Press "Enter" to skip to content

Günlük 4b aralık’17

***Her ay sayfa değişiyor ve ben yeni bir sayfa arıyorum, eski sayfalarımın arasından, çünkü yeni bir sayfa açsam yorum yeri yok, olur a bir şey yazmak isteyen çıkar, çıkabilir, her ne kadar pek çıkmasa da, ve sayfa sayım daha fazla artsın istemiyorum çünkü yeterinden fazla var, işe yaramaz bir sayfa bulup, ki birleştiriyorum başka bir sayfayla, silmiyorum, kendime yeni bir sayfa açıyorum, bakınırken bir sayfaya çarptı gözüm, 2010’da yazmışım, 7 yıl önce, eşcinsellik üstüne, okumadım, hiç okuyamam şimdi, neler zırvalamışımdır kimbilir, ama bu 7 yıl içinde benim cephemde bu konuda değişen hiçbir şey yok, ben yine aynı ben, bir arkadaşım yılbaşı öncesi bir yere eğlenceye gidelim diye tutturdu, kadın kadına, kadın eğlencesine, nereye baksak aynı eşcinsel orada, hiç gidesim gelmiyor, geçen yıl da bakmıştık böyle gitmemiştim, yine o eşcinsel vardı, yine gitmeyeceğim, ben ne idüğü belirsiz bir insanla eğlenmek istemem, kadın olsun anlarım, erkek olsun anlarım ama aradaki kısma hiç aklım ermiyor doğrusu, erkek ya da kadın sanatçının köküne kıran mı girdi ankaradaki her yerde kadınları eğlendirmek için aynı eşcinsel çıkıyor karşımıza, kadınları bir kadın şarkıcı eğlendiremiyor mu? Erkeklerle birlikte oluyor diye o da bizden mi sayılıyor, nereden geliyor bu samimiyet anlayamadım.

TV de ekşi elmalar adlı türk filmini izledim, çürük elmalar adı daha yakışık alırmış filme, bir, iki yıllık film, mustafa erdoğan, farah zeynep abdullah, songül öden var, ne kötü bir film olmuş, iki üç güzel karı koyunca güzel film yaptıklarını mı sanıyorlar acaba, belli ki gişe hasılatı çekilmiş, paraya sıkışmış olmalı mustafa erdoğan, belçim bilgin de oynamıyor demek ki artık filmlerinde, karısı veya eski karısı, orası belli değil, avanak millet te koşa koşa gidiyor nasıl olsa, alan memnun satan memnun, beğeni algısı günbegün aşağı doğru çekildiği için bir sorun çıkmıyor nasıl olsa, bir daha aaa, farah zynep abullah varmış deyip oturmayacağım filmin başına mesela, ne demiş robert bosch, güveni kaybeden her şeyi kaybeder, bu kadar mı tamah ediyorlar paraya o kadar paranın içinde, yazık, acıdım şimdi hallerine, şimdi de, yani bu hafta gülse birselin bir filmi çıkacakmış, yazmış, yönetmenini bilmiyorum, o da alıntı-çalıntı gibi göründü gözüme, zor dünür serisinin kopyası gibiydi fragmanı, gülse birsele aynı şeyi söyleyemeyeceğim çünkü epeydir yolsuz kaldı, ne yapsın kadın, dondurma reklamıyla peynir gemisini yürütemedi belli ki, ve her filmde aynı yüzleri görmekten de bir hal olduk, banko aynı isimler, aynı resimler, bol botokslu tarafından olsun lütfen, değirmen taşı gibi suratlar, bir filmi diğerinden ayırmanız olanaksız gibi, şu bahsettiğim iki filmde bile aynı isimler var çoğunlukla, bööööyk geldi bana, garanticilik mi, ticari zeka mı, böyle gelmiş böyle gider mi, ne amaçla bu yola baş vuruluyor anlayamadım.

Yıllar yıllardır selanik örgü yapmak isterdim, bir türlü olmamıştı, çok denedim, istedim. olmadı, şimdiymiş nasip, hep nasip nasip diyorum ya, bu işte, sadece para meselesi değil nasip, nasibin neyse o oluyor, nasibim hep bu dönemde açıldı, yoğurt yapmayı beceremiyordum yine yıllardır, bir yıldır yapabiliyorum, üstelik hiç firesiz, nasıl oldu, oluyor anlamıyorum bu nasip işini, ama sen hayatının önünü açarsan hayat ta senin önünü açıyor galiba, şükürler olsun, kızım tutturdu örgü ipliği alalım diye, aldık, oturttu beni, ördürüyor, ona atkı örüyorum, selanik örgüyle, sen ör dedim, senin örgü benim kitap okuma yaşım, sen ör dedi bana, kuzunun maskarası olduk şimdiden, da vinci şifresini okuyor bu ara, anlat anlat bitiremiyor, çıldırmış durumda, belki ben de okurum, örgüden vakit kalırsa, benim örgü yaşım’mış.

Öfkeyle değil de düşünmeden de kalkan zararla oturuyor, vereceğim demiştim çaydanlığı, verdim de, yerine almaya gittim, aynı çaydanlık 400 lira, jumboda, eskisi de jumboydu, tek model var zaten on yıldır jumboda, ama ağırlıkları hiç aynı değil yenileri eskilerinin ancak yarı ağırlığında, alan sevinsin, ben kaybettim, hem bir çaydanlığa 400 lira vereceğim, hem de aynısı, hem de yarı ağırlığında, her durumda zararda olan benim, almadım ama alacağım el mahkum, belki başka yerde de bulurum, aynı modeli almak istemiyorum, aynısını alacaksam niye verdim, yani biz içmiyoruz çay ama çaydanlıksız ev mi olur, gelen giden içer, içiyor.

Giyim bir felaket olmuş, her şey polyester olmuş iyiden iyiye, pamuklu giysi bulmak imkansız gibi bir şey, hepsi ateş pahası ve çok çok kalitesiz, hiç alasım yok, eskileri giyerim onlardan iyidir, yırtılana kadar yolları var, iyi, kaliteli olan çok çok pahalı, kötü olan zaten alınacak gibi değil, kaldım mı orta yerde, hiçte almam, param var diye çarçur mu edeceğim bir şeye benzemeyenlere, hiç derdim değil, iki dirhem bir çekirdek olmam da gerekmiyor zaten, network, ipekyol almış başını gidiyor, değil şimdi yüzde elli indirimde bile almam, yüzde elli indirimlisi bile pahalı benim nezdimde, üç kuruşluk pamuğun, yünün ederi ne Allah aşkına, ki onlarda da aman aman bir şey yok, berchka, stravidius gibi ucuzcular pespayelikten, adilikten dökülüyor, ikisini de almam, ne ucuzunu ne pahalısını, yoldan mı bulunuyor para, ucuzuna da yazık pahalısına da, pahalısı etmez, ucuzu değmez. Hem ne kadar var o kadar dert, yıka, ütüle, düzenle, işin mi yok.

Dört dönüyorum pamuklu alt giyim bulacağım diye, çocuklarıma, kendime, en rahat şey, şöyle biraz düzgün, ve tabi ki pamuklu, yok, bir yerde buldum, şu pahalı mağazaların birinde, tam istediğim gibi ama fiyatı 500 tl, bahsettiğimiz şey palto değil pamuklu alt eşofman, spor mağazalarında da hiç düşük değil fiyatı, ucuzcularda da olsa olsa polyesteri var, gel de al, kafayı sıyırmış bunlar, bir alt eşofmana 500 lira verirsek oooo evin yolunu bulamayız, bu ayrıca haksız kazanca da girer, resmen adamı dolandırıcılığa teşvik bu, bir kilo pamuk üç lira beş lira iken bir eşofmana 500 lira vermek ne demek, gel beni soy demek açıkça bu, vermem, üzerimden para aksa yine vermem. Pahalı firmalar anlaşıyorlar galiba ucuzcu firmalarla, siz pamuklu üretmeyin bizden almaya mecbur kalsınlar diye galiba, bu nasıl bir rezilliktir anlayamadım gitti, pamuğun ülkesinde pamuklu bulamıyoruz.

*Jumbo kapanalı 4-5 yıl olmuş meğerse, şu an satılanlar çin malıymış, ar yıldızı övdü satıcı, Türk malıymış, bilemiyorum artık kalitesini, mutfak eşyasında da ortalık karışık anlayacağınız.

***Dün akşam haberlerde gösterdi, foxta, chp manisa mv şeker pancarı tarlalarına gitmiş, tarlalar dağ gibi yığılı şeker pancarıyla, ellerinde kalmış, kotadan dolayı üçte bir fiyatına alıyorlarmış, üçte bir fiyatına da vermek istemiyor demek ki üretici, hayvanlara veriyorlarmış, hayvanlara da fazla verilmez, zararlı diyor pancarların sahibi, hayvana zararlı da bize zararlı değil mi, zararlı elbette ama mısır şurubu beş bin beter zararlı olunca onun zararı gözükmüyor gözümüze, boyun bosun devrilsin inşallah tayyip erdoğan, bizi mısır şurubuna gark ettiğin için, gerçi buna az kaldı gibi görünüyor ama tez günde olsun inşallah, yatacak yerin olmasın, cehennemlerde cayır cayır yanasın, o mısır şuruplarını bizlere, çocuklarımıza yedirip içirdiğin için.

Bu takozda ondan kurtulduk kurtulduk, kurtulamadık yandığımızın resmidir, resmi nikahsız imam nikahı onanmış, dine ve devlete karşı yazanlar için ayrı bir siber birim kurulmuş, yiyip içtiğimizin hali ortada, hepsi zehir niyetine, işimiz iş, bildiğin gestapo kesildi başımıza, canımıza, canlarımıza göz koymuş bir gestapo. Cahil, kaba saba, görgüsüz, gün görmemiş bir orman ayısının elinde heder olup gideceğiz yoksa millet olarak, yok oluş sebebimiz olacak. O ve onun gibi itlerin ortaya saldığı o mısır şurubu yüzünden sağlam çocuklarım marazlı oldu, Allah bin kere belalarını verir inşallah.

İşin kötüsü hiç ondan kurtulabilecekmişiz gibi hissedemeyişimiz kendimizi, umutlarımızı yitirmişiz buna dair, cahilin fendi herkesleri yendi, herif hırsızdan kahraman çıkartmanın peşinde çünkü, çay akıyor göz bakıyor ama herif göz göre göre ben hırsız değil kahramanım diyor, akıllara ziyan bir durumdayız, acziyetin son noktası. 

***22 ocak 5 şubat arası sömestr tatiliymiş, tatil için erken rezervasyon yaptırmalıymışız, akdeniz, ege, kar tatili ve yurt dışı tatilleri için, bir atv haber haberi, ortalık iyice soğuyup milletin kıçı donmaya başlamadan, kafaları ayılmadan ayartıyorlar ki iş işten geçmesin, kar kış sokaklara, yollara salmak maksat insanları, o tatil, sömestr tatili çocukları kar kış kıyametten korumak, kollamak için, yollara salmak için değil, ama gel de anlat para yiyicilere, gözü doymazlara, kan emicilere.

***Ülke olarak pek beyni gelişkin insanlar olmadığımız dolayısıyla olmalı ki bizde adaptasyonlar yıllardan beri var ola gelmiştir, ve bu adaptasyonlarda adaptasyon olmalarının getirdiği bariz, büyük hatalar olabilir, olmakta, olabilmekte, bunun son örneklerini dizilerde görebilmekteyiz, ufak tefek cinayetlerde olduğu gibi, muhtemelen bir amerikan dizisinden alıntı, ki öyle, ve amerikada çok göçmen var, bizim gibi az gelişmiş ülkelerin göçmenleri, ve evlerde çalışıyorlar, hizmetçilik yapıyorlar, ufak tefek cinayetlere de alıp öylece koymuşlar, halbuki biz misafirperver bir ülkeyiz, özellikle erkeklerimiz, yabancıları hizmetçi etmek yerine yatak odalarımıza buyur eder, birde resmi nikahlı karı yaparız, bizim ülkemizde işler amerikadaki gibi değil yani, dizideki o Türk hanım ve yabancı hizmetçi imajı bir hata, tam tersine yabancılar hanım Türkler hizmetçi, gidin marketlere görürsünüz kim hizmetçi kim hanım, ben sıklıkla görüyorum, ha bunu onaylıyor muyum, hayır, ben erkek olsam geleceğimi, çocuklarımın anneliğini ne menem olduğunu bilmediğim, huyunu, suyunu, milletini bilmediğim bir kadına teslim etmezdim, ama bizim erkeklerin çok akıllı olmadıkları malum, o yüzden bir şey diyemeyeceğim, yine de diyeyim, içimde kalmasın, hayat sadece yatak odasında geçse sorun yok tabi de, ki onda başarılı oldukları muhakkak, bunca rağbet gördüklerine göre, evimde dilimi doğru dürüst bilmeyen, ne dediğimi, ne demek istediğimi tam anlamıyla anlayamayan ve benim pek çok huyunu, suyunu bilmediğim biri ile bir ömür geçirmek istemem, asla, sadece mental zevkler yeterli değil ki yaşam için, o sana sex verecek sen ona para, sonra, sonrası var mı, yok, o kadar işte, o alışverişin de bir zaman aşımı, dolum süresi var, o dolduğunda ne olacak, yarım yamalak konuştuğun, anlamadığın, anlayamadığın, sırrına ermeye vakıf olamadığın bir kadınla başbaşa kalacaksın, çocukların hep bir yabancının çocukları olarak kalacak, anılacak, ne o yanda kabul görebileceksin ne bu yanda, ne sen ne de çocukların, hoş değil yabancı ile evlenmek bana göre, hoş olmayan sonuçları var en azından.

Şimdi ben bunları niye yazdım, nereden nereye diyeceksiniz belki, markette yine bir yabancı gelin, havalı mı havalı, orta yaşlarda, ben uskumru alırken, ki kilosu elli liraya, o geldi ve iki adet kofana aldı, arkasına bakmadan salına salına gitti, temizlendikten sonra gelip alacak, bense orada temizlenmesini bekliyorum yalı kazığı gibi, koca koca, kafam gibi balıklar, kilosu seksen liraya, ben çok öyle büyük balıklara bakmam çünkü büyümüş balıklar daha civa içerir derler, daha uzun yaşamış oldukları için, birde alıcısı çok olmaz pahalı balığın, bayat çıkar, geçmiş tecrübelerime bakaraktan, ki çok oldu öyle geçmişte, ne bilir elin gavuru, anca hazır parayı almasını ve vermesini bilir, ama o kadının bana atıığı hava da içime dokundu, bir dahaki sefere alırım dedim içimden o kofanayı, hıh, param mı yok, onu ikiye katlar beş ile çarpar param, hala üstelik, bir dahaki sefer oldu, gittim bakındım kofana yazmıyor bir yerde, meğerse lüferin irisiymiş, ben de bir şey sandımdı, en irisinden aldım bir tane, bir buçuk kilo, 120 lira para verdim, yok mu sanki, aynı gün pişirdim, paketi açtım, kekremsi kokuyor, yıkadım, etleri löpür löpür sallanıyor, lime lime olmuş, pörsümüş, pişirdim, köpürmüş, yanında köpüğü var, belli ki bayat, bozuk, biraz oğlum yedi, gerisi, neredeyse tümü öylece duruyor, içim almadı yemeyi, atacağım öylece, yine o ilk gidişte baktım kuzu kolda indirim var, kilosu 30 lira, aldım, balık piştikten, bittikten sonra pişirdim, ikinci gün, bildiğin kokuyor et, kokmuş et satıyorlar, yedik, yedim ama bana sorun ne yedim diye, bahsettiğim market çayyolu çağdaş mağazası, beş on km yol tepiyorum iyi mal bulmak için, bulduğuma bak, balıkta hep vardı o arıza ama et son bir aydır öyle, bu defa akıllandım ya, buttan bifteklik aldım, yine balığın peşine, ikinci gün pişirdim, evi koku aldı, kıyma çekip ıspanaklı yapmıştım, dün akşam, balkona koydum kimse yanlışlıkla yemesin diye, birazdan dökeceğim, aldığım kabuklu fındıkların beyaz iç kısımları küflü, çoğu acı çıkıyor, kilosu 16 lira, bal kabağı alıyorum, dilimlenmiş, paketli, her seferinde tekrar dilimliyorum, bütüm etrafını bıçakla kesiyorum çünkü çürük oluyor, yetmedi birde yıkıyorum ne olur ne olmaz diye, yenirse yeniyor yenmezse yine çöpe gidiyor, bazen hiç uğraşmadan öylece atıyorum, paketin alt kısımları zaten atılıyor, en eskileri paketin altına konuyor çünkü, ben bunları gidip mağazaya söylesem bir şey değişir mi, değişmez, bal kabağını söyledim, değişen bir şey yok, bu defa zabıtaya şikayet edeceğim. onlar bir şey yapacaklar mı, pek umudum yok, ama yine de söyleyeceğim, ne gıda güvenilirliği var bu ülkede ne de bir şey, toptan aptal olmamızın nedeni bu olmalı, kendimiz üretmek, yaratmak yerine niye adaptasyonlara baş vurduğumuz belli, ve adaptasyonları bile hakkınca beceremediğimiz, nerden girdim nereden çıktım gördünüz mü?

***174’e yapılıyormuş bozuk gıda şikayetleri, aradım, ettim şikayet, sen yapma, o yapmasın, ne olacak bunun sonu, atmak zorunda mıyım satın aldığım her şeyi. Bu yabancı gelinler hakkında ise önyargılı falan değilim, çok şey biliyorum haklarında, var yakınımda, yanımda, yöremde, parayı her şeyin üzerinde tuttuklarını, doğurdukları çocukları bile bir tür kendini garantileme amacıyla doğurduklarını vs. vs. 

 “şu, şu para için kocasını terk etmiş” diyen kayınvalidesine”bara da onemli ama” diyerek parası olmasa evlendiğimizde benim yaşımın yaklaşık iki katı yaşındaki oğlunla parası olmasa işim ne mesajını veren, o paranın da hakkıyla hakkından gelen, çocuğuna bakıcılardan bakıcı, yabancı mürebbiyelerden mürebbiye beğenen, beğenmeyen, yatılı, en baş bakıcı olarak ise kayınvalidesini atayan, dünkü sekreter parçası bugün kodaman kraliçe olan, bakıcı-mürebbiye, kaynana ve kreşler, özel okulllar çocuğunun etrafında pır dönerken, hepsi aynı zaman dilimi içinde, yani çocuk hem kreş veya özel okula gidiyor, yaşına göre, hem yatılı yabancı bakıcısı var hem de kaynana bakıyor, kendi ise gönlünün dilediği yer neresi ise orada yaşıyor, tabi ki kaynanaya yakın, kocası da aylıkçı gibi haftasonları uçak yolculuğu yapıp gidip gidip geliyor, para taşıyor kucak dolusu, kadın gününü gün eden, nerde akşam orada sabah gezen, bizim örfümüze, adetlerimize, ve o yapısını çok iyi bildiğim aileye ters yapıda insanlar, yabancı gelinler tanıyorum, genellenir mi, başka başka bildiklerim de var, ama ne yaparsın ki artık iş işten geçmiş, arada bir çocuk var ve utanma belası var.

Ne utanç verici, aşağılayıcı, alçaltıcı bir şey seninle sadece paran olduğunda birlikteliğini sürdüreceğini bildiğin biriyle her gece aynı yatağı paylaşmak, aynı yatağa girmek, ben yapamazdım bu omurgasızlığı mesela, erkek olsam yani. Yabancı gelinlerin bizim gibi salaklık hapı yutmadıkları kesin, gerçi bizde de bu yönde gelişmeler var, belkide aptal olan biziz, akıllı ve haklı olan onlar, bilemem ki, yine de kınadığıma bakmayın siz, bunu diyeceksem sonunda bunları niye yazdım, yazdım işte, ne bileyim, kafam karıştı, siz çözün birazda, kafaları işletin, hep ben mi çözeyim meseleleri, benim aklım da bu kadarına yetti işte, onca sene koca dayağı yemişim, kafama kafama vurulmuş, olsun o kadarlık kayıp, kalanı bile bana yeter, ay neyse uzatmayayım artık, yoksa bu lafın sonu gelmeyecek, istanbullu gelin, adem ve karısına kadar uzayacaktı yoksa laf, boşver gitsin, ama söylemezsem de içimde şişer, ademin karısı, adını unuttum, izliyorum, kendimde geri gidip geliyorum, hiç korku vermeyi bilememişim onun gibi, kaybetme korkusunu, ama bunun için bile kaybetme korkusunu duyacak, hissedecek biri lazım karşında, o yoktu ki, mesele olan o galiba, benden değil yani, ondan, kıymetinin olmadığı yerde kaybetme korkusu da yeşermiyor.

Dizide karısı ademi psikoloğa götürüyor ya, zorla, yanlış, psikolojik sanılan sorunların sanıldığı gibi psikolojik değil besin, beslenme bozuklukları ile ilgili olduğunu anladığımız gün dünya büyük bir çığır atlamış olacak.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ama, illa ki önü sonu biri kazık atacaksa o kazığı atan erkek değil kadın olsun, ister yerli, ister yabancı, hep mi biz yiyeceğiz kazığı. Yaralar bazen böyle söyletiyor insana, yani bana, geçmiş yaralar, aslı şu, Allah herkese, kadın veya erkek, insaf versin, geri her şey hallolur zaten, insa-n, insa-f, kökenleri bile aynı

***Bugün elmadağa çıktım, dağına yani, yerleşim merkezine değil, oraya da gittim gerçi ama anlattığım dağ kısmı, dağda ankara bayağı bir altta kaldı, yukarıdan çok daha iyi görünüyor ankaranın gerçeği, belli bir seviyeye kadar simsiyah hava, gri değil siyah, daha üstü ise masmavi, tertemiz, güneşliydi hava, ama alttan pekte görünmüyor güneşin varlığı, hiçbir yerden böyle net görünmüyor bu gerçek, elmadağdan göründüğü gibi, o siyahlığın  içindeyken yani, siteler, mamak tarafından geçtik, görüş mesafesi azalmış resmen, göz gözü görmüyor kirlilikten desem yeridir, o kadar berbat, gündüz vakti gece gibi karanlık ortalık, ışık azalmış, kızılayda nefes almaya korkuyor insan, kaçan kurtulur, ne olacak bu halimiz, kimsenin umuru değil, hepimiz Allaha emanet yaşıyoruz, kaç kişi ölecek acaba bu kış kirlilik yüzünden, toplu ölümlere doğru gider bu işin sonu.

***Kaloriferin hayatımıza girişi yeni bir şey değil, kalorifer sıkıntı çıkarttığında ne yaparız, havasını alırız, bu yıllardır yaptığımız olağan bir şey, son yıllarda her kış haberlerde kaloriferlerin her yıl temizletilmesi gerektiği söyleniyor, benim kaloriferlerim de bu kış sıkıntılı, ısınmıyor, oturduğum sitenin elemanını çağırdım, ana girişi açıp temizledi, bir daha olursa kaloriferleri temizletmemi söyledi, tekrar oldu ve ben yine site yönetimini aradım, kendiniz temizletmelisiniz dedi, benim de aklıma gelmedi havasını almak, herkes temizletmeye şartlamış kafaları, tv’ler sağ olsun, biriyle 400 liraya temizletmeye anlaştık, cumartesi elmadağdaydım, o gün gelemediler, pazar günü sabah evde ekmek bitmiş, kim gidecek ekmek almaya, su da bitmişti, evde duran yok ki evle ilgilensin, yani ben, superman sucumdan hem su hem ekmek istedim, gelince hep birlikte kahvaltı ettik, konuşurken kaloriferden bahsettim, hava yapmıştır, yeni bina, kalorifer niye kirlensin, tıkansın dedi, biz de havasını aldık, bu kadarmış mesele, bu haberden tv kanalının bir karı olabilir mi, olamaz tabi, benim 400 liram tamircinin cebine girecek, tv kanalının değil, demek ki maksat ticaret olsun, memlekette para dönsün, sirkülasyona, para sirkülasyonuna yardımcı olmaya çalışıyor olmalılar herhalde, gerek sömestr tatili için erken rezervasyon yaptırın diyerek, gerekse kaloriferlerinizi her sene temizletin diyerek, o araya da sıkıştırıverin havasının alınmasını, ne olur, hava almak parayla değil, bedava, o yüzden onu söylemeye lüzum yok, akıllarımızla oynayıp duruyorlar, istedikleri gibi oynatıyorlar bizi, bu ne zamana kadar böyle sürecekse. Onca boş haberin arasında bir kere olsun elmadağa gidip kirli havayı çekmek akıllarına gelmiyor olmalı, olmayan şeyden haber yaratmayı becerebiliyorlar da olan şeyi haber yapmayı mı akıl edemiyorlar?

Bugün daha iyi mi acaba hava, dünkü lodostan sonra, elmadağa çıkıp bakmak lazım, buradan bakmakla anlaşılmıyor, ama karşı dağlar siluet halinde gözüküyor, dünden önce o görüntü yoktu, biraz olsun lodos temizlemiş havayı sanırım, üç güne yine aynı oluyor, bacalar tütüyor, egzozlar çalışıyor, ne yapsın hava, inanın güneş ışığı bile içeri girmiyordur, öylesine kalın bir kirli tabaka var üstümüzde.

***Havasını da aldık, yine yeterince ısınmadı, pek etkilemedi yani, ama kıllandım bir kere, 400 liraya kalorifer temizliği yapacak olan tesisatçıya düzeldi dedim, sucuma mahalleden tesisatçı sordum, geldi, ana girişteki filtre tıkalıymış, açıp temizledi, şimdi canavar gibi yanıyor kaloriferler, kıstım bile, tekrarlarsa kaloriferleri temizletelim mi diye sordum, gerek yok, siz temizletseniz yine apartmanın suyu dolaşacak, bir işe yaramayacak, yine olursa benim yaptığım gibi açıp temizleyebilirsiniz filtreyi  dedi, 40 lira aldı, 400 liranın yanında 40 liranın lafı bile olmaz, neyse ki hala dürüst insanlar da var, tv ler dürüst olmasalar da, ki sitenin görevlisi de on gün önce temizlemişti o filtreyi, lafta temizlemiş demek ki, bakalım on gün sonra yine tıkanacak mı?

Düş te gör ellerine, nasıl suyunu çıkarıyorlar adamın, devir zalimler devri, acıma diye bir şey yok, önce yine bu tür işler yapan birini aramıştım, sanırım o birini buldu, fiyat aldı ve sonraki fiyatı kendi belirledi, 400’ü yani, kendi avantasını da koymuş olmalı üstüne ki onca iş yaptırdım, bir seferinde bile kendi gelmedi, adamları geldi, bu defa geleveğini söyledi, avantasını almak için yani, avantacılık yasallaştı gibi bir şey, sen birine bir şey söylüyorsun, o biri başka birine söylüyor ve aradaki kişi söyleme parası alıyor, aracılık avantası, birde taşınırken olmuştu, bir taşımacıya gittim, kapora istedi, verdim, sonra başka bir firma geldi taşımaya, meğerse adam benden avantasını almış, bana bir soru sordun ben de karşılığını aldım avantası, kim kime ne kazık atarsa, atabilirse o kazığı atıyor, ahlak mahlak hikayede kalmış, para dönüyor ortada, para.

Emlakçıların işi bu zaten de, aracılık, bunun dışında, asıl kazançlarının dışında aldığı fiyattan fazlasına satıp, satacak enayi bulurlarsa, üstte kalan payı kendileri alıyorlar, sanırım öyle yani, mesela ben bu evi alırken sanırım öyle bir şey oldu, emlakçıya 300 liralık ev istiyorum, arıyorum dedim, bana tamı tamına 300 liralık bir ev gösterdi, belkide bu ev 300 liraya değil de 200 liraya, 250 liraya satılıktaydı da bana 300 dedi, üste kalan parayı kendi aldı, bunu bilebilir miyim, asla bilemem, bilemeyeceğim de.

***Kaliforniya da yine yangın varmış, oldukça büyük bir bölgede, 175 bin hektar dediler yanlış hatırlamıyorsam, 6 ayrı yerde, geçenlerde yine yazmıştım, yine amerikada başka bir yerde bunun gibi yangın vardı, yine kundaklama tabi, birkaç yerde birden olunca başka bir sebebi olamaz zaten, ve hiç verilmiyorlar haberlerde, günlerdir sürmesine rağmen, amerika üstünü örtmeye çalışıyor anlaşılan yangınlarının.

***Lodos bitti gitti, bugün çarşamba, pazartesiydi karşı dağın silıetinin belli belirsiz gözüktüğünü yazdığım, bugün ne siluet var ne de bir şey, koyu renkte bir tabaka var orada sadece, zehiri solumaya devam ediyoruz anlayacağınız, çıkacak bu zehirlerin acısı her birimizden birer birer, artvin de, ardanuça yakın bir kesimde yine heyelan olmuş, yola taşlar kaymış, yani kayalar, dün gösterdi, o bölgenin karakteristiği değil toprak kaymaları, heyelanlar, bu tür şeyler rize civarında olur, olurdu demeliyim çünkü artık artvin bölgesi de artık rize kadar nemli, kayganlaştı zemin, barajlar sebebiyle, yollar km lerce yukarıya alındı, dolana dolana gidiyor artık yollar, evet asfalt ama bir iniyor bir çıkıyorsunuz bir yerden bir yere gitmek için, önceden 20 dakikada alabileceğiniz mesafeler uzadıkça uzuyor bu iniş çıkışlar yüzünden, Allah vermesin, o kopuşlar, o heyelanlar yolları da alıp götürmeye başlarsa ne olur oraların hali, barajlara kilidi vurup çekip gitmek zorunda kalırlar oralardan, bence gidişat o yöne doğru, çok uzak değil, boşalacak o bölge, doğaya teslim edilecek doğadan alınan her ne varsa, ve belki bir gün, ilerde, çok ilerde bir gün tekrardan gidilebilecek, hayal mi, ben hiç hayal olduğunu sanmıyorum, doğa ile şaka edilemeyeceğini, doğanın şaka kaldırmadığını bize gösteren yine doğa olacak.

On yılı bulmaz bu iş, her iddiasına varım, gidişat onu gösteriyor çünkü, on yıl sonra da burada olursak derim ben demiştim size diye, bakın görün, niye bu kadar iddialıyım, çünkü arazinin yapısını biliyorum, kayalık, dik ve boş bir arazi, ağaçsız, nemin gazabından kimse koruyamaz orayı, koruyamayacak, rize de de var nem, orası da dik, ve heyelan oluyor ancak orada ağaç var, yeşil var, tutuyor araziyi, bırakmıyor, ve yeşil olduğuna göre taş, kayalık değil toprak, toprağın hız alması ile bir değil taşın, kayanın hız alması, üstelik yokuş aşağı, her şey bir kopuşa bağlı, gerisi gelir zaten, on yıl içinde o bölge boşalacak, on yılı bile bulmaz, hemde araçlarla değil helikopterlerle, çünkü yollar uçmuş, uçuyor olacak, her şeylerini geride bırakıp terk edecek insanlar o bölgeyi, bir bilim kurgu film gibi geliyordur size belki ama öyle olacak, ölümler, toprak kaymasından ölümler artsın da bakın bakalım neler oluyor orada, yanlış hesap bu defa artvinden dönecek.

Doğru yoldan sapana da gidişat yolun eğriydi, yanlış yaptın diyecek, buna emin olun, hayat hata affetmez, affetmiyor, mesela bir örnek vereyim, kısa bir süre önce hastanelerde artık fetö yığıntısı bilgisiz doktorların olduğunu söylemiştim, istanbul ticaret odası başkanı, ki 57 yaşında, dinç ve kilolu olmayan bir adam, ağrı ile özel bir hastaneye gitmiş, ekg çekip gaz sancısı diye yollamışlar, hastaneden dönerken kalp krizinden ölmüş, dünkü haber, cenazsesinde erdoğan ve şürekası da vardı, üzüntülerini belirtti erdoğan, demek ki adam akp li, o geri gönderen doktor bir fetö şişirmesi doktor muydu acaba, belli bir saatten sonra hastaneler genç doktorlara emanet sonuçta, hangi saatte gittiğini bilemem ancak gün 24 saat ve hastaneler günün üçte birinde işler halde, esas uzun zaman diliminde genç, deneyimsiz doktorlar var, ve kalp krizi işler saati beklemiyor, fetöye okul girişlerinde ortaklık, ön ayaklık eden erdoğan bir gün bu yaptıklarının ucunun lendine dokunacağını, kendi ayağına dolanacağını, kendi ayağına kurşun sıktığını bilse bunu yine yapar mıydı, ayrıca bunun kendi hatasından kaynaklandığının farkında mıdır acaba, cehaletinin ve namussuzluğunun nerelere vardığının farkında olacak zekaya sahip midir, olsaydı böylesi vahim bir hatada bulunmazdı zaten, geleceğimizi ehil olmayan ve namussuz insanlara teslim etmek gibi, yanlış hesap bir gün sana da döner, gülme komşuna gelir başına, gömersin 57 yaşındaki adamı öyle gözün göre göre, üstelik kendi elinle, anlayabiliyorsa yaptığı yanlışların ne vahim sonuçlara yol açtığını tabi, şimdi ayıklasın pirincin taşını, şu doktor fetö ile kazandı, bu doktor fetö ile kazanmadı diye, ayıklayabilirse tabi. Bu işin daha ilerisi de var, bu gidişle daha çoook artacak bu doktor hataları, ne olacak halimiz? Düştük boklu bir kuyuya, çık çıkabilirsen.

Bu söylediklerim sadece erdoğan değil onun bütün şürekası için geçerli, içine o ölen adam da dahil, akp li olduğuna göre o da dahil, vatanı hainlere satarken düşündüler mi hiç başlarına neler gelebileceğini, sonuçlarının nerelere varabileceğini, kendi çoraplarını kendileri ördüler başlarına, tabi bizim başımıza da, biz bilmiyorduk aptalları iyi okullara doldurmayı, kendi çocuklarımızı tıkıştırmayı da bir onlar biliyor, sözüm ona akıllarınca cumhuriyetçileri alt edeceklerdi, ne oldu, kendi kazdıkları kuyuya kendileri de düştüler, hemde bizden önce, oh olsun, ölmüş, evet, ama ben ölmüşüne değil yaşarken ne yapmışına bakarım, yaşayanlara ibret olsun diye, dileyen bana da baksın arkamdan.

Sadece fetöye satarak değil eğitim sistemini de bile isteye baltalayarak ta ulaştılar bu sonuca, boyları devrilesiceler, öyle bir alt üst ettiler ki eğitim sistemini zekiler altta aptallar üstte kaldı, ben birebir şahidim bu son on yıla, neler olduğuna, çocuklarımla, beter olsunlar inşallah.

***Yine aynı gün aynı haberde bir haber daha vardı, lise öğrencisi bir genç kız beyin kanamasından ölmüş, hayatlarımız bir pıhtının ucunda, bir pıhtıya bağlı, ya kalbe vuruyor ya beyne, hadi eyvallah, ben de bu riskli grubun içindeymişim, yeni ayıldım, bitmeyen yorgunluklarım bunun işaretiymiş, ama nar ve limon takviyesi işe yaradı gibi, belkide su içsem, içmiş, içiyor olsam hiç limona ve nara gerek bile kalmayacak ama içmiyorum, asıl sulandırıcı su tabi, nar ve limona dadanınca hareket halinde olduğum zamanın miktarında artış oldu, ben yine de temkinli olmaya çalışıyorum, zorlamamaya, ne olur ne olmaz, hiç acelem yok gitmek için, burası yahşi, anca büyüttüm çocuklarımı, baş belasını da başımdan savdım, hayat bana güzel, ne gitmesi, isteyen gitsin, benim niyetim yok şimdilik, bu konuda hiç kimsenin garantisi yok ama, piyango gibi, kime çıkar hiç belli değil, baş dönmesi, mide bulantısı, ensede soğuk terleme, el, ayak boşalması veya kalpte sıkışma, ağrı gibi belirtilerde nar ve limon acil yardım, yarım nar veya sulandırılmış yarım limonun suyu, bu belirtilere de gerek yok aslında, hayatımıza daha çok sokmalıyız nar ve limonu, daha fazlası kişiye kalmış, daha fazlası anjiyo, yani tıbbi yardım, tıkanık damarların açılması yani, yaşa da bakmıyor olduğuna göre hayatlarımıza nar ve limonu daha çok sokmalıyız gibi, her yaş için, kadınlar kanamalı dönemlerinde, özellikle öncesinde biraz uzak durmalı ancak, çok değil, biraz, biraz nar ve limonun kimseye bir zararı olmaz, ama çocuklara da dikkat edilmeli çünkü onların kan oranları bizden daha az olduğu için kanları daha çok sulanabilir, burun kanamalarına sebep olabilir, benim kızımın olmuştu mesela, küçükken çok severdi narı, hala seviyor gerçi, ama daha dikkatli yiyor artık.

Yine yok, bu sabah ta yok karşıdaki dağlar, boş bir karaltı var önümde sadece, ölüm içimizde, tepemizde, her yerde kol geziyor, ve üstümüzde, hepsi ölüme davetiye. O dağlarla aramda, bir km kadar ilerimde iki gökdelen çıktı, daha inşaat halinde, bir tane daha çıkıyor, orası tamamen dolduğunda, ki dolacak, öyle görünüyor, bütün çayyolu o gidişe doğru gidiyor, ben o dağları hiç göremeyeceğim ama asıl o zaman silinecek o dağların silueti, şehrin rüzgarını, esintisini daha çok kesecekleri için, son günlerde boşuna söylemiyordur büyük şehirlerde çok katlı yapılaşmaya karşı olduğunu erdoğan, 5+1 kat diye, şimdiye kadar aklı neredeyse, bilgiler, hava kirliliği bilgileri benim değil onun önüne gidiyor tabi, bu gidişle boğum boğum boğulacağız kirli havayla, yine geçen yıl yazmıştım, bu zamanlar, ankaranın yüksek katlı binalar yüzünden boğulduğunu, birileri söylemişti, benim bildiğimi, bana söyleyenin ve ona söyleyenlerin bildiğini niye bilmiyor erdoğan, bilmiyorduysa orada, o mevkide işi ne, bir yıldır veya daha öncesinde aklı neredeydi, iş işten geçmeden önce, artık geçti bile, geri yıkılacak değil ya yapılan binalar, artık çok geç, ankara da taşınacak, şimdi değilse de yakın bir zamanda, toplu ölümler başlasın da görün bakalım neler oluyor, bugün de azrailin habercisi gibiyim, üstüne iyilik sağlık.

***Yine haberlerden bir haber, bihaber değil bir haber, haberdar cinsinden yani, beyaz peynir yararlıymış, 40 gram yenmeliymiş, iyice idiota bağladılar bizi, hocam 39 gram veya 41 gram yersek günaha mı gireriz, hocam dün 20 gram yemiştim bugün 60 gram yiyebilir miyim, hocam bu hafta hiç peynir yemedim, bir oturuşta 280 gram yersem kalp krizi geçirir miyim, hocam tabağımdaki 40 gram beyaz peyniri karga çaldı, ne yapmalıyım, hocam yarın yemeyeceğime söz verirsem bugün 80 gram yiyebilir miyim, ne yapmaya çalışıyorlar sizce bizi böyle gramların arasına boğarak, sıkıştırarak, daha da, daha da itaatkar, söz dinleyen, söylenen sözün dışına çıkmayı beceremeyen, kendi düşünemeyen, düşünmeyi beceremeyen eblehler, yaratıklar olmamızı sağlamaya mı çalışıyorlar, beyin altı yazılımlarımıza neler yüklüyorlar acaba, hocam ben mi aptalım yoksa bunu anlayamayanlar mı, hadi söyleyin ama hocam.

Dizilerde de bunu çok iyi yapıyorlar, geçtiğimiz hafta istanbullu gelinde gelin ve meftun kayınbirader birlikte akşam kahvesi içip çikolata yediler, kaynana da aralarına katılıp ooo çikolata diye bir lokmada hüpletti çikolatayı, nasıl canım çekti, nasıl canım çekti, kırmızı kare çikolatayı tersinden gösterdi, biz de anlamadık ne olduğunu, çukurda gazeteci kız aliçoya damak çikolata getirdi, yine tersinden gösterdi, ufak tefek cinayetlerde kahve ellerinden düşmüyor zaten, tv kültürüm bu kadar, başka dizi izlemiyorum çünkü, diğerlerinde de benzer şeyler oluyordur mutlaka, bunların saf ve iyi niyetle yapıldığını hiç sanmıyorum, resmen beynimize kazımaya, yer ettirmeye çalışıyorlar bu ve bunun gibi zararlıları, bana soracak olsanız, yani şimdiki bana, 6 ay önceki değil, taş yesem ondan daha iyi, canım çekiyor mu, asla, ha taş görmüşüm ha çikolata, benim için bir farkı yok artık, ama 6 ay öncesine kadar ellerinden kapıyordum çikolataları çocuklarımın, beyinlerinizi iyi koruyup kollayın, kimseye yedirtmeyin onları, ve ne yiyeceğinize, ne yemeniz gerektiğine bir başkası, başkaları değil siz karar verin, her yan tuzak dolu, lokantalar da buna dahil üstelik, o yemeğin üstüne verilen beleş tatlılar da buna dahil, bugün beleşe veriyorlar ki yarın sen zaten kendin parasıyla isteyeceksin, bağımlı yapmaya çalışıyorlar bizi, kahve bağımlısı, çikolata bağımlısı, tatlı, şeker bağımlısı, her türden bağımlı, uyanık olun, yedirtmeyin beyinlerinizi bir avuç beyinsize. Aynı şekilde bozuk gıdalara, bir parçası, kısmı dahi olsa küflenmiş gıdalar, kızartmalara dikkat. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.

***Birde farkındaysanız çay unutuldu, unutturulmaya çalışılıyor tv de, varsa yoksa kahve, kahve aşağı kahve yukarı, içiyorsan iç, önüne koy, yok, söylenecek mutlaka ki beyinlere daha iyi kazınsın, kahve içelim, kahve içelim mi, vs, vs,kahve çaydan daha etkili tabi ondan, sonuca daha hızlı gidiyor, sinirleri daha çok geriyor, insanı insanlıktan daha çabuk çıkarıyor, kestirmeden hallediyorlar artık işi, bizi birbirimize daha kolaylıkla düşürmek için, baktılar çayın dozu az geliyor kahveye geçiş yaptırdılar bizi, sahi bu millet niye boydan boya çay bağımlısı, çay içilmeden yaşanamıyor mu, yaşam kaynağımız çay mı da her öğünde, her öğünün önünde arkasında çay var bizde, kim dayattı bu çayı bize, ki günün her anı, her saati çay var elimizde, ne oldu da ıhlamur unutulup çay hatırlanır oldu, tabi şekeriyle beraber, ne oldu da çay ucuzlayıp ıhlamur pahalılaştı, dediğim gibi, baktılar çay çok daha uzun sürede etki ediyor dümeni kahveye kırdılar, neymiş çikolata zararlı ama dark, bitter çikolta yararlıymış, söylediklerini, yalanlarını yemeyene de böyle yediriyorlar çikolatayı şekerinden kaçınanlara, kahvenin, kakaonun sinirleri germek dışında kime ne faydası var onu da bir açıklasınlar, kahve de olduğu gibi çikolata da sinirleri geriyor, ve vücutta tahribat yaratıyor, ben çay içmedim ömrüm boyu, neremden eksildi, vitaminsiz mi kaldım çay içmedim diye?

Emin olun ben sqyfalarca kahve, çikolata hakkında yazacak kadar aptal değilim, bildiğim şeyler olmasa, ama bildiklerimi size anlatsam sayfalar yetmez, benim dilim damağım kurur, kulak asın söylediklerime, hiç boşa konuşmuyorum burada, bana inanmıyorsanız bir ay deneyin, sadece bir ay, sağlığınızda, sıhhatinizde ve kimliğinizde, kişiliğinizde olabilecek değişimlere siz bile hayret edeceksiniz, çay, kahve, çikolata, şeker, bu dörtlü hayatlarımızı mahvetmeye yetiyor, özellikle de çocuklarımızın hayatlarını, arındırın çocuklarınızı, kendinizi bu pisliklerden.

Sadece ofak bir örnek vereyim, geçen yıl parmak kaldırma düşüncesinden bile heyecanlanan, kalbi gümbür gümbür atan kızım bu yıl çok rahat konuşuyormuş sınıfında, ben bilmiyordum çocuğumdaki bu etkileri, siz neyi ne kadar biliyorsunuz çocuğunuzun veya kendinizin hakkında, bunların hepsi vücudunuza atılan birer bomba diye düşünün ve uzak durun., birbirimizle su içmeyi, ayran içmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz gün her pislikten arınmış olacağız, kurtuluşumuz, milli kurtuluşumuz buna bağlı, her şey buna bağlı.

***Cumartesi sabahı, saat 7, kızımı okuluna bırakıp döndüm, okul gezisine gideceklermiş, kızımın okulu yakın, 5 dakika eve, arabayla tabi, taksi çağırdım, bir molla geldi, radyoyu açmış, misvaktan, zart zurttan söz ediyor, dinlemek, duymak bile sinirime gitti, dinlemek, duymak zorunda mıyım, o sinirle kapatabilirdim, kapattırabilirdim, yapmadım, o benim duymak istemediklerimi bana duyuruyorsa ben de ona duyurayım diye düşündüm, “ortalık kapkaranlık, zifiri karanlık, in cin top oynuyor, bir Allahın kulu yok ortalıkta, saat 7, bu saatte çocuklar okula gidiyorlar, böyle devlet mi olur dedim”, daha uzun uzadıya tabi, daha ezan okunmadı, dedi, tam o anda okunmuştu ezan, biz taksiye binerken, 7’ye on kala, ben söylenmeye devam ettim, devlet enerji tasarrufunu düşünüyor dedi, devletse önce milletini düşünsün, bu ıssızlıkta, karanlıkta çocuk mu salınır sokağa, türkiye ankaradan ibaret değil, bunun anadolusu da var, köy okulları var, bir çocuğa bir şey olsa bunun sorumluluğu kimde, sorumlusu kim olacak, sorumluluk diye bir şey yok zaten devlette, devlet devlet olalı böyle bir devlet ne duyuldu ne görüldü, Allah beterinden saklasın, durdum, duraksadım, daha beteri var mıdır ki diye devam ettim, ettim, bozuldu bizim molla, suratı asıldı, keyfi kaçtı, kızımı arabasına bindirip tekrardan bindim taksiye, misvak dinleye dinleye geldik, ama artık o biliyor beni, ben biliyorum onu, inerken Allah yolunuzu açık etsin vya benzeri bir şey söyledi, onaylamak, size de olsun demek yerine kolay gelsin dedim, ki o onaylamamı bekleyerek söyledi, hayırlı günler dedi, iyi günler dedim, iyi günler dedi, çok iyi anlaştık yani, mollalar çıkmış inlerinden, oraya buraya hömkürüyorlar anlayacağınız, sabah sabah asabımı bozdu o. çocuğu, verdiğim para haram zehir zıkkım olsun inşallah, vatan haini köpek.

Gündüz şehre indim, kirlilikten her yer puslu görünüyor, bütün şehir, en son 30 yıl önce böyle görmüştüm ankarayı, doğalgaza geçilmeden önce. o da bizimle beraber zehirleniyor ya, şehrin orta yerinde nasıl olsa, canıma değsin. Çayyolundaki şu şeyh bangha bandhu mucibir …. bilmem ne caddesinin köşesine de cami yapılmaya başlamış, bir orada eksikti zaten, oraya da yapılsın, tamam olsun, neyse, ağzımı bozmayacağım daha fazla, itin yoksa sahibinin hatırı var, onun yüzü suyu hürmetine tabi. Her yanı, sağı, solu. köşesi lüks lokanta dolu, recep usta, uludağ lokantası, bedri usta, leman kültür, elizinn, ne ararsan var, yakışır yani caminin müdavimlerinin ağızlarına, yemek yemek için yer aramak zorunda kalmazlar birde, para onlarda bok gibi nasıl olsa, hırsıza para mı sorulur, bok yiyesiceler, ezan sesi de ne yakışır oraya, beş vakit dinlesinler bakalım.

***Bugün tren garındaydım, yeni garda, tandoğanda kudüs eylemi varmış, gara 200-300 metre mesafede tandoğan meydanı, sesleri geliyor zaten kalabalığın, eylem dağılınca bir kısmı gara doluştu, kadın, erkek, çoluk çocuk, ellerinde türk ve filistin bayraklarıyla bir dolu maganda, kadını çocuğu insandan saymazlar da normalde maksat kalabalık olsun, tren garını da tam yerine yapmışlar, yap eylemi çek git, tren biletleri de şirkettendir, olabilir, neden olmasın, olsa senin benim haberimiz mi olacak, itleri kaşıyıp duruyorlar, nereye varacaksa sonumuz böyle.

İki gün üstüste tren garında yolun karşısına geçip taksiyle kızılaya gittim, ilk gün yalnız, ikinci gün kızımla, taksiciler artık özel bir güruhtan seçiliyor olmalı, hiç güvenli değil gördüğüm kadarıyla taksiye binmek, ben pek değil uzun zamandır taksiye neredeyse hiç binmediğim için bana şaşırtıcı geldi bu değişim, hani o bildiğimiz temiz, dürüst, saygılı taksicilerin yerine çakal, çapulcu taksiciler geçmiş, neredeyse ayak üstü adam dövecekler, korkutmasam, gözümün karalığını gözümde görmeseler daha neler olur belli değil, ki azıcık daha üstelemiş olsalar hiç düşünmeden kafa göz girerdim, 50 yılın intikamını ondan çıkarırdım, gözüm döndü çünkü, azıcık pısmış olsam alabildiğine ezecekler de öyle olmadı tabi, kendileri şiştikleri gibi lendileri pıstılar, olmadık şeyden arıza çıkarıp ortalığı velveleye vermeye çalışıyorlar, şurda indin, burda indin gibi, iki kişiyken değil de tek kişiyken daha kolay işleri tabi. bunun için kadın ve başı açık olmak yeterli, kadın olmak zaten başlıbaşına yeterli, kapalı, açık, her iki halde de farklı şekillerde hücum ederler, önlerindekini üstünlük emaresi olarak gördükleri kesin, bir yandan bas bas erdoğan bağırıyor radyoda, son ses çemkiriyor, zorla dinletiyorlar, istemiyorsan dinleme, erdoğanı bütün gün dinleyip itlik afyonuna bulanıyor olmalılar, itten it ürer, kuzu üremez, hal ve gidişat hiç hoş değil, taksiye binerken iki kere düşünüp binmeli artık, bir kere yetmez, otobüs, dolmuş çok daha güvenli, taksici akp milisleri oluşmuş durumda, ve burnumuzun ucu kadar yakındalar, birer nazi gibi, hitler gibi beyinlerini yıkıyor bütün gün o manyakların, bir manyaktan binlerce manyak türüyor ve onları salıyor üstümüze, işin başı erdoğan, bir başkası değil, hastalıklı ruh başkaca binlerce hastalıklı ruhları kendi emellerine alet ediyor, hepsi birer erdoğana dönüşüyor hayallerinde ve önüne gelene saldırıyorlar, kişi, insan ayırt etmeden, yeter ki onlardan olmasın bu yeterli köpek gibi saldırmaları için.

ali koç şöyle demiş bugünlerde, 50 yaşındayım, hayatım boyunca hiç bu kadar ayrışmayı görmedim. Ülkemizde utanma ve mahcubiyet duygusu yıprandı… Önce iyi insan olun, adil olun, merhametli olun…” ben de aynı yaştayım ve gördüklerimiz, söylediklerimiz çok farklı değil görüldüğü gibi, benim gördüklerim onun söylediklerinden çok daha çarpıcı tabi, o sıradan insan gözüyle göremez çünkü etrafı, o ali koç, binsin benim gibi taksiye de görsün dünyanın kaç bucak olduğunu, kadın ve yalnız olarak, o gün telefon da yoktu yanımda, şoförden telefonunu rica ettim, kontörüm yok dedi, ona da güvenmiş olmalı, telefonum olmamasına, tek başına da hallederdim ki ben onu, rahatlıkla, ufak tefek bir şeydi, anladı zaten, gözümün döndüğünü, onu paralayabileceğimi, korktu, korkuttum, akıllılık etti, kendi için iyi oldu yani, çenesini kapadı, sessizce yanaştı ve indim.

Çok eski bir arkadaşımı gördüm geçenlerde, 30 yıllık arkadaşım, o anlattı, kısa bir evlilik yapmış, birkaç ay kadar, kadının akıllısı o olmalı, ben değil, biraz, yani bana göre iri yarı bir arkadaş, “adamı elimde bıçak mutfakta dolabın dibinde kıstırmışım köşeye, sonra bırakıp gitmişim bıçağı, ama niye bıraktığımı, niye gittiğimi hiç hatırlamıyorum” bendeki cevap, “ha şunu yapamadım ya, ben ona yanıyorum, cüsse farkı işte”, on yıl önce karşılaşmıştık onunla, kızılayda, 20 yıldan sonra, ben salya sümük ağladım onu görünce, aklımda kalan bu kadarı, sonrasını o tamamladı, az çok hatırladım, iplerin esas gerildiği dönemmiş, benim için, ona yardımcı olmak için dükkandaymışım, dükkan değil iş yeri, ben dükkan diyorum, ipler kopmadan önceki son 6 ay gitmiştim dükkana, çocuklarımı birbirine bırakarak, etinden, kanından, canından almasını iyi bilir o tip pezevenkler, nasıl aldıklarını bile hissetmezsin üstelik, dükkana gitmişiz birlikte arkadaşımla, bana ve kendine kötü davrandığını, o yüzden dükkanda çok kalmadığını söyledi, o adama katlanmak yerine daha az parası ve ve daha çok mutluluğu olan bir hayatı olsaymış keşke diye geçirmiş içinden o an için benim için, ve ekledi, o adam seni kesin dövmüştür diye, şimdi dönsün dönsün kendi götünü dövsün ben ne ettim diye, öyle iyi geldi ki bana bu yeni hayat biçimim, işim az vaktim bol, gez, eğlen gününü gün et, vur patlasın çal oynasın, ne aptalmışım meğerse, meğerse ne güzelmiş hayat, iliğimi emmiş köpek, birde üstüne 7 yıl daha sürdürmüşüm, kararımı verdikten sonra, hizmetçiliğini yapmaya devam etmişim, çekilecek dert değil, değilmiş, mundar suratsız. epeydir unutmuştum, bak yine geldi aklıma, hep şu bastıbacak şoför parçası yüzünden, bana her şey onu hatırlatıyor, kötü olan her şey tabi.

*Adamın biri müslüman naziler diye bir kitap yazmış, çok ta sallamıyorum demek ki, o zaman da radyodan dinliyorlarmış hitleri, şimdi radyo ve tv lerden.

***Arsızlığın, yüzsüzlüğün bu kadarına pes doğrusu, tam bir man kafalılar döneminden geçiyoruz sanki, her şey ayan beyan ortada ve ben etmedim o etti oyunu oynuyorlar bizimle, dalga geçiyorlar resmen, biz aklımızı ne zaman ve nerede kaybettik bu kadar, ne oldu bize, afyonlandık mı, efsunlandık mı, ne oldu bize, sokağa çıkıyorum, daracık taytını kıçına geçiren götünü sallıyor, bir insan görünümlü insan yok sokaklarda, kalmamış, akıl, edep, utanma, haya nerede kaldı, nerede bıraktık biz onları, ne zaman, belden yukarısı çalışmıyor adeta, belden aşağı inmiş hep akıllar, dış görünüş, gösteriş, içinin ne olduğu kimsenin umuru değil, şimdi burada bir şey diyeceğim güleceksiniz belki ama bu beni durdurmaya yetmez, çünkü bundan eminim, hep yanlış beslenmeden, kızımın 6 ay önceki beyni ile şu anki beyni arasında dağlar kadar fark var çünkü, kötü beslenen beyin çalışmıyor, şeker beyni sulandırmanın, onu en alt düzeye indirmenin en kısa yolu, amerika deneyler yapıyordur, yapmıştır mutlaka yiyeceklerin beyne etkisi konusunda, ilaç için deneklik var da besin için niye olmasın, bize ne vereceğini, neler yiyip içirmesi gerektiğinin matematiksel hesapları yapılmış olmalı çoktan, bu hale geldiğimize göre.

***Fetö tutuklusu eski trt genel müdürü fetöden işe alınanlar için onları akp li sandım, o yüzden işe aldım demiş, 300-400 kişi tutukluymuş trt çalışanı olarak fetöden, adamın ne suçu var, aldatılmış işte, nasıl ki erdoğan aldatılmış o da aldatılmış, erdoğan tutuklu olmadığına göre o adam niye tutuklu, o adam tutukluysa edoğan niye tutuklu değil, günah keçilerinden biri de o demek ki, sonuçta birilerinden çıkarılacak bu günahın faturası, hüseyin çapkın serbest bırakılmış, akp aslanı hüseyin çapkın olmuş kuzu sarması, o günah keçisi mi bilemeyiz tabi, demek ki trt ye işe girmek için diplıma, eğitim değil akp li olma şartı gerekiyormuş, buradan bu çıkıyor, doğruyu söylerlerken bile yanlışlar çıkıyor ortaya, devenin neresi doğru ki burası doğru olsun, vay anasını.

Yunan bakan işgal ettikleri adalar için kılıçdaroğluna gel de al demiş, akp lilerden, hükumetten bu konuda ses, tıs çıkmadığı, çıkamadığı için kılıçdaroğlunu muhatap alıyor kendine, akp den niye tıs sesi çıkmıyor birde onu anlasak, bu kadar mı korkaklar yoksa akp sattı mı acaba o adaları yunana, bir akp li açıklama yaptı, kafasını kaldırmadan, yüzümüze bakacak yüzü yok herhalde, akp toprak kaybetmedi dedi, kaybetmediyse ben on yıl önce nasıl gittim eşek adasına, çocuklarımla paçalarımızı sıyırarak, ayakkabılarımız elde denizden yürüyerek geçtim ve eşek adasını turladım, yunanın olsaydı bunu yapamazdım herhalde değil mi, ve şimdi omların olduğuna göre, yunanın olduğuna göre o akp li açıkça yalan söylüyor, ben yalan söylemiyorum, on- on iki yıl önce gittim ve gezdim eşek adasını, ben yalan söylemediğime göre akp yalan söylüyor.

***Bugün mutluluk günü benim için, nedenini yazacağım ama önce bir giriş yapmalıyım, bir iki hafta önce osman müftüoğluna sorulan sorulardan biri, halkın sorduğu, haşimatonun kesin iyileşip iyileşemeyeceği sorusuydu, müftüoğlu yüzde doksan dokuz iyileşme olmayacağı cevabını verdi, iyileşemezmiş yani, ilaca bağımlı kalırmış, ben, yani kızım ve ben bugün müftüoğlunun o tezini çürüttük, ya onun dediği o yüzde birlik nadide topluluğun içine girdik ya da o teorem baştan başa yanlış, o cevaba ayraç içinde “hayatını aynı şekilde sürdürürsen” eklemesi konmalı, ki besin tarzını değiştirdiğinde her şey değişiyor, ama doktorların galiba işine gelmiyor bu durum, bundan haberdar olmamızdan, kendi kendimize iyileşebilecek olmamızdan rahatsızlar, bunu asla isteniyor ve kötü kaderimize razı gelmemizi, ipleri bırakmamızı istiyorlar, hastalığı başlattığım gibi bitirebilirim dememizden korkar gibi bir halleri var, bugün 4 aydan sonra hastanedeydik, başlangıçta 85 olan ALT sonucu 4 ay önce 35’ti, bugün 15 çıktı, bu bir mucize, normal değerlerin bile altında, 6 ayda bu sonuca ulaştık, şekeri hayatımızdan çıkararak, her nedense bunu ilk gören doktorun yüzünde en ufak bir mimik kıpırdamadı, en ufak bir mutluluk izi göremedim yüzünde, tam aksine eşekten düşmüş gibi bozuldu yüzü, böyle bir değişimi, iyileşmeyi istemezmiş gibiydi, bizdeki mutluluğu paylaşmadığı kesin, sorularıma bile cevap vermek istemedi, bu suratsızlık, bıkkınlık falan değil, ki bunlara zaten alışkınız, bu başka bir şey, iyi olmamızı, iyileşmiş olmamızı değil aynı, stabil kalmamızı istiyorlarmış gibi bir hal var, müftüoğlunun da dediği gibi, ne demişti, iyileşemezsiniz, bir başka deyişle iyileşmezseniz daha iyi olur yani, iki gün sonra kızımın doğum günü, 16 yaşına girecek, 22 aralık ta ikinci doğum günü artık, artık sapasağlam bir kızım var, sen iyileştirdin beni, senin sayende oldu dedi bana, bir dolu sevdik birbirimizi o sevinçle, aklımız başımızdan gitti desem yeridir, uzun bir zaman, kadın doktor odun gibi, en ufak bir titreşim göremedim kadında, hatta tam aksine tersine bir titreşim oldu, ne oldu, nasıl oldu diye bir soru da yok, niye sormuyorlar, sormadılar sizce, zaten cevabını bildikleri için olabilir mi, bence olabilir, önceden bana şekerle ilgisi yok diyen doktordu, şekerle ilgisi var, hem de nasıl, birebir ilgili, birlikte yaptık, sen de çaba gösterdin, seni iyileştirmeyip yalnız mı kalsaydım dedim kızıma, o benim hayat ışığım, artık karaciğeri sağlam, sapasağlam, günde üç adet aldığı hapı bire düşürdü doktor, on gün sonra yine gelmemizi istedi, yolundaysa ilacı kesecek olabilir çünkü normal değerlerin bile altında şu an ALT, hala iyi niyetli olduğuna inanmak istiyorum, umarım iyi niyetlidir, umarım ben yanılıyorumdur, ama ben çok mutluyum ve bu durum bile mutluluğumu gölgelemeye yetmiyor.

Tamam o sevinmesin, biz sevinelim de sonuçları görünce yüzünün asılması niye, o kadar ki kadının sonuçlara bakınca değişen yüz ifadesinden kızımı korku almış, sonuç çok kötü sanmış, var bunda bir iş dedi kızım, sezgileri güçlüdür kızımın, var bunda bir iş, bir dümen, kafasını kaldırmıyor, soru soruyorsun cevap veriyor mu vermiyor mu belli değil bir garip, daimi mutluluğun sırrı kısa süreli mutluluklardan uzak durmakta saklı, bisküvi, şeker, çikolata ve şekerli içecekler gibi, ben söyleyim de siz ister uygulayın ister uygulamayın, ama biz sıkı bir şekilde uyguluyoruz bunu, sonuçlardan da belli zaten.

Hayatta alabileceğiniz en büyük karne, o elinizde tuttuğunuz çocuğunuzun kan sonuçları, ondan daha büyük bir karne düşünemiyorum ben, anneliğinizin sicili, cv’si orada saklı, görebiliyordum iyi olduğunu ama tescillenmesi başka bir şey, giderken demiştim zaten bu son gidişlerimizden biri olabilir diye.

Sabah on olmadan verdik kanı, iki tüp, gazi hastanesinde park yeri bulmak işkence, her seferinde öyle, sabah otoparkta iki tur attım, tamı tamına yarım saat, bulamadım, dışarda bir yol kenarı buldum, 3’te hastanede olacağız tekrardan, arabayı oynatsam bir daha yer bulmayla uğraşmam gerek, acıktık, yakındaki seyir kafede kahvaltı ettik kızımla, zibil gibi kahvaltısı var ve çok çok ucuz, ne yersen ye 17 lira, kişi başı, öğrenciye yönelik galiba, beşevler sonuçta, kızım bunda bir iş var, bu paraya bu kahvaltı olmaz, kesin kara para aklıyorlar dedi, bilemem artık, ama bileni, müşterisi de bol, çantasını kapan kadın gelmiş, toplu halde, evde kahvaltıdan daha ucuz olduğu kesin, oradan ankarayla kızılaya gittik, metroya sık sık biniyorum, biniyoruz artık kızımla, alıştık, bir iki yıldır, bizim ev hattımız, ankaray çok bi külüstür geldi metrodan sonra, 70’lerin otobüsleri gibi, örgü ipi almaya gittik, kızılay avm nin biraz aşağısında bir iplikçi var, merdivenle iniliyor, insan kaynıyor içerisi, örgü ören çok yani, kar kış kapıda, geldi gelecek, ben de örmeye devam, selanik atkı, atkılar, beş şiş eldiven, beş şiş çorap, kızım kazağa da başlattı, tabi kendine, ama ne zamana biter bilemem, veya biter mi, en son başladığım kazak en az on yıldırbitmeyi bekliyor, bilemem artık, söz yok biterse biter, ama bitmeden kızım beni rahat bırakacağa benzemiyor, kazak uzun iş, ama atkısından çok memnun, hiç çıkarmıyor, kullandığı incecik hazır atkılardan sonra pek beğendi, hazır giyim bir atkıya üç yumak ip kullansa kar edemez, ama ben kullanabilirim, fark orada, ve bayağı bir fark var, küçücük örüp ütüleyip büyütüyorlar birde, incecik bir şey oluyor atkılar, el yapımı gibi olması mümkün değil yani, ve tabi ki yüzde yüz akrilik, ben yün karışımı alıyorum, yarı yarıya, umarım öyledir gerçekten, yüzde yüz  yünler çok ince oluyor, ipliği ince yani.

***Kızım küçükken, emekleme döneminde, ve hatta sonrasında da, yerde oynarken bir bakardım ayaklarımı öpmeye başlamış, alır ben de onu öperdim, benden başka hiç kimseye yapmadı bunu, bana karşı duyduğu içten gelen bir sevgi ile yaptı, o küçücük kalbiyle, 9 ay aynı bedeni paylaşmışsınız birlikte, sonrasında bir o kadar zaman birbirinizi beslemişsiniz, biriniz sevgi diğeriniz sevgi ve sütünüz ile, iki, üç saatte bir hasretle kavuşmuşsunuz birbirinize, günde 5-6 kez, o sizden emmiş siz ondan mutluluk almışsınız, daha sonrasında ise elinizde kaşık o her defasında ağzını açarken siz de açmışsınız, kendiniz yermiş gibi, o düşse içiniz yanmış, siz düşseniz onun için yanmış, birinden biri öksürdüğünde, tıksırdığında diğeri korkutuyorsun beni demiş, ki az önce, bunu yazarken söyledi bana bunu, var mı bundan daha büyük bir aşk, daha büyük bir sevgi, başka ne beklenebilir ki, niye bir başkasının değil de benim ayaklarımı öptüğü belli değil mi? Zaten öyle olabilecek, yerimi doldurabilecek, yerime konabilecek bir başkası da hiç olmadı, 3 çocuklu bir kadının yanına kimse yanaşmaz, vebalı gibi kaçarlar, slogan ne, yemek gördün mü giriş, iş gördün mü sıvış, ne zamanki iş biter, her şey yoluna girer bizde vardık derler de dedikleri boşa çıkar.

Kızım meraklıdır eski, çocukluk videolarını izlemeye, bana da zorla izletir çoğu zaman, ona ve abilerine olan merhametimi, sevgimi o videolarda da görür, kendimi her seferinde bir kat daha fazla severim, o zamanki kendimi, bütün hayatımı çocuklarımın üzerine kurmuşum, merhametsiz, sevgisiz bir ortamda, ki bu tek bir kişiye bağlı olarak değil genel olarak, sen seme olunca gelen geçen başına vurur, vursunlar bakalım, bakalım kim kazançlı çıkacak, sonunu gören, gidip te dönen var mı, yok, çocuklarıma sonsuz sevgi ve merhamet vermişim, yine başlasam yine aynı şekilde yaşarım, hiç tereddütsüz, sevgi, anne çocuk sevgisi bir anda, bir günde kurulmuyor, birlikte yaşanan zaman içinde gelişiyor, serpiliyor, büyüyor, sana bakmayıp, seni iyileştirmeyip yalnız mı kalsaydım demenin altında ne güzel alt anlamlar var bilemezsiniz, sen bensin demek, ben senim demek, sen bensin ben senim demek, ben sensiz ben değilim demek, sana bakmazsam kendime bakmamış olurum demek, sen olmazsan ben ben olamam demek, de bunu anlamak için anne olmak gerek, sevgi vermeyi bilmek gerek, sevgi vermeyi ve almayı bilmek gerek.

Çocuğunuz böyle bir durumda kaldığında, hastalandığında, ilk suçladığınız kişi kendiniz oluyorsunuz, mesele olan da beslenme olunca, yanlış beslenme yani, ama bu dönemde çokta bir değişim yapmadık ev beslenmemizde, baklava, pastaları eve sokmayalı on yıllar oldu bizde, colalar, gazozlar, meyve suları hiç girmedi, asla, abur cubur stoklarını bitireli ve yeniden doldurmayalı yine on yıllar oldu, bi çikolta ve dondurma yiyormuşuz, bir onu bıraktık, o dönem söylemişti zaten kızım meselenin özetini, sen yedirmiyordun, ne yapayım diye, şimdi kendisi de yemiyor artık, sorun çözüldü, ne demişler bir musibet bin nasihatten iyidir diye, artık kendimi gereksiz yere suçladığımı da biliyorum, bu kadar az bir değişim ile bu sonuca vardığımıza göre bunun sorumlusu ben değilim kızım, o da öyle öğrenecekmiş demek ki.

Hayatınızda sizi zorlayan biri, birileri varsa bilin ki karaciğeri onu zorladığı içindir, siz birilerini zorluyorsanız, ve kendiniz de zorlanıyorsanız yine bilin ki karaciğeriniz sizi zorladığı içindir, çok uçuk bir şey söyleyeceğim şimdi, belkide iyi insan kötü insan diye bir ayrım bile yok, karaciğeri iyi durumda olan ve olmayan insan var, neden olmasın, nelerin etkisinde ve ne kadar etkisinde olduğumuzu biliyor muyuz, bilmiyoruz, aşırı şeker, tatlı, çay, kahve, kızartılmış gıdalar, bize neler yaptıkları hiç belli değil, içki de bu zararlıların içinde, karaciğer için, ve üzerine söylenmiş bir söz var, içki bütün kötülüklerin anasıdır diye, demek ki bir yiyecek, içecek kötülük sebebi olabiliyor, bu sözden bu çıkıyor en azından, o zaman, bu sözün söylendiği zaman büyük olasılıkla şeker, kahve, çay, kızartmalar bilinen şeyler değillerdi, eğer bilinseydiler onların üzerine de söylenirdi bu söz. Hani hep deriz, diyoruz ya, eskiden insanlık daha iyiydi, arkadaşlıklar, komşuluklar, insanlık daha iyiydi diye, ne değişti de biz değiştik, ne değişecek, yiyeceklerimiz değişti, önceden sabah akşam yoğurt yiyip ayran içiyorduk şimdi habire çay kahve içiyoruz, her birimizin bağırsaklarında zararlı bakteri patlaması var, yararlı bakterileri çok çok az, bundan daha büyük sebep ne olabilir, daha ne olsun.

Dün sabah dedim kar kış kapıda diye, öğleden sonra yağmaya başladı, her yer bembeyaz şu an, yani bu sabah, beş santimden fazla gibi, ama durmuş, şu anda yağmıyor kar, birkaç gündür yoğun sis vardı, bugün hava temiz, yağan kardan dolayı, karşı dağlar net görünüyor.

İstanbullu gelinin bu bölümünde de bolca kahve reklamı yapıldı, sesli ve görüntülü, için için için diye beynimize sokmaya çalışıyorlar, bir aile dizisine dönüştü artık, kim kiminle nerede gibi oldu, üç erkek bir kadına aşık, ikisi karşılıksız, kendi kendine gelin güvey olanlar cinsinden, yok devenin nalı, biraz fazla atmaya başladılar gibi, zırvalıyorlar artık, böyle giderse bırakırım yakında izlemeyi. Evli kadına platonik aşk duymak, 2 kişiden, serbest, evli adamla aşk yaşamak yasak, kadının evini basmalar falan, garip garip işler, türk dizisine çevirdiler tam, hani gerçek hayat hikayesiydi, yalan.

***Tam temizlik tam ferahlık evin, bizim evin sloganı oldu artık, bugün kızımın doğum günü, pasta almak yetine kahvaltıya gidelim dediler, hem pazar, canıma minnet, kahvaltı hazırlamaktan kurtuldum böylece, git gel de iş gerçi, gittik, recep ustaya, kahvaltıya, tıklım tıklım dolu, pazarları evden kaçan kaçana demek ki, 3 kişi 165 lira tuttu, uykucu oğlum gelemedi her zamanki gibi, gittik döndük hala uyuyor, o gecelerin adamı, bunun seyir kafedeki karşılığı 3 kişi 52.5 lira, 112.5 lirayı fazladan vermişiz yani, ve orada, seyir cafede yemek sınırsız, çeşit çok çok daha fazla, ve istediğinden istediğin kadar ye, recep ustada masana geldiği kadarını yiyebiliyorsun, kaşar peyniri gelmedi, beyaz peynir var mıydı, vardıysa da dişimin kovuğuna yetmemiş demek ki, hatırlayamadığıma göre, azıcık kazıklandık gibi, mekan farkı demek ki, paralılarla oturma farkı, kahvaltılara fanta alışkanlık olmuş kahvaltıcılarda, ikisinde de vardı, hiç hoş değil, zorla içiriyorlar gibi, ben içmedim ama, hiç işim olmaz bundan sonra, önceden de içmezdim. zaten, kırk yılda bir.

Biri kızıma hediye etmiş, kırmızı, bordo renkte pijama, penti marka, alt parçası pamuklu süsü vermek için kareli yapılmış ama polyester, bir baktık kızımın çarşafı kırmızı olmuş, çarşafa renk geçiren insana neler neler geçirir, attım.

Dün fox haberin haberi, miamide ev fiyatları, ki milyon dolarlardan bahsediyorlar, istanbuldaki karşılığının yarı fiyatınaymış, birde üstüne üstlük 4 katı fiyatına kiraya verilebiliyormuş, acaba niye, yani diyorlar ki istanbuldaki evinizi satın, onun parasıyla miamiden iki ev alın, kiraya verin ve istanbulda aldığınız kiranın 8 katı cebinize girsin, iki ev satın 16 katını kazanın, veya gönlünüzün istediği kadarın satın, kat be kat kazanın, ama şunu demiyorlar, miami önümüzdeki yıllar içinde iklim değişikliği sebebiyle denizin altında kalma riskiyle karşı karşıya, yakın zamanda bir büyük fırtına atlattı ve düşünüldüğü gibi sular altında kaldı, bu da emlak fiyatlarını birebir etkiledi, o yüzden insanlar o ucuz fiyata bile ev almaktansa yüksek kira ile oturup ani bir şey olduğunda, olursa, ilk uçakla kaçmanın planını yaptıkları için miami şu an bu durumda, elin gavurunun tv si bunu niye desin, bizi mi düşünecek, fox amerikan tv si değil mi, amerikaya kıyağı bu da herhalde, ahmak tavşan avı, bu kaçıncı yanıltması tv lerin yazdığım, bizim paramız olmuş onların oyuncağı, çek o yana çek bu yana.

O hesabı türkiye üzerinden hesaplayalım birde, bizde 300 bin liralık bir ev aşağı yukarı bin liraya kiraya veriliyor, demek ki orada 150 bin liralık bir ev 4 bin liraya kiraya veriliyor, türkiyede 20-30 yıl kira ödese ancak evin parası çıkıyor, amerikada 3 yıl kira ödese evin parası çıkar, elin amerikalısı aptal mı da 150 bine alabileceği, 3 yılda sahip olabileceği bir eve 4 bin lira kira ödesin?

***Oturduğum site eğimli arazi üzerine kurulmuş, bayağı bir eğimli, toki başka yer bulamamış galiba ev yapacak, binalar 14 katlı, dün asansörlü taşıma asansörü bir alttaki binanın tepesine konmuş, yani bir üstteki binaya taşıma yapmaya çalışırlarken asansör devrilmiş ve bir alttaki binanın en tepesine takılı kalmış, yerden binanın en üstüne kadar dayalıydı asansör, akşam üç vinç gelip kurtardılar ama bayağı uğraştılar, görünmez kaza, yine Allah saklamış, evlere de girebilirdi o asansör, sabah kızım servisi kaçırmış, hiç istemeye istemeye çıktım, kızımı okuluna bıraktım, Allahtan yakın, dışarısı eksi 5, yollar değil ama çoğu yer buz, çıkmışken markete de uğradım, yataktan kalktığım giysilerle, üstüme eski bir palto, başıma bir bere, düş yola, sallapati, saat on, eve döndüm, başı kapalı iki küçük çocuklu bir kadın apartmandan çıkıyor, başı kapalı ama bir giyiniş, bir süs, bir makyaj bende yok diycem, bende zaten yok, gözümün çapakları duruyor gözümde, gözüm tam açılmış değil daha, hayır o kadar seviyorsan süslenmeyi başını da aç, yani hiç yakışık almıyor, ya birini yapma ya da öbürünü, hem bu dünyayı hem öbür dünyayı düşünüyor demek ki, daracık pantolon, yani bu nedir bir anlayabilsem, daracık pantolonu da giysin, ona da eyvallah, ama başı kapalıyken değil, ben bile giyip çıkmam o pantolonu, içine zor girmiş gibi, nerede bir başı kapalı, yazık, acıyorum hallerine, iki arada bir derede kalmışlar gibi, onların deyimiyle arafta gibi.

Bu gidişle teksasa dönecek ortalık, 15 temmuzun devamı nasıl, niteliğindeki eylemlerin ve bunu yapan kişilerin czai sorumluluğu olmayacakmış, bu nasıl iş, adam, sıradan bir adam hem hükmü verecek hemde uygulayacak, yani cezayı verecek ve hiçbir cezai sorumluluğu olmayacak, bu nasıl iş, nasıl nereden akıllarına geliyor böyle zirtapozluklar anlamıyorum, kimsenin hayat güvencesi yok demektir bu bundan böyle, isteyen istediğini gözünün üstünde kaşın var diye öldürsün ve elini kolunu sallaya sallaya gezsin, bu erdoğanın beyni sulandı, erken değil tam zamanlı bunama yaşıyor, çünkü yaşı kemale erdi, onu bir oradan alaşağı etmek lazım, yoksa geleceğimiz hiç emin ellerde olmayacak.

***Önceden de almıştım alabaşı, ama dilimleyip yediğim için beğenmemişim, yine deneyeyim dedim bu kış, bu defa rendeledim, nefis olmuş, hiçbir şey yeme onu ye, o kadar güzel, bence yani, mor alabaştı, iyice yıkadım, soymadım, bir tane de beyaz alabaş var dolapta, onu da yarın yaparım, yine soymadan, 1 alabaşı, 2 havucu rendeleyin, 1 limon ve zeytinyağı katın, yok böyle bir lezzet, epeydir yemek anlatmamışım size, şimdi fark ettim, her gün nurseli izliyorum aslında ama bildiklerimi kendime saklıyorum, yok öyle değil de, yazması uzun iş, zaten öyle değişik, farklı bir şey de olmuyor, hayat kendini tekrar ediyor, olsa yazarım, hem evin işiyle anca baş edebiliyorum, indir kaldır her gün aynı iş, dün oğlum ne çok iş yapıyorsun dedi, dikkatini çekmiş demek ki, hayat bu, yaparsın, onun hükmü biter, yine yaparsın, bir yandan da salata yiyorum, elimde kaşık, nefis nefis, yarısını bitirmişim, hepsini bitirmeyeyim bari, fena olur, bir daha mı salata yapayım, hiç uğraşamam, çekeyim öteye elimin altından, gözümün önünden, sabah, uzanması da zor değil, ne olacaksa, sabahları zencefil çayı yapıyorum, bir ceviz büyüklüğünde zencefili soyuyor, kabuklarının iç kısmını yüzüme sürüyorum, illa ki vardır bir faydası, ince dilimliyorum, üçte bir veya dörtte bir kabuk tarçın, 2,3 karanfille, bulursam haspir de koyacağım ama henüz haspir bulamadım, safran çok pahalı, almam, bir büyük bardakta sıcak suyunu koyup demliyorum, üstünü kapatıp, dem ve sıcak su yarı yarıya koyuyorum bardağa, şekersiz, sabah kahvaltı için oğluma çay içer misin dedim, bir işe yarıyorsa ver, yoksa boşver dedi, normal çay istemiyormuş yani, bundan bu anlaşılıyor.

Bu ara çok iş yaptım cidden, hani yüksünmeyeyim diyorum ama paran mı var işin var, iş artırıyor adama para, boşa eşeklik paranın fazlası, benimkiler değil, bunlar  ihtiyaçtı, cam balkonlar takıldı, dolaplar geldi, banyolara, duşakabin geldi derken ustalarla uğraş, onları ağırla, gelenleri temizle, yerleştir, düzenle iflahım kesildi, oğlum aldıklarımla kendime fazladan iş çıkardığımı düşünüyor, bense işimi azaltmak amacıyla aldım onları, cambalkon olduğunda balkonu sık sık yıkamam gerekmeyecek, evi temizler gibi temizlemem yetecek, cam balkon ve yeterli dolap olduğunda eşyalar yerlerine girecek ve her yerden elime bir eşya bulaşmayacak falan filan, aslında hepsi işi azaltmak amaçlı ama oğlum işimi çoğalttığımı düşünüyor, nereden baktığınızla ilgili bu durum, yine verdim çeneye, şimdi gidip ufak tefek cinayetleri izleyeceğim, büyük bir zevkle, bayılıyorum o diziye, bir merve hayranı olup çıktım, meşgulüm yani, tutmayın beni, rica ediyorum, şundan bir kaşık daha alıp çekip gideyim bari mutfaktan, yoksa kimseye kalmayacak.

***Ufak tefek cinayetlerde yine resmi olmayan kahveli geçitler düzenlendi, elde kahve, hadi çıkalım, kahveler elimizde uzun ip belimizde, biz gideriz ormana, bu kahve gösterilerinin masumane yapıldığını mı düşünüyorsunuz, ben hiç öyle olduğunu sanmıyorum. Ha birde kahve reklamında takmışlar kahvenin uyandırdığına, uyanık tuttuğuna, oradan avlamaya çalışıyorlar milleti, önc uyanık tutmakla birlikte sonra uykusuz bıraktığını, vücutta gerginlik yarattığını, saldırganlaştırdığını da eklemeliler ancak, bir aydır ne çok takı, mücevher reklamı var, yılbaşı olmuş takı alma ayı anlaşılan.

***Şu khk ile çıkan yasa, 15 temmuz ve devamının cezai işlem almayacağı hususu günlerdir konuşuluyor, bütün muhalefet tepki gösteriyor ve erdoğan hazretleri çıkıp bir kelime etmiyor, her şeye konuşan, çen çen öten adam işine gelmeyince arkada saklanıyor, altındakileri öne sürüyor, kadın fetöcü erkek akp li olan eşler var bildiğim, bunlara birbirinizi öldürün cezası yok mu deniyor, adamın biri karısını öldürdü fetöcüydü dedi, mesela, ne olacak, kim haklı kim haksız kim bilecek, var mı böyle bir dünya, bu nasıl nir manyaklık, bu ilk adım, bunun ikinci adımı fetöcülerden sonra kemalistlere olacak, fetö unutulduğunda düşman olarak fetönün yerini kemalistler alacak, fetö ısınma turları, ne oluyor, nereye gidiyoruz, böyle bir ahmaklık görülmüş değil, sıkıyosa muhalif olun bana, bir ite leşinizi serdiririm, cezası da olmaz, köpek niyetine ölürsünüz diyor bize, hitler 2, keser döner sap döner, gün gelir o hesap dönerse o keserin kimin başına çarpacağı hiç belli olmaz, çok azdı, başına gelecek var. Mahkemeleri düşünüyor herhalde, boşa iş çıkmasın mahkemelere, ya bu manyak ya, normal değil, anormal, ünlü bir deli doktoru deli demişti buna zamanında, enver ayseverin programında, boşa dememiş demek ki, kanıtı da bu, daha ne olsun, milleti birbirine kırdıracak, deli bu deli, zırdeli cinsinden.

***Hala kendileri bile net ayıklayamamışlarken hapisteki baylokçuları, çünkü sahte baylok hesapları ortaya çıktı ve dün bunların tahliyesi başladı, ve yine dün 15 temmuz kahramanı olduğu sanılan bir asker fetöcü olduğunu açıkladı, hal böyleyken sıradan bir insanın hükmüne, ve sonuca gidişine nasıl onay verirler, ne şehittir ne gazi, bok yoluna gitti niyaziler mezarlıkları mı kurduracaklar bize, bunlar ne kafasında, eroin falan mı kullanıyorlar yoksa, dün yanıt vermiş, ama abdullah güle, diğerlerini, yani muhalefeti kaale bile almıyor anlaşılan, abdullah gülün söylediklerinden duyduğu derin teessürü belirtmiş, çok kırılmış olmalı, çift kale top oynuyorlar sanki, ortada başka kimse yokmuş gibi, bozacının karşısına şıracıyı koymuş göbek attırıyorlar, misket oynuyorlar, bir abdullah gülün söylediği önemli, gerisi nanay.

abdullah gülün derdi meseleyi nasıl sıvazlayıp yumuşatırım meselesi, muğlak dersin, kaygı dersin, yumuşacık bir şey olur, millet nasıl olsa anlamaz ne olduğunu, karşıymış gibi yapar ama aslında diğer sert sesleri bastırır ve ortalığı yumuşatırsın, millet te bu kadar karşıtlığın yeterli olduğuna ikna olur, ve mesele erdoğan güle ne dedi, gül erdoğana ne dedi meselesine doğru kaydırılır, asıl mesele unutturulur, ne bok derseler desinler birbirlerine, çok umurumdu, it iti ısırır mı, ısırmaz, böylece bu mesele de kapanır gider, bu her zamanki taktikleri oldu erdoğan gül ikilisinin, erdoğan ne zaman olmadık bir laf etse karşıymış gibi bir laf ediyor, diğer söylenen sert sözler altta kalıyor, sonrasında ise akılda kalan hiçbir şey olmuyor, ve yine erdoğanın dediği oluyor, abdullah gül ne ileri bir adım atıyor, ne geri, yerinden memnun, vazifesini, şakşakçılık vazifesini tamamlayıp geri çekiliyor, gündem içindeymiş gibi yapıp gündem değiştiriyor, iyi  taktik, bozacının ortağı şıracı meselesi aynen.

Ha birde onlarda var yüzde elli, bizde var yüzde elli ama bu kimsesizlerin yüzde ellisinden olduğumuz için bizim hükmümüz geçmiyor, bizim yüzde elli kimsesiz, öksüz ve yetim, arayanı yok, soranı yok, sahipleneni yok, ota boka dırdır eden kılıçdaroğlu bunun için bir laf etti mi, etmedi, o da erdoğanın bir diğer ortağı, yüzde ellimizi erdoğana arpalık ediyor, az gidiyor, uz gidiyor, bir arpa boyu yol gidemiyor, olduğu yerde sayıp duruyor. Hepsi amerikan uşağı, bizim uşağımız olan var mı aralarında, yok, ben göremiyorum en azından.

Buna, bu khk ya kardeş kavgası diyenler olmuş ama öyle değil, bu birebir ite, köpeğe önüne gelene saldırma hakkı, yanlış anlamışlar, durum sandıklarından çok daha vahim yani, ben nereden akp nin itinin kardeşi oluyorum ki, alttan ala ala, kıçlarını yalaya yalaya bugünlere geldik, açıktan sopa gösteriyor herkese, gestapo, kardeşmiş, ne kardeşi.

Burası türkiye, kan davaları yıllarca sürer, kana kan, göze göz, dişe diş almasını da bilir bu millet, devletin vermediği cezayı millet kendi kesecek olursa, ortalık teksasa dönecek olursa bunun diyetini o insanlara nasıl ödeyecek erdoğan, her iki tarafa da, her köpeğin kıstırılacağı bir köşe var sonuçta, herkesinki can, bir kendininki değil, öyle olmasa geçen gün kamyon şoförü ona sarldığında alı al moru mor olmaz, can havliyle iteklemezdi değil mi adamı erdoğan, o bir suikast te olabilirdi, ki kendi öyle sandı, keserin kime ne taraftan geleceği hiç belli olmaz, ateşle oynayanın o ateşten elinin yandığı çok olmuştur, bunu anlamak için illa o ateşi ele almak gerekmez, ateş aynı ateş, hiç değişmez, el insan eli, o da değişmez, sultan süleymana kalmamış dünya, ona mı kalacak.

***Bazen dışarda yiyince tıkanıyor vücudum, birkaç gün, hatta bir hafta yemez içmez oluyorum, geçen elmadağda döner, adana yemiştik bir o zaman oldu, ondan önce de üstüste birkaç gün dışarda yedim, o zaman oldu, hangisinden bilemiyorum, ne yapıyorlarsa, ne koyuyorlarsa tıkıyor insanı, o vücuttan gidene dek yiyemiyorsunuz, dondurma da yapıyor bunu, tıkamayı, kızartmalar da, onca kızarmış yağın filtrasyonu uzun sürüyor olmalı karaciğerde. Benim market düzeltmiş etleri, hiç sorun yok, geçen gün dolapta iki gün bekledi, hiç değişme olmadı, artık bilemiyorum ne oldu, ama balığa cesaret edemedim, almadım, balıksız geçecek anlaşılan bu kış ta.

Ne yediğiniz zekanızı etkilediği gibi bağımlılıklarınızı da etkiliyor, kötü beslenen bir insan bağımlılıklara daha meyilli oluyor, telefon bağımlılığı, bilgisayar oyunları, içki, sigara vs, bir kötülük diğer kötülükleri de peşisıra getiriyor, daha da kötüsü gözü bağlanıyor, anlamıyor içinde bulunduğu hali, göremiyor kendisini, bir çukura düştüğünü ve o çukurdqn nasıl çıkabileceğini idrak edemiyor, 6. his duyusu kapanıyor galiba.

Evlenecek misiniz, işinize ortak mı alacaksınız, alt”sini öğrenin ilk iş olarak, 20’nin altındaysa sorun yok, sorun çıkarmayacaktır, ister evlenin ister ortak olun, ikisi de olur, 20’nin üzerindeyse tehlike, 3 ay bekleyin, düzelmezse unutun gitsin, 40’ın üzerindeyse 6 ay müddet verin, sonrasında duruma göre kararınızı verin, hayatın bütün dengesi alt ve ast üzerine kurulu, inanılır gibi değil ama öyle.

Hatta evleneceğinizi, ortağınızı falan boşverin, gerçek ortağınıza bir baktırın, içinde misafir bulunduğunuz bedene, ondan daha önemlisi yok kimse için, varlığınız onun varlığıyla sınırlı, yaşarken yaşamaktan daha önemli olan ne olabilir bir insan için, roankutan, trimazol gibi ilaçlar kullanıldığında da sıfırılanıyor alt, ast değerleri, bunu göz önünde bulundurun, siz sanıyor musunuz ki bunlardan bahsederken sadece kızımdan, kendi çocuklarımdan yola çıkıyorum, etrafımda öyle çok var ki, arkadaşlarımın, tanıdıklarımın çocukları, birebir şahidim hepsindeki gelişime, bu meret örümcek ağı gibi sarıp sarmalıyor her yeri, ne çığlıklar yükseliyor evlerden, neden yükseldiğini bilemeden üstelik, dün yine şeker kurumu kapatılmış, khk ile, bu da şeker üzerindeki denetimin daha da kalkacağını gösteriyor, olmayan denetimin, yani mısır şurubuna hücum olacak, madem öyle ne yapacağız, kendi denetimimizi kendimiz yapacağız, tamamen hayatlarımızdan çıkararak, bakalım o zaman ne gibi bir çare bulacaklar kendilerine başlarını kurtarmak için, ellerinde patladıklarında mısır şurupları, ben yaptım, siz niye yapamayasınız, anamızın karnından şekere bağımlı olarak mı doğduk, var onun da bir kırılma noktası, ben kırdım, kızım kırdı, oğlum kırdı, demek ki kırılabiliyor, can pekmezden tatlı olduğu gibi şekerden de tatlı, kırılma noktası işte bu, kızım ve oğlum bunun sonuçlarını dibine kadar yaşayıp gördüler ve bıraktılar, ama herkes, hepimiz az veya çok etkileri ile yaşıyoruz, illa dibine kadar mı yaşamak gerkiyor bırakmak, kurtulmak için, sonuçta hepimizde az veya çok etkisi, etkileri var, ve nerede başlayıp nerede bittiğini bile bilmiyoruz bu etkilerin, dün yavuz dizdar söyledi, kansere, hormonal bozukluklara yol açabileceğini mısır şurubunun, kadınlar kırılıyor kadın hastalıklarından, meme kanseri, rahim kanseri, miyom, var bir nedeni, varmış bir nedeni, daha ne anlatmam gerekiyor anlayabilmeniz için.

Sizin anlayacağınız yok, ben iyisi mi bir özet geçeyim, belki anlarsınız ne demek istediğimi, birlikte hatırlayalım neler olduğunu, kızım kendi dünyasındaydı hep, odasına kapanıyor ve elinden telefonu düşmüyordu, abuk subuk arkadaşlarıyla abuk subuk korku filmleri izliyordu, bense hep anlayışlı olmaya çalışıyordum ona karşı, markette hep kötü şeylerden istiyor ve ben de onu kırmamak için boyun eğiyordum, bir gün bana sinirlerinin bozuk olduğunu söyledi, şaşırdım, ben her istediğini yapıyorum, ne istesen yapılıyor, neden sinirlerin bozuk, daha ne istiyorsun diyerek kızdım kızıma, anlayamadım, nasıl anlayabilirdim ki, şeker yediği için siniri bozulan birini ne duydum ne gördüm, veya herhangi bir şey yiyip, böyle bir bilgi bulgu yok elde, sinir niye bozulur diye sorsalar bunun cevabı biri sinirlendirdiği için diye düşünürüz, ama öyle değilmiş aslı, bazı yiyecekler sinir bozarmış, şeker, kızartmalar, kahveler, çaylar, karaciğerin kolaylıkla filtre edemediği maddeler bunlar, kızımın dersleri kötü, okulla bir ilişiği yok, varsa yoksa arkadaşı, ona takıntılı, o ne dese dünyaları yıkılıyor, onunla mutluysa mutlu, onunla mutsuzsa mutsuz, ben bunlar yaşanırken böyle fark edebiliyor muyum, hayır, her şey olması gerektiği gibi yaşanıyor diye sanıyorum, ama aslı öyle değilmiş, bir gün kalp atışlarının hızlandığını fark ettim, yanımda ve küt küt atıyor kalbi, yine anlamadım, çocukların kalbi hızlı atar dedim, kansızlıktandır belki dedim, sabahları elleri titremeye başladı, açken, yine anlamadım, abilerinin de titriyor dedim, ne zamanki uykudan uyanamaz hale geldi hastaneye gittik, orada da bir şey demediler, ilaç verip gönderdiler, ama o arada şekere fazla abandığını görünce, ama kendi farkında değil bunun, şekeri kestim, yasakladım kızıma, mümkün mertebe, yavaş yavaş azaldı etkisi, istemesi azaldı, sözümü dinledi, sözümden çıkmadı ve artık iyi, şükürler olsun, kızımın karaciğer meselesi böyle, ama bu yetmemiştir size, oğlumu da anlatayım.

Oğlumun lise zamanı çok sivilcesi çıktı, ergenliktir, çıkar dedim, önce aile doktoruna gittik, oğlum gitmek istedi, doktor büyüyorsun dedi, zaman geçti, yine doktora gitmek istedi oğlum, yüzü, göğsü, sırtı koca koca sivilce dolu, özel hastaneye gittik, roankutan diye bir ilacın kötü etkileri olduğunu biliyorduk ve onu önerdi, olmaz diyince antibiyotik verdi, geçmedi, bu arada oğlum büyüdü ve kendi başına hastaneye gitmeye başladı, sivilceler tam gaz devam, roankutan kullanmaya başladı, 6-7 ay sonra tuvalette kan gelmiş, bana söylememiş, doktor ilaçla ilgili değil diyince devam etmiş ilaca, bir kez daha tekrarlayınca kanama bana da söyledi, biraz internette baktık, böyle sonuçları oluyormuş ilacın, ilacı kestik, sivilceler bitmedi, çünkü yeme düzeni aynen devam, değişen bir şey yok, söylesen anlamıyor, bildiğini okumaya devam ediyor, ve aşırı sinirli, kendine hakim olamıyor, kasım başında, iki ay önce sözleştik, şu saatte arabayı getireceğim diye, ona lazımmış, işim uzadı, geciktim, 1 saat kadar, çıldırdı telefonda, bağırdı çağırdı, sonra arıyorum, cevap vermiyor, bayılmış meğerse, sinirden, bunun normal bir durum olmadığını, profesyonel yardım alması gerektiğini anlattım ona, ikna oldu, kardeşindeki düzelmeyi, iyileşmeyi anlattım, kendi de görüyor sonuçta, bir deneyeyim. olmazsa gideriz psikoloğa dedi, o gün bugündür beslenmesini değiştirdi, çok daha iyi, sinirli değil, yumuşadı, gevşedi, en ufak soğukta zangır zangır titrerdi, o da geçti, ve sivilceleri de azaldı, ve dün ilk defa sınavım iyi geçti dedi, şimdiye dek hep kötü geçti derdi, eh bundan da anlamıyorsanız ben size daha ne diyeyim. anladınız anladınız, anlamadınız benden bu kadar, eğer gerçekten anlamadıysanız sizin de karaciğerde sorununuz var demektir, tıkalı karaciğer beyni de tıkıyor çünkü, yarın yılbaşı, yarın ve daima ne yiyip içiğinize dikkat edin, iyi yıllar.

***İyi yıllar dedik demesine de, daha yıl bitmedi tabi, kahve için şöyle dedi osman müftüoğlu bu hafta, “kafeinin fazlası öcü, kafein uyku kaçırıyor, çarpıntı yapıyor, aritmi yapıyor, tansiyon yükseltiyor, problemli bir besin, ama kahvenin içinde çok güçlü antioksidan flavanoidler var, çok güçlü, o flavanoidlerden faydalanamamak ta enayilik, o zaman çarpıntım. uykusuzluğum. tansiyonum yoksa, kafein bana zarar vermiyorsa kafeini zorlar 4 bardak içerim, antioksidan, flavonoid alırım, neden, çünkü belleğe iyi geliyor, kanseri önlemeye işe yarıyor, yağlı karaciğeri önlemede işe yarıyor, niye kahvenin günahına girelim, peki hangi kahve, hazır kahveler kimyasal işlemlerden geçirilmiş, aroma koku eklenmiş kahveler, o yüzden türk kahvesi için, kahveyi vücudunuza kazandırın, kahve çok iyi bir şey”

Artık yorum, tercih sizin, ama ben onun kadar iyimser değilim kahve konusunda, hele ki günde 4 kere. ben olsam bellek için, olup olmayacağımı bilmediğim kanser için kalbimi riske etmezdim, kanser yavaş yavaş kalp güm diye öldürüyor çünkü, yağlı karaciğeri temizlemenin yollarını da bildiğimize göre çokta elzem değil, o etkilere birde sinirlilik, öfke, asabiyet eklenmeli ki o da kalbi yoruyor, aman ha, sakın günde 4 kere içeyim falan demeyin, toz duman edersiniz ortalığı, millet öfke ve kin kusacak yer arıyor zaten, alimallah kim vurduya gidersiniz.

Bu kahvenin önü ardı dipsiz kuyu, bu kadar olumsuzluğun say sonra 4 tane iç de, ilginç ve garip, ya tetikleyiciyse kahve kalp konusunda, problem başlatıcıysa, bunu bilebiliyor muyuz, o zaman ne olacak, var mı bunun bir garantisi, tabi ki yok. O dönem, hastalık öncesi kızım da çok kahve içiyordu, bir bakıyordum kahve elinde, dinlemiyordu beni, o çarpıntıların, 110-120 nabızın nedeninin o kahveler olup olmadığının kesin yanıtını bulabilir miyiz, bulamayız tabi, öyle olunca, kalbi çarpmaya başladığında ilk yaptığım şey kahve içmesini önlemek oldu ve doğru yapmışım, bir kahveye kurban gidebilirdi kızım. Yine söylüyorum, ben yerinizde olsam kalbimi riske etmezdim iki kıçı kırık flavonoid ve antioksidana, antioksidan ve flavanoid kıtlığı mı çıktı memlekette, kahveden almıyorsan başka bir şeyden alırsın, veya almazsın, her halükarda kalp krizi riskinden iyidir.

Kahve konusunda şunu aklınızdan çıkarmayın derim ben, kahve kalbi bu denli etkileyebilen bir madde olduğuna göre, direkt kalbi etkilediğine göre, ki bu bilgi sabit, kendi ağzıyla söylüyor bunu osman müftüoğlu,  kalp hastalıklarının başlatıcısı ise ne olacak, bence biraz yavaşlamak, gevşemek gerekecek bu konuda, biraz değil bayağı.

Bu lafı dedim ama neden dedim, nasıl dedim, ben bile bilemedim, sonradan dank etti, ve o dediğimden ben bile korktum, ya gerçekten bizi kalp hastası yapıyorsa, ya beni de yorgun düşüren kalbim kahve nedeniyle bu haldeyse, ben de içtim, içiyorum sonuçta, az veya çok, gerçi bende uykusuzluk yaptığı için çok içmiyorum, kırk yılın başı, ama uykusuzluk başlayana kadar içmişimdir, bir daha elimi sürmem, tövbe billah, bu süreçte kızım da oğlum da bıraktı kahveyi, ikisi de içiyordu sonuçta, ya hepsinin, her şeyin altında sadece kahve varsa? Gerçi oğlumun sivilce mazisi kahve mazisinden daha eski, ama sinirliliği kahveyle başladı, ancak kızımın kalbini tetikleyen kahve olmuş olabilir, ve oğlumun aşırı sinirini, kızımın sinir bozukluğunu da, sebepsiz ağlamalarını.

Ben bunu düşünüp tahmin yürütebiliyorsam, kalp hastalıklarını tetikleyebileceğini, osman müftüoğlu da düşünüp tahmin yürütebilir mi, hayda hayda, peki sorun nerede, bir yerde bir bit yeniği var, aklıma takılan, madem öyle kasıt arayalım, amerikan kahve endüstrisini düşünüyor, destekliyor desek hazır kahveleri kötüleyip türk kahvesini öneriyor, ama türk kahvesi de türk kahvesi değil sonuçta, yine dışa bağımlı bir kahve, bu da olabilir, belki, bu değil dersek, geriye kalıyor bundan çok daha korkunç olan seçenek, bilebileceğini var sayarak tabi, bilmeme ihtimali var mıdır, belki, çok az da olsa olabilir, biliyorsa eğer ya bizi kahveden, kahve sinirinden kudurtarak bizi birbirimize kırdırmaya ya da bizi toplu halde kalp hastası yapmaya niyetli, bunun başka açıklaması yok, varsa siz söyleyin, benim aklıma bu kadarı geliyor.

Çay içmeyene, çaydan uyanana yeşil çay dayatılıyor, yağ yakıyor diyerek, onlar da kalbi yorup uykusuzluk yapıyor, her ikisi de, hazır kahveden uyanana türk kahvesi dayatılıyor, daha az etkili diye, evet daha az etkili ama etkili mi etkili sonuçta, bu sonucu değiştirmiyor, bir şeyin diğer bir şeyden daha iyi olması iyi olduğu anlamına gelmez, gelmemeli, gerçekten iyi değilse eğer, ki türk kahvesi de gerçekten iyi değil sonuçta, ki kahve içmemiz, kahve içmek allahın emri değil, keyfi bir durum, çikolataya uyanana dark, bitter çikolata yutturuluyor, daha yararlı diye, ki çok daha beteri, çok daha fazla kakao içeriyor çünkü, topluca ölüme doğru iteleniyoruz.

Oyuna getiriliyoruz, doktorlar eliyle, diziler eliyle, reklamlar eliyle, birileri bizimle fena halde oynuyor, oyuncak olmuşuz ama kime, neye belli değil, kahve alın diyorlar kahve alıyoruz, bak yolbaşı takı alın diyorlar takı alıyoruz, araba alın diyorlar araba alıyoruz, biz bunu hep yapıyoruz, niye?

Hayattan bıkanların, zorlananların yardımına nefes terapistleri olmadı yoga, olmadı kuantum yasacılar, o da olmadı astrologlar yetişiyor, hadi astrolojiye lafım yok, bilimsel olduğu kanaatindeyim, ki çok denedim söylenenler çıkıyor, her astrologun dediğidoğru değil ama, arada sallayanlar da çıkıyor, ya diğerleri, kendi söylediklerine kendileri inanıyorlar mı acaba gerçekten, kadın parayı çekme seansı düzenliyor, ücreti bilmem ne kadar, parayı çekmeyi biliyorsan niye para istiyorsun bunu öğretmek için, kendine çek madem, nefes almayı öğrendiğimizde bütün kapılar açılırmış bize, daha neler neler, ne saçmalıklar, kafamızın, kafalarımızın içine sıçmak için birileri el birliği yapmış durumda, ben de biliyorum ama bir arkadaşım takıntı yapmış durumda bunları şu an, kocası kendini aldattı diye dünya hayatını terk eylemiş durumda, kıbrıslı bir herif, adı aklıma gelince yazarım, bülent gardiyanoğlu, görseniz iki lafı bir araya getiremiyor, arkadaşım çok ısrar etti diye dinledim bir gün, sinirden küplere bindim, ve arkadaşıma kızdım, bildiğin kızdım, bunun nesini dinliyorsun, geri zekalının teki diyerek, sonra gitmiş birde kitaplarını almış onları okuyor şimdi, kör satıcının kör alıcısı misali, durmadan bana videolar yollar, izlemem, küser, darılır, bir o değil, gün geçtikçe artıyor bu tip videolar yollayanlar, son olarak bir kadının videosunu yollamış, kadın eccinli gibi, şu boyut, bu boyuttan bahsediyor, adı neymiş bir bakayım, nilüfer özden sarıca ymış, herkes alim, ermiş, bilge, uçuşta, ne olacaksa, kahve ve mısır şurubuyla öldüremediklerinin de aklını başından alma gayreti içindeler zannımca, birileri soyumuzu kurutmaya and içmiş durumda, bir değil binlerce yoldan.

Bazen soruyorum kendime, böyle kendi kendime yazıp duruyorum, atıp tutuyorum, asıp kesiyorum, ya orada okuyan biri, birileri yoksa diye, oradasınız değil mi, yıl sonu bilançosu yapayım dedim de kendi kendime, kendi kendimi ağırlamıyorumdur burada sadece umarım, bizde öylesine deli derler de, hiç hoş değil tabi öyle denmesi insana, beşten şaşma, altıyı aşma, 2-3 kişi de yeter, benim için fark etmez, maksat spor olsun, beyin sporu, daha bunun demansı var, alzaymırı var, hazırlıklı olmak lazım, siz de hazırlıklı olun yani, osman müftüoğlu da okusa keşke, ne der, ne düşünür acaba, mutlak söz sahibi olan o tabi ki bu konuda, her konuda, biz ölmüşüz, dirilmişiz kime ne dert.

Yanınızda, arabanızda biber gazı, şok cihazo, kesici, delici aletler bulunduruyor musunuz, eğer bulunduruyorsanız elbette bir başkasından korunmak maksatlı, ama bir başkası da başkalarından korunmak maksatlı bulunduruyor o malzemeleri, yani hepimiz birbirimizden korktuğumuza göre aslında hepimiz korkulur insanlar olmışuz, garip değil mi, sen bir başkasından korkuyorsun, bir başkası da senden korkuyor, demek ki sen de en az onu  kadar korkunç ve tehlikelisin, herkes korkunç. herkes tehlikeli, ne kötü, dün yaklaşık yirmi dakika sıra bekleyip mağazanın alışveriş kartımda biriken parasını sordum, 20 lira varmış, kasadan iki adım, iki dakika uzaklaşarak iki çorap aldım, geri geldim, bir daha o sırayı beklemek istemedim, ne derlerse desinler dedim içimden, benden öndeki kadın hala diğer sırada işlem yaptırıyor, diğer sırada da benden bir sonra bekleyenler var, arkadan kadının biri belertmiş gözlerini bana bakıyor, sıradaydım, gidip geri geldim dedim, yok, fıttırdı karı, önlerine geçmişim, konuştu konuştu durdu, susmak bilmedi, eminim erken ölecek, bu kadar dertle, yazık, bugün markette elektirik kesildi, elektirikler kesildi yazacaktım az kalsın, niye çoğul kullanmoşız ki biz bu sözü, şimdiye dek, hata, akşam saati, karanlık olmuş, telefonun fenerini açtım, korkmayın, ben buradayım dedim, aklımsıra espri yaptım, pis pis sırıttı kadının biri, kimse yoktu zaten başka, az sonra zeytinin hangisi tuzsuz diye sordu çaloşana, ben iyilik perisiyim, az önce baktım, şu az tuzlu dedim, ters ters baktı bana, sen de kim oluyorsun, ne karışıyorsun tadında, ve tadına bakmadan diğer zeytinden istedi, sonra bir baktım benim fenerimin ışığıyla zeytinleri kesiyor, hemen ışığımı başka yöne çevirdim, al kapağını otur, göstermem işte öyle, yine diyorsunuz ki çenesi düştü, düştü tabi de, ortalığın durumu fena, hiç iç açıcı değil, oynatmaya az kalmış, günde kaç fincan kahve içiyorlar acaba, soramadım tabi, sorsam beni döverlerdi kesin, burnundan soluyor herkes, bi büyüyemedim gitti ya, benim de sorunum o işte, başkaca bir sorunum yok, 50 yaşına geldim hala çocuk hala zirzop, ne zaman büyüyeceksem, hep bir başkasından korkulan bir devirdeyiz artık, ama o bir başkaları da zaten biziz, uykum geldi, bugünlük bu kadar yeter zirzopluk.

***Bu sayfanın sonuna yakışır bir yazı buldum, onu payşacağım, yine yeni sonlar bulmazsam eğer bu bu yılın son yazısı olacak,

Metin AYDOĞAN: 2018 VE YURTSEVERLERİ BEKLEYEN GÖREV

Türkiye, bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgale dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlık için kalıcı sorunlar yaratıyor. İktidar sahipleri, ele geçirdikleri devlet gücünü yitirmemek için, her yolu meşru sayan bir tutum içindeler. Halk yoksul ve sahipsiz. Büyük bir bölümü dostu, düşmanı seçemiyor. Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyan çıkar peşindeki politikacılar, ayrıcalıklarını korumak için; tedirginlik yaratan ve halkı çatışmayla tehdit eden tehlikeli bir yola giriyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan karmaşa ve yoksunluk içinde Türkiye, göz göre göre dağılmaya doğru gidiyor. Durumun ayırtına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Ancak, ülkenin geleceğinden kaygı duyanların sayısı artıyor. Kaygı, giderek mücadeleye dönük toplumsal tepkiye dönüşüyor. İnsanlar, peşinden gideceği bir önder bekliyor ve ‘dip dalgası’ yükseliyor. Ülke, yurtseverleri göreve çağırıyor.

yazının tamamı: https://kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2017/12/2018-ve-yurtseverleri-bekleyen-gorev.html#more

Bu sayfada da benim buna, bu yola çıkan söylemlerim var, hal ve gidişat ve hatta istikamet bu yönü gösteriyor, kahve, mısır şurubu, hepsi işgalin başka başka biçimlenmiş hali, kendinize mukayyet olun. Zirzop, çocuk falan filan da bu sayfada gerçekler konuşulup yazılıyor farkındaysanız, hiç boşa değil, birileri de çıkıp akıllı konuşsun, yani ben, hep aptallar mı konuşacak, nereye kafamı çevirsem aptal konuşuyor, tv leri aptal basmış durumda, ya birilerinin yazdıklarını söylüyorlar ya da bir şey söyleyemiyorlar, adı sanki sanatçı, iyi yıllar dilemeyi bilmiyor, ne hallere düştük.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *