Press "Enter" to skip to content

Günlük 3u temmuz’17

***Samsunu koku almış, limanda bekleyen 7 bin büyük baş hayvan dolu kolombiya gemisi yüzünden, kaç gündür bekletildikleri yazmıyor ama belli ki ithal et için yüzde yüzden yüzde 26’ya düşürülen vergi indirimi için bekletiliyor olmalılar, akşam hayvanlar boşaltılıp gemi gidecek diye açıklama yapmış samsun limanı, koku için, yerli, türk et üreticileri çok kızgın bu vergi indirimine, biz de üretimi bırakıyoruz diye restleşiyorlar devletle, bakanlar açıklama üzerine açıklama yapıyor sakinleşmeleri için, türk et üreticilerine zararı dokunmayacakmış bu vergi indiriminin, et piyasası karışık anlayacağınız.
 
Çok kısa bir zaman önce bütün kol ve butun kilosu 30 lira iken şimdi 45 lira, yüzde elli zam, insanların maaşlarına da yüzde elli zam mı geldi, gelmedi, nereden kapanacak bu insanların para açığı, et yememekten.
 
***İki, üç gün önce bir bebek gösterildi haberlerde, az pişmiş et, belkide bozuk bir etten az pişirilen bir et yüzünden uzun süredir tedavi görüyormuş, böbrek ve karaciğer yetmezliğinden, çiş yapamıyor, vücudu su tutuyormuş, siz kaşar peyniriniz küflenince, ki çoğu zaman çok kısa sürede küfleniyor, hatta daha açılmadan eve getiriyorsunuz, poşetin içinde küf oluşmuş, ne yapıyorsunuz, ben o küflü kısmı bıçakla sıyırıp ve/veya yıkayıp yiyorum, kilosu 30 lira kaşar peynirinin ve ben onu atacak kadar zengin değilim, değildim demeliyim, çünkü artık atacağım, yaşam peynirin kilosundan çok daha değerli, osman müftüoğlu küflü kaşarın kesilip yenmesinin karaciğer kanserine yol açabileceğini söylüyor, geçtiğimiz kış bizim musibet bir teker eski kaşar alıp göndermiş, ondan gelen hayır bu kadar olur, hayrı bile şer, yenmedi, bayağı bir küflendi, bir müddet dolapta bekledikten sonra bıçakla temizledim ve bir yemekte kullandım, ben ve kızım yedik o yemeği, kızımın kusma ve şikayetleri aynı döneme denk geldi desem yalan olmaz, bu işin altında her ne bit yeniği var ise onu düşünüp bulmak benim görevim, o kusma vakasından sonra o kaşarı hemen atmasına attım ama fark ettim ki geçen gün yine kapaklı kapta birkaç gündür duran ve hafiften küflenmiş kaşarı bıçakla temizleyip yıkayarak yumurtada kullanmışım, ve belki hala zehirliyorum kızımı, alışkanlıklar fark etmeden devam ettirilebiliyor, dün açıp baktım bu konuya, biri kaşar ve gravyer peyniri yasaklanmalı, bunlar yahudi peyniri, bizi zehirliyorlar gibi şeyler yazmış, haklıdır, haksızdır bilemem ama madem ki bu peynir böylesine kolay küflenebiliyor ve marketten bile küflenmiş alabiliyorsak, bir kesik eski kaşarın devamının küflü olmadığının, markette küfünün temizlenmediğinin garantisi var mı, yok, dediğim gibi taze kaşar da poşetindeyken bile küflenmiş olabiliyor veya evde de çok kısa sürede küflendiğine göre ve bu küflü peynirler kanser bile yapabildiğine göre kaşar peynirini satın almaktan vaz geçmek gerekiyor, geçecek gibiyim, ve çok ta severim, oğlumu yenebilirsem tabi, kesin itiraz edecektir bu kaşar ambargosuna, o da benden bıktı, onu yeme bunu yeme ne yapacağız, ne yiyeceğiz belli değil.
 
Artık yemeğe yağını, zeytinyağını ve tuzunu piştikten sonra ekliyorum, domates, biberle pişiriyor, sonra ekliyorum yağ ve tuzu, ara ara patlıcanı yağlayıp fırnda pişiriyordum, bir nevi kızartma, yemeğe ön hazırlık olarak, artık ondan da vaz geçtim, fırında kızartma dahi yapmıyorum, ekmeklerin kabuklarını bıçakla sıyırıyorum, bildiğim, yapabileceğim her şeyi yapıyorum karaciğer sağlığı içim, kendine iyi bak sözünü karaciğerine iyi bak olarak değiştirmeli, karaciğerinize iyi bakmadığınızda kendinize de iyi bakmamış oluyorsunuz zaten, karaciğerinize, karaciğerlerinize iyi bakın, ki yaşanacak pek çok olumsuzluğun yanısıra sivilce derdi ile uğraşmayın, tonla parayı hastanelere, kremcilere dökmeyin, ve emeği. Oğlum için yüzüncüyıl hastanesinin cilt doktoruna gittiğimizde neden doktor antibiyotik, roankutan önermenin yanısıra kızartmalardan, şekerden uzak durmamızı söylemedi, aynen kızımla gittiğimizde söylemedikleri gibi, koruyucu tıp tıbbın en önde giden aşaması değil midir, biz ne kadar hasta onlarda o kadar para.
 
***”Yalancı, bana söz vermiştin, ama çalışmalarıma destek olmadın, derslere yetişmeme yardım etmedin, zamanımı, düşüncelerimi, enerjimi sömürdün, hepsi kendi çıkarın için, kalbime nasıl bu kadar dikkatsiz davranabildin, sadece kendini umursuyorsun, beni anlamaya çalışmadın bile, en küçük bir ciddiye alınma umudu için ne kadar çalışmam gerektiğini, ne kadar dayanıklı, güçlü ve soğukkanlı olmam gerektiğini anlamaya çalışmadın, sırf erkekliğinden dolayı senin anında gördüğün saygının zerresini görmek için, biliyordum, bunun olacağını biliyordum, ben ne kadar salağım, deliyim ben, sen beni delirttin, benimle konuşma, bir daha asla benimle konuşma,” Mileva Maric, 1898, albert anştaynın ilk karısı, evlenmelerinde önce, ikisi de bilim öğrencisiyken aralarında geçen bir konuşma, bu konuşmanın belli kısımlarını karşısındakine söyleyebilecek ne çok kadın ve az sayıda erkek vardır yeryüzünde, ama erkekler de vardır, az sayıda da olsa. Ama geleceğini görmüş mileva, evliliğinin sonunda da aynı şeyleri söylemiş olmalı.
 
***Bir sorun mu varın bu haftaki bölümünde, ki kıvırcık saçlı bir kız vardı, ali sunal kendi yarışmacılarına 11 sorudan 4 sorunun cevabını açıkça verdi, ikisi bu açıktan tiyoyu algılayıp doğru cevapları verdi, ikisi hala algılayamadıkları için yanlış cevabı verdi, başka da olmuştur belki fark etmediğim, neyse ki kıvırcık saçlı kız sonuç olarak kazanmayı başardı, ali sunalın tüm ayak çelmelerine rağmen, ibne orada oturmaya devam ediyor, tv lerde kıvırtmaya tam yol devam, ibne kıvırtması.
 
Bir avm de bir tezgahtar var, ibne, evet ben ibnelere karşıyım ama o ibne benim onlara karşı olup olmadığımı bilmediği halde durduk yere, daha ilk görüşte bana niye kötü kötü bakar, bakıyor anlamış değilim, üstelik her görüşte, her yeni görüşte, beni aklına kazımadıysa elbette, muhtemelen önüne çıkan her kişiyi, her kadını olası düşman, olası ibne karşıtı olarak gördüğünden olmalı, haksız da sayılmaz hani, kınıyorum, aşağılıyorum, hor görüyorum, küçük görüyorum, karşıma çıkan her ibneyi, ki o zavallı ibnelere, kimliksiz ibnelere daha çok yenileri eklenmesin, çoğalamasınlar diye, çocuklarımızı onlardan korumak için onları aşağılıyorum, buna itirazı olan var mı, sırtını sıvazlayıp çocukların o yola çekilmelerine sebep olmam daha yerinde bir davranış mı olur sizce. Bu sadece bana has bir davranış biçimi değil, her oğul annesi bir sıçrama tahtası yaşıyor günümüzde ve içten bir oh çekiyor oğlu kızlara yöneldiğinde, bunu dile getirmese de duyuyor, hissediyor benliğinde, ve doğal olarak ibnelere, ibneliğe karşı bir duruş sergiliyor, kimse, hiçbir anne oğlunun bir ibne olduğunu, olmasını istemez, doğal olarak başka annelerin oğullarının da, doğal bir koruma güdüsü bu kadınlarda var olan, analığından gelen, sadece çocuğu için değil, bütün çocuklar, oğullar için, bir bana has değil yani.
 
***Oğluma bir ceza geldi, hgs geçiş cezası, ankara istanbul otoyolunda yemiş cezayı, 10 ay önce, geçen yılın onuncu ayında, bildirim haziran tarihli, 9 aylık bir zamanı kapsıyor yani ceza, onuncu ayda yenilen ilk ceza tutarı 15 lira iken bu ceza geçen 9 ay içinde 173 liraya çıkmış, ceza 15 lira gelen ceza 173 lira, yani 9 ay önce ödeseniz 15 lira olarak ödeyeceğiniz ceza şu an 173 lira, nasrettin hocanın doğuran kazanı gibi bir ceza on ceza daha doğurmuş, nasrettin hoca duysa o bile şaşardı bu işe, her ay bir ceza tutarı kadar ceza eklenmiş cezaya, yüzde bin artış ile kapımıza gelip dayanmış, cezayı niye bekleyip daha ilk aydan yollamadıkları belli, bir iki yıl daha dişlerini sıksalar bayağı bir kara geçerler aslında, durumları sıkışık olmalı ki 9 ayda yolluyorlar, o yollar bize giriyor, işte bu şekilde, her şekilde, hem de ne biçim, akp’nin yolları.
 
***Geçen hafta yandık kavrulduk, dayanılır gibi değildi sıcaklık, şimdi ki, üç gündür güneş var ama bildiğin soğuk, dünya bizim bildiğimiz dünya değil artık, bambaşka bir dünya, dünyayı bu hale getirenlere, hala bildiği gibi, kafasına estiği gibi yönetenlere, yönetmek isteyenlere ve o yöneticileri destekleyenlere, dünkü haberde vardı, güneş panelleri için ruhsat şartı kalkmış, ruhsat şartı her ne idiyse şimdiye kadar niye vardı, biraz daha kul köle olalım ona buna diye mi, bir evin güneş paneli maliyeti 15-20 binmiş, 9 yılda kendini amorte ediyormuş, keşke yapılan yeni yeni binalara da konsa güneş panelleri, hepimiz kullansak.
 
***Mina Urgan, bir dinazorun anıları hakkında biraz olsun yazmak isterim, öncelikle iyi ki yazmış o kitabı, ayaklı tarih müzesi gibi, ne çok tanıdığı, bilinen tanıdığı olmuş, bunlardan benim için en önemlisi Gazi Mustafa Kemal paşa, Atatürk denmesini sevmiyor mina urgan, ben de öyle yazdım bu nedenle, Gazi Mustafa Kemal paşa diye, birde sert bakışlı heykellerinden, fotolarından hoşlanmıyor, şöyle diyor, “Gazi Mustafa Kemal Paşa acemice yontulmuş çirkin heykellerde görünen çatık kaşlı devlet simgesi değil, aramızda yaşayan canlı ve çok renkli, çok çekici bir insandı, hiç çatık kaşlı değildi, tam tersine hafif gülümseyen son derece güzel bir insandı, böylesine güzel bir insanın bu kadar çirkin heykellerinin yapılmasına bir türlü akıl erdiremedim, karizma sözcüğünün ne olduğunu anlamak için onu şöyle bir görmek yeterdi, Mustafa Kemal’in salt fiziksel görüntüsünü günümüz devlet adamlarının fiziksel görüntüsü ile karşılaştırınca kendimi fena hissediyorum doğal olarak.”
 
Kemalizm hakkında ise şunları söylüyor, “Kemalist, hem de sapına kadar kemalist olduğumu açık seçik söylemek isterim, eğer mustafa kemal olmasaydı ben ‘ben’ olmayacağım için kemalistim, eğitim görmüş, seksenini geçmiş bir kadının bu memlekette kemalizme inanmaması tamamiyle anormal olurdu, o sırada küçüktüm ama tramvaylarda erkeklerle kadınların oturdukları bölümleri ayıran perdeyi çok iyi anımsıyorum, Mustafa Kemal o perdeyi de, kadınları toplum yaşamından dışlayan, karanlık köşelere kapatan bütün perdeleri yırttı o güzel elleriyle, kadınların her açıdan erkeklerle eşit olduklarını savundu, işte bu yüzdendir ki cumhuriyet ilan edildiğinde 7-8 yaşlarında olan, onun yaptığı devrimleri kendi gözleriyle gören bir kadının Mustafa Kemal’den yana olmamasının yolu yoktur.” Her ikisinin de ruhları şad olsun.
 
Siyaset, siyasi yanına dokunalım biraz da mina urganın, şöyle diyor, “gençtir diyerek hoşgörebileceğiniz yaşı çoktan geçmiş, kırkına dayanmış bir adam hala ırkçıysa, hala faşistse, liberal ekonomiyi sömürüp dalavereyle muazzam servetler yığıyorsa, her gün yalan söylemeyi hak sayıyor ve her gün ağız değiştiriyorsa, hala köktendinci bir yobazsa, kadınlara toplumda yer vermeye yanaşmıyorsa, 1400 yıl önceki yaşam biçimini özlüyorsa, kendi dininden ve soyundan olmayanları kıtır kıtır kesmeye hazırsa, asıl amacı demokrasiden işine geldiği kadaryla yararlanıp sonra demokrasiyi ortadan kaldırmaksa, bizler demokrasi adına böyle bir adama neden hoşgörü gösterelim,… ben tarafsız değilim, açık seçik taraf tutuyorum, yobazlığı karşıyım, ırkçılığa karşıyım, gericiliğe karşıyım, insanların sönürülmesine ve savaşa karşıyım, sosyalizmden, sevgiden, kardeşlikten, aydınlıktan yanayım.” bunları erdoğandan önceki siyasetçiler için söylemiş mina urgan, 1990’lı yıllarda yazmış o kitabı, erdoğanı görüp tanımış olsa, bizim kadar, neler derdi acaba, ama sanki onu tarif etmiş, aslında “yok aslında birbirlerinden farkları” demek ki, her biri bir öncekinin tezahürü, bir boyut ötesi, ver çoşkuyu biçimi.
 
Şöyle devam edelim mina urgana, “1950’ye kadar Türkiye açısından kıbrıs diye bir sorun yoktu, gelgelelim demokrat parti hükümeti halkın dikkatini gittikçe zorlaşan ekonomik koşullardan uzaklaştırmak amacıyla yüce bir milli dava ayarladı, çünkü milli dava diyince kahraman türkün ayranının kabardığını, gözünün o milli davadan başka bir şey görmediğini, geçim sorununun ikinci plana düştüğünü biliyordu, işte bu yüzden kıbrıs sorunu icat edildi, adnan menderes uydurma haberleri destekleyen nutuklar attı, ne var ki bu uydurma haberler yüzünden işler çığrından çıktı.”
 
Bu söyledikleri bana tıpatıp 15 temmuzu hatırlattı, ya size, yapay düşmanlıklar, yapay birliktelikler oluşturuldu 15 temmuz sayesinde, onlar zaten birlik değiller miydi 15 temmuz öncesinde, ve sonrasında da birlik değiller mi, it iti ısırır mı, ısırmaz, hummalı bir çalışma var 15 temmuz kutlamaları için, yurdun dört bir yanında, chp nin adalet yürüyüşüne hdp liler de katılmış, adalet arıyorlarmış, pkk nın öldürdüğü askerlerin aileleri de katılabiliyorlar mı acaba o adalet yürüyüşüne, onlar da adalet aramalılar değil mi giden, ölen, yok olan tosunları için, 40 bin şehidin ailesi, o yürüyüşe katılanların topu 40 bin. Veya 15 temmuzda ölenlerin aileleri ile öldürenlerin aileleri birlikte mi yürüyecekler, aylar ve itler seramonisine dönüşmesin yürüyüş.
 
***Yeniayın sert geçtiğini, dolunayın da buna bağlı olarak sert geçeceğini söylemiştim, dolunay için 4 temmuz demiştim, ama oldukça sakin geçti, bir anlam veremedim, birkaç gündür kızımla yürüyoruz akşam üzerleri, baktım ay dolunay değil, demin açıp bir daha baktım, meğerse 9’uymuş dolunay, hala atlatılmış değil yani, bugün 7’si, daha iki gün var, bu dolunay için zeynep turan yılın en sert dolunayı diyor, hatta kirli dolunay diyor, kaderin kedere büründüğü zamanlar diyor, elimizden bir şey gelmediğini göreceğimiz dolunay diyor, çaresiz kalan insanları gördükçe ıstırabımız artacak, insanlığı sorgulayacağız, gerçeklerin ne kadar gerçek olduğunu anlamakta güçlük çekerken, ilk etapta bazı şeylere inanmakta güçlük çekeceğiz, diyor, benim düşündüğümden bile çok daha kötü geçecek demek ki bu  dolunay, tam da adalet yürüyüşünün bitiş tarihiyle birleşiyor bu dolunay, umalım da kötü şeyler gelişmesin.
 
***Dolunayın kritik etkilerinden birini yaşadım dün, dün akşamki yürüyüşümüze başlarken, 7 temmuz, ağaçlı, sessiz bir sokaktan başlayalım dedik, farklı farklı sokaklarda dolaşıyoruz her gün, sokağın başında bir it, belli ki sokağı sahiplenmiş, bizi görünce hırlamaya başladı, kızıma şok cihazını sesletmesini söyledim, yaklaşırsa yaparım dedi, o arada havlayarak, hırlayarak yaklaştı, şok cihazının sesini duyunca korku, daha çok saldırdı. kızım arkama geçti, köpek bacaklarıma gözlerini dikti, nasıl dişlerini gösteriyor, bacaklarım açık, şort var üzerimde, hedef açıkta yani, nasıl hırlayıp havlıyor, çıldırdı köpek, bacak elden gidecek, tekme ile uzaklaştırmaya çalıştım, vurmadan, tekmelerimden biraz uzaklaşmasının üzerine yerden bir şeyler almak aklıma geldi, baktım önümde ince uzun bir dal, aldım, sopayı gören köpek uzaklaştı, etrafta 3-4 müstakil ev var, bir Allahın kulu başını bile çıkartmadı, bir sürü söylendim yüksek sesle, duysunlar diye, sahipleri, besleyenler köpekten daha köpek bile dedim, duyacakları şekilde, bundan büyük hakaret var mı, yok, kendi kıçlarının keyfine köpek tutuyorlar orada, yoldan geçenin canı çıksın, yol onlara mı ait, tutacaksan bahçende tut iti, bağlı tabi, köpoğluköpekler, keşke sopayla bir tane indirmiş olsaydım köpeğe diye geçirdim sonra içimden, ama geri gitmeyi gözüm yemedi, işin garibi kızım da ben de daha çok korkarız köpekten, 7 metre ötesinden dolaşırız ama bu köpek saldırmasına rağmen, ki hiç böylesine maruz kalmamıştık,  o kadar da korkmadık, korktuk ama o kadar değil, dolunay herkesin yüreklerine soğuk su serpiyor galiba, yüreklendiriyor.
 
Dolunay denince akla ilk gelen görüntü nedir, kurtların uluması, köpek nedir, bir kurt, dolunayda kudurmasından daha doğal ne olabilir, neyşınıl coğrafikte cosmos adlı belgeselde anlatılıyor köpeklerin kurttan köpeğe dönüşümü, merak edenler için. Daha da meraklılar için yazayım, şöyle diyor cosmosta, “kurt 15 bin yıl önce muazzam bir hayatta kalma taktiğini keşfetti, insanları evcilleştirmek, insanlar avlansın, onları tehdit etme, çöplerini karıştırmana izin vereceklerdir, daha düzenli beslenirsin, daha çok ürersin, mizacın da nesline miras kalır, bu sakin yaklaşımın her nesilde daha da güçlenmesiyle bu vahşi kurt nesli evrim geçirdi ve başka bir türe dönüştü, köpeğe, dost olan hayatta kalır diyebiliriz buna, çöpleri tüketen köpekler sadece temizliğe değil güvenliğe de yardımcı oluyordu, türler arası bu ortaklık devam ettikçe köpeklerin görünümü de değişti, sevimlilik doğal seçilimde bir avantaj oldu, ne kadar sevimliysen yaşama ve genlerini aktarma şansın o kadar yüksekti, elverişlilikten doğan bu işbirliği zamanla derin bir dostluğa dönüştü,” Yani ikiyüzlülükle kabul ettiriyorlar kurtlar kendilerini insanlara ve her fırsatta aslında bu ikinci yüzlerini göstermekten de çekinmiyorlar, bize olduğu gibi.
 
 ***Dolunayın etkilerini tv’de anlattı zeynep turan, bu dolunay yeraltı gezegeni plutonla işbirliği yaptığı için kirli dolunaymış, kirli dolunay arkamızdan çevrilenleri, bilmediklerimizi öğreneceğimiz anlamına geliyormuş, hayatımızı, ilişkilerimizi, beklentilerimizi ve engel olarak gördüğünüz kirlerin ne olduğuna anlam veremediğiniz konuları bu döngüde çözeceğimiz anlamına geliyormuş, bir şeylerle yüzleşilecekmiş, dolunay yol haritalatımızı, çıktığımız yolu düzenlememizi istiyormuş, nereye gideceğinizi, ne yapacağınızı, inandıklarınızı, güvendiklerinizi güncellemeniz gerekiyormuş, 2017 hesaplaşma yılıymış, iç dünyalarımızla hesaplaşıyormuşuz, ve tabi ki dış, yenilikler, düzenlemeler, ekimden itibaren türkiyede rahatlama olacakmış, 
 
***Bakanlarla etçiler arasındaki laf dalaşı hala devam ediyor, spekülatörlere geldi dayandı mesele, ithal etteki vergiyi yüzde 135’ten yüzde 26’ya indirmeyi akıl edebiliyorlar ama yüzde 8’lik kdv’den ödün veremiyorlar, nedense, kolmbiyalı, afrikalı çiftçi türk çiftçisinden daha kıymetli demek ki, etle beraber aynı oranda ithal buğday da vergi indirimine uğratılmış, katar olmamız için ellerinden geleni yapıyorlar, katardaki para bizde de olsa ve bizim gibi kıç yalayıcılarımız olsa amenna ama yok.
 
Fox haberi izliyorum artık, çok beğenmesem de, bütün kanalları dize getirip foxu dize getirememesinin nedenini buldum, fox dış kaynaklı bir kanal, ve sanırım neyşınıl coğrafikle bağlantılı bir kanal, çünkü dehanın falan reklamları çıkıyor, ve biliyoruz ki neyşınıl coğrafik iklim değişikliğine kanı pahasına sahip çıkan, trumpa bile meydan okuyan yürekli bir kanal, bu nedenldir ki erdoğan fox haberi susturamıyor, fox göbeğinden bağlı değil yani erdoğana, kanal d göbeğinden bağlıydı, sustu.
 
***Dolunay, köpekler, yani kurtlar, yazmaya devam, istanbul gop ta elinde poşetlerle marketten dönen bir anne ve 4 yaşındaki kızına iki iri kuyım köpek saldırmış, biri anneye diğeri küçük kıza, cinsleri doberman gibi bir şey, korkutucu yani, aniden koşarak önlerine çıkıp küçük kızı yerde sürüklemiş, kadını da yere düşürmüşler, etraftan bağıranlar olunca köpekler kaçmış, köpeklerin sahibi enerjilerini atmaları için her gün bir saat köpekleri salmak zorunda olduğunu söylemiş, zorundaymış, özrü mü kabahat, kabahati mi özür belli değil, salmak zorundaysan salabileceğin bir bahçe alırsın kendine salarsın, alamıyorsan o köpeklerin bir çaresine bakarsın, bu millet senin ve köpeklerinin oyuncağı mı, 4 yaşındaki o çocuğa bu korkuyu yaşatmaya ne hakkın var, nereden buluyorsun bu hakkı kendinde, sana saldırsın bir başkasının köpeği bak bakalım ne oluyor, o köpekler için de böyle rahatlıkla konuşabiliyor musun, dolunay kurtları azdırıyor, demiştim, insan kurtları da azdırıyor aynı zamanda, bugün 9’u, dolunay.
 
***Adalet yürüyüşü bitti, 2 milyon kişilik mitingle, bu ülkede özgür iradesiyle hayır diyen 25 milyon kişi olduğuna göre o kalabalık çok anormal, değişik bir durum değil, bu demek oluyor ki aynı zamanda da yine o kalabalık kılıçdaoğlunun tebaası değil, chp nin başında olan her kim olsa toplar o kalabalığı, bu kılıçdaroğlunun değil Atatürk’ün, cumhuriyete inananların başarısıdır, o insanlar oraya Atatürk’e ve cumhuriyete olan inançları için gittiler, kılıçdaroğlu yürüdüğü için, orada miting yaptığı için değil, buraya kadarı böyle, bundan sonrası için de kılıçdaroğlundan elle tutulur, gözle görülür bir başarı görebilirsek eğer bu da kılıçdaroğlunun başarısıdır deriz elbet, ama hala ve henüz bir başarı görebilmiş değiliz kılıçaroğlundan onu onurlandırabileceğimiz.
 
Yürümekle yollar aşınmıyor, biz de tıpış tıpış gitmiştik mesela bir zamanlar oy vermeye, ekmelettine, sonu ne oldu, hüsran, artılar eksileri ne kadar götürür tartışılır, ki o artı o eksinin yanında minnak kalır, şu an o yolları yürüyorsa bunun nedeni onun gütmesiyle o tıpış tıpış gidişimizdir, cumhurbaşkanlığını erdoğana altın tepsi içinde sunuşudur, yüzde 51’le, ekmelettini önümüze koyarak, o bize hala hırlıyorsa bu senin sayende, senin seçimin, Atatürk’e karşı olan birini c.b. adayı olarak karşımıza çıkaran sendin değil mi, bunu bile bile, o zamanki ortağın şimdi akp nin ortağı, bu sana ne anlatıyor, bana çok şey anlatıyor mesela, ya senin aptal yerine konduğunu ya da senin bizi aptal yerine koyduğunu, ikisinden biri, hangisi. ikisi de başarısız sonuçta, o yenilgiyi, o c.b. lığını bize borçlusun kılıçdaroğlu, daha yürümesi, yol alması gereken çok yol var kılıçdaroğlunun, bize attırdığı bu büyük geri adıma karşılık, en azından benim gözüme girmesi için. Tıpış tıpış yine oyumu vermeyecek miyim, vereceğim, ama kılıçdaroğluna değil, Atatürk’ün ve cumhuriyetin partisine. Boş lafa karnımız tok, sadede gelelim biraz, alabiliyor musun başkanlığı erdoğanın elinden, bizi erdoğana esir olmaktan kurtarıyor musun, 15 yıldır olduğu gibi, gel o zaman konuşalım, ve dünyanın esiri olmaktan tabi, erdoğandan kurtulmakla da bitmiyor iş, sen de erdoğan gibi olduktan sonra, dünyaya oyuncak olduktan sonra, ha sen ha erdoğan bir fark etmez.
 
Yürüyüş bir spor türü tabi de, spotmenlik te lazım, ama bize asıl lazım olan bedensel değil zihinsel liderlik, zihinsel yeterlilik, biz öylesine alışkınız, Atatürk’ten ötürü, sen ise bu şansını ekmelettin ile kaybettin, ne kadar kendini fısfıslasan boşa, geçmişin de arkandan geliyor çünkü, ekmelettin geçmişin.
 
***Dün bahçelideydim, yılların alparslan lisesi olmuş imam hatip lisesi, her yerde bu görüntüler var, birinci paralel devletlerini kurup kaldırdılar, kendileri kurup kendileri kaldırdılar, şimdi ikimci paralel devletlerini kuruyorlar, kurdular, kılıçdaroğlu ne yapıyor, yürüyor, yürü be aslanım, yürümekle yollar aşınmıyor nasıl olsa, bizi o pisliklere boca etmeye, gark etmeye sen var devam et, biz de seni izleyelim, yürüyüşünü, senden ne köy olur ne kasaba, on yılda bu ülkenin düştüğü acziyete bak, kimin sayesinde, muhaleft yapamayan, belkide yapmayan kim, o, kılıçdaroğlu, ne demişti Atam hençliğe hitabesinde, son kısmında, “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
 
Bir laf vardır, deli dedi, akıllı da inandı diye, fetöden sizi kurtardık diye kutlamalar yapıyorlar, 15 temmuz, iyi de başımıza fetöyü zaten siz sarmadınız mı, deli dedi akıllı inandı misali büyün kanallar 15 temmuz zangrdaması yapıyorlar, buna fox ta dahil, chp kıçını yırtıyor 15 temmuz kutlamalarına dahil olabilmek için, kılıçdaroğlu 15 temmuza kontrollü darbe dedi mi, dedi, dediğini geri aldı mı, almadı, bu durumda neyi kutlamaya, anmaya gidiyor onu bir açıklamalı, belli ki bütün kalelerimiz zaptedilmiş, sahte kahramanlar, sahte partiler tarafından.
 
***Aşti binasının üst kısmına boydan boya 15 temmuzda ölenlerin, onlar şehit diyor, kim kimdir, ne sebeple öldü belli mi, veya ne için öldüğünü bildi mi, fotoğraflarını sıralayıp yazılar yazmışlar, görünce fena oldum, bakamadım,  ölülerin fotoğrafları neden, niye asılır ki, hemde toplu bir şekilde, hiç mi acımaları yok insanlara, ben acıdım, gördüğümden utandım, onlarda duygu yok mu, ölüye de mi saygıları yok, her yerde 15 temmuz afişleri, 15 temmuz bir bayram mı, sevinmeli mi üzülmeli miyiz 15 temmuzda, bizden ne beklediklerini daha açık anlatmalılar.
 
Erdoğanın arkadaşı ve reklamcısı erol olçokun karısı tv ye çıkmış, erol olçok ve 16 yaşındaki abdullah tayyip olçok 15 temmuz günü boğaz köprüsünde öldürülmüşlerdi, nihal olçok, şöyle diyor, “şu anda siz dahil hiç kimse şunu diyemez, benim günahım, etkim yoktu diye, herkes bir şekilde dokundu, benim hayatımda çok şey değişti, masamdan 2 sandalye gitti, arabamı çalan çocuk yok artık, bende bir sürü şey değişti, sizde ne değişti, o kurşun öyle kurşun değildi biliyorsunuz, deldi geçti değil yardı geçti, bu darbe girişimi gökten zembille inmedi, bunu insanlar yaptı ve bunun neden ve sonuçlarını öğrenmediğimiz, tesbit etmediğimiz takdirde dün başka bir şeydi, bugün fetö yarın yine başka bir şey olacak, benim içimde de bu darbenin darbeleri var”
 
Savaşın değişmez kuralı, babalar kudurur, genellikle çocuklar, ve bazen de babalar ölür, anneler ağlar, insan gibi, insanca birlikte yaşamayı öğrenmeyi beceremediğimiz sürece bu kural hiç değişmeyecek, ben nihal olçokla aynı görüşte bir insan değilim, ama onun oğluna, eşine duyduğu acı için ağlayabiliyorum, ki ağladım, o benim acım için ağlar mıydı acaba bilemiyorum, o da anne ben de, çocuklarımızın yaşları yakın, onun hissettiklerini, acısını dibine kadar hissedebiliyorum, peki sorun nerede, nedir çözemediğimiz, mesele onun başındaki örtü mü, ben örtmüyorum o örtüyor, bu mu fark, bunun için mi bu savaş, savaşlar, hiç bitmeyen. ardı arkası gelmeyen, burada o lafların bir çoğu erdoğana kadar gidiyor, o gece milleti sokağa çağıran kimdi, erdoğan, acının bu kadar yakınından geleceğini bilemezdi, bilse de bir şey değişmezdi zaten, kurunun yanında yaş ta yanar nasıl olsa, yangının kuralı bu, ama ateş düştüğü yeri yakıyor, eğer oğlu ve kocası o gece ölmemiş olsalardı yine böyle konuşacak mıydı nihal olçok, elbette hayır, yıllarca akp den kazandığı para ile lüks bir hayat sürmüş, o kadar ki 17 yıl önce oğluna abdullah ve tayyip adlarını koymuş, inancının, itikadının emaresi olarak, ama sonuçta bunun bedeli olarak oğlunu ve kocasını vermiş, sonunun böyle olacağını bilse geçer miydi boğazından akp nin paraları, geçmezdi, geçmezdi herhalde yani, bilemem, en azından bu kadar rahat geçmezdi, bölüşemediğimiz, paylaşamadığımız ne, o örtülü, ben de örtüsüz yaşadığımızda nerede sorun çıkıyor, niye gözleri doymuyor, niye bu kadar aç gözlüler, niye her şeyi ele geçirmek, kırmak, yok etmek istiyorlar, niye, benim örtüsüz yaşamam bunlar için bu kadar mı sorun, size ne benim örtüsüzlüğümden, inancınız mı var, inancınızı yaşayın, bizimle, örtüsüzlüğümüzle uğraşmak yerine, Allah kuranda örtüsüzleri öldürün, yok edin. helak edin mi diyor, eğer böyle düşünüyorsanız Allah bin belanızı versin, o Allah asıl sizi helak etsin, eğer Allah gerçekten böyle diyorsa Allahın da Allah belasını versin, bizi oyuncak gibi, istediği gibi oynamak için mi yarattı, bana özgür irade hakkı, şansı tanımadıysa, tanımayacaksa verdiği o can geri onun olsun, o can üstümde iğreti bir elbise gibi duracak, beni daraltacaksa bana lazım değil, nihal olçok un da dediği gibi o bokun içinde hepsi var, boğazına kadar batmış durumdalar o boka, hiçbiri günahsız değil ve hala o günahı işlemeye devam ediyorlar, Allah hepsini ıslah etsin inşallah, bunu, nihal olçokun söylediklerini bizden çok onlar dinlesin, ders alsınlar, dokunursan dokunulursun, yani arayan bulur, aradığını, hayatın kuralı bu.
 
Nihal Olçok un mayıs ayında ayşe armana söyledikleri bu kadar açık ve net değil, ortaya ve ortalama konuşmuş, kimseyi hedef almadan, şimdikinden farklı olarak. Sözlerinin arasında uludağda olmak, oğlunun anısı için spor salonu açmak, oğluna aldığı saati verememiş olması, abasını çalan çocuğu gibi altı çizili yerler var, paraya ilişkin, parayla ilgili, her ne kadar ölüyüm dese de dünyevi hazlardan pekte uzaklaştığı söylenemez, ama bu son konuşmasında parayı çok ön plana almamış, sadece arabasından bahsetmiş, arabasını alan çocuktan. Yolda gördüğümüz pahalı ve spor arabaların çoğunun plakasının AK ve RB olması basit bir resadüf değildir herhalde, ahiretlerinden çok dünyalıklarını yapmakla ilgili olduklarını söyleyebiliriz rahatlıkla.
 
Zaten asıl mesele olan o, örtünün altına saklanarak mevcut parayı, gücü aparmak, aşırmak, örtü, din falan işin hikaye kısmı, ezelden beri var olan mevcut madımak katillerini, delilerini 15 temmuzu bahane ederek bize tehdit olarak göstermek, bizi bastırmak ve parayı, gücü ele geçirmek, hatta o kadar ki mutlak hakim, mutlak güç, mutlak egemen pozlarına yatıyor, yatıyorlar son günlerde, “adalet yürüyüşüne izin vermişlermiş, onların sayesinde bu yürüyüş gerçekleşmişmiş, bir teşekkür bile etmişler miymiş” gibi, chp nin de buna sert ve net bir tavrı olmayınca, ki yok, nedense, o mutlak egemen güç görüntüsü perçinlenmiş oluyor, ben burada chp nin akp ye karşı durmak yerine yardım ve yataklık yaptığını düşünüyorum, kendine karşı çıkıyorum görüntüsü vererek aslında akp yi kalkındırıyor, galiba asıl görevi chp yi değil akp yi kalkındırmak, bizi oyalamaktan başka bir boka yaradığı yok chp nin, yollarda vakit kaybı, sonu, sonrası, akp izni ile yaptık’ın kabulü, bizim chp miz bu değil, olmamalı.
 
***Bunlar sıradan insanların chp görüşleri, facebooktan topladım, “Onlarin da kafalari donmuş. Ortak nokta. Hiç Kiliçdaroglunun “Türk Ulusu” dedigini duydunmu. Maltepe konuşmasida Türkler-Kürtler demedi mi? Ulusal kimligi olmayanlar. İktidarla ortak noktalari.” …”Yeni Dünya Düzeni Soyguncuları Amerika-Avrupa ve İsrail ile onların sevk ve denetimindeki AKAPE=AKAPO hükümetleri ile yine onların denetiminde Mecliste kalarak onlara meşruiyet kazandıran payanda YCHP, CIA ajanı Kemal’den ve Şurekası milletvekillerinden nasıl beklenti içinde olabilirsiniz?” …”Bu siyasal partilerin tümünün de emperyalist çetenin görevlileri olduğuna inanıyorum. Farkları yalnızca adları…” İnsanlar uyumuyor, en azından bir kısmı.
 
***”Önümüzdeki gündeme, yeni mağduriyet alanları yaratma, ötekileştirme, kamplaştırma bağlamında şaşırtıcı olmayacak toplum mühendislikleri faaliyetleri ve algı operasyonları gelebilir. İktidar elden gidiyor telaşı ile, hınç, garez ve öfke içinde saldırılara karşı son derece dikkatli, itidalli ve soğukkanlı olmak lazım. Reçete; kontrolünü tamamen kaybeden bir iktidarın karşısında birlik beraberlik ve sağduyu ile durmak… Toplum barışını bozacak provokasyonlara alet olmamak…”
 
demiş bugün ahmet takan, akp nin anketleri kötü çıkıyormuş kendi için, akp nin çıfıtçı çarşısına döndüğünü anlamamak için ancak akp li olmak lazım, bu denli aptallık sadece akp lilere özgü. Akşam bütün tvler 15 temmuza odaklanmıştı, ben de bir güzel uyudum, canı isteyen izlesin aynı zırvaları, it iti ısırmış derdi beni mi almış, Allah vere daha çok yesinler birbirlerini, biz de hepsinden kurtulalım bu sayede, azanı Allah görür, otobüs bedava, yemek bedava, koşa koşa gelmişler tabi, panayıra gider gibi çoluk çocuk toparlayıp gelmişler, fakire şenlik. körlerle sağırlar birbirlerini ağırlar, hiç kafamı yoramayacağım onlar için.
 
***”Diktatör dedikleri sayın cumhurbaşkanımıza dua etsinler. Yüce Allah korusun, eceliyle bile olsa sayın cumhurbaşkanımızın bu dünyadaki misafirliği biterse, onlar diktatör neymiş görecekler. Yüce Allah’ın izniyle onlara yakınlık duymuş, onlarla yol almış, onlarla daha sonrasında yolunu ayırmamış bütün herkesi en yakın bayrak direklerine asacağız. En yakın ağaçlara asacağız.” demiş sedat peker iti, oğluna bak babasını al, sen ve senin gibi itlere boyun eğmektense, boyun eğerek yaşamaktansa, senin gibi bir şerefsizin elinden dahi olsa, asılmak çok daha şereflidir öyle yaşamaktan.
 
Kapısında bu itin ne işi var, niye saklıyor onu kapısında, 2019’daseçimi kaybettiklerinde yapacakları akpdarbesinin ön hazırlığı olarak, bunlar alıştırma provaları, nabız yoklama kısmı, peşimizden gelecek kaç it var diye bakıyorlar ortalığa.
 
***Sabah ve akşam güneşi, UVA, bronzlaştırır, öğlen güneşi, UVB, d vitamini verir, ten ne kadar bronzsa, UVA almışsa, d vitaminini, UVB yi o kadar zor alır, öğlen saatinde 15-20 dakika güneşlenmek yeterli olacaktır d vitamini için, 50 milyon ünite gibi bir rakama ulaşılır bu saatte ve bu sürede güneşlenildiğinde, mümkünse bir süre yıkanmamak, yıkanılsa bile sabunlanmamak gerekir, en azından 4-5 saat, ve tabi ki güneş koruyucu sürülmemeli güneşlenirken. B12, hafıza, sinir ve kaslar için gereklidir, genel bağışıklık için, hayvansal ürünlerde bulunur, balık, et, süt, yoğurt, peynir, yumurta bolca yenmelidir, nasıl ekmek yenmeli konusunda ise ekşi mayalı ekmek yenmeli, osman müftüoğlu. Keşke biraz da güneş kanser ilişkisinden bahsetseymiş, iyi olurdu, eksik kalmış.
 
***Bu aralar pek uğrayamadım buralara, meşguldüm, lise arkadaşım yetişkin oğlunu burun ameliyatı için getirdi, geldiler yani, küçükken burnunu kırmış, nefes almakta zorlanıyordu, yoksa ben estetik için yapılan estetiğe karşıyım, ama bu estetik değildi, gereklilik, 3-5 gün hastaneye gel git yaptık birlikte, bir hafta öncesinde gün almak için, bir hafta sorasında ilk gün testler için, ikinci gün ameliyat için, üçüncü gün pansuman için, dördüncü gün gidiş için derken günler geçivermiş, tam o sırada benim de azı dişim tepti, epeydir ağrıyordu kulak asmıyordum, en son baktım asılmayacak gibi değil ağrı dişçinin yolunu tuttum, 5 gün antibiyotik kullandım, ama her zamanki gibi geç kalmışım, benim bu sağlık meselesiyle sınavım hiç bitmeyecek gibi, ihmal mi, üşengeçlik mi, tırsaklık mı, hepsi var, kanala dönmüş iş, kanal tedavisi yapıldı yani, vaktinde gitsem bir dolguyla kurtaracakken çile çektim, ama gitmemişim işte,  o da berbat bir şey, sabah ilk aşaması yapıldı, ağzımdan berbat tat ve kokular geliyor şu an, berbat bir şey, bütün gündür ağzımı çalkalıyorum, birde mızmız, huysuzum ki, kendime, haftaya devam edilecekmiş.
 
Hava sıcak diye gece gündüz bütün pencereler ardına kadar açık, fıldır fıldır esiyor, vücudun soğusa için soğumuyor bir türlü, esip duruyor ev, gece sabah a kadar, böyle olunca birde nezle olmuşum üzerinize afiyet, helak oldum, hapşırık, aksırık, tıksırık bir yandan diş bir yandan, ama bütün bunlar beni yıldırır mı,  yıldırmaz, dişçiden sonra akşama kadar avm turu attım, ardından markete de gittim, avm de yoğurt yapmak için 1,5-2 ml boyutunda cam kavanoz aradım, biraz geniş, bir karıştan uzun değil, ve kalın camlı olacak, içinde çentik, ayrıntı, girinti, çıkıntı olmayacak, yoksa makinede iyi yıkanmaz, dışı değil ama içi önemli, alınacak bir kavanozun bile kıstasları var, evimde daha fazla alınıp bir köşeye atılan, kullanılmayan, ve hatta hiç kullanılmadan atılan eşya istemiyorum, o yüzden kullanırken değil alırken seçicilik yapacağım, pkk nın öldürdüğü öğretmenin ardında bıraktığı eşyaları, 3-5 pılı pırtıyı hepimiz gördük değil mi, bundan hepimiz paylar çıkarmalıyız kendimize, fabrika ayarlarımızı hatırlamalıyız bence, kavanoz yoğurt için, artık yoğurdumu kendim yapıyorum, yıllar önce yapardım, sonra beceremez oldum, bu ara yine bir gayret geldi, şimdi yine yapabiliyorum, becerilmeyecek bir şeyi de yokmuş aslında, ben iyi tutsun diye akşam koyup sabaha kadar bekletince ekşiyormuş doğal olarak, sıcaktan, 4 saatten sonra mayalanması tamamlanıyor, ekşimeye geçiyor, birde ılık değil sıcağa yakın olması gerekiyor mayalanırken, geriye kalan bir şey yok zaten, 2 litre süte 2 kaşık yoğurdu sütle ılıştırarak koyup karıştırıyorsunuz, fırında yaptım ben, sütün ısısı yetiyor mayalanmaya, fırını açmıyorsunuz yani, birde kavanozların kapaklarını örtmüyorsunuz, mayanız ekşi olmamalı, birde süt, sütçü bulmak gerek tabi, doğal, eskiden yaptığım yoğurtlar daha güzelmiş, büyük oğlum öyle söylüyor, bilemiyorum artık o kadarını, kavanozda yapınca dolapta istiflemesi, yerleştirmesi daha kolay oluyor, bulaşık makinesinde de çok yer kaplamıyor, etraflıca düşünmek lazım meseleyi, yoğurt diyip geçmemeli, yaz günü dolapta yer sıkıntı, her şeyi anında dolaba koymak zorundasınız.
 
Bir de çamaşırlık baktım, çamaşır asacağı, ıslak çamaşır için yani, en az 15 yıl kullandım öncekileri, eskidiler, aldığım zaman tanesi 52 liraydı, iki tane almıştım, müsrifsin demişti bana geri zekalı, kendi hesaplı ya, şimdi paralarını saymak benim yerimi tutuyordur umarım onun için, neleri kaybettiğini daha çoook anlayacak, bunun için vakti bol olacak, tepe tepe kullansın o vaktini, kuduruyor uazaktan uzağa, bilmem mi ben malımı, onu başımdan attım keyfime bakıyor, birde üstüne hala parasını yiyorum diye, o kadar kudursun ki canına yetsin, paramı kısıtlıyor, yeterince vermiyor, oğullarının, çocukların  gözünü doyurup beni inletiyor aklınca, inletsin, ben alışkınım onun o manevralarına, dünyamı dar etmesine, onun o nemrut suratını görmüyorum ya, bu her şeye değer, Allah sorsun, Allahından bulsun, bana göstermedi kendi de gün yüzü göremesin, ama çamaşırlık bulamadım, piyasadaki hiçbir şeyin kalitesi olmadığı gibi onun da yok, epeydir bakıyorum zaten, yok, eskiyi kullansam onlardan daha iyi.
 
Bastılar vergiyi ithal mala, kaldık türkün çürük çarığına, kullanmak, para vermek zorunda mıyım kötü malı, o zaman kalitesini de mercek altına alsınlar madem, her şey öyle, dört dolandım çelik kıyma makinesi bulmak için, yok, üretmiyorlarmış, kalaylısını aldım, ben mızmız, huysuz bir temizlik hastasıyım, döktüm kaynar suyu, iyi temizlensin diye, et kaldığında mikrop, olduğu gibi akmış kalayı, 200 lirayı at çöpe, mecbur muyum, akp kazığı.
 
İstanbulu sel almış dün, istanbul yaşanacak yer değil, izmire kaçanlar var bu aralar, izmir de çok sallanıyor, pek tekin değil, en temkinlisi ankara, darbe marbe olmazsa  tabi, orada kabak ve bombalar bizim başımıza patlıyor işte, nasıl geçti dolunay, çok şiddetli miydi, bu dolunay cesaretlendirici bir dolunaymış, öyle demişti zeynep turan, öyle de geçti, aynen dediği gibi, yüzleşmeler, restleşmeler havada uçuştu, ben iletim hatları mevcut sanıyordum, sanırım değilmiş, bu durumda direkt iletişime geçmem gerekti, burada ne varsa hepsi dilimden de çıktı, anlayana sivrisinek, sıkı bir dolunaydı anlayacağınz, hala etkileri bitmiş değil, üzerinden 10 gün geçmesine rağmen, 23’ünde yeni ay var, etkilerini tam olarak okumadım, bir yeni ay, bir dolunay derken hayat gelip geçer, o arada yaşananlara da biz hayat diyoruz işte.
 
Tv de de izlencek bir şey kalmadı, dizileri hep uyduruk, lay lay lom dizileri, bir sorun mu var ı izliyorum, orada da hep sorun var, toplu olarak duranlar hep birbirlerine cevap esnasında tiyo gönderiyorlar, bilemediyse baş eğmek, hafiften aaa etmek gibi hareketlerle cevabını değiştirttiriyorlar, bu da yarışmanın centilmenliğine yakışmıyor, ali sunal da yapıyor, hatta direk cevabı veriyordu, artık yapmaktan vazgeçti, ama oyuncular yapıyor, özellikle kısa siyah saçlı mavi gözlü oyuncu olan kız bunu devamlı yapıyor, bir cevabın değeri on bün lira, o on bin lirayı vermekten kaçınacaklarsa ya o para değerini düşürsünler ya da o yarışmayı yapmasınlar, böyle olduğunda ayıp kaçıyor biraz, horsızlığa giriyor düpedüz iş, tek soru için az bir para değil on bin lira, toplayınca yekun ediyor sonuçta, bu hafta 70 bin alan genç ve ailesi ağladı, o paraya o kadar ihtiyaçları varmış ve bür soru yüzünden bile o 70 binin hepsi kaçabiliyor, kıvırcık saçlı kız ise en az 110 bin kazanacakken ali sunalın tiyoları yüzünden 70 bin kazandı mesela, 40 binini göz göre göre çaldılar kızın, eğer bir on bin daha çalabilmiş olsalar hiç para alamayacaktı zaten kız.
 
***Daha iki üç gün önce genç bir kadın yağ aldırdığı için öldü, üç yaşındaki oğlunun sünnetinde zayıf olmak için yağ aldırmış, bir küçük çocuğu daha var, iki küçük çocuk annesiz kaldı, kocası cenazesinde zırıl zırıl ağladı, bugün o mıymıy kadının showdaki canlı yayınında çok uzun boylu bir doktorla yağ aldırmayı anlattılar, deve cüce olarak, bir hafta olsun susun bari, ölünün hatırı için. Bir kadın da dövmelerini sildirmiş ameliyatla, kalın kalın boğum izleri kalmış, berbat bir şey, dövmeler kalsa çok daha iyiymiş, dudak vakaları, on beş katı büyüklükte dudakları her gün gösteriyorlar zaten, olağan oldu.
 
***Kastamonu’da yaklaşık yumurta büyüklüğünde dolu yağmış, bir adamın kafası yarılmış, bir arabanın da camı krılmış, arka camında iki delik açılmış yumurta büyüklüğünde, bu seller, dolular iklim değişikliği alametleri, kendim ettim kendim buldumlar, farkındasınız değil mi? Kül diye yeni bir belgesel başlamış neyşınıl coğrafikte, en kısa zamanda izleyeceğim, yazarım, veya siz de izleyebilisiniz, en azından ilk ağızdan dinlemiş olursunuz.
 
***Kabine değişmiş, faruk çelik kabine dışında bırakılmış, en son et ve tahıl ithalatına, yani et ve tahıl ithalatındaki vergi indirimine karşı çıkmışmış faruk çelik, özellikle mahsulün kaldırıldığı zamana denk getirilmesine, boynunu uzatanın boynunu derhal koparıyor uzun adam, ona karşı çıkmak kimin ne haddine, demek ki akp içinde bile adam gibi adamlar çıkabiliyor, az sayıda da olsa, bir nebze.
 
***Epeydir film izlemiyorum, ne izlesem kötü çıkıyor diye, dün bir film dikkatimi çekti, yine pas geçtim, sonra kızım da görmüş, izleyelim dedi, izledik, iyi ki izlemişiz, adı haysiyet kolonisi, gerçek bir hikaye, izlemeyi düşünüyorsanız bundan sonrasını okumayın, pas geçin çünkü ben filmi anlatacağım, en uyuz olduğum şeylerden biridir izleyeceğim şeyi önceden bilmek, fragman dahi izlemem, veya birinin olacakları söylemesi, bütün tadı kaçar benim için, izledikten sonra okursunuz, şili de pinochet darbesi zamanlarını anlatıyor, o sıralar kaçak bir nazi şili ye yerleşir ve orada sözde bir dini mekan kurar büyük bir arazi üstünde, ayrı bir köy gibi, ancak bu mekanın bir işlevi daha vardır, alt oda ve tünellerde pinochet karşıtlarına işkence yapılmakta, konuşturulmaya çalışılmaktadır, yukarıda ise insanlar kadın, erkek, çocuk şeklinde katı bir biçimde ayrılmıştır ve ölesiye çalıştırılmaktadırlar, Allah adına yapılmaktadır bu zulüm, çalışamayan, düşüp bayılan kırbaçlanmakta, Allah için bu kadarını mı yaptın diye sorgulanmaktadır, ama oranın esas Allahı o nazidir, istediği gibi hükmetmekte, insanlarla istediği gibi oynamıaktadır, oradakilerin her akşam içmeleri gereken bir hap vardır, bir uyuşukluk, aptallık hapı olmalı, akıllı olandan korkmaktadır nazi, deli olmak serbestlik akıllı olmak ölüm sebebidir, bu arada oğlan çocuklarını da istismar etmektedir bu nazi, kahramanımız kız ve erkeğin oradan kaçışlarıyla deşifre olur bu yer, 40 yıl boyunca burası işlev görmüş, insanlar acı çekmiş, çektirilmiş, hem alttakiler hem de üsttekiler, ayrı ayrı, farklı şekillerde, bir deli kendine bir delilik ülkesi yaratmış ve orada dilediğince hüküm sürmüş.
 
Aynen bize bugün yapılmaya çalışıldığı gibi, hepimiz o toplama kampında gibi yaşatılmaya çalışılmıyır muyuz, akla engel olunan, aklın beslenmediği, örselendiği, itelendiği, hor görüldüğü bir dönemden geçmiyor muyuz, ne kadar aptalsan, ses çıkarmazsan o kadar hayatın garanti, yeni kabinenin görüntüsü de bunu göstermiyor mu, faruk çelik ten yol alaraktan bunu söyleyebiliriz rahatlıkla, tek akıllı var, o da tek hakim olan kişi, bize de yapılmaya çalışılan bu değil mi, hepimizi aptal ederek, aptal, anlamaz ederek istedikleri gibi oynamak, nereden nereye diyeceksiniz belki ama bence cidden oradan oraya, ben çok bir farkla yaşadığımızı düşünmüyorum, zaten ben nedense hep onun bu nazi meselelerini çokça araştırıp bildiğini düşünüyorum onun, öyle bir hissiyat var içimde, sorsanız ne nedenle diye bir cevap veremem ama zaman zaman bu gibi tiyolar birikti bende, mesela kavgam ı okuduğuna her bahse girebilirim sizinle, ben okumadım ama o okumuştur, bundan eminim, ve tarih bilgisinin bundan çok daha geniş olmadığından da eminim, bazen hitleri, hitlerin ruhunu görüyorum onda.
 
Aselsan intiharlarının araştırılmasının bile fetö eliyle engelendiği söylendi dün, deliliğin ne sınırlarda olduğu, yaşandığı hiç belli değil, intihar edenlerin hepsi yerli silah, tank yapımında çalışıyorlarmış, ahmet takan yeni adalet bakanının “barışmalıyız” söylemi üzerine oraya geldiğini söylüyor, barışacaklarsa, ki işin içinden çıkamıyorlar, ve yok aslında birbirlerinden farkları, bu bizim gidişatımızı nasıl etkileyecek, barıştıklarında o darbeyi kim durdurabilir, durdurabilir miyiz, sorulacak soru ve aranacak cevap çok.
 
***Şimdi size öyle garip şeyler anlatacağım ki, ki yukarıda yazdıklarımın hemen peşine devam ediyorum bu yazacaklarıma, bana hem bu kadar dünyevi hem de bu kadar uhrevi nasıl olabiliyorsun diye soracaksınız, o da benim kişiliğimde gizli, hem buradayım hem orada, bir ayağım oradaysa bir ayağım burada, insan kendini anlatmak için kendinden yola çıkarak anlatır, ben de öyle yapacağm, ama bu defa yakınma, ilenme kastıyla değil anlatacaklarım, nasıl, nereden başlayacağımı toparlamam lazım, başlıyorum, kötü giden bir evliliğim oldu, bu zaten sır değil, başınızın etini yedim, hatırlarsınız, geçtiğimiz aralık ayında bir kitapçıda, kişisel gelişim kitaplarının başında iken, ki buluşma noktası da ilginç, bir kişisel gelişimci bey, adı ramazan dı sanırım, bana üstümdeki bu eski koca azabından kurtulursam hayatın benim için çok daha farklı yaşanacağını, üstümdeki o leşten kurtulmam gerektiğini söylemişti, böyle yaparak onu besliyormuşum, benden enerjimi çalıyor, enerjim ona gidiyormuş, ona bir daha günahımı vermemek adına buna çok ta inanmamakla beraber yaptım dediğini, çünkü içinden çıkılmaz bir halde hissediyordum kendimi, nereye gitsem, ne etsem ona lanetler okuyarak geçiyordu tüm günüm, her an yanımdaymış gibi, ve şehir trafosu olsam ve onun da benden enerji aldığını bilsem anında patlatırım kendimi, bu kadar nefret, ifritim ona, bu sebeple yaptım daha çok dediğini, kendim için bir şey istediysem namerdim, sırf ona inat, onun için, onu yanımda gezdirdiğim sürece bana başka erkeklerin bakmayacağını, benimle ilgilenmeyeceğini de söyledi ama işin bu kısmı beni çok ilgilendirmediği için ben diğer kısmına odaklandım.
 
Bu tür sözleri, deyişleri yaklaşık on yıldır okuyup duyuyorum, yine evliliğimin çıkmazındayken saptım bu yollara, belki bir çare bulurum diye, yaklaşık on yıl önce, iste ve olsun, hayal et olsun, okudum, dinledim ama bana hep abartılı ve inanılmaz geldi, dinledim geçtim, çünkü ben de en az sizin kadar kot kafalıyım, itiraf ediyorum, isteyecekmişim olacakmış, peki nasıl olacak o iş, saçma, ta ki o beyle konuşana ve bunu uygulayana dek, kafamı temizledim, onu kafamdan sıyırdım ve bir kenara attım, artık kafam çok daha rahat, çok daha ferah, bir çöp yığını şeklinde değil, siz olumsuz düşündüğünüzde, olumsuz yaşadığınızda etrafınıza da olumsuz olabilecek kişileri çekiyorsunuz, bu bir çekim yasası ve inanın olabildiğince gerçek, kafanız ne kadar çöp ile dolu ise bilin ki bir o kadar daha çöp doldurulmaya müsait, buna  engel olmanın bir tek yolu var, o kafayı o çöplerden arındırmak, iste olsun, hayal et olsun biraz uç bir gösterge belki ama nasıl düşünüyorsan öyle yaşıyorsun bir gerçek, bu durumda aslına bakılırsa iste olsun, hayal et olsun da gerçek, mantıklı mı, değil, bana da hala mantıklı gelmiyor, ama işliyorsa ve sizi varmak istediğiniz noktaya götürüyorsa, en azından o çöp yığınından kurtarmaya yarıyorsa denenmeye değmez mi, bence değer.
 
Ben denedim, son 8  ayımı böyle yaşadım, onu attım kafamdan ve sonuç eskisinden çok daha iyi, aslında pek çok şeyi şimdi daha iyi anlıyorum, o adamın tonla parasını yerken bile, ki yedim, inkar edemem, şunu soruyordum kendime, onun parasını bol keseden yiyor ve devamlı niye onun hakkında olumsuz düşünüyorsun diye, o zaman da farkındaydım yani içinde bulunduğum ironinin, ama bundan kendimi alamıyordum, belkide ben yönlendiriyordum o olumsuzlukları olumsuz olmaları için, veya vardı da ben görüyordum, şimdi ikisi de olabilir diye düşünüyorum, o zaman tek odaklıydı düşüncem, o kötüydü, şimdi bir düşüncem daha var, acaba o kötüyü ben mi yarattım, çünkü ben ne kadar kahırlandıysam o o kadar parladı, coştu, keyiflendi, benim ona olan kötü enerjimi kendine yedek enerji olarak depoladı, bir rokete dönüştü, parası arttı, etrafı çoğaldı, kendi çapında popüler bir stara dönüştü, bense kendimi yiyip bitirdim, o keyfine baktı, o küçük adamdan büyük adama terfi etti, ben küçük adamın hizmetçiliğinden büyük adamın hizmetçiliğine geçiş yaptım, büyük adamlığına yetişebilmek için daha da çok çalışmam, çabalamam gerekti, bir büyük adamı memnun etmekle bir küçük adamı memnun etmek arasında dağlar kadar fark var, var yani, ben iyi bilirim, peşinde pervane olan garsonlar, lokantacılar, yemekler, ağızlarından salyalar akarak ağzının içine bakan bankacılar, ki bana bile öyle bakıyorlardı, nerede ona, peşine pervane karılar, hazır para yemek için kıç yalayanlar, adamın götü kalkmasın da ne yapsın, yeni bir yazılım yüklenir adama, sen neymişsin be abi yazılımı, hepsiyle rekabet etmek durumundasınız, çünkü sizden beklenti bu yönde, her an her yerde ne yaptın da yoruldun sözünü duyabilirsiniz mesela, o büyük adamdan, çıta yükselmiş, ne yapsanız inemiyor aşağı, o en başta eşit şartlarda olan iki insan gider, yerine bambaşka iki insan gelir.
 
Yaşadıklarımı gerçeğe dönüştüren etmen ben olmuş olabilirim yani, garip ama gerçek, akıl alır gibi olmadığının farkındayım ama benim de aklım almıyorduysa da alıyor bunu artık, birine kötü düşündüğünüzde kendinize kötülük etmekle kalmıyor o kötü düşündüğünüze iyilik ediyorsunuz aslında, bunu aklınızdan çıkarmayın, döngü, enerji döngüsü bu biçimde, karma bu şekilde oluşturulmuş, hepimiz birer enerji topuyuz aslına bakılırsa, bilmem kaç wat lık, kaç voltluk, kaç ampullük, kime ne enerji verdiğimize, akıttığımıza dikkat etmemiz gerek, verdiğin pozitif enerji sana pozitif enerji olarak, negatif enerji negatif enerji olarak dönüş yapıyor, size hangisinin dönmesini isterseniz siz onu üretin, negatif istiyorsanız negatif, pozitif istiyorsanız pozitif, negatif olarak gönderdiğiniz asla pozitif olarak dönmüyor size, bunu da bilin.
 
Hayatta bir yerden başlamak istiyorsanız önce kendinizden başlayın, içinizdeki börtü böceği, çöpü temizleyin ve bakın hayatınızda nelerin değiştiğine, olumsuz düşünerek olumsuzu kendinize çekmek yerine olumlu düşünceye geçiş yapın, hadi bunu da yapmayın, sadece olumsuz düşünmeyi bırakın, size olumsuz düşündürtenleri de hayatınızdan bırakın, aranıza mesafe, mesafeler koyun ve olacakları seyreyleyin, bir kişi için dahi olumsuz düşünseniz bu size binlerce olumsuz kişinin yönelmesi demek, o bir kişiyi kafanızdan temizlediğinizde o gelen bin kişiyi de engellemiş oluyorsunuz, inanıp inanmamak size kalmış, aslına bakarsanız ben de asıl kimliğimle inanmıyorum ama yaşanan, yaşadığım gerçek bu olunca, ki birebir yaşıyorum, bu fikrin önünde diz çökiyorum, fizikte zıt kutuplar birbirini çeker der ya, hayatta öyle değil işte, aynı kutuplar birbirini çekiyor, bu işin en basit açıklaması bu galiba, çekim yasası, siz ne kadar olumlu iseniz o kadar olumlu insanları çekiyorsunuz kendinize, bence denenmeye değer, bu bir yeni dünya düzeni, kendi dünyanı kendin yaratabiliyorsun, muhteşem mi, bilemiyorum, biraz aldatmaca, sahtekarlık varmış içinde gibi geliyor bana yinede ancak işe yaradığına göre acının girdaplarına gark olmak niye, ama burada şöyle bir soru da geliyor aklıma, eğer bu hayat sahte ise diğeri mi gerçek, o da gerçek değil, onu da biz yaratıyoruz, o şekilde veya bu şekilde her ikisinin de yaratıcısı biz olduğumuza göre ben oyumu iyi olandan yana kullanıyorum, aslına bakarsanız hayatın ne kadar gerçek olduğu da tartışmalı bir konu, bir var bir yokuz hepimiz.
 
Veresiye veren ve peşin veren fotoğrafını getirin gözünüzün önüne ve o peşin veren adamın edasını, rahatlığını yapıştırın benliğinize, takmayın kafanıza tokadan başka bir şey, isteyin ve olsun, istemek ne kelime, aklınızın ucundan bile geçiremeyeceğiniz şeyler önünüze gelirse kurulu gibi hiç şaşırmayın, bu bahsettiğim para değil tabi ki, çoğu insan para sanıyor hayattan istenecek asal şeyin para olduğunu da o yüzden söylüyorum, para hayatın yan unsurlarından sadece biri, para ile bir parfüm alırsınız, düşer kırılır, ne olur, yok, para ile giysi, kazak alırsınız, kirlenince makineye atarsınız, birde bakarsınız ki çekmiş, giyilemeyecek hale gelmiş, hani şimdi nerede o paranız, yok, kayboldu, ama kaybolmayan, yitirilmeyen şeyler de var hayatta, mutluluk gibi, hayatın asal, gerçek unsuru mutluluk, mutluluğu yakalamak.
 
Para pek çok şeyi satın almasına alır amma benim bahsettiğim anlamda bir mutluluğu satın almaya asla gücü yetmez, mümkün değil, duyguyu satın alamaz, o başlıbaşına ve kendine özerk bir şey, dış etkilerle bir bağlantısı olmayan. Hani, ne istediğine dikkat et, gerçekleşebilir, diyorlar ya, ne istediğinize dikkat edin, her an, hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklemediğiniz bir yerde bile gerçekleşebilir, ha olmasa ne olur, en azından kafanız eskisine göre çok daha rahat olur, daha ne olsun.
 
Sözün özü, baktınız sizi çok mu zorluyor, enerjileriniz bir türlü uyuşmuyor, çakışıyor, şimşekler parlıyor, gök gürlüyor. sizden gidiyor, veresiye defterine yazıyorsunuz bir bir eklenenleri, bir selam çakın, şapkanızı alın ve gidin, gidemediniz mi, aranızdaki mesafeyi uzatın, uzatabildiğiniz kadar, bu her kim olursa olsun, buna herkes dahil, sizden, kendinizden gayrı, candan öteye köy, yol yok, ama aklınızdan da çıkarmak kaydıyla, aklınızdan çıkarmadığınız sürece bir işe yaramaz bu taktik, unutun gitsin, Allaha havale edin, bütün yazım, yazılım işlerini.
 
Bu benim burada dilimin döndüğünce anlattığım, çok daha profesyonelce anlatanlar var bu işi, kişisel gelişimciler, çok ta yabana atılmamaları gerek, zeynep turan da bu düşünceye ayırmış son yazısını, doğru mu yaşıyoruz, denizde ne varsa kıyıya o vurur başlığıyla, okuyabilirsiniz. Demeyin saçma maçma, dediğinizi duyuyorum buradan, hiç saçma değil, düşüncede belki saçma ama uygulamada on numara, kafanızdaki çöpleri atın bakın neler oluyor hayatta, bir de şu rüya gerçek olsa, olsa….veya, gül dünyaya gül gülsün sana, sev dünyayı sev dönsün sana, içinde coşku var oldukça dünya senin olur, veya neden geldik bu dünyaya sevilmek için, bunca elem, bunca keder bilmem ne için …, izleri takip etmeyi bildiğinizde doğru yola çıkmak çok daha kolay. Nasılll, çarpıcı mı;)) İşte ben böyle çarparım adamı.
 
Diyelim ki, buradan yola çıkarak, pek çok insan esas kötü hakkında kötü düşündüğünde o kötüyü beslemiş, güçlendirmiş mi oluyor, bu derin bir soru, bunun cevabını ben veremem, o kadar bilgili değilim bu konuda, cevap verecek, verebilecek birileri vardır mutlaka, ama eğer öyleyse büyük bir devrim yapmalıyız düşüncelerimizde, artık tek laf etmesem mi acaba hakkında. 
 
***Yukarıda “hayatın asal, gerçek unsuru mutluluk, mutluluğu yakalamak” dedim, “istemek ne kelime, aklınızın ucundan bile geçiremeyeceğiniz şeyler önünüze gelirse kurulu gibi hiç şaşırmayın” dedim, bunları bir açmak lazım, lafı söyleyip kaçmak yok bizde öyle, sizi de merakta bırakmayayım. Uzun lafın kısası, talibim çıktı ayol, ama ağa takılmadım henüz de, düşebilirim de yani, belli mi olur, laf aramızda adam pek davetkar ve cüretkar, bir o kadar da istekli, bilmem ki ne etsem, 15 yıldır iş icabı, işim düştüğünde, arada sırada, ayda yılda bir gördüğüm, bey diye hitap ettiğim, bey diye gördüğüm biri, kırk yıl düşünsem aklımın ucundan geçmez, ben ve o, olanaksız, iki alakasız insan, birden dümeni başka tarafa kırdı, aniden, ben de anlamadım bu işi, hiç aklımda yok, yoktu aslında, yani genel olarak, en son bir iki yıl önce görmüştüm, bu defa ilk görüşte iş değişti, bende de istemem ama yan cebime koy durumu da olabilir yani, henüz tam olarak kestiremiyorum haleti ruhiyyemi, ateş bacayı sardı mı sarmadı mı bilemiyorum ki, efendi, saygılı bir adam yalnız, bu da onun için bayağı bir artı puan demek, benden yana, önceki deliden sonra, benim gibi uçuk kaçık değil, hiç alakamız yok yani, en azından ilk intiba itibarıyle, başkaca da çok tanımıyorum zaten, o da beni tanımıyor, ayrı, ayrılmış olduğumu bildiğini de sanmıyorum, çocuklarımı biliyor ama, o evli mi ayrılmış mı ben de bilmiyorum ama evli olsa bu kadar cüretkar olmazdı diye düşünüyorum, onu da bilemem, ama çocukları var, bir insan bir insan hakkındaki fikrini 15 yıl sonra nasıl değiştirir onu da aklım almış değil, ilk görüşte değil midir aşklar, aşk, aşk neyse, aşksa tabi, 15 yıl önce aklı neredeymiş, yine de bilemem, sağımla solum pek çekişirler birbirleriyle, hiç belli olmaz benim sağım ve solum.
 
Yoksa bana mı öyle geldi, olur a, bilemem ki, insan bu, beşer şaşar, anlarız yakında nasıl olsa, yazarım, merak etmeyin, ama kızım “konuşurken fingirdeştiniz” dedi bana, o öyle dediyse doğrudur, fingirdeşmişizdir, yanımızdaydı çünkü, espri yaptım ama hasta hasta kendime gülecek halim de yok, aksırık tıksırık devam, üst dudağım boydan boya uçuk, hiç bu kadar büyük çıkmamıştı, bağışıklık sistemi ile ilgiliymiş uçuk, sistem çökmüş bende, sistem arızası, görür görmez sarımsak koydum, normalden daha çabuk iyileşiyor, ama hala geçmedi, hiç zamanı mı şimdi uçuğun, herif görse beni böyle kırk metre uzağa kaçar, sabah kocamandı üst dudağım, neyse, bende görünmem canım, elbet geçecek, o zaman görünürüm.
 
Yine garip bir şey söyleyeceğim, dün yeniaydı, zeynep turanın yeniayla ilgili yazısında şöyle bir bölüm var, kopyaladım, şöyle diyor, “asla bir araya gelmez dediğimiz çiftler aşk yaşamaya başlayabilir, kafası ve sosyal statüsü ile uyuşan eski dostluklardan evlilikler oluşabilir. Çevremizdeki birçok çiftin tanıdık yüzler olması mümkün.” yani bilemiyorum tabi ama ilginç bir çakışma var zamanlamada, ve asla bir araya gelmez, eski dostluk, tanıdık yüzler denmesi de ilginç.
 
Kızım dediğinde haklı, hiç alakasız şeyler konuşmuş olmamıza rağmen, ve hiç konuyla alakalı konuşmamış olmamıza rağmen, kesinkes, yaklaşık 20 dakika veya yarım saat, ki kızım ne konuştuğumuzu duyuyor, bizi görüyordu, ve bir kişi daha, ve asla bedensel olarak yakınlaşmamış olmamıza rağmen ruhumun hafiflediğini hissettim, sanki üstümden bir dolu ağırlık kalktı, bulutların üstüne çıkmış gibiydim, ki o kadar sert ve katıyım, bana yaklaşılması zordur, en azından öyleydi demeliyim, yakın markajdaydık ve bariyerlerimi aştı, yoksa anında geri püskürtürdüm, püskürtmeye mahal ve dolayısıyla mecal kalmadı, buna rağmen, enerjilerin çakışmaması bu olsa gerek, birbirimizin ruhlarına dokunduk, okşadık, sevdik, hemde tepeden tırnağa, hangi maddi, paraya dayalı çıkar ilişkisi böyle hissettirebilir insanı, para ile zevk satın aldığını sananlar, ki buna eski kocam da dahil, para ne işe yarar diyenler, paraya tapanlar bu hayatta neler kaçırdıklarının asla farkına varamayacaklar, böyle bir şansları olmayacak, hazza ulaşalım derken asıl hazdan vaz geçtiklerinin farkında bile değiller, kimine cennet kimine cehennem ya bu dünya, bu ne seçtiğinizle değil ne ile karşılaştığınızla bağlantılı, bulduğunuz beklediğiniz, beklediğiniz bulduğunuz olamayabiliyor, o dokunulmadan geçen yirmi dakika bütün ömrümde hissettiklerimin toplamının üstünde bir duyguydu, beni o kadar mutlu etti. bana bir dolu söz verdi, üstelik hiçbir şey söylemeden, aşk, sevgi, güven, dostluk, itaat, sadakat, baş tacı, yoksa söyledi mi bunları, söylemediyse ben nasıl inandım ona bu kadar, söylemeden söyledi, ve ona cidden inandım, işte sırf bu yüzden bile teslim bayrağını çekebilirim, bana kendimi böylesine iyi hissettirdiği için, o da çakmıştır bendeki bu açığı, yandık, son pişmanlıklar hep korkutur insanı amma ve lakin yenilen boğa güreşe doymazmış, sevginin, sevmenin sonu, sınırı var mı, yok, verdikçe çoğalıyor sevgi, sonuçta ebru şallı ile aşık atamam bu konuda da, ki o erkeklere taş çıkartır çapkınlık konusunda, son bir iki yıllık performansı bunu gösteriyor, kendi çapımda canım, nasip kısmet, bilemem, ama yinede bir teyit ettiririm tabi, dedi mi demedi mi, ben mi yanlış anladım, demediyse zor, çıkmaza girer o iş, benden önce o teslim bayrağını çekmiş mi çekmemiş mi, ben duymasına duydum da bakalım o söylemiş mi, mesele orada, hala yaş tahtaya basacaksak onca yaş tahtaya niye bastık? O da yaş tahtaya çok basıp yere çok yapışmış olmalı ki benim gibi kemale ermiş, bu belli.
 
Ne istediğinize dikkat edin, gerçekleşebilir demiştim ya, bir sucum var, dünya iyisi bir insan, yer cücesi, benim boyumda, boyum 1.50, topal, kekeme, içkici, hatta ayyaş, vızır vızır, çıtır çıtır bir adam, ararım dakikasında koşar getirir suyumu, arar, goyun yoğurdu istiyon mu, goyun yoğurdu der, bitirim hafiye, çok tatlı bir adam, umarım önüne istediği gibi biri çıkar, eğer biraz ortak noktamız olmuş olsa hiç düşünmezdim, ama yok, tek ölçüm insan, artı eksi insan, üç aşağı beş yukarı insan, ama insan, altı üstü insan işte, başka bir şey aradığım yok, tatlı dil, güler yüz, geri her şey fani, boş, amma ve lakin geceler herkesle geçer de gündüzler mesele, konuşulacak şeyler de lazım insana, normal hayatın dışında, herkes herkesle birlikte olur, olabilir, burada mesele olan gönül almak, gönül vermek, iki gönlü bir etmek, bu alışveriş gerçekleştiğinde güzel bir ilişki, eğer birleşen ruhlar değilse, sadece vücutlarsa, boşa efor kaybı, o, yani sucum böyle etrafımda pervanelenirken geçirdim içimden, benim bundan sonra yakınlık duyabileceğim kişi bana fazladan bir şeyler katabilecek bir insan olmalı, onunla paylaşabileceğim şeyler olmalı diye, bir musibet bin nasihatten iyidir diye de demeliyim burada, öküzaleyhisselama buradan selamlar, on gün kadar önce, kasıtlı olarak geçmedi aklımdan bu düşünce, aklımda olduğundan da değil, öylesine düşündüm işte, bir anlık bir şey, ama gördüğünüz gibi gerçekleşmiş gibi görünüyor, hemde hiç ummadığım bir yerden, ne istediğinize dikkat edin, gerçekleşebilir, yeter ki kalbiniz, beyniniz duru, temiz, akışkan olsun.
 
Yarın birde dermişim yokmuş öyle bir şey, ben kafamdan uydurmuşum, bilmiyorum ki, oldu mu, olmadı mı? Olmasına oldu da, oldu mu? Hani kızım da onaylamasa olanı biteni ben olmadığına kaniyim zaten, neyse ki görgü şahidim var.
 
Bu akşam bir sorun mu var çok komikti, komedi halt etmiş. bulursanız izleyin. Tuğçeymiş o tiyo veren kızın adı, cadı, belki farkında değil yaptığının ama ben çok ayıplıyorum onu, yaptığı çok ayıp bir şey, oyunun kuralı bire on olsa on kişiye birden cevap verdirirlerdi, ama bir kişiye verdirdiklerine göre bu yaptığı çok ayıp, insanların haklarını yiyor göz göre göre. Bu akşam çıkan elazığlı bir adam doğru dürüst okuyamamasına rağmen öyle nükteler yaptı, öyle cevaplar verdi ki zekasına, hazır cevaplığına hayran kaldım, kadın zaten beni benden aldı, ali ye aşıkmış, kadınlar biz de varız bu hayatta diyorlar artık, sonuna kadar destekliyorum, kaçan kovalanır devri kapanmış bulunuyor, biline, kovalayanlar kaçıyor, kaçacak artık, kaçacak delik arayacaklar kendilerine, baksınlar bakalım nasıl oluyormuş kaçmak, ne o öyle, hep aynı, hep aynı, trend değişikliği yapalım biraz, devir teşebbüs devri olsun, o kaçarak geçen yüzlerce yılların, yüz yılların intikamı alınmalı, bazen çok eğleniyorum yazarken, şimdi olduğu gibi, ali de tam babasının toprağı, konuşmaları, espirileri hep yerli yerinde ve dozunda, babası gibi olması beklendi ya hep en başında, kendi gibi de fena götürmüyor işi aslına bakılırsa, kenan ışığın oğlu da tam bir babasının oğlu, çok efendi ve akıllı bir çocuk. Saat olmuş 03, kahve içmedim, çay içmedim, ne oldu bu uykuma bir anlayabilsem, yattım, uyuyamadım geri kalktım, aşk acısı mı çekiyorum yoksa;))))
 
***Biraz acele bir cevap olacak ama sizi fazla merakta bırakmış olmayayım, yokmuş, olmamış öyle bir şey, veya vaz geçmiş, ikisinden biri, bilemiyorum artık, anladığım kadarıyla olmuş ama adam olanı unutmayı seçmiş, öyle gibiydi hali, biraz ezik, biraz sıkılgan, biraz şaşkın, afallamış, bir müşkülü, dayanağı vardır elbet bu seçiminin, herkesin hayatı kendine dar, kendi hapishanesi, çıkamamıştır işin içinden belki, benimki bana zor, seninki sana, vardır belki ümüğünü sıkan biri, veya yakaladığı yakasını bırakmayan, bırakmıyorsa da hakkıdır belki, bence yemiş bir güzel paparayı, bir kişi daha vardı demiştim orada, bir kadın, bilemem, neler yaşandı arkamdan onu da bilemem, fırtınalar kopmuş ta dinmiş sakinliği vardı ortalıkta, uğruna fırtınalar kopartılan kadın, ben, valla meseleyi başlatan ben olmadığıma göre kendi aralarında halletsinler meselelerini, arada kalanın canı çıksın da ben ne yaptım, olsa olsa konu mankenliği, baş rolde adam vardı, bana ne, görünen o ki aralarında halletmişler de zaten, ben ne yaptım ki, akıntıya kürek çektim sadece, bana hiç sıçratmadılar zaten, profesyonelce çözmüşler işi, alışkınlar demek ki, kaçıncı vakasıyım bilemem, boş bulunmuştur adam da belki, cazibeme kapılmıştır, ;))) bunu da bilemem, eğer varsa, on yıllık hukukları var aralarında, ben bunu bilemem ama bu durumda ve her koşulda benim oyum kadından yana, on yıllık hakkıysa savunsun hakkını tabi, her horoz kendi çiftliğinde eşinmeli, var mı öyle üç kuruşa beş köfte, dağdan gelip bağdakini kovmak, biz bıraktık ta ne oldu sonu, onun bunun maskarası, olmuştur yani, ne olacaktı başka, ama o bunu çoktan hak etmişti, yakışır ona maskaralık, zil takıp ayı diye oynatsınlar umarım, bu durumda onun yolu ona, benim yolum bana açık olsun, herkes için hayırlısı ne ise o olsun, olmalı, veya yazdıklarımı okumuştur belki, onu da bilemem, iki tık tıkla her yere ulaşmak mümkün, benim de çenem durmaz ki, şartlarım ağır gelmiştir belki, bilemem, şartlar bu, yazılı veya sözlü, hiç farkmaz, itaat ve sadakat ve hatta yular tutumu bende de şart, kıymetim kendimle ölçülü, asla bir başkası ile değil, iki gün hayal kurmanın kimseye bir zararı olmaz hem, ne ona ne bana, hayata hareket katmak şart, rutin, rutin nereye kadar, böylece ben de anlamış oldum hayatın benim için de çokta bitmemiş olduğunu, yaşam belirtileri veriyormuşum en azından. Size de biraz aşk dersi, aşk arası olmuştur belki, alabilene tabi, almayana zaten aldıramazsın.
 
Bundan sonrası içinse yolları bir daha kesiştirmemekte fayda var, ne olmaz ne olmaz, hiç uğraşamam, ömür boyu birbirlerinin hayrını görsünler, bana da bulaşmasınlar, gelin bulaşın diyen de yoktu zaten, güzel olmak başa bela, ne yaparsın! Benimki bu seferlik tutmadı belki ama siz yine de ne dilediğinize dikkat etmeye devam edin, ya tutarsa. Bu erkekler hep mi böyle çocuk kalır, gelmiş 50 yaşına, kıçına güvenemiyorsan, madem başın bağlı, niye ayartırsın elin kadınını, ben de yalnız bir kadınım sonuçta, öyleymişim yani, şimdi anlaşıldığı üzere, üstelikte, eğer öyleyse, öyle olup olmadığını bilmiyorum, uzun zamandır birlikte olduğun kadının yanında, eğer öyleyse sadece ona değil bana bile ayıp ama ben bilemezdim, ne bileyim, bu nasıl bir karaktersizlik, neyse, adamın aklı bende kaldı mı, kaldı, yine bugün bana kedinin ciğere baktığı gibi baktı mı, baktı, o zaman sorun yok, ödeşmiş sayılırız, o benden daha muzdarip olduğuna göre sorun yok, üstüne üstlük sıkı bir fırça da yemiş, birde ben üstüne gitsem adam oracıkta can verecek, affettim gitti, artık bunu da yazmalıyım, adam dişçi, kadın da on yıldır yanında çalışıyor, aralarındaki muhabbeti ben bilemem, ne safım görüyorsunuz değil mi, kaçın kurrası olsam bunu bilmem, en azından düşünmem, tahmin etmem gerekirdi, bütün dünyayı kendim gibi sanıyorum, hala, olmadıysa olmadığı hayırlı olduğundandır diyerek kapatıyorum tümüyle meseleyi, ama bir kere daha gitmem gerekiyor, ne belalı işmiş bu kanal tedavisi, canım çıktı, üstüne çok pahalı, 500 lira, demek ki diş ağrıyınca koşa koşa gidilecek dişçiye, beklemeden, tabi bir başka dişçiye, aman kim uğraşıcaktı zaten, benim işim başımdan aşkın, adam bela istiyor galiba başına, ya da ben, 3 çocuğuma, kendi işime yetişmişim de bir o kalmış, ben kendi arkamı toplamaktan acizim, nerede o eski küheylan, dışardan gören aslan, sırtlan sanıyor galiba, birde bana sorsunlar, şimdilik sindirella masalları başka baharlara kaldı, olursa anlatırım, söz, ne oldu da anlatmadım, ayıp ediyorsunuz.
 
***Akşam üzeri suyum bitti, bizim superman, zehir hafiye sucum şimşek hızı ve edasında getirdi sularımı, telefonda bir akşam çay içmeye gidelim de dedi, bana çıkma teklif etti yani, geç olduysa yarın getir dedim, getiririm ne olacak, hem bir yüzünü görürüm de dedi, kaç gündür görünmüyon, ne oldu, küstürdük mü, dedi, çapkın, bitirim hafiye, dilinden de bal damlıyor, bazıları gibi zehir değil, adamın doğası öyle demek ki, hiç yapmacık değil, hani birde bir iki edebiyat dersine girmiş olsa döktürecek te o yok işte, iki yıldır melül melül bakıyordu, son zamanda, evli olmadığımı öğrendikten sonra civataları gevşedi, sordu, söyledim, yalan mı söyleyeyim, hiç te söylemem, daha yüz bulsa neler diyecek, ne diller dökecek te, bulamıyor, öyle bir potansiyel var adamda ama, telefonu kapadım, kızım yine sucuya kaldın bak dedi, ya bu çocuklar çok acımasız, hiç dillerine düşmeye gelmiyor, keşke kalabilmiş olsam ama olmuyor işte, yoksa melek gibi adam, yanarım yanarım geçen yıllarıma yanarım, engerek yılanı ile, bir araya gelemeyiz sevdiğim, kırmaya da korkuyorum, onun da bir kalbi var, üstelik iyi bir kalp, böyle böyle alışacak elbet, ablası olduğuma, en az on yaş küçüktür benden, bunun farkında mı bilemiyorum tabi, bu meselelere girsem iyice coşacak, iyisi mi sus, baki kalan hoş bir seda, başka ne var ki hayatta.
 
***Neyse, bu kadar sululuk yeter, size de bana da, kendimi ciddiyete davet ediyorum, hayat bana güzel, şu varlık fonlarımız ne oldu, yiyip içip üstüne mi yattılar, bir daha ses soluk çıkmadı, şu adalar meselesi başımızı ağrıtacak gibi görünüyor, azıttıkça azıtıyor yunan, yunan cb adalara çıkıp bayrak asmış, buralar bizim demiş, bize de gel, yol yakınken, beklerim, makarna tüketiminde rekor kırmışız, çok mu garip, makarna iki lira et 60 lira, bunun nesi haber, et tüketiminde rekor kırarsak bunu haber yapabilirler mesela. Çok iyi yönetildiğimizdendir.
 
***Kaç gündür ve dün gündüz iyiydi hava, akşam üzeri, öğleden sonra bir sıcak hava dalgası geldi ki evde duramaz olduk, ki benim evim kuzey, neredeyse hiç güneş almıyor, gece ancak ikide uyuyabildik kızımla, yapacak bir şey bulamayınca bir sorun mu varın eski bölümlerini izledik, son bölümleri daha güzel, daha çok alışmışlar programa, birde teke tek yaşanmadığı için program daha da renkli gidiyor, her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, bu da renk katıyor, bir örnek, esmer eski polis, memur, 4. bölümdü sanırım, soru açılıyor, ali sunal soruyor, cevabı biliyor musunuz diye, adam evet diyince sporla ilgilisiniz o zaman diyor, az sonra cevap spor çıkıyor, neyse ki bizim ustabaşı anlamıyor mesajı, bunun gibi pek çok şey oluyor ve her bir soru on bin değerinde, ki bazen o bir soru 70 bin değerinde de olabiliyor, ayıp diyorum tabi, ayıplıyorum, 7 ya da 8. bölümde ahlaktan bahsetti ali sunal, küçük kızın soruyu bilmeyin isteğine karşılık olarak, abisi yarışıyordu, kendi ahlakı ne alemde ona da baksın bir, sıcaktan oykular alt üst, şimdi baktım, 39 dereceymiş, yanıyor dünya, iklimi değiştirmemeliydik, acısını daha çoook çekeceğiz gibi görünüyor, bugün başımı dahi dışarı çıkarmam, dün de öğleden sonra uyuyakalmışım, kalktım, kızım mutfağı toplamış, yapacağım yemeğin sebzelerini doğramış, baktım benim uyanmamı bekliyor, böyle kıza can kurban, yerim ben onu, öptüm, sevdim, kime kaldım dedim, bana kaldın, sevgini kimseyle paylaşmam dedi, bencil kız, görürüz 3-5 yıla o paylaşmayanı, kanatlanarak nasıl gittiğini.
 
***Biri bahsetti baktım, aydın arıtan adında bir şarlatan kendine bir kimlik yapıştırmış, holistik akademi bilmem neyi diye, kanal kanal gezermiş, ben bir tanesine baktım, yetti de arttı bile, krt de yayınlanmış galiba, duadan bahsediyor, dua telefon numarası gibiymiş, vırt zırt faslından sonra duaya newton fiziği ile açıklamalar getiriyor, birde iki kelimeyi bir araya getirebilse, karşısındaki kadın, sanırım sunucu, dua ederken istediğim olursa fakire sadaka vereceğim demek rüşvete girmez mi diye sordu, Allahla yapılan pazarlığın pazarlığını yapıyor, birde bilimsel konuşuyoruz ki, bilge kadın, bilge adam, ben tekrarlamaya çalışsam tekrarlayamam burada, Allahım sen akıl ihsan eyle bu insanlara, ve bu soysuzları dinleyenlere, ortalık şarlatan kaynıyor, her adam diye gezene adam diyecek olsak, şarlatanlar, bir sinirlendim ki dinlerken, zor dayandım biraz olsun dinleyebilmek için. Dinleyenlere ne demeli bilmiyorum, olsa olsa mal demeli, bir şey anladıklarından mı, benim anlamadığımı onlar mı anlayacak. Milletin kafasının içine sıçıyorlar üç beş kuruş para koparacağız diye, çok biliyorsan duanın, paranın akışını orada ne işin var, otur paralarını say, embesiller, vardır bunun gibi kaç tane daha. Hani ben de diyorum da çekim yasası falan da bunlarınki tam uçuş pozisyonu, afyonlu cinsinden, kafayı sıyırmış olmak lazım bunları dinlemek için.
 
***3. seansta diş işi bitti, bitene kadar benim de canımın yarısı gitti, çok beter bir iş bu kanal tedavisi, içerde sular durulmuş, normale dönmüş, hiçbir şey olmamış gibi davrandık üçümüz de, profesyonelce, ne oldu ki, zaten bir şey olmadı, adam iyi bir adam, benden o an için hoşlanmış belli ki, ve hala hoşlanıyor, o da belli, öyle zamparalık, hovardalık ayakları olan bir adam değil, halim selim, kendi halinde biri, ben adamı gözünden tanırım, tanırım yani, tanırım artık, yanıldığımı, hata ettiğimi sandığım için kızgındım, yanıldığım konusunda yanılmışım, yani aslında yanılmamışım, o kadar da yanılmam, zaten, o biraz anştayn vari bir adam, kafası karışık, dalgın, bildim bileli öyledir, hatta o kadar ki, ayrı ayrı zamanlarda onlarca kez görüşmüş olmamıza rağmen, çocuklarım için, kendim için sık sık giderdim, her gidişimde kendimi tanıtmak, hatırlatmak zorunda kalırım, ben şu, şuyum diye, unutur, siler hafızasından, yeniden, yeniden tanışırız, huyunu bildiğim için her defasında yeniden tanıtırım kendimi, 50 ilk öpücük filminde olduğu gibi her seferinde yeniden tanışırız, herkese karşı öyledir, bir bana değil, erişkin ama 5 yaşında bir çocuk gibidir, şimdiye dek bir kere olsun yan gözle baktığına bile şahit olmamıştım, güvenle giderim, giderdim, gözü kapalı, sadece ben değil tanıdığım, sevdiğim insanlar da gider aynı şekilde, asla dönüp art niyetle bakmaz, ama bu defa gözümün içine içine baktı, benden medet umar gibi, bugün, aradığı sorulara cevap arar gibi, gözleri yeşilmiş, ben de baktım, yapacak bir şey yok, başı bağlıymış, kısmet, eğer başı bağlı olmasaydı asla hayır demezdim, kadın biraz tedirgindi, o da normal, hakkıdır, yerden göğe kadar, sahipli mala göz dikmem ben, onunsa onundur, ben hırsız değilim, çalıntı malla mutlu olamam, bundan böyle arkadaşımın aşkısın, ama diş işim olursa yine ona giderim, tanıdığım, bildiğim, güvendiğim bir insan, iyi bir dişçi, adresini vermeyeceğim, yanlış anlamayın, iyi bir insan, yeni dişçi mi arayayım bunca yıldan sonra, gitmemem için bir neden yok, incitilmedim. kırılmadım, hatta onure oldum, sevgi hissettim, sevgi aldım, sevgi verdim, niye gitmeyeyim, işin orasını unutarak tabi, aramızda hiç böyle şeyler olabileceği geçmezdi aklımdan, oldu, ne yapalım, ölemeyiz ya, uygar bir dünyada yaşıyoruz sonuçta, neyse ki, bunda kimsenin bir suçu yok, benim de, adamın da, kadının zaten yok, ve üzgündü, ben de üzgünüm, biraz, azıcık, geçer.
 
***Sonuçta her gün önünüze çıkmıyor hoşlanabileceğiniz biri, hele ki benim için çok çok zor, belkide son tren, nasıl dar bir çerçevede yaşadığımı siz de biliyorsunuz az çok, belki yanılmış olsam bu kadar kötü hissetmezdim, böylesi daha kötü hissettiriyor, keşke yanılmış olsaydım gibi bir sonuç çıkmıyor tabi ki buradan, yanılmadığıma memnunum aksine, ancak bu durumda yeni ay benim dileğimi gerçekleştirmiş mi oluyor gerçekleştirmemiş mi oluyor, orasını kestiremedim, sanırım yeni ay üstüne düşeni yaptı, bence  öyle, gerisi size kalmış dedi bıraktı yeni ay, zalim yeni ay, yaptı yapacağını, önceki zorlayıcı yeni ay ve dolunayın ardından ancak böyle zorlu bir yeni ay gelebilirdi zaten, belkide bu kadar kolay vaz geçmem, şu an bilmiyorum, kafam karışık, tek taraflı olsaydı bu ilgi, yani benden yana, diretemezdim elbette ama kimse kimsenin bir ömür boyu esiri olacak diye bir şey var mı, yok, ya o esir esaretinden kurtulmak istiyorsa, bu kararı o vermeli, onun adına ben değil, bunu bir kere yapmıştım, hata olduğunu şimdi biliyorum, yeni ay bize bu duyguyu sundu ise bunun da vardır bir nedeni, neden şimdi, neden 15 yıl sonra, onun hayatı açısından da, belki değişmesi gereken şeyler vardır onun da hayatında, hayatta değişmeyen tek şey değişim, ama yine de emin değilim ne yapmak istediğimden, ne yapacağımdan, sanırım içimin tam olarak soğuması için bunu onun ağzından duymam gerek, yarım kaldı, bitemedi, kaçtım, yenik düştüm ızdırabıyla yaşamak istemiyorum, bir kez daha, o da öyle derse sorun yok, hiç bir şey olmamış gibi devam edemem yoluma, hem bu bana da haksızlık, yaşanacaksa, o mutluluktan neden mahrum edeyim kendimi, o kadın bir başka kadın için bu fedakarlığı yapar mıydı, hiç sanmıyorum, gözleri hiç öyle şeyler söylemiyor bana, ve o da bir başka kadının ardılı sonuçta, onunla ne hamleler, çalımlar yaşandı aralarında ben bilemem, bir günde ne kadar değişiyor insan düşüncesi, dün neler söylüyordum, bugün neler söylüyorum, dün umutsuzdum, bugün ümitli, bana söylemeli, seni istemiyorum diye, derse ne ala, demezse daha ala, o kadının etrafta olmadığı bir anda tabi, en azından susarak değil konuşarak gideceğim, başlatmasını bildiği şeyi kendi bitirmeli, ben değil, aklı 5 yaşında olsa da.
 
***Bir yarım gün daha geçti ve ben düşüncemden yine caydım, salla gitsin, cesareti olmayana cesaret, isteği olmayana istek ben mi vereceğim, yeterince isteseydi böyle olmazdı, istememiş demek ki, canı isterse, böylece o büyü bozuldu, hiç uğraşamayacağım, caydım. Hem hiç öyle ağır taahhütler altına girebilecekmiş gibi hissetmiyorum kendimi, yorgunum hancı, şuraya bir yatak ser yavaş yavaş, benim 3 kişilik bir ağır taahhütüm var zaten, bulmuş kendini çekeni, üstelik te gönüllü, sekreterliğini bile yapıyor, aradan geçen on yıla rağmen, daha ne yapsın, bu erkeklere ne yapsan yaranılmıyor zaten, birlikte devam etsinler, benim sekreterliğini yapmaya falan niyetim hiç yok, hiç işim olmaz, hiç kimse için bu kadar fedakarlık yapmam, artık yapmam, hem sonra ben yarı yolda su koyverim falan, neme lazım, benim ipimle ben kuyuya inmem, bir günüm diğerine uymaz, değil başkasını indirmek, adamın hayatıyla oynamayayım boş yere.
 
Ben hayatı ciddiye aldığım zamanları çoktan geçtim, sevdiğim bir hikaye vardır, adamın biri çalışmaz, denizin kenarında yatar dururmuş, biri gelmiş, hadi iş yapalım, para kazanalım demiş, adam para kazanınca ne yapacağız demiş, öbürü yan gelir yatarız demiş, adam ben zaten yan gelip yatıyorum, git işine demiş. Kendimi yalnız ve mutsuz hissettiğim zamanlar oluyor tabi, olmuyor değil, ama bu benim alışkın olduğum bir duygu, ben evliyken de yalnız ve mutsuzdum, hep dizinin dibinde mi olmamı istiyorsun derdi bana, evine gel falan diyormuşum demek ki, hiç dizimin dibinde olmadığı halde, gece feneri, hiç ama hiç hava kararmadn geldiğini hatırlamıyorum eve, gündüz neredeyse görmedim desem yeridir, gündüz görsem tanımam desem bile neredeyse yeridir, dizimin dibiymiş, ben parasına güvenerek bunu söylediğini sanırdım, meğerse karılara da güvenirmiş, bilmiyordum, bilsem de görmüyordum, çok safım, aptalmışım, şimdi kavuştu işte sevdiceklerine, ben kavuşturdum, doysun, ara bulursun dizimin dibini, acı patlıcanı kırağı çalmıyor, hayat artılar eksiler dengesi ve bu, şu anki denge benim için oldukça iyi bir denge, en azından kırılma, üzülme riskim yok. 
 
Her an kırılma riskiyle yaşamaktansa kırılmaya meydan vermeyecek şekilde yaşamak çok daha akılcı, ve sağlam, eğer varsa, bu kırıkları görebilecek, onarmaya namzet biri, katılaşmış kalbimi yumuşatacak biri, ve yeryüzünde yaşıyorsa, ve beni bulabilirse neden olmasın, bu defaki daha da zor bir dilek, istek oldu galiba, çıtayı daha da yükseltiyorum her seferinde, bir önceki yeterli gelmedi, sınavı geçemedi, adresi eksik vermişim, bana hitap eden biri olması yeterli bir yeterlilik değilmiş, az şey istemişim, çokta mütevazi olmamak lazım demek ki isterken, isteyenin bir yüzü, vermeyen zenci, bu kadarı, bu seferki yeterli olur gibi geliyor bana, geri gelirse görürüz sonucunu, gönderdim gitti evrene, bakalım bu sefer de geri dönecek mi? Kabul edersiniz ki bu seferki zor bir istek oldu, bunun farkındayım, ama imkansız diye bir şey yoktur.
 
Bunları söylediğime, söyleyebildiğime göre buzdan kalbim biraz olsun ergime noktasına gelmiş demek ki, yoksa hiç o taraklarda bezim yoktu, uzun zamandır, on yıldır, on yılın öncesini zaten biliyorsunuz, yani neredeyse ömrümün yarısı böyle geçmiş, olsaydı yazardım zaten, bende gizli saklı yoktur, yok.
 
***Bir yıl önce bugün Mehmet Türker’in bir yazısını paylaşmışım, facebookta, adı bu ne gaflet, iyisi mi siz dükkanı kapatıp gidin demiş akp ye Mehmet Türker, anısına sevgiyle bugün yine paylaştım, ne iyi olurdu, da, sen gittin onlar gitmedi, bu ara fırçalar havada uçuşuyor, önüne geleni fırçalıyor büyük adam, batan gemiyi önce fareler terk edermiş, alttan alttan kemirmeye başladılar demek ki, su almaya başlamış gibi, için rahat olsun Mehmet Türker, çoğu gitti azı kaldı, bunlar son çırpınışları onların.
 
***Bir kaç yıl önce tv de neyi anlattıklarını tam olarak hatırlamakla beraber, sanırım iklim değişikliğiydi konu, haberlerde, denize yakın yerlerde hortumlar, felaketler oluşabileceği söylenmişti, söylendiği gibi de olmaya başladı, istanbulda bu peşpeşe fırtınalar hiç hayır görünmüyor, evlerin camları bile kırılmış, ya kışın olursa ne olacak bu cam kırılma işi, hiç şakası yok bu meselenin.
 
***Şu küflü peynir meselesini konuşmuştuk ya, dün üçkağıtçı adlı filmde laf arasında küflü peynir için biyolojik silah dendi, bir dayanağı, gerçekliği vardır elbet laf arasında bile geçmiş olsa, kaşar peynirsiz yaşamak gibi bir seçeneğimiz yok, alışmışız bir kere, ancak bu küf meselesine çok dikkat etmek, çabuk küflenmemesi için dolap dışında çok bekletmemek ve en kısa sürede tüketmek durumundayız, veya olabilecek en küçük paketlerde almak ta bir çözüm olabilir, ve kesik, kesek şeklinde almamaya, ambalajlı halini bilmediğiniz bir peyniri yememeye, satın almamaya özen göstermelisiniz, küflendiyse yanını, sağını, solunu kesip yemek diye bir şey yok, derhal öylece atılmalı, ve küflenip küflenmediğine çok dikkat edilmeli, küf  başlangıçta çok belli etmiyor kendini.
 
Yanıklar da bir o kadar önemli, vücut istemediği bir şeyle karşılaşınca sinyalini veriyor zaten, şeker yediğimde benim sırtım kaşınır mesela, şeker ve kaşıntı ilişkisini duydum zaten, yine kötü bir şey yediğinizde baş dönmesi olabiliyor, vücudun istemediği, sevmediği şeylerde, sivilce zaten, gaz artabiliyor, gece inlemeleri de, bunlar hep gösterge, karaciğer mutlu değilse o yüz gülmüyor, o kafa çalışmıyor, her şey karaciğerde başlayıp bitiyor, yani ne yerseniz o oluyorsunuz, yanık ekmek kabukları, yanık yemekler mesela, kaynattığım süt kesildi, peyniri ayrılsın diye iyice kaynattım, ki hiç gereği yokmuş, dibini aldı, bu durumda hepsini attım, yanık her yerine bulaşmış çünkü, rengi kırmızıya dönmüştü neredeyse, dipte yanık varsa zaten her yeri yanık demektir, benim şu an kullandığım ocak elektirikli ve indüksiyonlu, neredeyse hiç yakmıyor yemekleri. bu açıdan oldukça iyi, ısıyı alttan değil içerden veriyormuş, mıknatıs sayesinde, aklınızda bulunsun, ben çok memnunum.
 
***Aile bakanlığı kadınlar nafakayı sgk gibi görmemeli demiş, demek ki bu aile bakanlığı erkek egemen aile bakanlığı, başına göstermelik bir kadın oturtuyorlar ama yönetim erkeklerin elinde, kadın evliliğinin getirilerinden faydalanamayacaksa erkek te o evliliğinin getirilerinden olan çocuklarından feragat etsin madem, o çocukları büyüten, emek veren kadın değil mi, yoldan mı topluyor kadın çocuklarını, madem öyle erkek çocuklarını bir daha görmeyeceğini, evlatlıktan reddetmeyi taahhüt etsin, yapabiliyorsa, kadın da erkeği sgk olarak görmesin, öyle güzel verecek ki, verecekler ki o parayı, oynaya oynaya, vermediklerinin de yerine, akp nin aile bakanlığı bu kadar olur işte, kadın kırk yaşına, elli yaşına kadar çocuğunu büyütecek, ömrünü, ömrünün en güzel yıllarını verecek, ondan sonra adamın şeyi azdı diye o yaştan sonra çalışmaya mı başlayacak, oldu canım, görürsem söylerim, oldu olacak ne iş yapacağı konusunda da bir fikir versinler, 40, 50 yaşından sonra ne iş yapılıyorsa, orospuluk bile yapamayacaklarına göre yeni bir iş icat etsin aile bakanlığı, evcilik oyunu değil evlilik, kadın kullan at poşeti de değil, bunu evlenirken düşünecekler, ya uçkurlarını bağlayıp oturmasını bilecekler ya da ödemesini, peşin peşin aldıklarını taksit taksit ödeyecekler, o da olmasa nasıl çıkacak o yılların intikamı, ha, böyle serbestliği de görsünler iyice nasıl azıtıyor bakalım erkekler, şimdi ellerini, dillerini bağlayan para, o da elden gitti mi sen gör erkekleri, hem böyle olunca kadınlar niye evlensin, aptal mı kadınlar, evlilik diye bir şey kalmaz piyasada, kimse kimseye beş, on, on beş, yirmi, yıllığına eşeklik edip sıpa gibi ortada kalmaya gelmiyor dünyaya, aile bakanlığı erkekleri çok korumak istiyorsa kadınlara emeklilik hakkı versin madem, terbiyesizler, ne kadına hürmetleri var  ne de emeğine, üç doğurun, beş doğurun demesini biliyorlar ama, tarladan toplanıyor sanıyor olmalılar çocukları, saldım çayıra mevlam kayıra demekle olmuyor o işler sayın fatma betül sayan taş kafa hanfendi, oturduğun yerin hakkını ver, kardeşlerinin iş ilişkilerini korumak değil görevin, kadınların haklarını korumak, hatırlatırım, oraya niye oturtulduğun belli oldu, al malı koy oraya, sesi çıkmasın, mal olmayanın orada işi ne?
 
***Bugün haberlerde söyledi, şekerin beyinde yarattığı olumsuz etkiler ve bunun psikolojik yansımaları kanıtlanmış, londra üniversitesi tarafından, günde 60 gramdan fazla şeker sinir sistemini etkiliyor, kişiyi bunamaya kadar götürebiliyor, kaygı bozukluğu, depresyon yapıyormuş, 12 küp şeker 60 gram şeker demek, bir bardak gazlı içecek 40 gram şeker içeriyormuş, böylece kızımın başına gelenin şekerden olduğu bir yerden daha onaylanmış oldu, ben de en başından beri şekeri sorumlu tutmuştum zaten, ağırlıklı olarak, her sabah bir kutu meyve suyu içiyor,du,muş, kızım okulda, bir kutu yaklaşık iki bardak, 80 gram şeker demek, bir iki bir şey daha yediyse yanı sıra, ki yemiştir, oldu da bitti maşallah.
 
Eski kocam da bir şeker bağımlısıydı, deliriyordu bütün gün çay diye, çay diye değil aslında şeker diye, fark etmeden şeker istiyordu vücudu, o çay istediğini, sevdiğini sanıyordu ama istediği şekerdi, çok söyledim anlamadı, hepsi 3 şekerli olmak üzere günde sayısız sayıda çay içerdi, ben diyeyim 30, siz diyin 40, 50, biliyordum deliliğinin sebebinin bu olduğunu, sinir küpüydü, burnundan soluyordu her an, çok söyledim, dinlemedi, şimdi bırakmış, artık bana bir faydası yok. Ben londra üniversitesinden çok önce koymuştum bu teşhisi yani.
 
***Dün akşamki bir sorun mu var da ibne yarışmacıya ibne talip çıktı, pek iyi anlaştılar, cilveleştiler, mürvetlerini de görür müyüz artık bilemiyorun, çok uygar ülkeyiz, inanılmaz derecede, iğrenç, mide bulandırıcı, tiksindim, utanç verici.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *