Press "Enter" to skip to content

Sağlık; Güneş Haziran’11

D vitamini eksikliğinde şişmanlık, şeker hastalığı, kalp hastalığı, Parkinson hastalığı ve Alzheimer görülüyor. Şişmanların ortak yanları D vitaminlerinin eksik olması. Yapılacaklar listesinin en başına güneşlenmeyi, doğru güneşlenmeyi eklememiz gerek.
Güneşli günlerde her sabah 20-30 dakika güneşlenmeyi, yani D vitamini almayı ihmal etmeyin. Bu genel bir sağlık kuralı. Kemiklerimizin D vitaminine çok ihtiyacı var bu yüzden söylüyorum. Çok, çok önemli. Kemik güçsüzleşmesi yaşamamamız için güneşlenmeyi ihmal etmemeliyiz. Yoksa çarpık bacaklı, ufacık boylu ihtiyarlara dönüşmemiz an meselesi.
Yeterli d vitamini almadığımızda, yani güneşlenmediğimizde vücut aldığı kalsiyumu kullanamıyor. Yiyip içtiğimiz sütler, yoğurtlar, ayranlar, yeşillikler kemiklerimiz için kullanılır hale gelemiyor. Bu yüzden çok, çok önemli güneş alımı.  
Balkonda, bahçede veya camı açarak. Hiç fark etmez. Kışın öğlen saatlerindeki kış güneşinde, yazın sabah veya akşam güneşinde. Kısa kollu giyinin veya kollarınızı sıyırın, şort giyin veya paçalarınızı sıyırın o da fark etmez. Sadece bacaklarınızı bile verseniz güneşe yeter. Yeter ki vücudunuz güneş alsın. Tabi ki, güneş koruyucu sürmeden ve tekrarlıyorum güneşin kızgın olduğu saatlerde değil. En iyisi sabah saatleri. Gecenin serinliği devam ederken güneşlenmek çok daha kolay.
Benim gibi güneşe çıkma alışkanlığınız yoksa güneş sizi de kolayca çarpabilir. Önlem olarak güneşlenirken başınızı gölgede tutabilirsiniz. Eğer çarptıysa da 1,2 kaşık yoğurt yiyin, baş ağrınızı, halsizliğinizi ve uykulu halinizi geçirir.
Kademeli giyinme, -içe kısa kollu ve ince, üstüne yarım kollu ve normal kalınlıkta, en üste uzun kollu ve kalın giyinme- nasıl olduğu belli olmayan havalarda birer kat açıp güneş alabilmenize olanak tanır. 
Alışverişi de buna göre planlamak gerek. İnce, yazlık giysiler uzun kollu veya uzun paçalı olmamalı. Havaya göre atlet veya askılı tişörtler, şortlar alınmalı. Düşünmeden alınmış uzun kollu ince tişörtlerim veya yünlü, kalın iplikle örülmüş askılı bluzlarım dolabı bekliyorlar. Uzun kollu inceler yazın, kısa kollu kalınlar kışın giyilmiyor. İnceler kısa, kalınlar uzun. Bunu alışveriş sırasında akıldan çıkarmamak gerek. Spor markalarının ürettiği naylon giysiler içinde aynı akıbet söz konusu. Kalın veya ince, yakıcı naylonlar polyesterler giyilmiyor yazları.
Yaz için pantolon almak gereksiz örneğin. Kış içinde şort veya etek. Kışın en iyi ve bence tek giysisi düşük belli olmayan, polyester olmayan pantolon.
Siyah renk güneşi ve ısıyı daha çok çektiği için yaz aylarında giyilmemeli. Açık renk giysiler yaz ayları için daha uygun. Açık renk, ince kumaşlı, ter emici, kısa kollu üst ve kısa paçalı altlar, şortlar yaz için çok uygun. Kış içinse koyu renkli, ısıtan kalın kumaşlı, uzun kollu üst ve paçalı uzun pantolonlar alınmalı ve giyilmeli. Naylon giysiler ne yaz ne de kış için uygun. Almayın.  
Size yazdığımdan beri, yaklaşık 8-10 gündür size söylediklerimi uyguluyor ve her sabah elime kitabımı alıp yarım saat güneşleniyorum. Vücut enerjim müthiş yükseldi bu kısa sürede. Yıllarca güneşlenmeyi ihmal ettim. Kim bilir D vitamini oranım kaç?
Güneşin yüzünüze sağlıklı ve ışıltılı bir görüntü vermesine izin verin. Kısa sürelerle güneşe verin yüzünüzü. Güneşin ışıltısı yüzünüzde yansısın. Olacağı varsa olsun güneş lekeleri, o ışıltı lekelerin çirkin görüntüsünü bile kapatır. Lekeleneceğini hissettiğiniz bölgeye güneş koruyucu sürebilirsiniz. Ben burnuma sürüyorum örneğin çünkü lekelenmeye başladı.
Çıkıyorlar televizyona bembeyaz, kağıt parçası gibi. Güneşlenmediklerini, güneşe çıkmadıklarını söylüyorlar. Geniş kenarlıklı şapkalar, uzun kollu giysiler, güneş koruyucular vs. Üflesen uçacaklar. İhtiyarladıklarındaki hallerini tasavvur etmek çok zor değil. Vitaminlerle nereye kadar? Doğalı varken vitamini niye?
Evet, güneş yaşlandırır, yüzde ve vücutta tahribat yapar ama hangi saatlerde ve ne kadar duracağına dikkat etmezsen yapar bunları. Ona bakarsan her şeyin fazlası zararlı değil mi vücut için? 5 günlük d vitamini tableti aynı gün içinde içiliyor mu? Hayır. Trafik kazası geçiririz diye arabaya mı binmiyoruz?
Eskiden, ?temiz hava, bol gıda? denirdi. Şimdilerde unutuldu temiz hava kısmı, ha babam bol gıda. Yanlış. Bir bitki bile büyümek için güneşe ihtiyaç duyarken bizim güneşten kaçarak yaşamamız bir kere doğaya aykırı. Yeni doğan bir bebeğin sarılığı varsa sabah güneşine çıkardığınızda iyileşiyor. Ben çocuklarımın sarılığını güneşle geçirmiştim. Güneşsiz yaşam diye bir şeyi kabul etmiyorum, olmamalı. 7’den 70’e güneşe ihtiyacımız var. Her yaşta. Çocuklarımı hep açık havada, güneşlendirerek büyüttüm. Çünkü kendimde öyle büyümüştüm.
Çıkın doğaya, yeşilliklere her fırsatta. Hem stresinizi atın hem de doğadan sağlık, sıhhat, güzellik alın. Çıkın o havasız spor salonlarından, doğayı ve oksijeni hissedin bütün bedeninizde. Yürüyün bacaklarınız adım atamaz hale gelinceye kadar.
Yüzdeki o ışıltıyı bundan bir süre önce oğlumda fark ettim. Açık havada basketbol oynamış ve yüzü bronzlaşmıştı. Her zamankinden daha sağlıklı, sıhhatli ve ışıltılı görünüyordu. Bende yıllardır o güneşten kaçınan sınıfından olduğum için aynısını denemeye karar verdim ve baktım ki sonuç gerçekten aynı. Şimdi aynada gördüğüm yüzüm her zamankinden daha canlı, dinç, genç ve pırıl, pırıl.
Elbette güneşin az olduğu saatlerde. Sabah saatleri bunu için çok uygun. Kaçmayın, saklanmayın güneşten, sağlık, sıhhat, neşe versin size. Alın güneşin sonsuz enerjisini içinize. Işıldayın güneş gibi.
İstenmeyen kıllardan kurtulmak içinde güneş çok etkili. Kılları zayıflatıp inceltmek, sarartmak için birebir. Varlığını istemediğiniz kılları yaz aylarında almayın ve güneşlenmesine olanak verin. Güneş yok olmalarına, hiç değilse incelmelerine yardımcı olur. Yine aynı nedenle saçlarınızı güneşten koruyun.
Bal, sarımsak, süt kireçlenmeye, eklem ağrılarına iyi gelir. Beslenmenizde ihmal etmeyin. Bu bir dip not:)
Bir not daha; şekerden ve şekerli gıdalardan uzak durun. Onlar size dost değil, düşman.
Ocak’12
Bu sabah kızımı okula götürürken bir baktım komşum kolunda koltuk değenekleri kızıyla apartmanın kapısında bekliyor. Onun son çocuğu kızı ile benim büyük oğlum yaşıtlar; bebekliklerinden beri tanırız birbirimizi. Şimdi 18 yaşındalar. Apartmanın etrafı yıkandıktan sonra ıslakken kayıp düşmüş ve bacağını kırmış. 45 gündür yatıyormuş. Fizik tedaviye gitmek için araç bekliyormuş kapıda. Biz gidene dek fizik tedavi sevisi geldi; bindi ve gittiler. 18 yaşındaki kızıyla beraber, kızının kolunda bindi arabaya. Yerler buz; her yer kaygan. Bir daha düşse; Allah korusun. Benden olsa olsa 3-5 yaş büyüktür. En fazla 50 yaşındadır veya benimle yaşıttır.
?Kalsiyum al? dedim; ?vermediler ki; kemik erimesi de başlamış aslında? diye cevapladı. ?Yani süt iç? dedim; nerede dedi. İçmiyormuş demek ki! Yoğurt, peynirde mi yemez? Bilmiyorum. ?Paça çorbası içmekten içim dışıma çıktı? dedi. Evdekiler paça çorbası yapıp içiriyorlarmış. İşe yarar mı bilmiyorum; bir fikrim yok. Yeşillik yemesini söyledim kalsiyum için. ?İnek ne yer? dedim; anlamadı önce, sonra güldü. Geçmiş olsun dedim ve daha fazla uzatmadan ayrıldım. Karşıdan karşıya bağırarak konuşuyorduk çünkü sabahın sekizinde. Sonradan kalsiyum içeren gıdaların yanı sıra magnezyum içeren gıdalar yemesi de gerektiğini, d vitamini içinse güneşe ihtiyacı olduğunu söylemeyi unuttuğumu fark ettim. Mahallenin akıl hocası ben mi oldum ne;)))
Kemik güçsüzlüğü yaşıyor olması çok normal aslında. O kapalı bir kadın. Kafa olarak muhabbet edebileceğim kadar açık bir insan ama baştan aşağı kapalı. Güneşten, D vitamininden mahrum bir vücuda sahip binlerce, yüz binlerce kadından biri sadece. 50 yaşında değil ve kemik güçsüzlüğü başlamış. Başka ne olması beklenebilirdi ki!
Birde kapalılar gibi güneşten sakınan, sakınması öğretilmiş kâğıt bebekler var. Bembeyazlar. Hani anlatıp duruyorlar ya; ?güneşin yaşlandırıcı etkisi, falan filan?; o yalanlara inanıp güneşe hiç çıkmayanlar, onlarda aynı akıbete uğrayacaklar. Kemik kırılmaları; hiç kaçarı yok.
O gittikten sonra yaşanan kırılmalar aklıma geldi bir bir. Pek çok rahatsızlığı olan ablam piknik yaparken çimde kaymış ve ayağını kırmıştı bundan 3-5 yıl önce. Ellili yaşlarında. Diğer ablam topuklu ayakkabılarla taksiden inerken ayağı takılıp ayağını kırmıştı iki yıl önce. Üst komşum teyze karşıdan karşıya geçerken arabalardan kaçayım derken kırmıştı ayağını geçen yıl. Bütün bu kırık vakalarının orta yaş üstü kadınları hedef almasının geçerli bir nedeni olmalı. Komşum söyledi zaten laf arasında geçerli olan o nedeni. ?Kemik erimesi de başlamış aslında?.
Orta yaş üstü kadınların belası kemik erimesi. Kendini çoluğunun çocuğunun önüne post gibi seren anneler büyük çoğunlukla kendi beslenmelerini arka plana attıklarından olsa gerek yanşıyor büyük bir ölçüde bu kemik erimeleri. Görürdüm hep komşumu; sırtlar getirirdi market alışverişini. Hep o taşırdı, biliyorum. Kocasının arabası var; iki yetişkin oğlu da var o arabayı kullanabilecek olan, kendi kullanamıyor olsa bile. İstemez bizim kadın milleti. Ele minnet edeceğine eline minnet eder. Sonu ne olur? İşte bu! Elin eline kalır. 45 gündür kim alıp getiriyor yeneceği, içeceği, paçaları. Ev halkı. 18 yaşındaki kızı her işe sürecek halleri yok ya! Lise son sınıfta üstelik. Dershaneye gidiyor. Gerçi bizim milletin, erkeklerin sağı solu belli olmaz. Alışkınlar ya eşek kullanmaya. Alışmış kudurmuştan beterdir. Bir bakmışsın bir baba, iki oğul ve ayağı kırık ana o biçare 18 yaşındaki kızın sırtında.
Ablamlar içinde zor geçmişti bu süreç. Eniştem kazak erkek. Her şeyi önüne bekleyen cinsinden. Sonuç ne oldu; o ablamın önüne koymak zorunda kaldı; 4. kata sırtında o taşıdı. Hemde defalarca. Her hastaneye gidiş gelişte. ?Oh, iyi oldu? desem inanın hiç günaha girmem. Çok uzun sürdü ablamın iyileşmesi. Allah biliyor işini. İşi Allaha bırakacaksın her zaman. Alma mazlumun ahını; çıkar aheste aheste. Kadına acımayan, gücünün sonuna kadar kullanan bütün erkeklere ibret olsun bütün bu yaşananlar.
Dişlerimdeki dolguların %90?ı 10 yıl önce kızımı emzirirken oluştu. Bir baktım leblebi yerken dişlerim kırılıyor. Yaklaşık 10 dolgu yaptırmışımdır o dönem. Bir daha da ne çürük oldu ne de dolgu yaptırdım. Eğer siz almazsanız yeterince kalsiyum bebek sizden alabileceğinin en fazlasını alıyor ve size kalmıyor kalsiyum. Aslına bakarsanız dolgular kalsiyumdan çok daha pahalıya patladı.
Nedeni doğum yani sezaryen öncesi ve sonrası iyi bakılamamış olmam. İyi olsaydım bakardım kendime elbette ama değildim. Kızıma 7 aylık hamileyken 5 litre sütü uzun bir merdivenden çıkarmak gafletinde bulundum. Yine kalsiyum için anlayacağınız;))) Geldiğimde yattım ve bir daha kalkamadım. Bebek aşağı düşmüştü. Doktor ?evde yatamayacaksan hastanede yatman gerek? dedi. Yatmadım. 5 ve 7 yaşlarındaki oğullarımı bırakamazdım. Evde yattım. İki ay boyunca yarı aç. Ben, iki oğlum ve karnımdaki kızım.
Eve her gün gidip gelen, dışarıda yiyip içen zat bir gün olsun bir döner, ne bileyim bir tavuk, bir köfte getireyim demedi; bende istemedim. Öyle geçti o iki ay. Yarı aç, yarı tok. Sezaryenden sonrası yine aynı. Ne zamanki kalktım, elim iş tuttu, çocuklarım ve ben biraz olsun doyduk. Salaklığın bu kadarı biraz fazla elbette. Yapacak bir şey yok artık. Giden geri gelmiyor. Eniştemden beter olduğu günleri göremeyeceğim elbette ama umarım beter olur. İşi Allaha bıraktım. O bir yolunu bulur bana yapılanın karşılığını almanın.
Yine laf nereden nereye geldi; gördünüz mü? Kemik kırıklıklarından bahsederken laf kalp kırıklıklarına geldi, dayandı. Bahsetmeyim diyorum ama olmuyor bir türlü. Benim yaptığım aptallıklar belki sizin yapacağınız aptallıklara bir parça ilaç olur diye yazıyorum aslında. Bundan sonra benim için yazsam ne değişir, yazmasam ne değişir? Geldi, geçti. İzi kaldı elbette. Ama uyandım artık. Biraz geç olmuş olsa da. Senin ondan beklentin, istediğin varsa onunda senden beklentileri, istekleri var; verme. O üstüne düşeni yapmamakta diretiyorsa sende üstüne düşeni yapma, diret. Öğrendim; ama çok geç. Tekmeyi biraz geç attım. Allah?ım sen hakkımı koyma onda. Ben yapamayacağım; yapamam ama sen bunu yapabilirsin, yapmalısında. Âmin.
Eziktim çünkü kaşık düşmanıydım onun gözünde. Böyle olduğumu biliyordum. Beni öyle gördüğünü biliyordum. Her fırsatta hatırlatıyordu bana bunu. Kafam karışmıştı; o muydu haklı olan yoksa ben mi? Bir insanı yıllar boyu beslemek, bakmak zor olabilirdi gerçekten. Üstünde yüktüm onun. Beni taşıyan oydu. Öyle düşünmeye, onun tarafından bakmaya başlamıştım kendime. Birine 40 gün deli dersen deli olurmuş. Emeğim, kadınlığım, varlığım karşılıksızmış gibi.
Olan kime oldu, bana ve çocuklarıma. Çocuklarımın ezilmesine, aç bırakılmasına seyirci oldum göz göre göre. Kalbim parçalana parçalana. Salaklık bende; kimsede değil. Eski aptal değilim artık. Göze göz dişe diş. Gör beni göreyim seni. Yeni hayat felsefem bu. Kimsenin gözünün yaşına bakmam bundan böyle. Önce ben. Sonra cümle âlem.
Hep alttan almak, iyi olmak, iyi görünmek, iyilikle halletmeye çalışmak iyi bir taktik değilmiş. Başını verirsen başın kopuyor. Bunu geçte olsa anladım. Bir diğer ablam; abla bende çok; düşük yapmıştı, eniştemle hastaneye gittik. Yeterli yemek getirmemiş diye ablam bir gözlerini parlattı enişteme; bakakaldım.
Bir kendi son hamileliğimi düşündüm, bir ablamı, bir beni, bir eniştemi, bir kocamı. O ablam çalışıyor. Ben çalışmadığım için mi hep bu kadar alttan almak zorunda kaldım? Yoksa karşımdaki insan eniştem gibi mülayim biri olmadığı için mi? Yoksa ablam gibi dişli olmadığım için mi? Ya da ablam ve ablalarım küçüklüğümden itibaren beni çok ezdikleri, hırpaladıkları için mi? Küçük yaşta dövülünce çözümün kenara geçip ağlamak olduğunu öğrenmek zorunda bırakıldığım için mi? Bunun cevabını hala bilmiyorum; bilemeyeceğimde.
Ama onları affetmedim; affetmeyeceğim; bunu biliyorum. Son nefesime, son nefeslerine dek unutmayacaklar; unutturmayacağım. Hep bir yerde sızısı kalacak; bunu onlara yapıyorum; yapmayada devam edeceğim. Nasıl bende sızısı ve etkisi kaldıysa onlarda da kalacak. Yakın ama uzak, uzak ama yakın. Buradayım ama yokum; yokum ama buradayım. Bir kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum onlarla; oynamaya devamda edeceğim. Onları Allaha bırakmadım, bırakmayacağım.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *