil ediyor. Her ulusal bayramlarda tekrarlanan nakarat yine başladı. Bayramı kutlatmayacaklarmış; Türk bayrakları asılmayacakmış; Türkiye?de Türkiye cumhuriyetinin bayramı kutlanmayacaksa hangi ülkenin bayramını kutlayacağız; 4 Temmuzu mu? Biz kimiz, neyiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz; kimliksiz, soysuz, atasız mı var olduk bu topraklarda? Soysuz olan; soyunu, nereden geldiğini, kimin sayesinde saltanat sürdüğünü unutan onlar; AKP?liler; biz soysuz değiliz. Bu soysuzlara verilebilecek en güzel cevabı yine Atam vermiş zaten; okuyun lütfen ve ne kadar açık zihniyetli; uzak, geniş görüşlü bir insan olduğunu bir kez daha takdir edin; benim gibi.

?Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız.?

Mustafa Kemâl ATATÜRK, 1923

?Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ?Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır? demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Mustafa Kemâl ATATÜRK, 1933

 ***Yeni açılan 763 imam hatip okulu tekrar düz liseye çevriliyormuş;)))) Ne büyük hüsran! Bu millet yapılan iyilikten anlamıyor ki! Hepisi gomünist olmuş bunların;))) Adam imam hatip reformu yaptı; imam hatipleri eski görkemli günlerine kavuşturup nostalji yapacaktı; anlayan, dinleyen yok; bu nasıl iş!
Askeri içeri tıkmasına tıktılar ama dışardaki çoğunluğu unutup göz ardı ettiler bana kalırsa. Bu cumhuriyete dahip çıkacak yüz binlerce; milyonlarca insanının dışarda olduğunu göremediler; ne derler; ‘bir gider bin geliriz’. Başbakan açıkladı; ”Eğer farklı saplantılar içine sokarlarsa, gelen istihbaratlara göre olayın çok daha çirkin noktalara taşınması durumunda valiliğimiz de -gereğini- yapacaktır”. Cumhuriyete sahip çıkmak isteyenlere anarşist muamelesi yapılacak yani. Biber gazı sıkılacak, coplanacak, içeri atılacak. Neredeydik; nerelere geldik; yazık onca emeğe. Çok değil; on yıl öncesine kadar cumhuriyete karşı çıkanlara uygun görülen bu muamele şimdi cumhuriyete sahip çıkanlara uygun görülüyor; 180 derecelik değişim! Türkiye cumhuriyeti başbakanı cumhuriyeti kutlamak isteyenleri anarşist ilan ediyor; engellemeye kalkıyor; bu adam nasıl bu cumhuriyetin başbakanı olabilir; bulunduğu makamı hak ediyor mu sizce? Ona oy verip oraya; o makama getiren beyin yoksunlarına lanet olsun.
”Bu milletin %60’ı aptal” demişti Aziz Nesin; %10’luk bir şaşma olmuş; düzeltiyorum; ”bu milletin %50’si aptal”; o akp’ye oy veren %50; hemde kelimenin tam manasıyla. Aslında diğer %10’luk dilime de bdp’nin oylarını oturtursak hesap tamam oluyor; Aziz Nesin haklıymış; tamamı tamamına bu milletin %60’ı aptal. O %60 aptal yüzünden bütün bu başımıza gelenler. Her şeyin başı eğitim, eğitim, eğitim. Onun için istemiyorlar zaten okulları, öğretmenleri, öğrencileri. Okullar onların mezat alanları; öğretmenlerse yem bekleyen kuş; bu zihniyetteki insanlarla varılacak nokta ancak bu nokta olabilirdi.
 
******Bahçeli Akp?nin sözcülüğüne soyunmuş; ?29 Ekim günü yapılacak bayram Türkiye?yi önemli sıkıntılara sokabilir. Bu yanlışlıktan vazgeçilmelidir? demiş; bayram kutlamak ne zamandır sıkıntı sebebi oldu sayın Bahçeli; sizin yaşınız benden oldukça büyük; benden çok daha fazla bayram görüp geçirdiniz; bayramları kutlamanın sıkıntı yarattığını ne zaman gördünüz? Eski köye yeni adet mi bu söylemler? Akp ile birlikte mi sattınız bu vatanı yoksa?
Bir gün o yandan esiyor Bahçeli; öbür gün diğer yandan; ne söyleyip ne söylemediğinin kendi de farkında değil galiba; istikrarlı bir adam var mhp?de; Oktay Vural; o geçsin başlarına; hiç değilse yanar döner değil; söylediğinin arkasında duruyor yüreklice. Bahçeli ise kapı gıcırtısına oynar cinsten oldu artık; bir o yandan kıvırtıyor, bir bu yandan. Hangi tarafta olduğuna bir karar versin artık; benim bile kafamı karıştırdı; kendi kafası ne kadar dağınık Allah bilir?
***Bir yürüyüş yapıldı; yer yerinden oynadı; gerçi yürüyüşte şanı ile yapıldı; yüzbinlerle dendi ama polise göre 1 milyon; diğerlerine göre 1,5 milyonmuş katılım sayısı; mahşer yeri gibiydi yani. Başbakan?ın ?engelleyin? emrini Cumhurbaşkanı tolere etmiş; ?zorlarlarsa engellemeyin? e çevirmiş; iyi de olmuş; sağduyuya yaklaşan bir cumhurbaşkanımız var artık demek ki! Yoksa şirin mi gözükmek istiyor millete; yeniden cumhurbaşkanı olmak için; ama Erdoğan kadar keskin sirke olmadığı belli her koşulda; neyse; önemli değil; iyi yapmış. Başbakan köpürdü bu işe; emrinin yerine getirilmeyişine; orada insanlar telef olsa içi yanmayacak demek ki! Ne gaddar bir insan! 12 Eylül dönemine döndürecekti ortalığı. Ki oradaki sulama, gazlama görüntüleri bile kötüydü; bir bayram kutlamak isteyen insanlara bu yapılmamalıydı; çok çirkindi yapılanlar. O insanların yapmak istediği ne? Lenin?e; Stalin?e değil; Atatürk?e yürümek istemek; bayram kutlamak; cumhuriyeti onurlandırmak.
?Laiklik için bağıranlar da onlar? diyor başbakan; evet onlar laiklik için bağıranlardı çünkü onlar zaten laik bir ülkede yaşıyorlar; laik bir ülkede yaşayanların laiklik için bağırmasından daha doğal ne olabilir? Demek başbakanımız laik değil; laik değilse laik bir devleti ne hakla yönetmeye kalkıyor? Bu ülkeye başbakan olmaya yeltendiğinde bilmiyor muydu bu ülkenin laik olduğunu ve laiklikten başka bir seçimi olmadığını? Ne demeye başbakan olmaya yeltendi ki! Bu ülkede Atatürk?ün dediklerinin ötesinde bir yaşam biçimi olamayacağını görememiş mi idi? Adam olacak Allah?ın izniyle; kimler adam olmadı; o da olacak; o veya bu şekilde.
Sokaklardaki yüzbinleri ?illegal örgütler? olarak nitelemiş; kendi kongrelerine gelenler çok mu matah ve hırlı? Hepsi Fethullah Gülen uzantısı; bu ülkede iki zıt uç var her zaman; bir ucu görmezden gelmekle bu uç yok olmaz; 29 Ekim günü balyoz gibi önüne çıktı o uç. Hep onda olacak değil ya balyoz!
Orada; o kalabalığın içinde kimler yoktu ki; çocuklarımın öğretmenleri, okul arkadaşları, benim arkadaşlarım; çocukluk arkadaşlarım, sıradan herkes vardı; cumhuriyet aşkıyla büyüyen, yaşayan, cumhuriyete ucundan kıyısından bağlı olan; içinde Atatürk sevgisi hala canlı olan herkes; cumhuriyete karşı duranlara karşı duran herkes. O insanların hiçbiri illegal örgütlere falan bağlı da değildi; suçladığı gibi; benim gibi sıradan insanlardı; az, çok mürekkep yalamış; dünyadan haberdar olan insanlar. En az bir o kadar da; belkide çok daha fazla; yürekleriyle orada olan; televizyon ekranlarından takip eden insanlar var üstelik.
Bir el çırpışında Ankara’da milyonlar toplanabiliyorsa; sosyal demokrat olan; bu Ankara belediyelerinin neredeyse hepsini AKP’nin alması ne ile açıklanır; Ankara’nın nüfusu belli; taş çatlasın 5 milyon; çoçuk nüfusu ve Ulus’ta toplanan kalabalığı düş; geriye ne kalır ki? Sizce de garip değil mi bu durum? Seçimlere şaibe karıştığı iddiaları boşuna değil demek.
Kılıçdaroğlu; Tayyip Esad Erdoğan dedi; az bile gelir; Esad?a halkı silahlarla karşı durabiliyor; o kadar özgürlükleri var en azından; bizde bir bayram kutlanıyor diye yer yerinden oynuyor; insanlara su, gaz püskürtülüyor; asıl diktatör Erdoğan?dır; Esad değil. Kılçdaroğlu?ndan gelen cevaplar oldukça iyiydi dün; ağzına sağlık. Arkasında bir kalabalık görmek yüreklendirmiş Kılıçdaroğlu?nu anlaşılan; moral oldu demek ki!
***Türk tabipler birliği biber gazının kimyasal silah olduğunu ve kullanılmaması gerektiğini açıklamış; kim duyar; kim takar? Şimdi Muharrem İnce?ye bir görev düşüyor; 29 ekim yürüyüşünden önce içişleri bakanına ?İçişleri Bakanı?nı buradan uyarıyorum. Eğer bir milletvekili arkadaşımın gözüne biber gazı gelirse sana Meclis?te o biber gazının tadını öğretiriz.? demişti; söz ağızdan bir kere çıkar; öyle gürleyipte yağmamak mertliğe sığmaz; bekliyorum dediğini yapmasını Muharrem İnce?den; bir değil birçok milletvekilinin gözüne geldi biber gazı; ve pek çok insanın.
Cumhurbaşkanı, başbakanın ?işime karışamazsın? demeye getirdiği ?çift başlılık konusunda
?Önce tabii Cumhurbaşkanı olarak Cumhuriyet Bayramı?nın bütün ülkede nezih bir şekilde kutlanmasıyla ilgili yetkililerin dikkatini çekmemden daha doğal bir şey olmaz. Ayrıca çift başlılık gibi bir şey de olmaz. Memleket idaresinde, ülke idaresinde çift başlılık doğru da değildir. Böyle bir şey zaten söz konusu da değildir. Anayasamız, mevcut kanunlarımız hepimizin yetki ve görevlerini, sorumluluklarını zaten açıkça belirtmiştir. Bu bakımdan hepimizin yanlış anlamalara fırsat vermemesi gerektiği kanaatindeyim.?demiş; yani sözün özü ?istediğimi yaparım; sen bana karışamazsın; burada tek baş benim; boş konuşma? demiş; iyi yaptığı gibi iyi de demiş cumhurbaşkanı; cumhurbaşkanının üstünde bir mevki yok bu ülkede. Yukarıda rüzgar çek sert esiyor görüldüğü üzere; bir yetki tartışmasına vardı iş; bu cumhurbaşkanı-başbakan çekişmesi gün geçtikçe daha çok çatallanacak gibi görünüyor. Bir köprüde karşılaşan iki keçi gibiler; kim iyi tos atarsa o köprüde kalacak; diğeri köprüden düşüp yere yapışacak.
Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan?ın başını daha çok ağrıtacak gibi görünüyor. ?Sefil atın tekmesi hızlı olur? derler; bilirsiniz;))) Son olarakta meclisin açılışında tayyip erdoğan?ın bütün uygulamalarını; hata olarak gördüklerini topa tutmuştu; sağolsun;))) O zaman demiştim; ?filmin devamı ilginç olacak? diye; film tekrar vizyona girdi ve bu film gerçekten ilgi çekici;))) Bu sefer çok daha kızdı ama Tayyip Erdoğan; meclis açılışında üstünü örtmüş; geçiştirmişti; ?boş konuşuyor; o kim oluyor; ben işimi bilirim? babında ama bu defa işine direkt müdahale olunca kızgınlığını açıkça ifade etti. Karşılıklı silahlar çekilmiş durumda şu an için; hamle sırası Erdoğan?da bu defa; bakalım bu iğneleyiciden öte; açık bir meydan okuma taşıyan sözlere ne cevap verecek?
Sonuçta geçmişten gelen hesapları; yaşanmış bir kader birlikleri var her ikisinin. AKP?nin geldiği yerde Erdoğan kadar Gül?ün de hakkı ve emeği var; Erdoğan bu hakkı ve emeği gömdü; görmezden geliyor; herkesin çatacağı bir sert taş var sonuçta hayatta; Erdoğan?ın taşı da Abdullah Gül; soğan tarlasında bitmedi sonuçta Erdoğan; arkasından itekleyenlerle güç buldu; şimdi o gücü inkar eder tavırda; bıraksan ?dünyayı ben yarattım? diyecek tavırda Erdoğan; burnundan kıl aldırmıyor; yerden göğe kadar haklı Abdullah Gül; hakkının yendiği düşüncesinde ve bu düşüncesinde haklı da! Cumhurbaşkanlığını ‘sus’ payesi olarak verdi erdoğan, Abdullah Gül’e; ‘sus ve orada otur’ dedi; şimdi ise başkanlık sevdası düştü içine; tek hakim olmakta gözü; Gül de ‘beni ezip geçemezsin; cumhurbaşkanlığı benim sus payemdi; cumhurbaşkanlığını elimden alırsan artık susmam’ diyor haklı olarak. Ve eğer bu olursa; cumhurbaşkanlığı elinden alınacak olursa tekrar siyasete dönebilirmiş gibi sinyaller alıyorum Gül’den.
Akp’ye geçmişte emek veren sadece ikisi değildi elbette; Erdoğan AKP’de tek adam rolünde olduğuna göre onlara ne oldu; hepsini bir şekilde bastırmayı, susturmayı, yok etmeyi başardı Erdoğan; bir Gül’le baş edemiyor. Gül hepsinden dişli çıktı. Şu an etrafında olanların hepsini birer piyon olarak kullanıyor; ona karşı durabilecek; tahtının varisiyim diyebilecek bir kişi yok partisinde. Boyunu geçen oğullarının boynunu vurduran atası padişahlar gibi boynunu uzatanın boynunu kırıyor olmalı; bu hükümranlık başka neyle açıklanabilir ki! Kimse karşısında duramadığına göre! Kültür bakanı Ertuğrul Günay’ın çıkışları oluyor arasıra ama onun da erdoğan’a rakip olmak gibi bir şansı yok zaten; chp’den gelmiş olmasından dolayı. Çamlıca’ya yapılacak camiye karşı çıkmış; sonra lafını geri almıştı; 29 Ekim’de de valiler; yerel yönetimler yönetmeliği yanlış anlıyor gibi bir çıkışı oldu; pek yankı bulmadı zaten.
***Erdoğan; ”AK Parti iktidarını zora düşürme gayreti içinde olanlar, Cumhurbaşkanı ile Başbakanı birbirine düşüremezler, bunun için boşuna gayret etmeyin” demiş. Golü yedi Gül’den; şimdi yüzüne tükürseler yağmur yağdı pozisyonunda. Geri adım atmak ve söylediklerini yutmak zorunda kaldı. Daha çok üstüne gitse elde edeceği birşey yok; karizmayı daha fazla çizdirmekten başka;))) Hani yapmazdı cumhurbaşkanı; bal gibide yaptı ve yaptığını da gerine gerine söyledi. Öyle yutarsın işte. Birbirinize düştünüz zaten; kimsenin düşürmesine gerek kalmadı. Daha neyi inkar ediyorsun; görünen köy ortada.
Yeni gündem açlık grevleri; talepleri kürtçe konuşup kürtçe savunma yapmakmış; yapmasınlar efendim; hepsi türkçe biliyorlar değil mi? Savunmalarını neden kürtçe yapacaklar peki? Türk mahkemelerinde türkçe savunma yapmak istemiyorlarsa savunma yapmama haklarını kullanma özgürlükleri bile var! Demokraside çareler tükenmez!
Benim için mahkemede hak olan neyse onlar içinde o; benden üstün bir yanları mı var yasalar önünde? Amaç hak kazanımı; savaşta her yol mübah onlar için. Amaç gündem yaratmak; türk halkını dünyaya cani göstermek; ama asıl cani kendileri. İnsanlarını bir dil kazanımı için ölüme zorlamaya sakınmıyorlarsa bu onların bileceği bir iş. Canlı bomba olacak kadar beyinleri yıkanmış insanların ölüm orucuna yatmalarında ne gibi bir beis var? Canlı bomba olabilen biri haydi, haydi ölüm orucuna yatar; bunu kim durdurabilir ki? Canlı bombaları durdurabildik mi; öldürdükleri ile beraber öldüler.
Diyelim ki istedikleri oldu; dil kazanımını aldılar; yarın öbür gün federasyon istiyoruz diye açlık grevine başladıklarında ne olacak? Nereye kadar verilecek bu ödünler?
Dün; 1 Kasım günü; Diyarbakır belediye başkanı Osman Baydemir, Fransa’dan açlık grevleri için gelen bir gruba “20 milyonluk Kürt halkı, millet olmaktan kaynaklı ve kendi coğrafyasında bölgesel yönetimle yönetilmek istiyor” demiş; bunların sütü; mayası bozuk; niyetleri belli.
Türkiye açlık grevlerine 30 yıldır aşina; ilk defa mı gerçekleşiyor? Solcular açlık grevinde iken nerede idi bu hak koruyucuları; kürtlerin canı daha mı kıymetli solculardan. Eeee; çünkü solcular sahipsizdi; kürtler ise sahipli; mecliste temsilcileri var. Dünyayı almışlar arkalarına çünkü dünya bölünüp üzerimize rahatça çullanabileceği zamanı kolluyor.
1996’da 12 kişinin ölüm orucunda öldüğü; sayısız kez ölüm oruçlarına yatıldığı unutuldu; işkence gördükleri unutuldu; neymiş kürtçe konuşacaklarmış; konuşmayın; bu kadar basit. Üstelik solcular gibi işkence bile görmüyorlar hapishanelerde görünen o ki.
Solcular ne idi geçmişte; oradan buradan iki kelime öğremiş; bir çoğu çocuk denebilecek yaşta yeterince örgütlü bile olmayan; Türk devleti için tehlike bile oluşturamayacak bir dolu fraksiyonlara bölünmüş bir insan topluluğu; üflediğinde yerinde yeller esecek bir topluluk; ki nitekim öyle de oldu; kürtler ne; kendilerine göre hak sandıklarını elde etmek için Türk devletine savaş açmış; hain pusular kurarak Türk askerini 30 yıldır hunharca öldüren; dış bağlantıları ve meclis bağlantıları olan tam anlamıya örgütlü bir birlik.
1 Türk askerinin kanına mı girmişti solcular? Türk askerine karşı toplu katliamlar mı düzenlemişti? Olsa olsa geceleri yazılama yaptılar, bildiri dağıttılar, boykotlar yaptılar, çok şey bilirlermiş gibi forumlar düzenlediler, 1,2 çokta anlayamadıkları kitaplar okudular; Lenin’in, Marks’ın adlarını öğrendiler; bunun ötesinde çok şey öğrenecek kadar zamanları olmadı zaten; solcu sayılan şarkıcıların şarkılarını dinlediler; mitinglerde pankart tuttular; en kötü ihtimalle ise biri; birileri bellerine silah koydu; sağcı olan solcuyu; solcu olan sağcıyı öldürdü; 16 yaşındaydılar ve kendilerini adam sandılar; bunun ötesinde ne yaptılar? 12 Eylül’de ise kedi yavrusu gibi dağıldılar; kaçabilen dağa kaçtı; yıllarca dağlarca yaşadı ve sonunda hapse girdi; kaçamayan kısa yoldan hapse girdi ve her iki şartta da ömürleri hapislerde çürüdü. Ve bütün bunları yapanlar lise 1,2,3 çocuklarıydı. Kaşarlanmış teröristler değil.
İkisini ayrı kefelere koyduğunuzda hangisi tartar; ağır gelir; %100 kürt birliği; hangisine daha acımasızca davranılmış; %100 solcular. Bu bana şu anki yönetim boşluğu imiş gibi görünüyor; ne dersiniz? 12 Eylül’de solculara yapılan işkenceler, denetim mekanizması ve sindirme politikaları şu ana kadar kürtlere yapılıyor olsa idi kürtler bu kadar işi ileri götürebilirler miydi? Şimdi lazımdı bu ülkeye Kenan Paşa; Kenan paşaları içeri tıktılar ki kimse pkklılara bir şey yapamasın; bir zarar veremesin.
Solcular içerde işkence görürken; günlerce filistin askısında elektirik verilirken; açlık grevlerinde öldüklerinde neredeydi o fransız, alman, rus heyetleri? Canı tatlı olan sadece kürtler mi? O zaman görmediklerini şimdi mi görür oldular; kendi işlerine baksınlar.
Toplam 122 devrimci ölmüş 12 Eylül döneminde ölüm oruçlarında; hapishanelerde. İşkencede ölenler bu sayıya dahil değil elbette. İşkence ile sakat bırakılanlar; günlerce filistin askısında kollarından asılı kalıp işkence gördüğü için eli, kolu tutmayan; tuvalete kendi başına gidemeyen; yıllarca yemeğini bile başkalarının elinden yiyen; işkence ile bütün organları hasar gören gencecik bedenlerin hesabı soruldu mu bu ülkede? O zaman 15-16 yaşındaydılar; şimdi 50’li yaşlarını sürüyorlar; bizlerle beraber; hala içimizdeler o günleri yaşayanlar; gerçek anlamda görgü şahitleri.
Üstelik onlar olsa olsa hapishane şartlarının düzeltimi için; gördükleri işkencenin durması için; belki tecrit için, hücre hapsi için, havalandırma hakkı için; görüş hakkı için; açık görüş hakkı için açlık grevine yatmışlardı; açlık grevinin arkasındaki neden siyasi bir kazanım bile değildi. Onlara işkence edenler de bizlerle yaşıyor; içimizde; 55 ve daha yukarı yaşlarda olmalılar şu an; gerçek görgü tanığı olarak.
Bir nesil yok oldu 12 Eyül’de. 1964 yılından sonra doğanlar yaştan yırttı; çünkü küçüktüler; 1964’ten önce doğanlardan hapishanelere teşrif etmeyen genç erkek kalmadı gibi bir şey. Kızlar evde kaldı; piyasada evlenilecek erkek kalmadığı için. O yaş insanların çocukları bile olmadı bir çoğunun; olduysa bile hapishane devirlerini tamamlayıp bir düzen kurana dek olmadı. Bir düzende kuramadı zaten bir çoğu; 10 yıl, 20 yıl hapishanelerde yattıktan sonra dışarının hızına ayak uydurmakta zorlanıp kendi kabuklarına çekilerek yaşamayı tercih ettiler; sırtlarında taşıdıkları geçmişin yükünü bir yere bırakamadılar bir çoğu. 16 yaşında yanından ayıldıkları aileleri ile de iletişim kurmakta zorlandılar; aradan geçen yıllar ve yaşananlar birbirine yabancılaştırmıştı onları. Bir ortak paydaları yoktu artık; her iki tarafta bunun farkında ve bilincindeydi; ayrı dünyaların insanlarıydılar artık.
Hepsi bu devlete emek vermiş; 40, 50 yıl hizmet etmiş işçinin, memurun, emekçinin, köylünün çocuklarıydı oysa. Bir vatan haini muamelesi gördüler. Halbuki vatanları için çarpıyordu yürekleri; vatanı kurtaracaklarını söylemişti birileri onlara; onlarda inanmıştı; 15,16 yaşında birer çocuktu hepsi. Vatanı bölmek, parçalamak, bir parçasını kendine mal etmek gibi bir amaçları da yoktu üstelik kürtler gibi.
Ne istediler o küçücük çocuklardan? Oğullarım 16 ve 18 yaşında şu an; düşünüyorum da; kıyaslıyorum ister istemez en azından; Allah esirgesin çocuklarımı o günlerden; yaptıklarından sorumlu tutulacak yaşta bile değiller inanın; birer çocuk onlar; dünyadan haberi bile olmayan. O zaman; o yaştaki çocuklar alındılar içeri; lise 2, 3 öğrencisiydiler; 16, 17 yaşında. Bütün bunların böyle yaşandığına inanamıyor insan.
Oysa kürtlerin ölüm orucuna yatışları öyle bile değil; bir siyasi kazanım amaçlı; yatsınlar ölüm orucuna; bence bir sakıncası yok; kendileri bir sakınca görmediklerine göre. Daha bir kişi ölmemiş yattıkları ölüm orucunda; ortalığı ayağa kaldırıyorlar. 122 kişi ölüm orucunda öldüğünde neden ayağa kalkmadı ortalık? 200 günü bulan ölüm oruçları yaşanmış 12 Eylül sonrasında; kürtler için 51. günde veryansın ediliyor. Gerçekten ölüm orucunda iseler neden vitamin alıyorlar? Bıraksınlar ölüm orucunu; tutmasınalr; onlara ölüm orucu tut diyen mi var; bu kadar basit; her ağlayana meme verilecek diye bir kaide yok sonuçta. Olmayacak duaya amin dememeyi öğrenme zamanları geldi.
Bu onların seçimi; ölmek istiyorlarsa ölecekler; 17 Ağustos 2011’de Çukurca’daki hain pusuda 12 şehit verdiğimiz zaman BDP’li kadın milletvekillerinden biri; ‘bu bir savaş; karşılıklı kayıplar olacak’ demişti; çok doğru; bu bir savaş ve karşılıklı kayıplar olacak.
Bir gün; bir tabutun başında ağlamayan görüntülerin olduğu haber izliyor musunuz? Anaların, babaların, eşlerin bağırları yanıyor; öksüz bebeler kalıyor geride; babasız; geleceği belli olmayan; her gün; bizimkilerle beraber yanıyor bağırları; görmüyor musunuz o görüntüleri? Onların canı can değil mi? Onları öldüren kimler? Tabi ki pkklılar. Onlar acımayı bilmiyorlarda biz mi bileceğiz?
Aydınlarımız birazda konunun bu yanı ile ilgilenseler nasıl olur acaba? Onlar; şehit olan askerimiz, polisimiz insan; vatan evladı değil mi? Buna eski solcuları da ekleyebiliriz elbette; pkklı açlık grevcileri için sesini çıkaran aydınlar solcular açlık grevindeyken neredelerdi? Ki o solcular onların kitaplarından, şarkılarından beslendikleri için içeri atılmışlardı. Dünya çapında bir sanatçı olmanın yolunun pkknın arkasına geçmekle elde edilebildiğini fark etmiş olmalılar; önlerindeki örnekten. Dünya bizi birbirimize düşürenlere adam payesi yakıştırıyor; diğerlerini görmezden geliyor çünkü; bu çok açık; çünkü işlerine öylesi geliyor.
Dünya üzerinde hangi ülkede var böyle bir hak talebi; hangi ülkenin içindeki insanları kendi topraklarına göz dikmiş durumda? Kendilerinde olsa böyle bir durum böyle esip gürleyebilirler mi? Daha çok azdırıyorlar ki daha çok bizi yıpratsın; sonunda yok olalım. Kardeşi kardeşe düşüren biz değiliz; onlar; pkklılar. Bu savaşı biz başlatmadık ama elbette biz bitireceğiz.
Üstelik solcular içerde olduğu zamanlarda ‘asmayalım da besleyelim mi? demişti ismini yukarıda zikrettiğim biri; pkklıları beslemeye gocunan bile yok; ekmek elden; su gölden; ben vergi veriyorum; onlar yiyip içip kuduruyor; daha ne olsun? Yemek istemiyorlarsa da bu onların bileceği iş.
Coğrafyalarına o kadar sahip çıkmak istiyorlardı madem bunu kurtuluş savaşından önce veya kurtuluş savaşı sırasında babaları, dedeleri yapsaydı; bizim gibi büyük ülkelere savaş açsaydı ve hak etseydi o toprakları. Hazıra konmak yok öyle. Benim atalarım, dedelerim bu topraklar için kan döktü; can verdi; onların dedeleri ne yaptı? Karılarıyla; 3-5 karısıyla iştigal edip; vaktinin çoğunu onlarla geçirip zevklenerek bol, bol çocuk doğurttu; bu vatana hain yetiştirdi; daha ne yaptı?
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *