Press "Enter" to skip to content

Günlük 2tt Temmuz’15

***Dolabı düzenlemeyi ancak bitirdim, o gün gittiğimde bauhausta kalmamıştı çoklu kemer askısı, koçtaştan da alıp almamaya tereddüt ettim, sadece 2 tane aldım, çünkü bauhausta dört buçuk, koçtaşta on üç lira, o arada unuttum gitti, neyse dün yine gittim bauhausa, dokuz tane daha aldım, toplamda 13 tane oldu, dolaba 13 çoklu askı girdi, yüzden fazla normal askı boşa çıktı, hepsi atılacak, artık bir işime yaramazlar, hala almam gerekecek çoklu askıyı, 3-4 tane daha, yetmedi, biz kalabalığız, ama dolabın eskisine göre çok daha ferahladığı kesin.

Kullanımı da kolay, kızım pantolonlarını asmaya artık üşenmediğini söyledi, ortalıkta biriken ve sonunda benim kaldırdığım pantolonlar artık yok, çünkü gerçekten kendi asıyor, çünkü çok daha pratik, normal askıda askıyı al, pantolunu düzelt, askıya geçir, as, uzun iş, çoklu askıda ise bir çengele geçiriver olsun bitsin, bu kadar basit, ne yapıp etmeli evdeki angarya işleri azaltmalı, ömrümüzü onlar yiyor, eşyalarımızın kölesi olduk bir bakıma, onları bize hizmet etmeleri için alıyoruz, bir bakıyoruz aslında biz onlara hizmet eder olmuşuz, bu döngüyü biraz olsun kırmak lazım.

Bu anlamda çok daha ucuza geldiği de kesin, yüz askı yerine 15 askı alıyorsunuz, ilk alışta olursa elbette, ama dolap ferahlığı için bile değer yenilemeye, on tane alsanız 45 lira.

Dolap düzenlemek deyip geçmeyin, nelerden bahsediyor bu kadın diyorsanız yani hatırlatayım, bir filmde meslek olarak yapıyordu kadın o işi, evlere gidip insanların dolaplarını düzenliyormuş, blended, karışık aile adlı filmdeydi, filmde eğlenceliydi hani, bayramda izlemek isterseniz diye söyledim, nasıl bağladım ama, iyi bayramlar;)))

Filmler sayfasından haberdarsınız değil mi, hepsi tarafımdan izlenip oylandı, ya yemek Türk sayfasından, o yemekleri yaptırmadan size rahat yok benden;))) Nefis yemek tarifleri var, benden söylemesi.

***Ayakkabılık ta yeterli gelmiyordu, ayakkabı almak serbest, atmak yasak olunca öyle oluyor, almak in, atmak out, bunun sonu ne olacaksa, kıyamıyorlar ayakkabılarını atmaya, atmaya kıyamadıkları tek şey ayakkabıları, sallanır kapaklı büyük boy çöp kovası aldım, terlik kovası oldu. Nasılda güzel oldu dolabım, derli toplu, yaşasın! Elbise dolabım yani! Gidip gidip seyrediyorum;))) Eskiden 20-25 askının kapladığı yerde şimdi 3-4 askı var ve aynı işi görüyor.

***Ütopya, çok güzel hareketler bunlar, 3 adam, bkm güldür güldür, güldür güldür show, insanlar alemi ne biçim programlar, 3 saniye izlesem kafam kaldırmaz herhalde.

***Akşam çiftliğe gittim, gittik, oğlum ve kızımla, tıklım tıklım dolu, Ankaralıların çiftliği kimseye bırakmak gibi bir niyeti yok anlaşılan, olması gereken, yıllardır süregelen de o zaten, ana arterlerde çiftlik tabelası koyulmamasına özen gösterilmesine rağmen üstelik, bilmeceyi çözerek ulaşılabiliyor çftliğe, çözdün çözdün, çözemedin kaçar, artık bir dahaki sefere der yoluna gidersin.

Bir tur attık meşhur sarayın etrafında, her köşede bir polis otosu, yolda yani, yol boyunca, sarayın etrafını çevreleyen dörder şeritli çift yönlü kaymak gibi yolda yani, bazıları devriye atıyor, volta atan ikili polis gurupları, yolun bir başından diğer başına, sarayın etrafındaki dört yolun her birinde, her kapıda hazır ve nazır lüks siyah cipler, niye içeride değilde kapıdalar, zenginliğin, şatafatın simgesi olarak mı bekletiliyorlar dış kapıda, ana kapının iki yanında cam fanus içinde heykel gibi duran iki asker, hadi akşam neyse de gündüz sıcak saatte ne yapıyor o garipler, kimse bilememişti Türkiye’nin kaymağını böyle yemeyi, bir o biliyor, helikopteri de gelmiş anlaşılan, bir otobüs büyüklüğünde, pek bir sevinmiş olmalı yeni oyuncağına, ne doymaz kursağı varmış, gördükçe daha çok deliriyor, daha daha diye, 3. havaalanına yukarıdan bakmış, kamyonlar, iş makineleri oyuncak gibi duruyorlarmış, böyle anlatıyor işçilere, iftar yemeğinde, sizi karınca gibi gördüm, görüyorum diyor, şişinerek, görmemiş görmüş, devrilmiş ölmüş misali. Adam kendi bile inanamıyor nereden nereye geldiğine, haklı!

Geçen defa gittiğimde hala var olan Atatürk’ün evi de gözüme çarpmadı, yıkılmış belli ki, bir taşla kaç kuş, içi çok rahat etmiştir Atatürk’le ilgili bir şeyi daha yok edebildiği için. Garibim Atatürk, ne sızlıyordur kemikleri, mirasına otura otura o oturduğu için.

Bu kış Küba’ya gittiğinde, hani Berna Laçin’le aynı otelde kalmışlardı, 30 derecede kalorifer istediğini söylemişti Berna Laçin, orman içinde bir saray görmüş, veya büyük bir yapı, “keşke daha önce görmüş olsaydım” demişti, keşke, çiftlikteki pek çok ağacın canını bağışlardı belki o zaman, ağaç katili, sarayı daha iyi görünsün diye traşlatmıştır o bütün ağaçları, ki ayan beyan görünüyor zaten sarayı, bu dünya ne sana ne de bana kalmaz, haberi yok galiba.

Mehmet Sönmezoğlu hocanın ağaçlarla ilgili söyledikleri şöyle; “vatan sevgisi imandandır, şehit kanlarıyla yoğrulmuş topraklar üzerindeyiz, şehitlerimizi rahmetle anıyoruz, sahabe-i kiram insanlarımızın yemediğini yemeyiz, içmediğini içmeyiz demişlerdir, mutlaka ağaç dikiyoruz, ağaç diken kendi ölse bile o ağaç yaşadıkça o ağaçlardan nasiplenen insan, kuş, börtü böcekten sevap alır, ağaçları kesen, yok eden, yakan değil diken olun, kıyametin koptuğunu görseniz bile bir ağaç dikin, sizin de dikili bir ağacınız olsun diyen temalar vardır, yaş kesen baş keser”. Saraydaki ile araları nasıl acaba, merak ettim, akılları hiç uyuşmuyor bana kalırsa.

Ben bunları yazarken Mersin Akkuyu’da ormanlık alan yanıyormuş, yangın iki farklı noktadan başlamış ve neredeyse hiç müdahale edilmemiş, nükleer santrale hazırlıklar yapılıyor anlaşılan.

***İşim çok, bugün çok yazmayacağım, bayram yok, seyran yok yazıyorum, ne bu ya;))) giysi tamirine başladım da ondan, kızıma geçen yaz tulum şort almıştık, baktım giyip çıkartması zor diye giymiyor, bir köşede duruyor, şortunun lastiği de var, ayırsam sorun çıkmaz, lastiğin iki santim üstünden keserek iki parçaya ayırdım, üst kısmı iki kez katlayıp arkadan zigzag dikişle diktim, mis gibide oldu, bir şortu kurtardık, almaya kalksan yine 20-30 liradan aşağı değildir, pançodan almıştık, bu durumda üst kısım biraz kısaldı, ona da bir çare bulacağım elbette, bir kullanılmayan veya eski penye bulup alt kısmını alt kısmına fırfır şeklinde veya düz dikeceğim, duruma göre, artık kurtulduğu kadar, en azından şort kurtuldu, ne yapayım, önceden alınmış, kızıma beli bol geldiği için giyemediği yazlık pantolonlar vardı, ne zamandır keyfimin gelip onarılmayı bekleyen, arka bel ölçüsünden 5-6 cm kısa olacak şekilde kalın lastiği kestim, bir tarafını arka, yan kemer dikişine yakın yere içten zigzag dikişle sabitledim, bir kaç kez ileri geri giderek, kalın I gibi oldu, yan çevirdim, lastiği diğer yan kemer dikişine kadar çekerek uzattım, eşit derecede büzgülü olması için, lastiğin üst kısmını diktim, böylece diğer köşeye geldim, döndürdüm, yine aşağı doğru bir iki kez zigzag dikişle diktim, kalın I, döndürdüm, lastiğin alt kısmından başladığım yere doğru diktim, artık kızım o pantolonları da giyebilecek bu durumda, ayrıntılı anlatıyorum ki sizin de belki işinize yarar diye, kadın dediğinin on parmağında on marifet olacak şekerim, biz böyle gördük, böyle öğrendik, şimdikiler hep hazır yiyici, terziler ne güne duruyor;))) bu kadar kafa bile patlatmazlar, hepsi yeni ve hiç giyilmemiş, öylece duruyor dolapta, atacak halim yok ya, eski olsa neyse, değil, bir çaresine bakılmalı, kim yapacak ben, hem hep almak marifet değil ki, marifet aldığını aynı zamanda verimli olarak kullanabilmek, hepimizin dolabında var eminim öyle şeyler, kıyıda köşede kalmış, hepsi topladığında “para” sonuç olarak, hemde iyi para.

Gerçi artık almak daha önemli marifet, hem kalite yok piyasada, hemde fiyatlar birbirinden uçuşta, oğlum kendine alt eşofman bakıyor, adidasta beğenmiş, pamuklu sıradan bir alt eşofmanın fiyatı 140 lira, o da indirimde, neymiş daha düşmezmiş fiyatı, hiç minnetleri de yok, alırsan alırsın çekiyorlar, alın sizin olsun, kafayı mı yedim bir eşofman altına 140 lira vereceğim, 10 gün sonra gidip bir daha bakarım, düşerse ne ala, olmadı başka yere bakarım, polyester eşofman altları da 90 lira civarı, vay babam vay, pamuğun, polyesterin kilosu kaç para, maliyeti iki lirayı geçmez, hadi işçiliğini de koy, etsin on lira, sattıkları fiyata bak, alan alır, alandan on katı kar eder yine o fiyata satarım, sürüm benim neyime, ben karıma bakarım diyorlar açıkça.

Bir ara aklıma esmiş metali ne belli değil diye kek kalıplarını atmışım, kızım kek kalıbı istedi, baktım esse’de tanesi 190 lira, siz siz olun fiyatından emin olmadığınız şeyi atmayın, yoksa benim gibi pişman olursunuz. Elindekini atmanın zamanı geçmiş, iyi sahip çıkmak lazım.

Yine karıştı laf, dikiş muhabbetini bitirmemiştim daha, uzun kollu ama ince, yazlık gömleklerim vardı, uzun kollu oldukları için giymiyordum, kısa kollu bir gömleği üstüne koyarak iki santim daha uzun kestim, düz dikişle iki kat, iki kere diktim, oldular yazlık gömlek, bir keten gömleğimin kol içleri yıprandı, sürtünmeden, 200 liraya almıştım, atmaya kıyamıyorum, diğer yerleri iyi, kollarını kesip sıfır kol yapacağım, oğlum yakalı tişörtünden sıkılmış, daralmış, yakasını kesmiş, öylece, penye, onu iki kat katlayıp zigzag dikişle diktim, evde giyecek, bu şekilde başka neler yapıyorum, küçülen pantolonları şort olarak kesiyor, alt parçasından yan dikişine gerektiği kadar ek koyarak genişletiyorum, bu biraz daha profesyonelce bir iş elbette, o kadar usta değilim ama yılmadan, sebatla efor sarf ediyorum, elimden geldiğince, arada beceremediklerim, zarar ziyan da oluyor ama ne yapalım artık, elden gelen bu kadar, ayda yılda bir girişiyorum bu işlere, biriktikçe, şu an bir bazanın altı bu tip beni bekleyen dikişlerle dolu, bir girersem içinden bir ayda çıkamam, yazı bekliyordum dalmak için zaten, döküntüsü, pisliği çok oluyor dikişin, camların açılabildiği zamanda yapmakta fayda var ama kışın da yapılamaz değil sınuç olarak, çok işim var, hadi bana eyvallah;)))

***Dün alıp hiç bekletmeden dolaba koyduğum yumurtalar bugün bozuk çıktı, içinde sallanıyor, kırdığımda da dağıldı, sarısı da beyazı da renk bozunumuna uğramış, beyazı bulanık ve akışkan, sarısı da akışkan ve daha koyu, ııııhhh, midem kalktı, birde otelde yediğimin dil olduğunu öğrendikten sonra böyle bozulmuştum, ona daha çok bozulmuştum ama, neyse, yumurtalarınıza dikkat edin, tam bozulma zamanı, ortalık yanıyor, hiçbir şeyi ortalıkta bırakmaya gelmiyor, kesilmemiş kavun, karpuz hariç, yallah hepsi dolaba, ekmek dahil, yıkanmış salatalıkları kapaklı kapla koymak gerek, daha uzun dayanıyor, pörsümüyor, sıcağa en dayanıklı olan, ki genelde dolap dışında sakladığım domatesler bile artık dolapta, bende kendimi yatak odasına hapsettim, salon güneş alıyor akşam üstü, sabahta salon serin, açıyorum bütün balkon kapılarını, ohhh, püfür püfür;)))

***Çok astronomik hayatları ve harcamaları olmayan iki komşum, biri benimle yaşıt, diğeri bizden büyük, bundan 8-10 yıl önce, birbirleriyle maydanoz doğrayıcı satın almak konusunda konuşuyorlardı sık sık, şu çift taraflı, zırh şeklinde olanından, bir gün yaşıtım olanına yine bu bahis açıldığında “çok mu maydanoz doğruyorsun” diye sordum, mutfağı pek sevmediğini de biliyorum ama ciddi olarak sordum, bir kinaye hissettirmeden, “yooo” dedi, ne demek istediğimi anlamış olmalı ki bir daha maydanoz doğrayıcı almaktan bahsettiklerini duymadım, almadılar da, tüketim toplumu bizi öyle bir gaza getiriyor ki gerekli, gereksiz her şeyi almak ister hale gelebiliyoruz.

Ben çok mu farklıyım sanki, değilim, ama yinede ne gerekli ne gereksiz onun ayırdında olarak alışveriş yapabilmeye itina gösteriyorum, gerekli mi ve o parayı vermeme değer mi, paramın karşılığı mı, alışverişte cevabını aradığım iki soru bunlar, benim de en büyük zaafım mutfak eşyaları, kızım bıktı benimle birlikte mutfak mağazalarını gezmekten, gerçi dünyevi bütün tatlara, her türlü alışverişe iştahım açık ama mutfağın yeri bir başka, mutfak konusunda en büyük zaafım da sarımsak eziciler, ama ben farklı olarak sarımsak eziciyi sık sık kullanıyorum, her gün bir iki çeşit sarımsaklı yoğurtlu yeşillik yaparım, senizotlu, dereotlu, salatalıklı, hangisi rast gelirse, semizotlu için ince dallı semizotlarını seçmelisiniz, yani taze olanlarını, dünde yeni bir model sarımsak ezici buldum, esse’de, ufak delikleri olan kalın bilezik şeklinde, bastırarak eziyorsunuz, umarım bu seferki aradığımı tam olarak karşılarda sarımsak ezeceği arayışım bir son bulur, bu kaçıncı, hepsine bir kulp buluyorum, o kullanışsız, bu zahmetli, o pratik değil vs, rendelisi, haznelisi, ne ararsan var, çifter çifter koleksiyonu oluştu elimde. Kullandım, fena değilmiş, kullanışlı.

Birde soyacak düşkünüyüm, elim soyacağa çok alışkın, soyacaksız duramam, ama tutup domatesi de soyacakla soymam, çünkü domatesin kabuğu soyacağa göre çok ince, bu yüzden bıçakla soyarım. Soyacak koleksiyonum da var, soyacak tümü metal, uzun olduğunda daha kullanışlı benim için, kısa olanları kullanamıyorum, bıçak şekli gibi olanlar yani. Salatalığı soymam.

Konuyu değiştirip perdeye geçelim, store perdeler hiç pratik değil, açıp, kapama açısından, tek tek uğraşılır mı onunla, en kolayı bildiğin düz perde, çek gitsin, ondan kolayı var mı, düz diyince, öyle perdede kat kat kıvrımların da gereği yok, biraz kalın olan bir keten perde seçtim ve hiç kat, kıvrım vermedim, bu alırken fiyatı ikiye, üçe katlıyor, hemde yıkarken yine 2,3 kat iş çıkarıyor, 3 metrelik mesafeye 9 metre perde alıyorsunuz mesela, ne kadar gereksiz, ne kadar sade o kadar kolay hayat. Gösteriş budalalığı yüzünden hayatı zehir ediyoruz kendimize.

Halı da kullanmıyorum evimde, halıları rulo yapıp bazalara yerleştirdim oldu bitti, ne kadar süpürürseniz süpürün tam olarak temizlenmiyor ki, yıkıyamıyorsunuz, şartlar müsait değil, şartlar müsait olsa da halı yıkamak bir dolu eşeklik, yıkatsanız ne kadar yıkandığı meçhul, senede bir kez yıkanmakla temiz mi oluyor sanki, yıl dediğin 365 gün, bana göre temiz sayılabilmesi için ayda bir kez yıkanması gerek, o da mümkün değil, ortalıkta halı olmayınca çok daha kısa sürede evi bir süpürüp siliyorum pırıl pırıl oluyor, halı olsa içim böyle rahat olmuyor, hem alerjikler için tehlikeli, benim evimde de 3 alerjik var, işbirden aldığım, öve öve bitiremedikleri yataklar bile alerjik çıktı, oğlumu hapşırtıyormuş, hal böyle olunca da böyle yaşamak gerekiyor, benimde işime gelmiyor değil hani, yap, yap, yap sonu yok anasını satayım, her gün aynı iş, bir evin metrekaresini ölç dur, ne ileri, ne geri.

***Bir felaket sıcak var, dün öğleden sonra ev durulabilecek ısı seviyesini aştı, vallahi zor dayandım, ısı 28 derecenin üstüne çıkmıştı, ama her koşulda Antalya’dan iyidir, en azından geceleri rahatça uyuyoruz, o sıcak saatte dün bir baktım perdenin en üst kısmında, ucunda bir örümcek, bir liradan çok daha büyük, ödüm patladı, pencereden gelen esinti ile serinlemeye çalışıyor olmalı, perdenin alt kısmındaki ıvır zıvırı topladım, ondan önce ön hazırlık olarak elektirik süpürgesini hazırladım, benim hareketimle harekete geçme ihtimaline karşın, süpürgenin boş ucu ile yaklaştım ve kızım süpürgeyi çalıştırdı, ortadan yok oldu ama çekip çekmediğimize emin olamadım, süpürge sulu sistem, baktım içinde yok, az sonra evi süpürmeye başlayınca yarım metre ileri gidip beklediğini gördüm, ortalık yerde duruyor, saklanmamış, sıcaktan sersemlemiş olmalı, biz yukarıya bakarken o aşağı düşmüş ve aşağı bakmak aklımıza gelmemiş, bu defa süpürgeye çektim, tuvalete döktüm, sonrasında derin bir nefes aldım, gece uyumak zor olurdu herhalde onu avlayamasaydım.

Haşerattan bahsedince aklıma geldi, reis marka pirinçten bir garip mahlukat çıktı, iki nohut büyüklüğünde, beton rengi, benim hayali dünyama göre bir başı, gövdesi, hatta başının iki yanında gözleri bile vardı, ama oğlum öyle görmediğini söyledi, metalle dokununca ikiye ayrıldı, yani taş değil, onu atıp pişirilebilirdi pirinç, “bunu pişirecek misin” diye sordu oğlum, tiksinmiş olmalı, pişirmedim, geri alırlarsa iade edeceğim, almazlarsa çöpe, reis marka bulgurların kötü koktuğunu bir süre önce yazmıştım, geçende yaptığım pilavı da çiğ kaldı, pişmedi taneleri, bu seferde böyle oldu, üstelik marketteki en pahalı bakliyat markası reis, ne alıp yiyeceğiz, vallahi şaşırdım! Batırdılar bizi, Allah ta onların ocaklarını söndürsün inşallah, Allahsızlar, hiçbir şeye güven kalmadı, tesadüfen yaşıyoruz desem yeridir.

***”Hayalini kurduğun ne var, ne yoksa gerçeğe dönüştürmek için gerekli cesareti kendinde bulduğun bir dönem” demiş uranüs retrosunda boğalar için twitburç, inşallah, her şey değişiyor benim hayalim hiç değişmiyor, çok metanetli, dirayetli ve sabırlıyım;))) Haftalık yorumda da “ikili ilişkilerde kendine yeni bir yol çizmek isteyebilirsin önümüzdeki günlerde… Senin için dönüşüm asıl şimdi başlıyor!” demiş boğa burçları için, kavga etmek bile istemediğin bir adamla yaşamak, berbat. Bu ara 7 gezegen birden retro yapacakmış. Siz hala inanmıyor musunuz astrolojiye;)))

“Astrogündem: Dikkat dikkat. Gökyüzünde bu döngüde 5 gezegen geri gidiyor. Hayatımızla ilgili en net yüzleşmelerden geçebiliriz.” diyor twitburç, günlerden 27 temmuz.

***Yemek tarifi yazıyorum ya, içimizden gelen programındaki şef anlattı, bir ustası çok iştahlıymış, çok yermiş, yemekleri görünce “Allahım, ya midemi genişlet ya canımı al” dermiş, genç yaşta ölmüş, programa katılan din hocası Mehmet Sönmezoğlu “Allah dileğini kabul etmiş” dedi, o adamın demesi olmasa, yemeyi azaltmak gerek, bugün kahvaltıda sadece peynir ve salatalık, domates yedim, sınra bir iki dilim karpuz, bir kase taze fasulye, bir dondurma ve yarım kase sarımsaklı dereotlu yoğurt yedim, bütün gün yediğim bundan ibaret, sabah kilom ile akşam kilomu birbirine yakın tutmaya çalışıyorum, aralarında en fazla bir kilo oynuyor, ideali yarım kilo, sabah uyandığımda 71’se akşam yatmadan en fazla 72 olmalı mesela, bana göre, benim için yani, kilom o kadar zaten, buna su da dahil elbette, ve bol bol su içiyorum, bakalım işe yarayacak mı, biraz ucunu bıraksam hemen geri dönüşü oluyor, ibre yukarı doğru çıkmaya başlıyor, ne zaman bitecek tanrım bu azap!

***Dünkü az yemenin ödülü bu sabaha yansıyan eksi bir kilo, dün sabah ile bu sabah arasındaki fark, sabahı sabahla karşılaştırmak gerek, sabaha göre sabah, sabaha göre akşam ve akşama göre akşam karşılaştırmalarını yapmak gerekiyor, sıkı bir takiple, digital tartı ile, not almak daha iyi, tam tersi olsaydı, yani iki tabak fazladan yemiş olsaydım artı bir kilo olarak yansırdı, öyle oluyor yani, bir aşağı, bir yukarı yaşayıp gidiyoruz işte, bende hassas teraziye dönüştüm, hani biraz sıksam dişimi olacak gibi, şöyle bir müddet bu ritmde gitsem, keşke!

Baksanıza mide kelepçe ameliyatı olan olana, Allah saklasın, Allah insanın aklını başından almasın da, kendim için söylemedim yani, asla öyle bir şey düşünemem, kilo vermek için neler göze alınıyor anlamında söylemek istedim, Ozan Orhon yıllarca bu dertle uğraştı, akay gelinliğin sahibi Ermiya Akay, ki erkek ve 160 kiloymuş, kelepçeyi taktırdıktan sonra ölmüş, 2 yıl önce, böyle örnekler çok, son olarakta Işın Karaca ve Fatih Ürek yaptırmış, ikisi de kilo verdi, Fatih Ürek uzun zaman yoğun bakımda kalmış, o da ölümden dönmüş yani, belli ki ölümden, ölmekten korkmuş, yiyip içmek ciddi iş, ciddiye alınmalı, yani ben bu kadarda iradesiz, istikrarsız oluşu anlayamıyorum, bunu eğer bu kadar, ameliyat olacak kadar istiyorsan yediğini de azaltabilirsin, anlaşılır gibi değil.

***Bu nasıl iş ya, isteyen densiz istediği gibi gece gündüz müziği sonuna kadar açacak ve seni o sesten koruyan hiçbir birim yok, bu mu adalet, evime 200 metre uzaklıkta bir villa var, gece gündüz müzik açıyor, son ses, havuzda kudurup duruyorlar, yaz başladı beri öyle, ha bugün susar, ha yarın susar diye bekledik, suacağı yok, temmuz sonu oldu, insaf yani, kaç aydır kafa kalmadı bende, 155’i aradık, daha doğrusu oğlum aramış birkaç kez, ekip yolladık diyorlar, hikaye, bazen kapatıyor, bazen inadına daha da açıyor, münasebetsiz, görmemiş görmüş devrilmiş ölmüş, asıl aranması gereken yer 155 değil 153, belediyeymiş, aradım, çevre koruma bilmem nesine dilekçe verecekmişiz, gelip bizim evden ses ölçümü yapacaklarmış, o da bir ayı bulurmuş, ölme eşeğim ölme, zaten yaz biter olur biter, illa kapısına gidip kavga çıkarmamı istiyor olmalılar, 1 ayda iş mi çözülür, dün gece iki buçukta uyandım, yine açıktı müzik, yattım uyudum, onunla mı uğraşayım uykumun en tatlı zamanında.

Nereye gitsem bir arıza beni bulur zaten, onunla uğraşırım, geçen sene oturduğum yerde de bir araba manyağı vardı, arabayı bağırttırır dururdu geceleri, onu şikayet ederdim, demek ki burada da gerekliliğim varmış, ondan gelmişim, ben hayatta hiçbir şeyin tesadüf olduğuna inanmam, mutlaka bir nedeni, olması gereken bir sonucu vardır hayattaki her gelişmede, bir ben duymuyorum ya o sesi, senelerder dinliyorlar demek ki, eziyet çekiyorlar yani, her mahalleye lazım bir deli, yani benim gibisi, ilk işim çankaya belediyesi çevre koruma bilmem nesine baş vurmak olacak, onu mu dinleyeceğim, bela, bir aysa bir ay, önemli olan sonuç, yesin cezayı da görsün gününü, 5 bin liraya kadar cezası varmış, gerçi 5 bin lira ona dokunacakmış gibi görünmüyor ama olsun, hiçbir şey yapmamaktan iyidir sonuç olarak, hem çankaya belediyesine de kıyağım olsun, bir taşla iki kuş.

Maddi, manevi varlığımız konusuna geri gelirsek böyle inanıp böyle yaşadığım doğru, sadece et ve kemikten hasıl olduğumuza inanmıyorum, hiçbir zamanda inanmadım, bu benim genlerimde, var oluş kodlamamda mevcut, bir çocukken bile böyle düşünüyordum, hala öyle düşünüyorum, hepimizin bir beni var, bizden içeri, inanç sistemim güçlü olarak gelmişim dünyaya, dış görünüş ve davranışta öyle olmasa da içte bir yerlerimde maneviyat duygum güçlü, şimdilik daha fazla ayrıntı vermeyeyim, sonra bu karı uçmuş falan dersiniz, neme lazım, ama bir ben var benden içeru.

***Yazdığım günden beri müzik kesildi, hiç yok iki gündür, alışmıştık sese, büyük boşluk oldu hayatımızda, öyle olunca gitmedim belediyeye, bir daha başlarsa giderim.

***3. gün başladı, ama kısık sesle, hafiften duyuluyor, bu kadarına razıyım zaten, bangır bangır olmasın da, yeniden çoğaltmazsa elbette.

***Ev 30 dereceyi aştı, gece bile ancak 25 dereceye kadar düşebiliyor, aşağısı yok, unuttuk, bütün gece sabaha kadar her yer, bütün pencere, kapılar açık olmasına rağmen üstelik, haşlanma noktasına geldik sayılır, güneşle köşe kapmaca oynuyorum;))) Eksik olsun, her şeyin fazlası fazla;))) nefes alınmıyor sıcaktan. Daha da devam edecekmiş sıcaklar.

Ölümlerin en çok arttığı zaman bu zamanlar, sıcak günler, kalpleri iyi koruyup kollamak lazım, sıcaktan, çok yemekten, yormaktan sakınarak, en güzel korunma yöntemi sık sık veya sıcak saatlerde soğuk veya soğuğa yakın duş, bulantı, kusma, ishal varsa azami derecede dikkat, bunlar kalp krizi belirtileri, hani bir bu günleri sağlam atlatalım, ondan sonra ölüm mölüm işlemez bize;))) Zaten bu sıcakta ölü kaldırmak bile iş, millete eziyet etmemek için en iyisi kendini muhkem tutmak.

***Dün oğlum Ulus, Gülveren tarafında bir büyük kırtasiyeye gitmiş, adı elfo mu ne, arabayı yola dik park etmiş, düz koymasını söylemişler, her kimse, tekrar binip düz park etmiş, çıkmış arabadan, birkaç kez denemesine rağmen arabayı kumanda ile kapatamamış, geri dönüp anahtarla kapatmış ve gitmiş, kırtasiyenin camında da arabalarınıza dikkat edin anlamında ibareler varmış, haberlerde sık sık söyleniyor zaten, jammerlarla arabaların kapanmasının engellendiğini, neyse ki oğlum fark etmiş. Sanki arabada ne var, hiçbir şey, ama öyle bir müdahaleye maruz kalmak bile hoş değil.

Şimdi birde bu moda var ya Ankara’da, yollardan otopark parası alınırken dik park ediliyordu, şimdi düz, dik park edene artık ceza kesiliyor, polis epey para toparlamış bu işten, millet dik park etmeye alışmış nasıl olsa, dik park edene ceza, sinekten yağ çıkarmayı iyi biliyorlar, öyle de alırız böyle de diyorlar yani, milletin anasına koymaya alışkınlar nasıl olsa.

***Bu sıcak falan değil, bir alamet, bir facia, yaktı kavurdu hepimizi, hava durumu 38 diyor ama benim hissettiğim 68, milli facia alarmı verilmesi lazım, sıcaktan korunmak için sığınaklar falan oluşturulmalı.

Evde ısırık vakaları artınca cam, kapılar kontrollü açılmaya başlandı, uyurken dik olarak açıyoruz artık, sivrisinekte olabilir ama akşamları yarasalar ortalıkta cirit atıyor, hal böyle olunca ısı durumu daha fena. Yanyana iki ısırık olursa yarasa ısırığı olurmuş, kızımın belgesel bilgisinden.

***Gökyüzünde 7 retro devam ediyor, “gökyüzü yeryüzüne meydan okuyor” diyor Zeynep Turan, benim için de öyle şu an, her şey düzelmeye yönelik olarak karışmış durumda, bozuk saat günde iki kere doğruyu gösteriyor sonuç olarak, daha fazlasını bekleyemezsiniz, bugün dolunay, 31 temmuz, bilinmezlerin ortaya çıkış zamanı imiş.

“Dolunay senin silkelenmeni ve “ben ne kadar da gereksiz konulara zaman harcamışım” demeni sağlayacak.” demiş bu hafta boğalara, aynen öyle dedim, bilinmezlerin ortaya çıkışıyla hatırladım, ikinci tekrarda, nelerin ne için yaşandığını, neler olduğunu, hafızam tazelendi, bir daha da unutmam herhalde. Acırsan acınacak olursun diye boşuna dememişler.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *