Press "Enter" to skip to content

Günlük 3s mayıs’17

***Yuh yani, ekmelettin 2 vakası, ekmelettinin ne mal olduğunu bilmiyorduk bari, bu beş beter, chp yerlerde sürünüyor, bütün zamanların hizipçisi deniz baykal, abdullah gül için yüzde 49’un temsilcisi olabilir, değerlendirilmeli, demiş, yuh yani, hizipçi olduğunu unutmayan, hatırlayan pek çok insan var aramızda hala, erdal inönü zamanlarını, maaşını fbı mı yoksa cıa mı veriyor acaba.
 
bu milleti zıvanadan çıkarmaya çalışıyorlar el birliğiyle, gül kim, chp kim, velinin karşılığı deli, chp de erdoğanın karşısına çıkabilecek bir tane adam yok demek ki, lağv edilsin o zaman o chp, dağıtılsın, bizde bilelim kim kimdir, kim fbı, kim cıa den.
 
***Fena tırsmış bizimki yüzde 49’dan, baktı pabuç pahalı anlaşılan, gönüllerimizi alacak, kalplerimize girecekmiş, hepimizin başkanı olacakmış, daha bir ay önce küfrediyor, terörist diyordu bize oysa ki, bize bayıldığına, bizi sevdiğine yormuyoruz bu durumu tabi, el mahkum, 2019’un tehlikede olduğu ortada artık, başkanlık seçiminin, referandumdan önce esip gürlemesi kolaydı, şimdi zor, yüzde 49’dan sonra yani, böyle beklemiyordu anlaşılan sonucu, tahtının sallantıda olduğunu anlamış, bir itelesek paldır küldür gidecek, bunun farkına varmış.
 
Şimdi o başkan mı, biz onu başkan seçmedik ki, biz onu cb. seçmiştik, o kendini başkan yaptı, başkan ilan etti, başkan 2019’da seçilecek, o nasıl başkan oldu, bu yasaya uygun mu? 2019’a kadar olan bu 1, 2 yıllık süre zarfında cb yetkilerini değil de başkanlık yetkilerini kullanması yasalara uygun mu? Referandumda böyle bir madde mi vardı varolan cb. anında başkanlığa geçer diye.
 
Aslında burada bir mantık hatası yapıyorum, düzelteyim, ama o yazdığım da orada dursun çünkü ikisi de aynı kapıya çıkıyor zaten, biz şu anki akp iktidarını başkan olarak mı seçtik, hayır, başbakan olarak seçtik, ortada artık bir cb. olmadığına göre o fiilen başkan, bunu hangi yetki ile alıyor, tekrarlıyorum, biz akp yi başkanlık olarak seçmedik, yeni çıkan kanunlar geriye yürütülemediğine, işletilemediğine göre şu anda kullanmaya kalktıkları başkanlık yetkisi hükümsüzdür, yasa dışıdır.
 
Başkanlık forsu ile başkanlık seçimlerine gidecek ve bir daha dönülemeyecek bir yola gireceğiz, madem öyle bu başkanlık seçimi bir an önceye çekilsin, erken seçime gidilsin, demir tavında dövülür, 2 yıl beklemek niye, yerini sağlamlaştırmak, perçinleştirmek için zaman mı tanıyor kendine, yoksa bütün yetkiler hazır elindeyken istediği gibi at mı koşturacak ortalıkta, khk lar, ohal ler, millete zulümler, hapis cezaları gırla gidecek demek ki bu 2 yıl boyunca, seçimler sonrasına kim öle kim kala, belli mi olur sonuç, şimdi yapacak yapacağını.
 
Bunun bahanesi uyum yasalarının hazırlanması ise fiilen başkanlığa geçilmesi için de bu uyum yasalarının beklenmesi gerekir, öyle mi değil mi, niye bu paldır küldür, bu acele, atı alan yine üsküdarı mı geçiyor?
 
***Bunlar millete kafayı sıyırttıracaklar, nurselde izliyorum, bu hafta çıkan, bu bir hafta içinde çıkan diyetisyen yağ yemeyin, kalorisi çoktur, kilo yapar dedi, dün çıkan doktor yağ yiyin, yağ sağlıklıdır, şeker ve ekmek kilo yapar dedi, diyetisyen ekmek yiyin dedi, doktor ekmek yemeyin dedi, 2 günde bir ne yiyip ne yemeyeceğimizi değiştirecek miyiz? Bir ağız birliği yapma yoluna gitseler iyi olacak, bence de diyetisyenin değil doktorun dedikleri doğru, yağ faydalı, gluten, yani ekmek, hamur işi yemeyin dedi o da, alerjik olduğu için.
 
Bu doktor farklılıkları, birinin öyle birinin böyle demesi de boşuna değil, maksat kafa karıştırmak, bir duru su içirmemek bizlere, yıllarca tuzu az tüketin diyip durdular, ben de uydum onlara, salataya, ikiye bölünmüş salatalığa, haşlanmış yumurtaya yıllar yıllardır tuz atmışlığım yok, geç onu evde tuzluk yok, tuz kullanılmasın diye, yemeğe de az atarım, senede bir paket tuz ya biter ya bitmez bizim evde, takıntılıyım, bir şeyi duydum mu sabitliyorum kendimi, belkide o yüzden gelişti bende bu hipotiroid, varsa tabi, benim şahsi teşhisim, yiyorum şimdi, bir haftadır, yüksek tansiyonu olanlar az yesin de, niye genele vuruyorsun ki o işi, o tuzun gerekliliği yok mu vücutta, ne ile terini, idrarını, dışkısını atacak sağlıklı vücut, ishalde ishali olan çocuğa, kişiye ne verilir, ishalin ölümcül sonuç doğurmaması için, tuzlu, şekerli su, burada asıl gerekli olan mineral tuzdur, şeker tuz tadını baskılamak için verilir, demek ki idrar ve dışkı atımında tuz kaybı oluyor vücutta, buradan bunu anlıyoruz, demek ki gerçekten o masaldaki kadar önemli tuz, iyot minerali eksik bir kalp ne ile atacak, nabız düşüklüğü de görülüyor hipotiroidde,  ter atamıyor, toksin birikiyor, idrar atamıyor su birikiyor, ödem oluyor, vücut şişiyor, dışkılama yapamıyor karın şişiyor, davul oluyor, toksin, idrar ve dışkı yüklemesi yapılmış vücutta sistem tıkanıyor, yiyemememe baş gösteriyor, yiyemediğin için iyot alımı da azalıyor, zatrn yemiyorsun ama durum daha da beter oluyor, sorunlar birbirini itekler hale geliyor, hem boşaltamama hem de yiyememe sonucu bitkinlik, halsizlik oluşuyor, labirentte sıkışmış, çıkamayan şişko fareye dönüşüyorsun, kilo aldığını sanıyorsun ama aldığın kilo değil atılamayan toksin, idrar ve dışkının toplamı, göreceğiz bakalım yakında öyle miymiş, değil miymiş. nasıl olsa yakında çıkacak sonuçları üstümde, ben ikiye bölünüp tuzlanmış salatalık yemeye devam, arada sallayıp kokluyorum tuzu, belki iyot kokusu alıyorumdur diye, çok mu garip, derdi olan derman arıyor, ne yapayım, ilaç yok, yasak, hiç ilaç içmem, sevmem.
 
Eğer bu böyleyse, tuz yüzündense bütün bu yaşadıklarım, en az on yıldır çektiklerim, çok güleceğim halime, sen şampuanndan kremine, yiyeceğine, her şeyin doğalını, pahalısını seç, sağlık için, sonra bir avuç tuzdan güme git, ve yine eğer öyleyse durmadan tuz yemeyin, az yiyin diyen doktor olmayan doktorların topunun Allah belasını versin, bir bu konuda ağız birliği ettiler çünkü, bir tanesi çıkıp ta yeterince yiyin demedi, hepsi az yiyin dedi, ben de iyi bir şey yaptığımı sanıp tuz yemedim, çocuklarıma da yedirmedim, onlarda da olmuştur sonuçları, neyse ki onlar dışarda da besleniyor, oradan paçayı yırtmış olmalılar, beni daha çok etkiledi, on yıldır, yirmi yıldır neler çektim bu yüzden. Ve ilginç bir şey söyleyeyim mi, sanırım kilo vermeye başladım, çok değil 3-5 güne anlarız, kesinleşir sonuç, bu kadar hızlı sonuç verdiğine göre, tuz yemeye başlayalı bugün altıncı gün, ama öyle bir eğim, eğilim var gibi.
 
Tutturmuşlar bir süt içmeyin, hepsinin ağzında, laktoz alerjisi olurmuş, laktoz alerjisi öldürür mü, öldürmez, ama içki, sigara öldürür, içkiyi, sigarayı anladık ta sütten ne isterler, sütü diyeceğinize günde beş vakit içkiyi, sigarayı söyleyin, kırk yılın sağlıklısı süt sağlıksız mı oldu, iyisini, doğalını bulduktan sonra niye içmeyeyim, öyle de güzel içiyorum ki, bu doktorlarda da var bir iş, onlarda mı satın alınmış, colaları, cipsleri, gofretleri, çikolataları yasaklayacaklarına sütle uğraşıyorlar, ne diyorlar, bitter çikolata yiyin, yani en zehirlisini yiyin ki erkenden geberin, her gün kahve içmek sağlıklıymış mesela, uyduran uydurana, bir şey bildiklerinden değil ya, bunların hepsi satılık, bizi zehirliyorlar, zehirlerken para kazanıyorlar, zehirleri satarken para kazanıyorlar, sonra da bize ilaç satarak para kazanıyorlar, etimiz kemiğimiz para ediyor. Önceden sabah ve akşam güneşinde güneşlenin, kanser olursunuz derlerdi, şimdi ise öğlen güneşlenin yoksa kanser olursunuz diyorlar, hangisine inanacağız, şimdiye kadar sabah ve akşam güneşlenenler kanser oldular bile öyleyse, ya sabah akşam ya da öğlen güneşlenenler kanser olacak ama hangisi hiç belli değil, çünkü hangi söylenen güvenilir belli değil, iyisi mi değiştirerek güneşlenmeli, ne olur ne olmaz, bazen sabah, akşam, bazen öğlen, en azından kanser olasılığı yarıya iner.
 
***Aytunç Altındal adında biri, kehanetlerden falan bahseden biri, abdullah gülden sonraki dönemde türk devletinin sona ereceğini söylemiş, 15. yy da bir kahinin söyledikleriymiş bunlar, söyledikleri ne kadar tutarlı, doğru ondan emin değilim, bilemem ancak ölümünden önceki videoların birinde bir ay öncesine kadar tamamıyle sağlıklı olduğunu, bu bir ay içinde kendine kanser ilacı verilip kanser yapıldığını söylemiş, fransada bir sağlık merkezinde de onaylanmış bu düşüncesi, buyur buradan yak.
 
Ben yaşar nuri öztürk ün de doğal yoldan öldüğünü sanmıyorum, o ara tv de hep yediği şeylerden midesinin bozulduğunu söylerdi, devamlı alışveriş ettiği markete adam koymak çok zor olmaz, kötülüğün sonu ve boyutları hiç bilinmez, onun, onlara muhalif bir din adamının susması, susmuş olmasının çok işlerine geldiği aşikar, ama söyledikleri aklımızda, kalbimizde, onu bilmiyorlar.
 
***Daha 2-3 gün önce keyifçi dediğim kızım, ki sıkı keyifçidir, şöyle dedi, anne, okulda kantine gittim, baktım hepsi karbonhidrat, şeker, çikolata, bir şey almadan geri döndüm, şimdi her sabah kendine salatalık, havuç, domates, peynir azığı hazırlıyor, genelde ekmeksiz, ekmek te alırsa evdeki ekmekte zaten siyez ekmeği, yine dedi ki, ya onları yiyip sağlıksız ve kısa yaşayacaksın ya da yemeyip sağlıklı ve uzun, bunu, bunları söylemesinin bir sebebi var tabi, onun da yediklerine dikkat ediyorum kendime dikkat etmeye başlayalı beri, 1,2 aydır, özellikle glutene, hormonlarında düzelme oldu, ölçtürmedik tabi, ama fark edebiliyoruz, istenmeyen tüyleri azaldı ve her ay yatak döşek geçirdiği adet günlerini ilk defa bu ay çok kolay, ayakta atlattı, gluten kadınlarda ve özellikle hormonlarda çok etkili, ben de çok çektim bu dertten zamanında. Makarna, bulgur, ekmek, hamur işleri, hepsi gluten içeriyor. Bu dünyanın yarısını oluşturan kadınların bir sağlık sorunu, laga luga etmiyorum yani.
 
***Referandum zamanı bir olay oldu, araya kaynadı, 15 nisanda, istanbul sultangazide, 17 yaşında, ehliyetleri olmayan liseli 5  genç bir parkta doğumgünü kutladıktan sonra akşam saat 10’da arabayla giderken polisin dur ihtarına uymayıp kaçmışlar, ehliyetleri olmadığı için, ikinci bir polis gurubuna yakalandıklarında araç taranmış, haber verildiğinde ikisi ölmüştü, ikisi de yaralıydı, biri kurtulmuş, buna kurtulmak denirse, ömür boyu o yaşadıklarını, manzarayı unutamayacak bir insan yığını gelmiştir herhalde, arabanın lastiklerine ateş etmek yerine içine içine sıkmışlar kurşunları, sanki teksasta yaşıyoruz, öldür de kim olursa olsun, böyle mi eğitim veriliyor bu polislere, allahın belaları, birinin annesini gösterdi, mahvolmuştu kadın, ne yapsın o kadın, başını nereden nereye vursun, nasıl yaşasın, akp nizin de, fetö nüzünde, allah hepinizin belasını versin, ülkeyi kan gölüne çevirdiniz sadist manyaklar.
 
***chp genel müdürü kılıçdaroğlu arıza çıkaranı kapıya koyarım demiş, partinin sahibi sanmaya başlamış galiba kendini, baktı başı ağrıyacak diktatör ayağına yatıyor, bırak biraz da başın ağrısın, kemiksiz et yok ki löp diye yutasın, toptan kapamalı chp yi ki ortalık biraz kendine gelsin, lider olmayı beceremeyen liderle buraya kadar. O yüzde 49 kendine verilmiş havalarına girdi, cumhuriyete verildi, sana değil, üstüne alınma canım, seninki yüzde 25, ki o kadarı bile değildir senin, müdürü olduğun partinin ismine dua et, aç başka bir parti de görelim kaçmış oyun, yüzde 3’ü geç alnından öperim seni, chp yi bitirme, solu dağıtma, darmaduman etme planının maşası. Gide gide bir arpa boyu yol gidemeyen lider.
 
Ama sırada beklemekte olan sırtlanları görünce, baykal, sağlar, ince gibi, geri kılıçdaroğluna sarılasım geliyor, o koltuğa artık kılıçdaroğlu, ümit kocasakal gibi solu toparlayabilecek birine devretmelidir, onun görev sırası, süresi bitmiştir, görevini tamamlamıştır, bundan sonrası için ona yakışan budur.
 
muharrem ince yi, kılıçdaroğlunun tahtının sallandığı dönemler hariç, ortalıkta gören, chp için canla başla çalıştığını gören var mı, ben görmedim, ne zamanki kılıçdaroğlunun tahtı sallanır, yallah sahneye fırlar, hiç güvenilirmiş gibi gelmiyor bana.
 
***Dün lise 2. sınıf bir çocuk okulda tartıştığı bir kızı öldürmüş, sonra kendine ateş edip yaralanmış, ben 2000 sonrası doğanlardan bahsedeli bir hafta olmadı, son yazdıkları, paylaştıkları bir felaket, kafa karışıklığı çümbüşü.
 
***Kentpark/cepaya gittik kızımla, cumartesi, cepada türkan şorayın imza günü ve söyleşisi varmış, kendi kitabını imzaladı, tam 3 saat süresince oradaydı, zor bıraktılar peşini sevenleri, güler yüzlü, hanım bir kadın, herkesle fotoğraf çekindi ve halinden çok memnun görünüyordu, saat 3’ten 6 çeyreğe kadar, biz saat ikiden sekize kadar oradaydık, o yana bak, bu yana bak, ona bak buna bak vakit geçiyor oralarda, yemek yedik, terasta dondurma yedik derken vakit geçti, giderken fena yağmur bastırdı, zor attık içeri kendimizi, büyük oğlum bıraktı, küçük oğlum da dönüşte aldı, biz gittikten 2 saat sonra da arkadaşım geldi, o geldiğinde gezme potansiyelim bitmişti artık, yorulmuştum, bayağı yorulmuşum, şimdi serilir miskin miskin dizi izlerim, bende pil buraya kadar, sabaha kadar ancak şarj olur, pilim bittiğinde kimse kaldıramıyor beni olduğum yerden, üçte bir canla yaşıyorum hayatı, günün üçte biri faal, üçte ikisi durağan halde geçiyor, buna da şükür, evimin işini yapıyorum, karnımız da doyuyor, yemeğimizi pişiriyorum, marketi hallediyorum, arada da gezebiliyorum, daha ne olsun, normalde bir insanın yapacağı zaten bu kadar, ama bana az geliyor çünkü hep daha fazla şey yaparak yaşadım, çok iş yaptım, belkide ondan bütün bu halsizliklerim.
 
***Fazileti izledim akşam, yavaştan yavaştan sıkmaya başladı diziler, vatanım sensin hariç, en çok sıkan kalbimdeki deniz, ikinci cesur ve güzel, üçüncü fazilet, dördüncü istanbullu gelin, ilk ikiyi bu haftadan itibaren bırakıyorum, artık izlemeyeceğim, kalbimdeki denizi ve cesur ve güzeli, konuları bitti, iteliyorlar diziyi, tekrarlara geçtiler, fazilet te topun ağzında sayılır, bu hafta iyice saçmaladılar, konu kalmadı, o zengin aile fakir ailenin derdine düştü, fiyasko, kalbimdeki denizdeki fizyoterapist cesur ve güzelde olmuş avukat, cesur ve güzelde tahsinin gençliğini oynayan adam vatanım sensinde sniper, istanbullu gelindeki begümün doktoru cesur ve güzelde otelde müdür, alt gırup oyuncular diziden diziye pas ediyor, böyle bir çorba oldu diziler.
 
***Kalbimdeki denize yinede şöyle bir göz attım, şemsi tebriziden alınma sözler söylediler, aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi, önemli olan birini bulmak değil birbirini bulmaktır, biri var seni sen eder, biri var seni senden eder. Ben hiç oralarda değilim gerçi, laf ola beri gele yazdım işte, ben boyumun ölçüsünü aldım bu konuda, bana yakın olan şemsi tebrizinin değil firdevsin görüşü, bütün kadınlar orospudur, ama en ucuza gidenleri evli olan kadınlardır, ben de onun dediği gibi yaşayıp ucuza gitmişim, düşününce öyle, çalışan kadınları kategorize bile etmemiş firdevs, etseydi enayiliklerine yansınlar derdi herhalde.
 
Tuzu kuru olana konuşmak ta kolay, tuz ıslandığında neler komışuluyor, ona bakılmalı bir, tuzunu kurutan var mı veya, senin varsa benim yoktu, o yüzden anlamanı da beklemiyorum zaten, arkadaşım, koy ortaya, koyabilirsen, ben de sana yazayım, davulun sesine uzakta olduğun nasılda belli, bazen çok özeniyorum, aklı bir karış havada olanları görünce, dünyayı ben yarattım havalarını görünce, genelde tv’de çalışan hanımları, keşke bende onlar kadar aptal, anlamaz, vurdumduymaz ve kaygısız olabilseymişim diye geçiriyorum içimden, dışardan görünüşlerine göre tabi, içlerini bilemem, kim içini gösteriyor ki, ben de çok sakladım zamanında, çokta gereği yokmuş saklamanın, anlayan, anlaması gereken anlar ne dediğimi, kime dediğimi, belirteyim, yazdıklarım eleştiriye açık değil bu arada, yaşanan yaşanmış, geçmiş gitmiş, geçmişe mazi derler, ben üstünü örttüm, siz mi örtemediniz?
 
***O senin dediğin lüks canım, fantazi, davulun sesine uzak olduğunu yazmıştım sana, senin gördüğün ne ki, bir hiç, senin o yıllanmış oyunlarında da yazmıyor hayat, bunu bilmek için yaşamak lazım, suriyeli olmayı mı seçersin yoksa yalıda oturmayı demek gibi bir şey bu, arasında uçurumlar olan, ben yıllarca, evet, yıllarca, çocuğumun, liseye giden çocuğumun okul harçlığını alıp ekmek parası yaptım, ekmek alacak param kalmıyordu çünkü çoğu zaman, sen hiç böyle bir şey yaptın mı, çocuğunu elinden harçlığını aldın mı, çocuğunun gözünün önünde besinsizlikten eriyip bittiğini gördün mü, mutsuzluk, keder, bunlar boş şeyler, hafif şeyler, ben takdir bekleyecek olsam oturup bunları yazmazdım herhalde, senin gibi, herkes gibi suskun olmayı tercih ederdim, ben sadece elimden geleni yaptım, yapabileceğim bu kadardı, hala aynı şeyi yapıyorum, yapabildiğim kadarını, olsaydı bir seçeneğim seçerdim elbette, olması için çaba göstermedim mi, gösterdim, o eskitme aynası olan ortak arkadaşımız iyi bilir o günlerimi, 3 küçük çocuğumu yanıma alıp yıllarca dükkan işlettiğimi, 3 çocuk ve bir dükkan, bir umut uğruna, olmadı işte, her seferinde bir taş takıldı ayağıma, olmayınca olmuyor, hiçbir şey çocuklarmn daha da aç kalmasından önemli değildi.
 
Eskiden not almışım rüyalarımı, dur bulup yazıyım sana, madem kaşındın kaşıyayım, eylül 99, yani oğullarıımın bir 5 diğeri 3 yaşında, şöyle, “O, çocuklar, ben bir yerdeyiz, sonra o yok oluyor, dediğini yapmaz, istediği yere taşınmazsam o yok olacakmış, önümüze bir tabut çıkıyor, o içinde olacakmış, o artık yok, kötü kötü insanlar çocuklarımı elimden almaya çalışıyorlar, asansöre, oradan merdivene koşuyorum, katları geziyorum, çocukları ellerinden kurtaramıyorum, sonunda o geliyor ve bana bütün bunlar olmayacak çünkü taşınacağız diyor”, …. kasım 99, “küçük oğlumu kreşe vermişim, oğlum asansörde kayboluyor”, …. kasım 99 “bir müşterisi onun için adam gibi adam diyor, o gün ona kızgın uyumuştum,” … ocak 2000, “duş teknesinde çok az bir su var, kafamı o suya sokuyor çıkaramıyorum, o da çıkarmama yardım etmiyor”,… haziran 2000,”tüfek almış, 3 milyarmış, tüfek alacağına yemek al diyorum” ,…. eylül 2000, “onun iş yerindeki dolabı baştan sona tatlı dolu. inşallah şeker hastası olursun diyorum, boşanıyorum” …. ekim 2000 “bana tokat atıyor, burnum kanıyor” ama asıl ve hep gördüğüm rüya şöyleydi, çocuklarımla kayıktayız, kayık devriliyor, çocuklarımı karşı kıyıya ulaştırmaya çalışıyorum, can hıraş içinde, ben hep çocuklarımı karşı kıyıya ulaştırmanın derdinde oldum, yeterli oldu mu, hayalleri bırak ve dünyaya in canım, dünya çok çok daha gerçekçi, by, bir daha cevap vermeyeceğim, cevabını da okumayacağım, tekrar tekrar aynı şeyleri yaşamak, hissetmek bana kendimi kötü hissettiriyor, ne sana ne de bir başkasına kendimi savunmam da gerekmiyor. Daha da dibe vurdurayım mı, çok yakın zaman önce kendileri için “çok mu umurunda olduğumuzu sanıyorsun” dedi bana, diyenin kim olduğu yeterince belli sanırım, yeterli geldi mi.
 
İnsanların övünç veya yergilerinin çok önemli mi olduğunu sanıyorsun benim için, hiç değil, neden yazdığıma gelince, ölüme giderken firdevs niye yazdırdıysa sıfır noktasındaki kadını ben de o sebeple yazdım, firdevsin niye yazdırdığını bulursan benimkini de bulmuş olursun, o kitabın firdevse bir faydası oldu mu, olmuş mudur? Keyif benim değil mi, ister yazı yazarım, ister resim yaparım, yazı yazmayıp resim yapanlara soruyor musunz neden resim yapıyorsun diye, her resim yapan dali mi oluyor, her yazı yazan nazım olmadığı gibi, öyle bir iddiam da yok, keyif işte, daha altını üstünü ne karıştırıyorsun ki, nesi dokunuyor sana, 3 yıl bekledikten, suskun kaldıktan sonra, tek taşımı kendim aldım, tek başıma kendim taktım diye mi, onay, icazet almam mı gerekliydi birilerinden, senin aldığın gibi, bu mu sorun? Ben var olmak için kimsenin onayına ihtiyaç duymadım, hiçbir zaman.
 
***Anlamadığım şu ebru şallının durumu, Allah çirkin şansı vermiş, zaten güzel de değil bence, hele ki o şişme botokslarından sonra, ayrıldı, kaç erkek geldi geçti hayatından, eski kocası harun tan hala peşinde deli divane, anlayana aşk olsun. Ama günümüzün yerden yere vurulanı gülben ergen, ne doyumsuz kadınmış, kaç erkek eskitmiş belli değil, o dönem yeşim salkımın kocası hakan uzan la birlikte olmuş, seren serengilin arkadaşı iken 5 yıllık sevgilisini elinden almış, diğer kocalarını, sevgililerini de siz sayın bir zahmet, neyse, ben sayayım, size zahmet olmasın, bir mafya bozuntusu vardı bir zamanlar, sinop cezevine ziyaretine giderdi, erol evcil, çocuklarının babası mustafa erdoğan, sonraki kocası sunucu erhan çelik, neyse, bana ne, ama para sever bir yapıda olduğu belli, hakan uzan zengin, erol evcil mafya zengini, mustafa erdoğan anadolu ateşinin parladığı zamanlar, sunucu erhan çelik akp nin parladığı zamanlar, para ne tarafa dönerse ibresini o tarafa döndürüyor, çok çok akıllı kadın.
 
Ama bütün zamanların pezevengi, ahlaksızı cem yılmaz, üç güne bir karı değiştiriyor, eski manken koleksiyonunu tamamlamış olmalı, ki hepsini bir bir elden geçirdi, sıra geldi 25’liklere, ama yaş düştükçe güzellikten de ödün veriyor elbette, hem genç hem güzel olmuyor demek ki o yaşta, parası yetmiyor demek ki genç ve güzel olanına, kişisel kapasitesi de yetmiyor olabilir tabi.
 
***Eskiden hasbiymiş, yani hizmet eden, sonra hesabi olmuş, şimdi yine hasbi olacakmış, yüzde 49’u hesap edince hesap bu çıkmış, hesabi olduğu için, faturanın kendine kesileceğini anlamış, tam soyup soyup sonuna gelmişken elden kaçırmak istemiyor her şeyi, bunun için her şeyi yapmaya razı, gerekirse, ki gerektiğine kanaat getirmiş durumda, bizim elimizi bile öpecek, ama ona öptürecek el yok bizde. bunu bilmiyor, biliyordur aslında da bilmeze yatıyor, ya tutarsa yı deniyor, nah tutar, biz senin cemazüyelevvelini biliriz, doğru yazdım herhalde, cemazüyelevveli yani, öyle gibi. Hakimleri akp lilerden seçip yerleştiriyormuş, feto gitti ertö geldi, fark ne?
 
***Her kriz yeni fırsatlar doğurur demiş, çıkamadı 49 depresyonundan bir türlü, hala orada aklı, fena oturmuş içine besbelli.
 
***Kehanet denince aklıma takıldı, eskiden kalma bir nostradamus kitabım vardı, bende de ne kitaplar var, uçuk kaçıklığım o zamandan belli, adam beşinde neyse ellisinde de o, açıp ona baktım biraz, orada israilin amacına eremeyeceği, suriye, ırak, mısırın yeneceği söyleniyor, nostradamus bunu üzülerek söylemiş çünkü yahudiymiş, inşallah öyle olur, sanırım 2025-2028 yılları arasında, hesaplarıma göre öyle yani, daha ayrıntılı baktığımda yazarım, baktım, yazacak başka pek bir şey yok. düşündüm de, aslına bakılırsa bir şey daha var, bu israil savaşının hemen öncsinde, 2023 yılında californiyada büyük bir depremden bahsediyor nostradamus, sonrasında israil, amerikanın bu boşluğundan faydalanarak saldırıyormuş bu arap ülkelerine ve yenilgiye uğruyormuş, bu da bir dip not olsun.
 
Anştayn da yahudi, kızım zorla deha’yı izletti bana dün, yahudilerin dünyadaki etkisi büyük, ama bu onlara dünyayı kaptıracağımız anlamına gelmiyor.
 
***Bugün herkes chp ye yazmış, bekir coşkun “Mesela, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Kemal Kılıçdaroğlu’na Devlet Bahçeli’nin önerdiğini artık biliyoruz… Bahçeli’nin şimdi durduğu yere bakılırsa; CHP’nin nasıl bir oyuna getirildiğini, AKP’ye nasıl bir kolaylık sağlandığını ve Erdoğan’a nasıl yol açıldığını anlamak daha kolay…” demiş, yılmaz özdil “Atatürkçü CHP kadroları guguk kuşu’na sormayacak mı… Partide kimsenin haberi yokken, adı bile geçmiyorken, bu Ekmeleddin İhsanoğlu’nu kimin talimatıyla aday yaptığını açıklamayacak mısın hâlâ?” demiş, emin çölaşan “kılıçdaroğlu eleştirileri dikkate alsın” demiş, necati doğru “Daha çok çalış Kılıçdaroğlu! Halk çalışanı destekler.” demiş, kılıçdaroğlunun yanında olan bir o var, diğerleri bence de haklı, erdoğanın ucu ucuna aldığı cb. ekmeleddin sayesinde oldu ve gerisi çorap söküğü gibi geldi, ekmeleddin konusunda kılıçdaroğlunun koca bir hesap vermesi gerekir, hala, ancak benim de aklıma şöyle bir soru geldi, hadi ben sıradan bir insanım, bilemezdim, ama onlar bunu bilebilirlerdi diye düşünüyorum, o adam gökten zembille düşmediğine göre, o derin tarih dergisinde danışman olduğu, Atatürk düşmanı olduğu, bunun üstünde niye durulmadı o zaman, bu kadar net, duruldu da ben mi hatırlamıyorum yoksa, hatırlamıyor da olabilirim.
 
Açıp baksam yazmışımdır mutlaka o tarihte bir şeyler, neyse, kim bakacak şimdi, aklıma böyle bir soru geldi işte, herkes üstüne düşeni yeterince yaptı mı acaba diye, başkalarna kondurmak kolay suçu, kendimize de bir bakmak gerek. Gerçi üstünde durulsa ne olacaktı, kılıçdaroğlu zaten oldu bittiye getirmedi mi meseleyi, kimseye söz hakkı tanımadı ki, çatı aday dedi, başka bir şey demedi, bir diktatör gibi davranarak tıpış tıpış oy verecekler demedi mi, bu büyük hatayı göz göre göre ve körükörüne işlemedi mi, kendini her eleştiriye kapalı tutarak, şimdi ne konuşulsa boş, konuşulması gereken böyle bir hata yapanın hala orada niye olduğudur, hata olarak yaptığını düşünsek bile. Burada chp yi, yani bizi oyuna getiren bahçeli midir yoksa kılıçdaroğlu mu, o bile muğlak, hiç belli değil.
 
***Dün baktım dudağımda uçuk çıkıyor, sarımsağı ikiye bölerek iki üç dakika basılı tuttum, bayağı bir yandı, geçmiş, iyileşmiş, pervin bulgak söylemişti, sivilceye de yararmış bu yöntem.
 
***Bre gafiller, Atatürk’e saldıracak aşil topuğunu cinsellik olarak saptamışlar, kendi uzmanlık alanları o alduğu için, başka hiçbir konuda Atatürk’le aşık atacak beyinde, yapıda, kafada olmadıkları için, hor görmeyelim garipleri, acınası zavallılar.
 
Bunun işaretini babaları erdoğan çakmıştı referandumdan önce, tek adamdan girerek “ona da söylenecek sözler var, zamanı gelince onları da söyleriz” demişti efelenerek, referandumda istediği, beklediği çıkmayınca sesini kesti, söyleyemedi garibim, ama köpekleri orada kalmış, durumlarının vahametinden erdoğan kadar haberdar olmadıkları için afkuruyorlar, erdoğan biliyor ne hilelerle, hüllelerle o başkanlığı kaptığını elbette, susması muteber.
 
***Hamaratlıkta sınır tanımakla beraber, hanım kardeşlerime, ve hatta aslında yemek yemesi vacip olan bütün kardeşlerime naçizane hatırlatmalarda bulunmak isterim, malum, yaz gelmek üzere, ama kışı da düşünmek lazım, kim ağustos böceğinin yerinde olmak ve bütün kış aç kalmak ister ki, bir karınca gibi çalışmalı, yaz boyu, yaz boyu, yaz boyu, bütün bu söylediklerimin kıssadan hissesi şudur ki, yaprak, bezelye zamanı, yani onları donduruculara doldurma zamanı, ben yaprağı öylece koyuyorum dolaba, satın aldığım şekliyle, hiç ellemeden, daha küçük. tek kullanımlık ince poşetlere ayırarak, çok uzun süre dayanıyor, ben iki yıl boyunca dayandırdım mesela, çıkardığımda yıkıyor, saplarını ayıklıyor, sıcak suda bekletip bir iki çevirip, kurutucudan geçirip kullanıyorum, aynen taze yaprak gibi oluyor, aldığınız yaprakların ufak ve az damarlı olmasına dikkat edin, ben dün beş kilo koydum dolaba, ne zaman biter, doldurulur bir garanti veremem, belki bir, belki iki yıl, bezelyeyi ayıklayıp öylece tek kullanımlık poşetleyip koymak yeterli, onu da çıkınca yıkıyorum, bezelye dondurucudan çıktığında bile çok güzel oluyor, marketteki hazır dondurulmuşlar öyle olmuyor, taze fasulyeyi dondurmayı da deneyeceğim bu yaz, hangisi, hangi yöntem iyi olursa o şekilde donduracağım, deneyince yazarım, zamanı gelince vişne dondurulacaklar listesinde, domates te olsa iyi olur aslında, barbunya az dondurulacak, çok sevilmiyor, vs. vs.
 
Yine malum yaz ve dip, köşe, bucak temizleme zamanı, yataklara el attım, Allahım o ne pislik, pislik içinde uyuyoruz, üstünde çarşafla ve kalın alezle kullanılan yatağı süpürdüm, inanmazsınız bir odadan çıkabilecek kadar pislik, kirli su çıktı, sadece bir yataktan, ki en az haftada bir değişiyor o çarşaflar, hal böyle olunca ve kılıflar sökülebilir olunca birde onları çıkarıp yıkamak zorunda kaldım, mecburen yani, gönülden değil, yoksa bayılmıyorum hiç ev eşekliğine, ama kurtuluşu yok, el mahkum, kılıfın altındaki kısım, yani asıl yatak için yapabileceğim bir şey yok, ne ise o artık, ama dört yatak için ayrı ayrı tekrarlanacak bu işlem, orada, burada, otellerde nasıl yatıyorsak o yataklarda, en temizi uyku tulumu, tatil için. Geçen sene de yapmıştım bu muhabbeti, biliyorum, bu gidişle seneye de yapacağım, seneye de aynı şekilde temizleyeceğime göre, hayat tekerrürden ibaret değil mi zaten, bir doldur boşalt, bir daha, bir daha doldur boşalt.
 
***Güzeller güzeli kızımın saçları dökülmüştü ya nazardan, sonra sinirleri bozuldu, alıngan oldu, ağlak oldu, filmden, milyon dolarlık bebekten, sonra kalbi pır pır atar oldu çaydan kahveden, hiçbiri değil, kansızlık çekiyor kızım, tıpkı benim bir zamanlar olduğum gibi, bir tekerrür daha, son adeti sonrasında kalp atım hızı daha da artınca bende jeton düştü, kansızlıktan olduğuna kanaat getirdim, doktora götürsem anlamak için birde üstüne kan alacaklar, daha da beter olacak, ben şıp diye anladım, hekimden sorma çekenden sor demişler, dün kan hapı aldım, demir hapı, onu içiyor, o zamanlar ben de içmiştim, ve ekmeği çok daha kesinkes yasakladım, ve keyfiliklerini, şimdi hiç değilse neden olduğunu biliyoruz, o zaman ben bilmiyordum mesela, karbonhidrattan, yani glutenden olabileceğini.
 
*Üç günde toparlandı kızım, kalp atımı düzeldi, düzeldi sayılır, yavaşladı, gece derin derin alıp verdiği nefesler de yok artık, eski hekimlerden kim kalmış, tabi ki ben. Ama bu durum nescafeyi aklamıyor, çünkü nescafe de içilmedi o zaman içinde, ki bir süre sonra içti ve yine artış oldu.
 
Dün bir peynir aldı kızım, tattım, hatırladım, biz bu peyniri tuzlu olduğu için almıyorduk dedim, eski tuz karşıtı ben halimle, sonra yine hatırlayarak devam ettim, gerçi tuzun da bir zararı yokmuş dedim, kızım gülerek şimdi öyle mi oldu dedi, sonra kendi de yedi, gerçekten tuzluymuş dedi, damak tadımız tuzsuza göre gelişmiş, tuzlu yemek bür garip geliyor, yiyorum ama zoraki, sevmeyerek, tuzu da yesem bir değişiklik olmayacakmış gibi, ama eskisine nazaran daha canlı, daha enerjiğim, tuz yemeye başladıktan sonra yani, göreceğiz bakalım.
 
***Kılıçdaroğlu ysk yı gündemde tutarak asıl özneyi unutturmaya çalışıyor, bir yere varamayan çabalarına bir yenisini daha ekliyor, kaçan balık büyük olur, kaçtı gitti o balık, burada asıl özne ekmelettin, ekmelettinle sen ne ettin kılıçdaroğlu, memleketin içine ettin, sadede gel kılıçdaroğlu, tarlada tapanda dolanma, meselenin özü belli, öze gel öze. İstenmediği yerde durana ne derler, kılıçdaroğlu, bu millet sana daha nasıl anlatsın istenmediğini, chp’yi yüzde 40’lardan yüzde 25’lere indirmiş olman anlaman için yeterli değil mi? Hadi indirmiş olman demeyelim, senden önce de inikti, ama yüzd 25’ten yukarı çıkaramaman diyebiliriz çok rahatlıkla. Ne olsa anlayacaksın istenmediğini, o koltuğun sana bol geldiğini, memleket elden gittiğinde mi? Beklediğin, olmasını umut ettiğin yoksa bu mu? Veya görevin. Bu kaçıncı yenilgin, kaçıncı başımızı öne eğdirişin, gitte kurtulalım senden, yapıştın mı o koltuğa, ananın karnından o koltukla mı çıktın da inemiyorsun o koltuktan, yoksa babandan mı miras o koltuk, ne koltuk düşkünüymüşsün be kardeşim, o koltuk milletin, geri ver o koltuğu millete, asıl sahiplerine, yüzsüzlüğü, arsızlığı bırak.
 
***Dün haberlerde hamilelerde iyot seviyelerinin çok düşük olduğu, tuz alımına dikkat edilmesini, iyot eksikliği durumunda hamilelikte düşük, bebekte zeka geriliği, guatr oluşabileceği, meme kansetinin birinci, tiroit kanserinin ikinci sırada olduğu, kaya tuzunda iyot ve diğer minerallerin bulunup bulunmadığının bilinmediği, uzak durulması gerektiği söylendi, şimdilerde marketlerde tuz raflarını en çok onlar süslüyor, göz alıcı paketleriyle, çankırı tuzu, bilmem ne tuzu diye, bundan beş on yıl önce himalaya tuzu şişirildiğinde kullanmıştım ve evde bacak krampları artmıştı, geçen yaz da ilk defa tansiyon düşüklüğü yaşadım, hatta tansiyon aleti bile aldım, yaz bitti, geldi geçti, hiç tuzsuzluktan olabileceğini kondurmadım, şimdi anlaşıldı neden olduğu. Haberde mikrofon uzatılan herkes tuzu az tükettiğini söyledi, kafalara öyle kazınmış bir kere, benimki gibi.
 
Bundan yıllar önce bebek ve çocuklarda zeka geriliği artınca tuza iyot eklenmeye başlanmış, bu sayede zeka geriliklerinin önüne geçilmiş, ama şimdi büyük bir karalama kampanyası var tuza karşı, tansiyon bahane edilerek, ekmeklerde, kuruyemişlerde ve diğer gıdalarda tuz oranı azaltıldı, insanların beynine de böyle kazınmaya devam ediliyor, tuzu az yiyin diyerek, peki tuz azaltıldığında insanlar gerekli olan iyotu ne şekilde alacaklar, iyot balıkta, süt ve yumurtda varmış, balık yenmiyor, fiyatları ortada, veya et varken kimin gözü balık görüyor, süt, yoğurt, yumurta ne kadar tüketiliyor, denize, tatile zaten gidemiyor insanlar ki iyot ihtiyacını denizden karşılasınlar, veya kaç gün gidebiliyor,  devlet eliyle tekrardan zeka geriliğine mi iteleniyoruz diye düşünmeye başladım, çok mu abartıyorum sizce, üstelik sadece zekamızla değil sağlığımızla da oynanıyor, hastaneler, ilaç firmaları kazanıyor.
 
Bu paragrafı bir daha, bir daha okuyun bence, çünkü önemli.
  
***Bezelyeler ayıklanıp dolaba dolduruldu, iki liraya düşmüş bezelye, her şeyden ucuz, barbunya sezonunda bile 5-6 liradan aşağı düşmüyor, hem bezelye barbunyadan daha çok severek yeniliyor, çıkan kabukları da götürülüp sütçüye bırakıldı, gerisin geri bize süt olarak dönsün diye. Geçen yaz ben alana kadar geçmişti sezonu, bu yaz yetiştirdim neyseki. Manav reyonu borsa gibi bu ara, borsa değil karaborsa, yeşil eriğin, yeni dünyanın fiyatı on liraya çakıldı, daha da düşmüyor, düşecek gibi de görünmüyor, bu yaz her şeyi pahalı yiyeceğiz anlaşılan.
 
77 yaşındaki komşumla gittik markete, birlikte aldık bezelyeyi, önce onunkileri bitirmek için ona gittik, yardıma gittim yani, et almıştım, dışarısı sıcak, bozulmasın diye dolabına koyacaktım, eşi görmüş olmalı o arada ki, ben dolapla uğraşıyordum, “eti ben almadım” diye izahat vermek zorunda kaldı, ben aldım dedim, ben almıştım zaten dedi adam, 61 yıldır evlilermiş, izahatla geçen 61 yıl, her ikisi de çalışmış, emekli olmuşlar, yurtdışından emekliler, mülk gelirleri var, bayağı bir mülkleri var, 1-5 değil, yani halleri vakitleri yerinde, fazlasıyla, ama izahat şart demek ki, ben o sesi, sesindeki tınıyı çok iyi tanırım, benden çok daha hesaplı yaşıyorlar, şu şurada ne kadar, bu burada ne kadar şeklinde. Kadının yaşı, emeği ne olursa olsun kadın kadın işte, hesap veren konumunda.
 
Bir bu değil emarelerim, yine geçenlerde tostu unuttuk, tostu yakmıştık yani, aceleyle sakladı, amcan görmesin diyerek, bazı şeyleri amcalar görmemeli. Kadın emekli maaşını da kendi almıyormuş, maaşını da kendi almamıştır, hesap kitap adamın işi, görünüşte mülayim, iyi bir adam, kadına sormalı mülayimliğini, borusu öttüğü sürece mülayim olmaması için bir sebep te yok zaten, ama bayağı bir hesap kitaplı oldukları belli, kadın itaat ediyordur adamın hükmettiğine, boyunduruk altında, hani bir ipleri kırsa benimle yarışır da, ipini tutan var, hemde 60 yıldır, o ip öyle kolay kolay kırılmaz. 
 
Maaşını kendi alan, alabilen kaç kadın var acaba, veya şöyle diyeyim, maaşını alsa bile kendi gönlünce harcayabilen, birilerinin, yani kocalarının dayatmaları ile ona buna yatırmayan, bir arkadaşımın kocası ailesinden kalan evini sattırıp ankaradan ev almak istiyormuş mesela, her aradığında bunu söyler arkadaşım, demek ki devamlı konusu oluyor evde, üstünde baskı kurmaya çalışıyor, böyle olursa boşanma durumunda ona pay olacak der her seferinde, erkekler çok akıllı bu para konusunda, iş paraya geldi mi kafaları zehir gibi çalışıyor, şunu şuradan kaldır şuraya koy desen beceremezler ama.
 
O arkadaşım da çalışıyor, bütün evin temel giderlerini arkadaşım ödüyor, adamın parası kendine kalıyor, neye dilerse ona harcıyor, ben çöpleri attım dermiş kocası, evdeki tek görevi çöp atmak yani, geri kalanı kadına bakıyor, sanki çalışmıyor da ev kadınlığı yapıyormuş gibi, herkes bulmuş bir yolunu yaşıyor işte, ama öyle ama böyle.
 
***35 yaşlarında canı sıkılmış, yani çenesi düşük bir kadınla konuştum, bir akrabasının çocuğu muradiye okullarından sevgi okulunda okuyormuş, bir diğer akrabası da hakimlik mülakatına girecekmiş bugün, kilit noktaları doldurmanın derdindeler, artık akp liler mi, herhalde akp liler, fetocular susturulup devir onların devrine geçtiğine göre, bir ortaokulun kapısında bekledim beş, on dakika, içerde topluca ve yüksek sesle gençliğe hitabeyi okudular, harbiye marşını söylediler, markete gittim, bir kadın yanındaki arkadaşına pınar alma dedi, arkadaşı pınar almıyoruz dedi, birileri o yandan çalıyor birileri bu yandan, ne olacaksa sonumuz.
 
***Bakanlık, ekonomi bakanlığı binası üstüne, eskişehir yolunda, ki büyük bir bina, tayyiple Atatürk’ün çok büyük boy fotolarını koymuşlar, sonunda onun büyüklüğünün üstüne çıkamayacağını anlamış olmalı ki gölgesine sığınmaya razı gelmiş, o gölge, gölgesi bile kurtaramaz nu, tırnağı etmez onun, son smerika çıkartmasından, pyd ye verilecek olan silhlardan da belli bu.
 
***Bana malum olmuş, tiroid diye diye kızıma çağırmışım tiroidi, kızımın kalp çarpıntıları ondanmış, osman müftüoğlu demişti zaten, anne kız hastalığı olduğunu, yani aile hastalığı olduğunu, bir ailede biri ne yerse diğeri de onu yiyor sonuçta, ama galiba, galibasını anlatayım, en başından, bundan bir, bir buçuk ay önce kızım sabah saati karıştırmış ve evden bir saat erken çıkmış, okula gitmek için, servisi göremeyince kaçırmış olabileceğini düşünerek bir bayanın arabasıyla gitmiş okula, normalde eve geri dönerdi, döner, ben erken çıktığını fark ettiğimde çıktım baktım, gitmişti, garip geldi tabi, her zaman akla güvenmemek gerek demek ki dedim kendi kendime, belirti, kafa karışıklığı, yine o aralar bir gün tutmuş cam silmiş, benden habersiz, altta iki kat daha var ve ben normalde buna izin vermem, aklına estiği gibi davranmaya başladı, belirti, yine o aralar yoğun saç dökülmesi oldu, neredeyse saçlarının yarısı döküldü, bu da bir belirti, yoğun, sık ve ağır kokulu gazı olmaya başladı, bu belirti mi bilmiyorum, ama karnın üst kısmında, göğüste gaz sıkıştırması belirti olmalı, ki kalple ilgili olduğu sanılabiliyor bu durumda, ve bir gün ağır bir şekilde kustu, yine bir ay önce, adet zamanlarında da kusardı, bu defa adet zamanı değildi, duygu durum bozukluğu oldu, olur olmaz şeylere üzülür oldu, arkadaşı şöyle demiş, şöyle olmuş diyerek ağlamalar başladı, en sonunda kalp çarpıntıları başladı, sabahları açken el titremesi, deli gibi bir şeyler yeme isteği ama yemek yiyememe, yemek kokusu ağır gelmeye başladı, abur cubura saldırdı, gerekli gereksiz her şeyi yedi, yemek hariç, uykudan terli uyanma, uykuda inleme, sesli, yoğun nefes alma, bir ara azaldı belirtiler, benim hipotiroidi keşfedip tuzlu salatalık yediğim, yedirdiğim dönem denk gelmiş olmalı, sonradan yeniden arttı, kalp çarpıntısı, hatta kansızlık olabileceğini düşünüp kan hapı içirdim birkaç gün, salı sabahı uyandığında başının ağrıdığını söyledi, devamlı bir uyku halinde, ertesi gün için atatürk hastanesinde randevu aldım, akşam sekiz oldu, hala bir düzelme yok.
 
Atatürk hastanesinin aciline gittik, çocuk acil gazi hastanesinde varmış, 15 yaşında, 18 yaş altı çocuk sayılıyor, gittik, bir saat arayla iki ekg çektiler, nabız 120 den 110 a düştü o sürede, ekg de bir şey yok deyip 11 gibi bizi gönderdiler, büyük olasılıkla tiroid dedi bayan doktor, doktora bir gün önce başını vurduğunu söyledi, baş ağrısı için, kapının kenarına vurmuş, bana söylememişti, sakarlık, dengesizlik, çarpmalar belirti, sabah yine mecburen takibi için gaziye gittim, kan, röntgen ve ekg istediler, yapıldı, ertesi gün, yani dün sonuç gösterdik, ekg iyi, röntgende bir şey yok, kan değerleri iyi, kanı yüksek, diğer kan değerlerinde de bir şey yok, ama tiroidi anlatan t3, t4, tsh değerleri alınmamış, araya kaynamış, onun için galiba yani, bugün cuma, 3 gündür hastanelerde helak olduk, biraz dinleneceğiz, haftaya Allah kerim, 3 gün gezdik bir sonuca varamadık yani, hani gerçekten ciddi bir şey olmuş olsa gittiğin geldiğin boşa, onlar sonuç alana kadar olan olur zaten, dün biraz arttırdım tuzunu, tuzu arttırılmış ayran, tuzlu salatalık takviyesi yaptım, akşam 80’di nabzı, düşmüş, bulabilirsem balık takviyesi de yaparım kızıma ancak balık ta güvenilir değil ki, kaç kere bozuk çıktı, bu kış doğru dürüst balık yemedik o yüzden, birde şu son günlerde acaip çocuksu davranmaya başladı, özellikle hastanede sabrımın sınırlarını zorladı diyebilirim, 5 yaşında bebek gibi, onu isterim, bunu da al, devamlı aynı şeye tutturma, zekayı etkilediği söylenmişti ya, bu doğru, bildiğin zeka kaybı yaşadı, nasıl zor bür şey zeka kaybı ile baş etmek, bir yandan için parçalanıyor çocuğunun haline, resmen anormale döndü çocuk, Allahım sen aklımızı koru, akıldan kıymetli bir şey yok, sağlık bile onun yanında hikaye, sağlık düzelir ama ya akıl düzelmezse felaket olur, ilk defa kanı alındı, ilk defa doktora gitti, ilk defa doktora muayene oldu, o da sebep olmayan sebepten, böyle işte, tuzun, iyot eksikliğinin nelere mal olduğunu görün diye ayrıntılı yazdım, bu da bana kapak mı olur, kulağıma küpe mi olur artık bilemem, ama şu an için telef olduğum kesin, çok yoruldum, çocuğunun acısı senin acından beş beter yoruyor insanı.
 
Zekayı bu denli etkiliyorsa ve yaşlılarda da tansiyon sebebiyle tuz, yani iyot az alındığına göre alzheimerın en büyük nedeni bu diyebilir miyiz acaba? İyot eksikliği yani. Bu da bir soru işte, çünkü birde deniz kenarına gitmek yaşlıları iyileştiriyor, eksik olan iyot yerine konduğu için, ve tabi ki balık yemek, bozuk olmayanı bulunabilirse tabi, haftada iki gün balık yiyin denmesinin sebebini de böylece anlamış olduk, ve deniz kenarında yaşayanların ömür süresinin uzun oluşunun ve daha sağlıklı yaşamalarının sebebini.
 
Şimdi bu anlattıklarımın ışığında bir kere daha değerlendirin yukarıda önemli dediğim tuz, iyot paragrafını, tuzu, iyotu azaltarak devlet tarafından bize darbe yapılmaya çalışılıp çalışılmadığını, zeka darbesi. Şimdi daha da garip bir şey söyleyeceğim. hazır olun, akp nin deniz kenarlarından değil de daha çok iç kesimlerden oy alıyor olmasını da iyot eksikliğine bağlayabilir miyiz acaba, bu da bir soru işte. Veya kurtuluş savaşında izmirin önemini, ve hala. Tabi bizim iyotsuz akp liler keşfedememişlerdir bu akılı, amerikanın oyunudur bize bu, yani akp ye lütfu, ne dümenler dönmüş o zaman bile izmirde baksanıza, izliyorsunuz değil mi vatanım sensini.
 
Kaç kişi yapabilir bu çıkarımı, kaç kişi, övünmek gibi olmasın, kaç kişiden okuyabilirsiniz, beni, aklımı, zekamı küçük görmeye inat edenlere bu lafım, kendini kaf dağında görenlere, küçük dağları ben yarattım zannedenlere, sen de kimsin, ben gemileri yakalı çok oldu, var öyle 1,2 tane, onca iyot eksikliğine rağmen üstelik, espiri yapma yeteneğimi bile almayı başaramamış benden baksanıza.
 
Tuz kullanmayan, tuzu az kullanan, dayatmalarla iyotlu tuz kullanmak yerine kaya tuzu kullanan çok insan var, bu seferde bu bilgiyi paylaşmak yerine bencilce kendinize saklamayı mı seçeceksiniz, neyse, ben bir çare düşüneyim buna, ki bu oynanan büyük oyun bozulsun, olanları kısaca toparlayayım, siz de kendi sayfalarınızda kopyalayıp yapıştırıp kullanın, bu kadarını okumayı becerebildiğinize göre bunu yapmayı da başarabilirsiniz sanırım, veya benimkini beğenmezseniz kendiniz toparlayıp paylaşın. Biraz aşağıda paylaştım, size kalmış, bencillik veya bencil olmamak. 
 
***Bu belirtileri bir siteden aldım, okuyun,
 
İyot eksikliğine bağlı hipotiroidinin belirtileri:
 
* Halsizlik, devamlı uyku hali
* Dikkat dağınıklığı
* Depresyon
* Kilo alma
* Ciltte kuruluk
* Saç dökülmesi
* Tırnakların kolay kırılması
* Terlemede azalma
* Üşüme
* İştah azalması
* Eklemlerde ağrı
* Ellerde uyuşukluk hissi
* Kas krampları
* Guatr
* Tansiyon düşüklüğü/yüksekliği
* Çocuklarda boy kısalığı ve zeka geriliği
* Kolesterol seviyesinde artış
* Çocuk sahibi olamama, düşük yapma
* Adet dönemlerinde düzensizlik
* Özellikle gözaltları olmak üzere tüm vücutta şişlik, ödem
* Bağışıklık sisteminin bozulması.
 
Tuz yarım kiloluk paketlerde, yani az miktarda alınmalı, kapağı kapalı ve karanlık yerde saklanmalıymış, iyot kaybı olmaması için.
 
***Sadece tuza da bağlamamalı meseleyi, hadi balığı ben almadım, bayat balık satıyorlar diye, ki bayat satıyorlar, temizlendiği yerin iki yanını bıçakla kesiyorlar ki sarılığı, bayatlığı belli olmasın, aldım, yine öyle, nasıl alayım, tiksinerek yediğin şey yenir mi, kaç kere yenir, ya da kızılayda mı bakmalı, bir denerim ama pek umudum yok, her sabah süt veririm, yarım bardak içer, bin nazla, gönlü olursa, midesi bulanıyormuş, yumurta haşlarım yemez, peynir yemez, kahvaltı etmez, 1 saat sonra arar, anne başım dönüyor, gel beni al, ama önüne hamburger koy, hamur işi koy, meyve suları koy, dondurma koy, abur cubur ver senden çok yer, onunla markete gittiysek bil ki nerede işe yaramaz ne var doldurur, bol bol hamur işi, eh, olacağı bu, üstüne birde tuz eksik olunca, bir insana şunu da ye, bunu da ye diye kaç yıl yalvarılır, veya kaç yaşına kadar, veya kaç tanesine, ye diye yalvarılır mı insana, önüne konan yenir, insanı canından bezdirir bunlar.
 
***Bugün bana peynir yiyorum bak dedi, sanki 3 yaşında bebek, aferin mi demeliyim, derdim çoktur hangisine yanayım. Çocuğun da bir günahı yok ki, ben böyle düzenin, doğru beslenmeyi unuttuk, unutturdular, bir zamanlar, yani bizler büyürken ete, süte para yetmezdi, şimdi hepsi kıymetten düşmüş durumda, buldukça bulanmak bu olsa gerek, gel de anlat, anlamıyor ki ne demek istediğini, yaşamamş, bilmiyor, gak diyince hmbrgr, guk diyince döner verilecek, onu biliyor sadece, birde şımardı ki, sorma gitsin, şımardım diyip duruyor, her istediği yapıldıkça, tepeme çıkacak zilli, annesinin dülü o, dülü, gülü değil dülü, bakar ellerim kurumuş getirir krem sürer, tv izlerken akşam olur, ışığımı açar, bana battaniye getirir, ama oda her zaman darmadağın, gel de laf et, işi biliyor.
 
***Kilosunu 48 liraya aldığım et olmuş 54 lira, başkanlık kazığı, referandumun üstğnden bir ay geçmesini zor beklediler herhalde, bir defada yüzde ondan fazla zam, ne güzel, hadi o iyotsuz kafalı akp lilere müstehak ta bize yazık değil mi, biz niyazi.
 
İYOTLU TUZ KULLANIN
 
Vücudunuza yeterli iyot almadığınızda sizde, çocuklarınızda, ailenizde şiddetli kalp çarpıntıları, 110-120 civarı, veya nabız düşüklüğü, kusma, uyku hali, ellerde titreme, psikolojik bozulmalar, zeka geriliği baş gösterebilir, eğer denize yakın bir yerde yaşıyorsanız ve denizle içli dışlı iseniz bu konuda daha şanslısınız demektir, karadeniz hariç, şanslı olanlar ege ve akdeniz, bunun dışında balık, yoğurt, süt, yumurta da iyot içerir, yeşil sebzeler de, lahana gurubu hariç, lahana iyot konusunda bağlayıcıdır, turp ta öyle, ancak deniz kenarında yaşamıyorsanız, hatta yaşıyorsanız dahi, sadece besinler iyot ihtiyacı için yeterli gelmeyecektir, iyot ihtiyacının karşılanması için iyotlu tuz kulanılması gerek, yeterli ve gerekli miktarda, özellikle pişmemiş, çiğ olarak, salatada vs, yemeklere de yemek soğuduktan sonra koyulmalı, kaya tuzu, himalaya tuzu ve diğer iyotsuz tuzları kullanmaktan kaçınılmalı.
 
Tuzu, iyotu azaltarak devlet tarafından bize darbe yapılmaya çalışılıyor, zeka darbesi. Şimdi daha da garip bir şey söyleyeceğim. hazır olun, akp nin deniz kenarlarından değil de daha çok iç kesimlerden oy alıyor olmasını da iyot eksikliğine bağlayabilir miyiz acaba, iyot eksikliğine bağlı zeka geriliğine yani, bu da bir soru işte. Veya kurtuluş savaşında izmirin önemini, ve hala. Tabi bizim iyotsuz akp liler keşfedememişlerdir bu akılı, amerikanın oyunudur bize bu, yani akp ye lütfu, kıyağı, ne dümenler dönmüş o zaman bile izmirde baksanıza, izliyorsunuz değil mi vatanım sensini.
 
Zekaca geri olmamazın ne kadar işlerine geleceği aşikar, koyun sürülerini pek severler bilirsiniz. Bu saldırı sadece bu kadarla da kalmıyor, cehalet, seviyesizlik, zeka geriliği pohpohlanıyor, saygı ve ödül görüyor, şafak sezer, m. ali erbil, şahan gökbakar ve son sıçrama tahtaları evlenme, moda programları ile, sadece bir vücuttan ibaret olman olman yeterli o programlara katılmak için, sen bir vücutsun, bir askıdan ibaretsin, bir gün onunla konuşursun sözde evlenmek için, bir gün bununla, maksat muhabbet olsun, zekaya, akıla, eğitime olan saygımızı yitirtmeye çalışıyorlar bize, zeka kendilerinde olmayan bir şey. belkide tek şey olduğu için, hepimiz aynı düzeye indiriliyoruz, şahan gökbakar, ahmet kural vs. aptal ama güldürüp çok para kazanabildiğine göre benden daha üstün diye kabullenmemizi bekliyorlar, veya şafak sezer, veya bilmem kim. Akıllarımzla oynayıp alay ediyorlar bizimle.Siz de benim gibi bu kaya tuzu, iyotsuz tuz, tuzu az kullanmaya teşvik etme, ekmekte ve diğer gıdalarda tuzu azaltma dayatmalarının ulusal düzeyde bir mesele olduğu kanısında iseniz bu yazıyı kopyalayıp yapıştırıp paylaşın, veya istediğiniz kısmını paylaşın, veya öylece paylaşın.
 
Hiçbir şey yapamıyorsanız şunu paylaşın, iletin birbirinize, İYOTLU TUZ KULLANIN, yeterli ve gerekli miktarda, ki bu oyun, bu kirli oyunun önüne geçilsin. Eskiden hep duyardık iyotlu tuz kullanın lafını, şimdi duyduğumuz ne, kaya tuzu kullanın ve tuzu az kullanın, iyotlu tuz unutuldu, unutturuldu, bu oyuna getirilmek değil de ne? Bizi kökünden, kaynağından elimine etmeye karar vermişler.
 
Foxta tuz haberi veriliyor, kadın doktor şöyle diyor, kaya tuzu, çok önemli, içinde mineral olup olmadığı bilinmiyor, ama öyle bir kesilip kurgulanmış ki siz oradan kaya tuzunun çok önemli olduğunu çıkarıyorsunuz, benim gibi beş defa geri sarıp dinlemezseniz tabi, oysa orada söylenmek istenen kaya tuzunun zararı, ama akıllarda kalan kaya tuzunun önemli olduğu, kaya tuzu dedikten sonra kesilme var, sonrasında çok önemli geliyor, ama akılda kalan ne, kaya tuzu çok önemli, bilerek, bilmeyerek, bilemem, ama ortada bir oyunlar dönüyor bu konuda.
 
Makarna veriyorlar, akp liler yani, makarnada iyot yok nasılsa, chp de iyotlu tuz dağıtsın iç anadoluya, karadenize, doğu anadoluya bari.
 
***Akşam starda cem yılmazın iftarlık gazoz adlı filmi vardı, o ne berbat bir film öyle, başlarken oğlum kötüymüş dedi ama ben bir şans vereyim yine de dedim, oğlum haklı çıktı, o filmden sinemada çıkanların yüzlerini hayal etmeye çalıştım, yazık hallerine, iyi çuvallamış cem yılmaz, bazen iyi filmleri de oluyor aslında, ama bu cidden kötü, beton yüzlü bir çocuk izledik baştan sona, bir çocukla film nasıl çekilir bilmek isterse çok gürültülü çok yakın filmini izlesin cem yılmaz, belki biraz ders alır, dizileri bıraktım, sadece vatanım sensin ve istanbullu gelini izliyorum, öbürleri fena halde sıktı artık, açıp yüzlerini göresim bile yok, istanbullu gelin de biraz uzatmaya başladı gibi faslı, anne niye yaptına takıldı kaldılar, dur bakalım, daha fazla sıkarsa onu da bırakırım, kışın vaktim çokmuş galiba, şimdi hiç oturasım yok karşılarında 3 saat boyunca, vatanım sensine söylenecek laf yok, performansları hiç düşmedi, her konuda, konu iyi, akıcı, uzatma yok, hep konu var, oyuncular iyi, bir sorun yok yani, sonuna kadar izlemeye devam.
 
***Hipertiroidmiş kızım, yeniden kan verdik, bakıldı, bundan sonrası tedavi süreci, bakalım neler olacak, hastane kapısından geçmeyen ben hastanelerde artık, umarım çok kalmam, hastane arızalıyım da biraz, iyot fazlasıymış hipertiroid, öyle yazıyor, nereden aldı fazla iyotu acaba, radyasyondan da olabilirmiş, röntgen falan filan yani, diş röntgenleri çektirdik elbette zamanında, tam olarak bilmiyorum şimdilik, ayrıntısını doktorlardan öğrenirim artık, ben ilk duyduğumda sevindim, çünkü tiroid çıkmasa kalple ilgili olacaktı, kalp doktoruna gidecektik, kalbin adı bile soğuk, umarım sevindiğim gibi olur sonuç, bir zamanlar, 20’li yaşlarda, bende de vardı diye ahkam kesmeyeceğim, hafifseyemeyeceğim yani, her hastalık kendine, kişiye özgü ve kızım benim gözümün ışığı.
 
***Recep pazar günü akp başkanı oldu, yeniden, kongreye chp temsilci göndermemiş, neden, bu durumu anayasaya aykırı bılduğu için, chp nin, yüzde ellinin yaptırım gücü bu kadar demek ki, ben de gitmedim, bir şey mi eksildi kongreden, atı alan, çalan almaya, çalmaya devam, yaverleriyle birlikte, yaveri dediğim tabi ki chp, onların, chp nin sayesinde yükseliyorlar bir bir, sağolsun chp, dramatizasyonda birinci, gerisi üfürük, amerikan planının parçası, itiraz et ama şu kadar itiraz et, fazla değil diyorlar, o da onu uyguluyor, desinler ki ortada bir adam var, o kadar, boşluk dolduruyor, boş küme.
 
***Haşimato hipertiroidiymiş, toplamda yedi tüp kan verdi kızım, iyotla, az veya çok iyotla bir ilgisi yokmuş, ne ile ilgili olduğu da belli değil, önce hipertiroid şeklinde görülüyor ve tiroidler hızlı çalışıyor, sonra hipotiroide dönüşüyor ve tiroidler yavaşlıyormuş, bir ilaç verdiler, onu kullanacak kızım, gidişata göre takip edilecek, korkulacak bir durum varmış gibi görünmüyor artık gözüme, kronik hastalıklar bu devrin hastalıkları demişti osman müftüoğlu, görünen de o, fakat niye geliştiğini bilmek isterdim ama böyle bir bilgi yok sanırım.İçim dışım hastane oldu günlerdir, evimi özledim, ben alışkın değilim öyle saatlerce evimden uzak olmaya, ev kuşuyum, evde bütün işler kaldı günlerdir, bugün sabah onda gittik öğleden sonra dörtte çıktık hastaneden, onu bekle, bunu bekle, kan ver, ultrasona git, sonuç baktır, kendinden çok gördüklerinden etkileniyorsun, bütün moral çöküyor, nereye başını çevirsen seni çökertecek bir görüntü var.
 
3300 çalışan varmış gazi hastanesinde, ordu gibi, birde park yeri olsa ne iyi olacak, millete azap, neyse ki acil yakında, kalp krizi durumunda yani, en az yarım saat dolanıp ancak yer buluyorsunuz, bulabilirseniz, işkence.
 
***Bu haşimatoyu çok duydum, duyuyorum son zamanlarda, gittikçe yaygınlaşıyor olmalı, eşsiz tahminlerime göre vücutta zamansız beslenme sebebiyle gelişiyor olmalı, ertelenen yemekler, uzun süren açlık süreleri sebebiyle, yapılan her yanlışın bir karşılığı var da zamansız beslenmenin neden olmasın, yetersiz ve dengesiz beslenmenin yani, gençliğimde bende de olmuştu çünkü öğrenciydim, parasızdım ve uzun süreler aç kalabiliyordum, lisedeyken öğlenleri sadece ekmek peynir yiyordum, üniversitedeyken öğrenci yurdunda çoğu zaman devletin verdiği bir pilavlık kupona talim ediyordum, hani besleyici olsun diye de üstüne kuru fasulye koydururdum, koydukları kadar, şimdi kızımda var çünkü çoğu zaman bile isteye kendini aç bırakıyor, yazmıştım, canı yemek istemiyor veya canı ince görünmek istiyor, nedenini bilemem, veya geçmişte açlık sınırında yaşadığı, yaşadığımız günler çok oldu, kimi zaman yiyecek bir şey olmadı, kimi zaman ben yetişemedim işe güce, yemek konusunda aksaklıklar oldu çoğunlukla, deha, anştaynın hayatını izliyoruz kızımla birlikte, ilk karısı mileva tam ben, ev işleri konusunda yani, geçmişteki ben tabi, çocuklarım küçükken, o zaman da yalnızdım, ben hep yalnızdım, şimdi olduğu gibi, her şeyde, tek duam vardı, Allahım elimden ayağımdan etme diye, gün geldi o da oldu, çoğu şeyi ertelemek, yapamamak durumunda kaldım, bu durumda sadece kızımda değil hepimizde, dördümüzde de olmalı, bir bakılmalı, insan metabolizması 3 gün yiyip 1 gün yememek üzerine kurulmuş bir sistem değil sonuçta ve böyle bir durumda sistem arızası yapması çok normal, istenmeyen bir şeyler salgılanıyor olmalı o açlık sürelerinde, bir hayvanla yaşamanın, geçmişte yaşıyor olmanın ceremeleri olmalı bunlar, biz bununla, bu hastalıkla yaşamaya devam edeceğiz anlaşılan, o da bizden uzak olmaya mahkum bu durumda, zaten mahkumdu ve hep öyle olacak. Emek hırsızı, zaman hırsızı, hayat hırsızı, ve tabi ki para hırsızı, hırsız işte.
 
Eğer bu değilse bile sebep yine buna benzer bir şey, bir tür yeme bozukluğundan olmalı, çünkü başladı beri kızım şeker, karbonhidrat, meyve bombardımanına tuttu kendini, başka bir şey yemiyor, sadece onları yiyor, öncesinde de karbonhidrat, şekere düşkünlüğünü yazmıştım zaten, bence asıl sorumlu karbonhidrat ve şeker, bu hastalığı bulan bir japon olduğuna göre ve orada bolca pirinç tüketildiğine göre bu da düşüncemi bir nebze olsun haklı çıkarıyor.Ama iyot meselesini de unutmuş değilim, her ne denirse densin, ne derlerse desinler iyotun da önemli bir yeri var hayatımızda ve yeri boş kalmamalı, özellikle zeka konusunda, dediğimden dönmedim, asla dönmem, laf ağızdan bir kere çıkar.
 
***Dün hastanede beklerken sözcü aldık, biraz okuduk, biraz bulmaca çözdük kızımla, burak akbaya yapılan fetöcü saldırısı yazılıyordu hep, dibe vurmanın daniskası, aşağılık herifler, kendi yaptıkları şeyleri ona buna sıçratmayı nasıl da becerdi, beceriyorlar, akılların bu denli tufana uğratıldığı bir dönem hiç olmadı bu ülkede, 12 eylülde bile herkesin tarafı belliydi, o taraftaysan o taraftaydın, şimdi pis, pislik bir savaş veriliyor, harbi, ortadan değil pis, pislik ve psikolojik bir savaş, bel altı, bel üstü hiç fark etmiyor, vur vurabildiğin yere, vur da nereden vurursan vur, iğrenç yaratıklar, kalleşliğin kitabını yazar bunlar, kalleşin kaynağı belli, yine dün hastaneden sonra oğlumla birlikte çiftliğe gittik, döner yemeye, geçerken bir dolu büyük inşaatlar vardı sarayda, daha ne, neler yapılıyorsa, bu defa çok katlı çıkıyorlar üstelik.
 
Yine dün biz kızımla gazeteyle oyalanırken, kendine doğunun ağasıymış gibi süs vermeye çalışan bir ayı, bir dangalak, arada telefonda başka bir dilde konuşuyordu, kürtçe olmalı, gözleri ile makasa aldı beni, kafedeydik, hastanede, adamda bir haller, tavırlar, sanırsın para babası, onu getir, bunu getir, çok büyük paralar ya istediği şeyler, olsa ne olacak, kıçımın yan kenarı, onun parası bana yetmez, kimsenin parası beni satın almaya yetmez, ne kadar olursa olsun, hiçbir zaman yetmedi, küçük parmağında da uyduruktan bir şövalye yüzük, anlayın artık, ava çıkmış besbelli, Allahın kırosu, bir rahat oturtmadı, tam 2 saat boyunca o baktı, ben oturdum, yerimden de kalkmadım, onun keyfine ne kalkacağım, bulmuşum rahat bir koltuk, çok umurumdaydı bana bakıp bakmaması, bakarsa baksın, baktığıyla kalır öyle, tam adamına çattı yani, bakılacak neyim varmış gibi, ne bir süsüm, ne makyajım var, dümdüz bir kadın, olsa ona ne gerçi, ben değil bakmak üstüne kusmam, bir kafamı çevirsem lafı patlatacak aklınca, telefonu yüzüme siper edip ahmet enesin cennet şarkısını dinledim bolca, onu görmemek için, ne güzel bir şarkı o, ahmet enes adını hiç duymamıştım daha önce, önce yan tarafımda oturuyordu, sonra çaprazıma geçti, larşılıklı bakışalım diye herhalde, aramızda ancak bir metre var, dip dibe masalar, aynı masada oturur gibi, ne ahlaksız oldu bu millet, sana bakmayana sen niye ısrarla bakarsın ki, iki saat boyunca, şu saat sana bakar, bir saat sonra bir başkasına, onun için ne fark eder, kadın işte, bir vücut, bir ayı başka ne görür ki sende, veya şu kadar yıl sana parazit olur, sonrasında bir başkasına, fark eder mi, etmez, önemli olan parazit olabileceğini bulabilmek.
 
Hiç mi utanma arlanma kalmadı bu memlekette, 51 yaşında kadınım, o da, o herif te o yaşlarda, yanımda boyumca kızım, belki evliyim, veya belki evli değilim, bundan ona ne, ve üstelik hastanedeyim, kimse hastaneye keyfinden gitmiyor, hadi hepsini geç bir kendine bak bir bana, görüntüden çok zekadan bahsediyorum burada, yoksa görüntü herkeste var, evlilik programlarında sıradan kadınlar bile iki allayıp pulladıklarında dünya starı oluyorlar baksanıza, dalga geçmiyorum, güzel oluyorlar yani, kadınlar dünya starı oluyor, adamlar paspal kalıyorlar yanlarında, yoksa, aslında ikisinin de düzeyleri aynı, o makyaj silindiğinde, üst baş çıkarılıp önüne önlük bağladığında gerçek ortaya çıkacak, ama o adam zekamı nasıl görecek ki, görebilse, görebilecek zekada olsa zaten bunu yapmaz, hep bu evlilik programları yüzünden, ahlaksızlığı iyice ortaya serdirdiler, herkes ulaşılabilir, herkes ahlaksız, herkes paraya koşar, yani daha açıkçası orospu oldu sayelerinde, herkes kendini her an evlenme programındaymış gibi var sayıyor, doğallaştırdılar, sıradanlaştırdılar, ahlaksızlığı, orospu programlarında yani, asıl, gerçek adı o o programların, orospu programları, pezevenkleri de sunucuları tabi ki, pezevenklik ezelden beri karlı iş, o yüzden iyi kazanıyorlar.
 
Günümüzde, zamanımızda bir insana en kolay nasıl kötülük edebilirsiniz, tabi ki iyilik maskesi takarak, ve kendi rızasını alarak, önce göze kestirilirsiniz, yoluna çıkılır, kafası karıştırılır, gel, gel yapılır ve hooop çekersiniz tuzağa, ondan sonrası kolay lokma, yap yapabildiğin eziyeti, kötülüğü, yasal olarak suç ta değil nasıl olsa, kendi gönlüyle, rızasıyla oldu bitti dersin, olur biter, ama daha en başında olur da kuyruğunu kıstırıp gitmeyi bilebildiysen kardasın, yemezler canım, hayvan çok terli.
 
İki insan arasındaki en önemli köprü zeka eşitliği, bu arkadaş ilişkisi olur, kadın erkek ilişkisi olur, hiç fark etmez, ama kadın erkek ilişkisinde olması gereken baş şart, bunu anlamak için ben çok geç kalmışım, bana bir faydası yok, ama belki size yarar, geçtiğimiz yaz 30 yıl öncesinden tanıdığım bir kız arkadaşımı aradım, buldum, unutmuşum, ne olduğunu, nasıl olduğunu, geçen bir iki saatten sonra hatırladım, ve bulduğuma pişman oldum, tutamadım kendimi ve yanımdaki oğluma çok zekiler dedim, söylerken kızı duymuş, yüzler düştü, bunu söylediğim için kendimden de utandım ama ne yapayım, tutamadım kendimi, tamam düşündüm de, söylemesem de olurdu sonuçta, söylediğim için değil duydukları için utandım, yoksa söylediğimin doğruluğundan eminim, yani iki insan arasında kurulabilecek tek köprü zeka, bu yoksa yaşananlar sadece vakit kaybı, başka bir şey değil, bir daha ne o beni arar, ne de ben onu, aramam, duymasalar da aramazdım, sahte, iki yüzlü ilişkiler için artık vaktim yok, onlara ayıracak vaktim yok, çünkü benim için zaman geri sarıyor artık, her anım, her saniyem bir öncekinden çok daha değerli, zamanım çocuklarıma daha çok lazım, bütün gereksiz köprüleri yıktım, yıkıyorum.
 
O yazdığım şarkıları dinlediniz değil mi, hepsi birbirinden güzel, yenileri eklendi onlara, her an eklenebiliyorlar, onları da yazayım, kızımın şarkıları da aralarında, o günler, ferdi özbeğen, bak bir varmış bir yokmuş, ilham gencer, somebody to love, ella enchanted, kimler geldi kimler geçti, ajda, thunder, imagine dragons, yine eklenecektir zaman içinde. Evde olduğum yeterince belli oldu sanırım, çenem düştü, şimdi iş başına, işler beni bekler, çamaşır, bulaşık, temizlik, yemek, hepsi beni bekliyor, hangi birini yapacaksam, bende oturmuş çene çalıyorum burada, sonrada haşimato ile uğraş dur, birde japon kılıklı haşimatomuz çıktı başımıza.
 
***Dün, öncelikle bulaşıklar halledildi, bulaşık makinesine yerleştirilip makine çalıştırıldı, ardından yıkanmış çamaşırları asmak için balkon yıkandı, çamaşırlar asıldı, yıkanması gereken meyve, sebzeler vardı, yıkandılar, 2 kilo taze fasulye yıkandı, kırıldı, kapağı kapatılarak dolaba kondu, bugün pişireceğim, dün için yetesiye yemek vardı, temizlik başka bahara kaldı, bir günde ancak bu kadar, temizlik yapsam diğerleri kalırdı zaten, beni ancak mileva, yani milevalar anlar, bütün bu işler bir plan, bir strateji dahilinde yapıldı, ev işi deyip geçmeyin, eliniz çalışırken bir yandan beyniniz de elinize yarımcı olmak için çaba gösterir, bir bulaşık makinesini doldururken bile bir çok fikir, strateji üretir beyin, ve böylece hiç boş kalmaz, hep üretime katkıda bulunur, böylece daima zinde ve formunda kalır beyin, her gün aynı işi yapıyormuş gibi görünse de işin aslı öyle değil, bulaşığı ele alırsak, tencerenin ebadı değişir, bardağın, kasenin, tabağın sayısı, ebatları değişir ve buna göre her gün yeni bür plan, strateji oluşturur beyin, küçümsediniz mi, bence hiç küçümsemeyin, hayat bu işlerin üstünde dönüyor, bunlar yapılmadığında hayat diye bir şey zaten olmaz.
 
Öyle çok iş yaptım, bunlarla yoğruldum ki yıllardır, hiç küçümseyemem vallahi, memnuniyetsiz miyim bundan, hayır, değilim, hiç memnuniyetsizlik duymadım, yorulduğum, bıktığım çok oldu ama bu memnuniyetsizlik değil, milevanınki memnuniyetsizlik, mutlu olamama hali, böyle olduğunda iş çok daha zor, eh, bir yüz yıl önce çok daha zormuştur elbette kadınlık, ev kadınlığı, makineler yok, bu durumda mileva yerden göğe kadar haklı, çünkü bir ırgat gibi yorulursunuz böyle bir durumda ve kimse ırgat kadar yorulduğunuzu görmez, çünkü herkese kendiliğinden yapılıyormuş gibi gelir ev işleri, hep birileri tarafından yapılageldiği için, hazır olarak önlerine sunulduğu için, ama sadece bir gün kendileri yapsalar anında belleri, burkları tutulur, hem milevann hakkını yemeyeyim, o zamanlar, çocuklarım küçükken ben de memnuniyetsiz olmuşumdur, mutlaka, çünkü hiç kolay değil.
 
Ömür biter iş bitmez, bitti dedim diye bitti mi sandınız, gece 2,3 gibi oğlum geldi, kapıyı açtım, bir süre sonra diğer oğlum geldi, yanında arkadaşıyla, ona yatak hazırladım, gece gündüz emirlerine amedeyim, şimdi kızımı kahvaltı ettirip okuluna gönderdim, birazdan oğullarıma ve arkadaşına kahvaltı hazırlayacağım, fasulye pişecek, kalan diğer işler için plan yapacak, yeni yeni stratejiler üreteceğim, bu ömür böyle geçer, ev kadınlığı deyip geçmeyin, hiç kolay iş değil, onun için zekama olan bunca güvenim, ev işleri sayesinde hep;))) İşleyen demir ışıldar, ışıl ışıl parlıyorum, işleyen demir pas tutmaz, hiç paslanacak vaktim olmadı, şükürler olsun demeli miyim, dememeli miyim bilemedim, hani yorucu da o yüzden.
 
***Bu işin, bu haşimato hipertiroidinin şekerle sıkı bir bağlantısı var, olmalı, çünkü şu sıralar sadece şeker istiyor kızımın vücudu, deli gibi şeker istiyor, onları yemediği için meyvelere saldırıyor, bağımlı olmuş, bir süredir uzak durmaya çalışıyordu, abur cuburdan, yazmıştım, kantine gidip bir şey almadan döndüğünü, belkide ondan patlak verdi bu durum, kendini istetiyor, bağımlılık yapmış olabilir, son zamanlarda gluteni, glutenli ekmeği de bırakmıştık, sigara bırakıldığında ilk zamanlar çok daha kötü sonuçlar veriyor mesela, sonuçta o da 15 yıldır, yaklaşık doğdu beri bu maddelerin kullanıcısı, bir anlamda bağımlısı, diyerekten adımlarımı sıkılaştırdım ve yapay tatlandırıcılara bir göz atayım dedim, durum hiç iç açıcı değil, şu sakızlarda, çikolatalarda, paketli abur cuburlarda bulunan maddeler, okuyun, şüphelerimde hiçte haksız olmadığımı siz de göreceksiniz,
 
“1984 yılında bu yana yapılan bağımsız araştırmalarda, aspartam maddesinin birçok kalıcı nörolojik yan etkisi olduğu ortaya çıktı. Aspartamın bazı insanlarda baş ağrılarına, ani ruh hali değişimlerine, unutkanlığa, depresyona ve hatta felce neden olabileceği belirtildi. Bu katkı maddelerini bir kısmı birçok ülkede yasak iken Türkiye’de hiçbiri yasak değil.”
 
Aspartam ; kansere yol açabilen tatlandırıcı madde. İnsan üzerinde etkileri, baş dönmesi , kısırlık, adet düzensizliği, bulantı.. Aynı zamanda sadece sakızlarda değil diğer tüketim ürünlerinde de bu maddeden bulunmaktadır. Şekerleme ve çikolatalar gibi…
 
Sukraloz ; günümüzde en son çıkan tatlandırıcılardan biridir. Normal şekere oranla 600 kat daha etkili bir tatlandırıcı olarak bilinir. Kanserojen ağırlıklıdır.
 
Mannitol ; öldürücü derecede kalp krizlerine sebebiyet verebilir. Sinir sistemi üzerinde tahribatlara yol açabilir.
 
Msg ; tatlandırıcı özelliği olmayan bu madde insanlar üzerinde bulunan tat alma duyusunu tetikler. Ve yediğimiz ürünlerin lezzetini arttıran bir özellik kazandırır. Kalpte ritim bozukluklarına, çarpıntıya, nörolojik rahatsızlıklara yol açabilmektedir.
 
Sorbitol ;  aşırı kilo oaybı, şiddetli karın ağrısı, ishal.
 
Ksilitol ; Fermente süreci içinde, vücutta gaz üretimi oluşur. Gaz üretimi de, hem bağırsak içerisinde hem de midede şişkinliğe sebep olmaktadır. Eğer kişinin intoleransı var ise, bu durum kişide ishal yapar.
 
Bunlar, bu tatlandırıcılar, bisküvilerde, krakerlerde, gofretlerde, dondurmalarda, meyve sularında, çikolatalarda vb. bütün market raflarını süsleyen paketli gıdalarda var. Ki burada yazılanlar, yazdıklarım sadece tatlandırıcılar, birde koruyucular ayağı var bunun ki o daha beş beter, e ile başlayan sayılarla adlandırılıyorlar, örnek, e500 gibi, sayıyı kafadan attım.
 
Bu yazılara zor ulaştım, çünkü tatlandırıcılar konusunda zararlarından çok yararları konulu yazılar var internet üzerinde, eskiden böyle değildi, birileri bizimle fena şekilde oynayıp dalga geçiyor, her konuda aldatılıyoruz, ancak ingilizce metinlerde hiç öyle değil, ayrıntılı bakmadım ama tehlikeli olduğu yazıyor, xylotol dediğinizde dangerous görüyorsunuz bolca, ksilitol yazdığınızda ise dişlere iyi geldiği yazıyor, halbuki biri ingilizce biri türkçe yazılışı sadece, aynı madde, sakızlarda bulunuyor.
 
Okuttum bunları kızıma, artık çok daha dikkatli olacaktır. Bu mayıs ayı mı bitmek bilmiyor, yoksa bana mı uzun geldi, yaz yaz bitiremedim mayısı bir türlü. Havalar da bir ısınmadı zaten, bir gün sıcak, ertesi gün soğuk, haziran geldi, 4 gün var, bugün 26’sı, bir şöyle ısınamadık, hala kalorifer yanıyor ara ara, veya akşamları.
 
Şeker alkolü deniyor bu tatlandırıcılara, bir nevi alkol yani, meyve de çok yendiğinde vücutta alkol etkisi yaratıyor, o sebeple meyveye düşkünlüğü artmış olmalı kızımın, şeker alkolü istiyor vücudu, alışmış, bağımlı olmuş, o alkolü son zamanlarda bulamadığı için devreleri bozulmuş olmalı, veya son haddine, son noktasına geldiği için, ikisinden biri.
 
***Hasta,lar var, hastalık,lar var, sonuç,ları var, sebep,leri yok, kimse bilmiyor, doktor,lar bilmiyor, google bilmiyor, kimse bilmiyor, baktım haşimatoya, anca kafa karışıklığı, başka bir bilgi yok, biri iyottan diyor, diğeri iyotsuzluktan diyor, biri gluten diye atıp tutuyor, yok, kimse bilmiyor, osman müftüoğlu bile sinirsel diyor, çok ilginç, niye acaba, hastalık var, ilacı bile var ama sebebi yok, çünkü kimse bilmesin, kimse duymasın neden olduğunu, herkes kazanmaya devam etsin, çark dönsün, aspartam, msg, ksilitol, sorbitol, ve ilaç satanlar kazanmaya devam etsin diye, bugün telefonda biri haşimatoyu duyunca bana şekere dikkat edin dedi, aynen düşündüğüm, tahmin ettiğim gibi, ama hiçbir yerde bu bilgi yok, kendi el yordamımla buldum, kafa yorarak, kızımı gözlemleyerek, sıradan bir kişinin bildiği bu bilgiyi doktorlar nasıl bilmiyor, internete nasıl düşmüyor, şimdi bakmadım, önceden bildiğim bir bilgiyi paylaşacağım, pankreas kanseri, bir sosyetik kadın bu sebeple 40’lı yaşlarda ölmüştü, o zaman yazmıştım, ve o zaman sebep olarak alkol ve yapay tatlandırıcılı yiyecek ve içecekler gösterilmişti, şimdi baksam yoktur belki bu bilgi googleda, büyük ihtimal, pankreas kanseri yapabilen, ki şeker alkolü olduklarını söylemiştim, bu tatlandırıcılar haşimato yapmaya muktedir değiller mi, haşimatonun ve pankreas kanserinin en belirgin etkilerinden biri el titremesi, bunu ben görebiliyor, tahmin edebiliyor, ararlarındaki bağlantıyı kurabiliyorsam doktorlar bunu yapamıyorlar mı, doktorları, herkesi bu bilgi karşısında susturan ne, nasıl bir güç ki her yere, herkese eli kolu yetişebiliyor, artık bu paragrafta da anlamadıysanız ne dediğimi, ne demek istediğimi sizlerin de akıllarından şüphe duymaya başlayacağım. Yoksa sizi de mi satın aldılar? Pepsi, coca cola, ülker, eti, nestle, algida, cappy ve diğerleri, lanet olsun hepsine, ve bildiğiniz, okuduğunuz halde sustuğunuz, susmaya devam ettiğiniz için hepinize.
 
Kızım bir aydır gözümün önünde eriyor, geceleri inleyerek uyuyor, zaten genelde uyuyor, nabzı hala 110, bir aydır böyle, zayıfladı, saçları azaldı, halsiz, balkona çıktığında arkasından bakıyorum her seferinde, acaba olur da olmadık bir şey yapar mı ki diye, yarı akli dengesini kaybetmiş durumda, su içeceği bardağı dolduramıyor, her seferinde etrafa döke saça dolduruyor, arkasından siliyorum, ve ben her kan alınışında ona bir kutu meyve suyu içiriyorum, kan şekeri düşmesin diye, meğerse iyilik yapayım derken bile kötülük ediyorum, bu bilgi söylenmediği için, bu bilgi paylaşılmadığı için, bu bilgiyi paylaşmadığınız sürece başka anneler de bilemeyecek, onların çocukları da haşimato olacak…
 
Bütün bunların sebebi ne, kızımın okulda meyve suları içip bisküvi, şeker, kek, çikolata yemiş olması, madem öyle onların okulda, okullarda ne işi var, ben normalde günlük hayatta beslenme konusunda denetleyebiliyor, kısıtlayabiliyorum çocuğumu, ama okulda denetimsiz ve serbest, ve o bir çocuk, hal böyleyken orada satılan maddeler neden denetimsiz, bütün bunları okuduktan sonra siz yedirmeye devam edecek misiniz onları çocuklarınıza, yoksa evde olanları bile toparlayıp atmak yoluna mı gideceksiniz, benim evimde hiç olmaz, olmadı onlar, alınırsa bir, bilemedin iki tane alınır markette, çok canı çekmesin, gözü kalmasın diye, en az on yıldır poşet poşet girmedi evime hiçbiri, hiç litrelik cola almadık evime, veya küçük, hayat boyu, hal böyleyken başıma gelene bakın, okul için dedektif tutamazdım ya, peki okullar için ne yapmayı düşünüyorsunuz, veya ne zamana kadar okullarda serbestçe satılmalarına müsade edecek, göz yumacaksınz, veya başka anne, babaların da çocuklarını korumaları için onları uyarmayacak, suskun kalamaya devam mı edeceksiniz, çocuğunuz elbette değerli, ama en az bir başkasınn da çocuğu kadar, o çocuğu da kendi çocuğunuz kadar değerli gördüğünüzde sizin çocuğunuz da kurtulacak bu handikaptan, çünkü ne tek başına ben bunu yapabilmeye muktedirim ne de siz, ancak birlikte olursak, her birimizin çocuğunu kendi çocuğumuz kadar değerli görürsek çocuklarımızı, hepimizin çocuklarını kurtarabiliriz.
 
Bir benzetme yapacağım, bir ahır düşünün, hayvanları tıkıyorsunuz oraya, bir yana güzel ama zehirli otları koyuyorsunuz, diğer yana saman balyalarını, hayvanlar ne yönden yer, saman balyalarını mı yoksa zehirli otları mı, çocuklarımızın hali aynen bu işte, tıkılıyor çocuklarımız okul hapishanelerine ve o zehirleri yemek zorunda bırakılıyorlar.
 
Kızım artık yemeyecek onları, bu artık besbelli, benim içim rahat, benim için bu iş bitti, ama yeter ki bütün kızlar, oğullar, kızlarımız, oğullarımız yemesin, bir benim kızımın kurtulmuş olması asıl kurtuluş değil, kızlarımızın, oğullarımızın kurtuluşu için üzerinize düşeni yapın, ben bunu yazarak, paylaşarak üzerime düşeni yaptığımı düşünüyorum mesela, siz de üzerinize düşeni yapın.
 
***Burada asıl söylemek, altını çizmek istediğim şey kızımın haşimato olduğu değil haşimatonun sebebinin alkol, şeker alkolü, yani yapay tatlandırıcılar olduğunun doktorlar ve piyasa tarafından gizlenmesi, söylenmemesi, bu haşimatodan bile daha beter çünkü böyle giderse hiçbir şekilde önleyemezsiniz haşimatonun yayılışını, bir salgın halini alır ve etraf bir anda bir ölüm kampına dönebilir, yapay tatlandırıcılardan yapay ölümler, hepimiz dikkat etmeli, uyanık olmalıyız bu konuda, çocuklarımızı birer bağımlıya dönüştürüyorlar çünkü gün boyu verdikleri alkolle, şeker alkolüyle, beyinlerini uyutuyor, birer robota dönüştürüyorlar, birer  zombiye, şu anda kızımın belirtileri ile bir uyuşturucu bağımlısının verdiği belirtiler aynı, sabah uyandığında doyana dek elleri zangır zangır titriyor, gün boyu canı şeker, meyve istiyor, aynen bir uyuşturucu bağımlısı gibi, bu sabah ta öyleydi, bir aydır her sabah böyle, gün içinde de titriyor elleri. 
 
Bildiğin alkolik hali, elma yese hıçkırmaya başlıyor, karnı devamlı şişkin, gürültülü, gazlı, el titremesi, daha ne olsun, bildiğin alkolik işte, sarhoş, elmayı bile anında alkole dönüştürüyor vücudu, ustalaşmış bu konuda. Haçlı seferlerinin, çanakkale zaferinin intikamını bu yolla mı almaya çalışıyorlar acaba gavurlar? Bize bu zararlı gıdaları dayayarak.
Çocuklarımızın kafası iyi, hafiften çakırkeyfler, haberiniz olsun.
 
Veba salgını gibi haşimato salgını, üstelik çocuklarda, neden olmasın, ilerki aşamada gündemimiz bu olabilir pekala. 
 
***15 yaşında çocuk bilmiyor işte azı, çoğu, zararı, bilse adı çocuk olmaz, erişkin olur, azı çoğunu getiriyor, istetiyor zatren, mesele de orada, onları iyi, güzel bir şey sanıyor, her gün yermiş, içermiş meğerse, üçer, beşer tane, sen de evde yemediğine bakarak aldanıyorsun, okulda kantarın topuzu şaşmış, haberimiz yok, ama en kötüsü bu etkilerin saklanıyor oluşu, nasıl bir tuzaktayız belli değil, bizi öldürene kadar rahat durmayacaklar demek ki, ama öldürmeden önce de ilaç satacaklar bize, bunu, çocuğuma bu yapılanları yanlarına bırakmayacak her fırsatta deşifre edeceğim, her an, her yerde, görürler günlerini, yanlış adama çattılar, bir farkındalık oluşturmak, oluşturmamız lazım, yoksa gitti gider çocuklarımızın geleceği, kalan ömrü, bu hipotiroid, hipertiroid, haşimato çok yaygın, yaygınlaştı, giderek te yaygınlaşıyor, kaç kişide biliyorum, çoğu genç insanlar, buna bir dur demek lazım, öncelikle iyotlu tuzları evlere sokmak ve yeterince kullanılmasını sağlamak gerek, bence işin başını o tutuyor, ve yapay tatlandırıcılar tabi. tansiyon yükselmedikçe tuzun bir zararı yok, tansiyonu dengede tuttuğunuz sürece tuzu neden az kullanacaksınız ki, ne gereği var, bugün yine dinledim, osman müftüoğlu tuzu ve şekeri az yerseniz ertesi gün suyu az içersiniz dedi, az yiyin dedi yani, hem suyu niye az içelim, suyun bir zararı mı var insan sağlığına, niye, neye dayanarak söylüyor bunu, tuz vücuda lazım olan bir mineral değil mi, anlamıyorum, amaçları ne? Kim çin dölü, kim hristiyan dölü, kim israil dölü biliyor muyuz, bilmiyoruz, asıl tuzağın doktorlardan kurulmadığı ne belli.
 
Bir arkadaşımın 30 yaşlarındaki bekar kızı hipotiroid, ki çocukluğun biliyorum, kullandığı ilacı ömür boyu içeceği söylenmiş, bir diğer arkadaşımın yeğeni yine hipotiroid, o da ömür boyu içecekmiş ilacı, bize şimdilik ömür boyu gibi bir laf edilmedi, ama bir ilaç bağımlısı olmasını istemem kızımın, bu yüzden diğer alternatiflere öncelik tanıyacağım, aklı başında beslenme gibi, iyotlu ve yapay tatlandırıcısız, mısır şurupsuz bir hayat gibi, ilk bahsettiğim arkadaşım çin tuzundan bahsetti, yukarda açıklaması olan msg imiş çin tuzu, köfte, hamburger, döner, pizza, ne ararsan hepsinde varmış, okuduklarıma göre tat alma reseptörlerini çalıştırıyormuş msg ve daha çok yemek istiyormuşsun yediğin şeyden, bir tür bağımlı yapıyor yani içine konulduğu şeye, o iki kıza da alternatif bir beslenme tarzı önerilmemiş, şimdiye kadar nasıl beslendiysen öyle beslenmeye devam et, bizde ilaçla dengeleriz anlamına geliyor bu, yani hem yeme endüstrisinden hem de ilaç endüstrisinden kazanacaklar, üstelik ömür boyu, 30 yıl garantili alışveriş, bir taşla ikiden çok kuş, beslenme ile hasta etmeye devam edip ilaçla düzeltecekler ve her iki türlü de para kazanacaklar, kişi de kendini kurtaranlara ömür boyu bağımlı ve minnettar olacak, iyi fikir doğrusu, ev satsan, araba satsan 30 yıllık satışı garantiliyemezsin, ilaççılar çok şanslı bu konuda.
 
Çocuklarımıza bir haller oluyor ve sanki her şey bizim dışımızda gelişiyormuş gibi gösterilmeye çalışılıyor, yazgıya boyun eğmemiz isteniyor, bir ömür boyu ilaç tabletlerine mahkum ediliyor çocuklarımız, bir fark yaratabilirsek eğer ne mutlu bizlere, gökten zembille düşmedi ya bu hastalık, ilahi bir hastalık değilse elbette, kader de değil, kader gibi, yazgı gibi kabullenip ilaç içmemizi bekliyorlar doktorlar, nedense, bu kadar büyük bir oyun oynuyorlar mıdır gerçekten üstümüzde, aklım, hayalim almıyor ama yine de yazıyorum işte, çünkü görünen o, elbet bir etkeni, etmeni var, ve benim işim de bundan sonra onu bulmak, ki bulduğumu sanıyorum, görünen o ki bunlar hazır gıdalar, pişmiş veya paketli, ve iyotsuzluk, hiç inanasım gelmiyor nedense o az tuz kullanın diyen doktorlara, gerçi biraz geç oldu ama  hiç olmamasından iyidir.
 
***Naapiyim, sen izin vermiyordun onları yiyip içmeme dedi bana, okulu boş alan bellemiş, şimdi oturuyor son zamanlarda niye canıma kast eder gibi tak ettirdiği, bir gün tutturur anne saçımı kısa kestirelim, bin lafla vaz geçiririm, ertesi gün, ertesi gün yine aynı muhabbet, bir gün tutturur kulağıma ikinci küpe deliği deldirelim, kırk dereden su getir ki vazgeçsin istediğini yapmaktan, yine ister, yine ister, ayyaş, yerinde değilmiş demek ki kafası, teneffüslerden kalma, bende diyorum kızıma bir haller oldu, sevindim desem yeridir, en azından gelecek vaad ediyor, ya anlaşılmasa ve hep böyle yaşayacak olsaydık, hiç çekilmez vallahi, ya sağlam kafayla istiyor olsaydı bunları, ya gerçek hali o olsaydı, felaket, milli felaket.
 
İçtiği de meyve suyu, cola falan değil yani, cola yokmuş zaten okullarda, ve yanısıra ıvır zıvır paketliler, bunlar bu hale getirmiş kızımı, sadece okul süresinde, birde evde özgürce yiyip içse hiç toparlayamazdık herhalde, mısır şurubu, sıvı içeceklerde bolca bulunan madde bu, kızımın vücudunu bu denli kırılganlaştıran madde mısır şurubu, hani şeker pancarını yasaklayıp, engelleyip cargill adlı amerikan firmasını bursa civarına yerleştiriyorlar, mısır şurubu üretimini destekliyorlar ya, işte mısır şurubu o mısır şurubu, biz içmeyi bırakıp mısır şurupluları terk ettiğimizde, üstlerine başlarına döküp kına yakacaklar herhalde, ki bu haşimato şişede durduğu gibi durmayacak, durmuyor da zaten, görünen o, çocukta, veya büyükte, iştahsızlık, kahvaltıyı, yemeği reddetme, tatlı, meyve düşkünlüğü, aşırı sinirlilik, ani patlamalar, ağlamalar, olmadık fikirler, istemeler, uylamalar, aşırı hareketlilik ve aşırı durgunluk halleri, en önemli gözle görünen belirti özellikle sabahları el titremesi, ve üşüme, el ayak üşümesi, son aşama ise kalp çarpıntısı, nabız 110, 120 civarı, dengeyi bozan ne varsa hepsi mısır şurubunda var, son sürat kana karışıyor ve dengeyi alt üst ediyor,
 
That sugar diye bir film var, bir belgesel, altyazılı, bir buçuk saatlik, vaktiniz olursa izleyin, ben de vakit bulunca izleyeceğim, biraz baktım şimdilik.
 
***Hala soğuk, hala buz gibi, bırrr, 31 mayıs, dün çukurambarda marketin önünden geçerken beter bir koku aldım, kusmuk kokusundan çok daha beter, dönüp baktım, 3 market arabasını fanta ile silme doldurmuşlar, açıp açıp mazgallara boşaltıyorlar fantaları, 3-5 adam, sordum tabi ki, skt leri geçmiş, o yüzden döküyorlarmış, birileri içerse diye önce boşaltıp atıyorlarmış şişelerini, zehirlenme ihtimaline karşı, ama böyle bir koku yok, hayatımda hiç duymadığım kadar leş gibi kokuyordu, lağım çukuru gibi, kokudan döndüm baktım yani, o kadar, skt geçtiğinde böylesine kokabilen bir şey neler içeriyor olabilir bir düşünmek lazım.
 
That sugarı izledim, herkes izlemeli, adam hiç cola. çikolata vb yiyip içmeden iki ayda 8 kilo aldı, ketçap, yoğurt falan yiyerek, nasıl oldu anlamadım, biz yine iyi dayanıyoruz demek ki bu konuda, bahsettiğim bütün belirtiler, sonuçlar orada da var, birebir, kızımla izledik, onları yiyip içtiğim günlere lanet olsun dedi kızım, akıllanmış gibi görünüyor, dur bakalım, daha iyi gibi, ama meyveyi çok kaçırınca bir süre sonra el titremesi yine başlıyor, direkt sinirleri etkiliyor demek ki, bir zaman meyve bile yememesi lazım.
 
Almanya yiyeceklerdeki tuz, şeker ve yağ oranını azaltma kararı almış, dünkü haberlerde vardı. Ne yiyeceğimizi, ne yapacağımızı şaşırttılar bize, bu konuda başarılı oldukları kesin, ama hepsinden önemlisi şeker, fazla tuz da vücutta ürenin artmasına sebep olabilirmiş, acemisiyim bu işlerin, doktora gitmem, sonuç almam, bilmemem normal, bu durumda tuza da dikkat ama hiç tuzsuz değil sonuçta, yani benim yaptığım gibi, yağ onlar kadar mesul değil bütün bu olanlardan, içlerinde en masumu o, burası artık yeme içme sağlık blogu oldu, ne yapayım, kafamı alamıyorum onlardan. şimdilik gündem bu gündem, önceliğim sağlık, sonuçta hepimizi ilgilendiren bir konu, bir beni, kızımı ilgilendirmiyor, hepimizin başında bu belalar. Zaten ortada da konuşulacak pek bir şey yok, çok şey var ama konuşsak ne fayda, izliyoruz hep birlikte olan biteni, izleyici konumunda, başka bir rol verilmiyor bize, o at üsküdarı geçeli beri.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *