Press "Enter" to skip to content

Gündem 1f ağustos’12

Esad?ı düşman ettikten sonra ikinci düşmanımızda belli oldu; İran; gözümüz aydın denemez herhalde bu habere. İran; Amerika ve İsrail?e karşı duruşundan dolayı Esad?ın yanında yer almış ve ?Türkiye?ye de sıra gelecek? demiş.  Burada bir yorum yapmayacağım artık; yorum size ait ama başbakanın yüzünün rengini pek beğenmedim; şafak atmış gibiydi. Gazetecileri suçlamaya devam ediyormuş; aleyhinde yazdıkları için; hatta onları tehdit etmiş; bir defterde adlarını yazdığına dair. Aba üstünden sopa gösteriyor; gazetecilere ve herkese. Bir diktatör olma yolunda büyük adımlar atmaya çalışıyor kendince ama unuttuğu bir şey var; burası bir diktatörya değil; cumhuriyetle yönetilen bir ülke; herkesin ve özellikle gazetecilerin onu eleştirme hakkı var. Onunsa o eleştirilerin ışığında kendini düzeltmeye çalışması gerek.
Bunu görüp algılayamayacak kadar bencil, ahmak ve cahil oluşu bu yaptıklarından; tehditlerinden çok daha kötü. Nasıl bir ülkenin başbakanı olduğunun bile farkında değil. Cumhuriyet bir toplu oluşum; bir toplu birlik; bir toplu kurtuluş, bir toplu uyanış; onun için Atatürk bize bu yönetim biçimini seçmiş; ?biri bir hataya düşerse diğeri onu dengeleyebilsin; kurtuluşa varılabilsin? diye. Çünkü bir cumhuriyette önemli olan kişilerin varlığını sürdürmesi değil; devletin varlığını sürdürmesidir; isimler değişir; yönetenler değişir; ama devlet ayakta kalır, kalmalıdır. Farklı sesler; farklı düşünceler cumhuriyetin sigortasıdır. Cumhuriyette herkesin konuşma; eleştirme hakkı var ve başbakan bunun bile farkında değil. Cahil; bundan öte ne denebilir bilmiyorum.
Haberleri açıp izlemeye gelmiyor artık; baştan sona kıyım, vahşet ve savaş dolu; başbakansa susun, görmeyin, konuşmayın diyor; daha nereye kadar görmeyeceğiz sayın başbakan; kendi ellerinizle savaşın ortasına attınız bizi; daha nereye kadar susacağız? Komşularımız arasındaki var olan itibarımızı yerle bir ettiniz; siz dikkatinizi gazetecilerin konuşmalarındansa komşu ülkelerin konuşma biçimlerine yöneltin; asıl sır orada saklı. Amerika?nın k.çını yalayacağım derken bütün komşularınız size düşman oldu; ?dikkat ederseniz bize demiyorum çünkü düşman oldukları biz, bu millet değil, sizsiniz; sizin bitmek bilmeyen amiyane tavırlarınız.? Amerika?da size postayı koydu; ?Türkiye her işe karışmasın? diyerek; ?dedim, dedim inanmadın; bak ne oldu şimdi? oldu. O gazetecilerin, milletin sesine biraz olsun kulak vermiş olsaydınız; tek akılla bir ülkenin yönetilmeyeceğine aklınız bassaydı bu iş buralara gelmezdi başbakan. Hata çok, hem de nasıl.
Açsın ve kendi iktidar olmadan önceki haberlerden herhangi bir günü izlesin; baksın bakalım bugünkü haberlere benziyor mu? Haberler o zaman şimdiki kadar bol savaş kokulu muymuş? O yetmezse iktidar olmadan önceki yılla bu yılın şehit oranını karşılaştırsın; baksın bakalım rakamlar birbirine yakın mı? Yoksa birbirinin kaç katı mıymış? Ve aldığı sonuçlardan ne anladığını bize açıklasın bir zahmet; sayesinde bizde anlamış oluruz neler olup bittiğini.
Biri başarısız olmuşsa ?başarısızsın? demek ne zaman suç ve günah oldu?
Demokraside yaşıyor olmasaydık; aykırı seslere ses çıkarma hakkı tanınmamış olsaydı sen o bulunduğun yerde olabilir miydin sayın başbakan? Orada olmanı demokrasi ile yönetiliyor olmamıza borçlusun. Demokrasi bu defada seni denemek istedi; sana şans tanıdı; denedi ve başarısız oldun; yerini terk etme sırası sana geldi; geliyor; buna hazır mısın? Demokrasinin gereği bu; vakti; orada kalış vaktini demokrasi belirliyor; sen değil. Burası bir padişahlık olsaydı senin dediğin gibi olur ve ilelebet oraya yerleşirdin elbette ama değil; orayı emaneten aldın ve senden sonra gelenlere emanet edeceksin; aldığın gibi.
*Emine Erdoğan Esma Esad?a dostluk (!) mesajları göndermiş; eski güzel günlerden bahsetmiş; ne demiş atalarımız; ?bükemediğin eli öpeceksin?;))) Akıllıca bir taktik;))) araya eşleri sokmak;)))
*Yemen?de 2008?de açılan El-Salih cami İslam dünyasının 4. Büyük camisiymiş. 44 bin kişi kapasiteli cami 6 minareli; minarelerin dördü 160 metre imiş. Milyonlarca dolara mal olan cami yapılırken büyük tartışmalara da yol açmış. Allah versin; bizde her gün; her yanda bu ve buna benzer nitelikte cami yapılıyor veya yapılması planlanıyor ama hiçbir tartışma olmuyor; bu camilerin maliyetleri hakkında; o cami maliyetlerinin bizlere yansıması hakkında; hepimizin ağızları düğümlenmiş sanki. Kul hakkının; büyüyen neslin hakkının camilere; taşa toprağa yatırıldığına dair. Yemen?den daha ilerici derecede gericileştik galiba. Kim ne derse ?amenna? çekiliyor; başım, gözüm üstüne; aykırı sesler yok.
Aslına bakılırsa benim çok daha iyi bir fikrim var bu konuda; başbakan nasıl olsa tiyatrolara; tiyatroculara taktı ya kafayı; eni sonu kapanacak tiyatrolar; boşa masraf olmasın; var olan tiyatro binalarını cami yapsak mesela;((( Sadece minare maliyeti ile kurtarırız paçayı;((( Bu bir hayal gibi gelebilir belki size ama ben hiç hayal olduğunu düşünmüyorum; çok yakın gelecekte olacak bütün bunlar; bu hızla ve gidişle gidersek elbette.
Sonrada çıksın ?2020 olimpiyatlarına adayız? desin. Ne ile? Hangi iyi yetişmiş sanatçın ile? Bu sorunun ne anlama geldiğini anlaması için İngiltere?deki olimpiyatların kapanış törenini izlemiş olması gerek. Keşke açılışına değil de kapanışına gitmiş olsaydı olimpiyatların; ne demek istediğimi belki biraz olsun anlardı. Sanatın; sanatçının neden geliştirilmesi gerektiğinin cevabı o kapanış töreninde açıkça ortadaydı. Diyelim ki Türkiye?de yapıldı 2020 olimpiyatları; hangi sanatçısı ile övünecek; onu öne çıkaracak başbakan? Dünya çapında kaç sanatçıya sahibiz; müzikte, sinemada, tiyatroda ve diğer sanat dallarında. Bu halde iken bile 20 adım gerisindeyiz dünyadaki sanatın; 8 yıl sonrası için hiç ihtimal göremiyorum ne yazık ki!
Sporu geç ; sporda; atletizmde halimiz zaten ortada; varsa yoksa futbol; bir yuvarlak; peşinde 22 ahmak; onların peşinde ise binlercesi. 2 kız son anda madalya aldı diye yüzümüz yeterince ağardı mı sizce?
O iki madalya yüzümüzü ağartmaya yeter mi? Yetti mi sizce? Ha bire cami yapacağına on bin, yirmi bin kişilik; bir tane düzgün atletizm sahası yapsın; hiç değilse Ankara?ya. Hala en az 30 yıl öncesinden kalma 19 mayıs spor tesislerindeki Naili Moran sahasında antrenman yapıyor ve yarışıyor atletler Ankara?da. Üstü açık sahada; yaz, kış. Ankara soğuğunda. Kışın bir taraftaki tribünün altı kullanılıyor antrenman için; ahırdan beter kokuyor; kokudan girilecek gibi değil kışları. Yüzlerce sporcu oluyor aynı anda o ufacık yerde; adım atsalar birbirlerine çarpıyorlar; nefes kokusu, ter kokusu; havasızlık birbirine karışıyor; harmanlanıyor; adeta ahır kokusuna dönüşüyor. Kışın ne zaman girsem geri kaçarım; duramam. Orada yetişiyor başkent Ankara?da sporcular; ciğerleri nefes alamadan. Sonrada soruyorlar; ?neden başarılı olamıyoruz?? Acaba neden? Ne verirsen onu alırsın; neden olacak?
Oradaki insanların; yetişmekte olan sporcuların fakirliğine; yeterince doyup doymadıkları konusuna hiç girmeyeceğim; nasıl olsa duymazlar; onların gözü Myanmar?da; Myanmar?daki fakirlikte. Ankara?daki; burunlarının dibindeki fakirliği, yoksulluğu görmez, görmek istemezler. Başkalarına ağlamak kendilerine üstünlük hissi sağlıyor olmalı! Birde para topluyorlarmış Myanmar?a üstüne üstlük;(((  Ama şu kadarını söyleyeyim; hocalarının çocukların ?yeterince? beslenebilmesi için evlerinde yumurta pişirip getirdiğine ve orada; o anda yumurtaların yendiğine; hocanın her gelişinde çocuklara kiloluk süt dağıttığına ve çantalarına koyarak evlerine götürdüklerine şahidim; defalarca; her gidişimde. Siz anlayabildiniz mi neden atletizmde başarılı olamadığımızı; bu anlattıklarımdan sonra?

”Bayram ne yazık ki Lübnan?a uğramıyor. Bir çocuğun bile bu kamplardan çıkması yasak. Bu yarım asırlık bir trajedi. BM çözüm arıyor sürekli kendi yöntemleriyle; ne kadar başarılı olacak bilemiyoruz. Arafat büyük bir adamdı; tanıyorum; bütün cephelerde birlikte bulunduk; defalarca görüştüm; Allah rahmet eylesin; onunla beraber İshak Rabin?de barış için uğraştı ve hayatını kaybetti; barış istemeyen insanlar onu öldürdüler. Metenyahu?nun da içinde bulunduğu Şahin kliği ve artçıları yine bu bölgede kan ve gözyaşı istiyor; nedense dünyada kendinden başka hiçbir şey tanımıyorlar; umarım tarih önünde hak ettiklerini bulacaklar ama Lübnan?da en büyük katliamı bizzat yaptırtan Şalom; İsrail, Filistin ve Gazze?de yine kanı başlattı. Umarım tarih önünde hesap verecektir. Sözüm yarım asırdır süren bu savaşın 30 yılını yaşayan bir göz tanığı olarak ne Yahudilere, ne Musevilere ne İsrail devletine. Sadece o devleti yöneten; zaman, zaman kendi milletini bile öldürmekten çekinmeyen; büyük İsrail hayali ile yaşayıp dünyada kendinden olmayan herkesi düşman gören zihniyete. O zihniyet umarım bir gün dünyada, tarih önünde hesabını verecektir. Çünkü yarım asırdır burada bir toplum işkence çekiyor; acı çekiyor; bu bayram gününde hayatta kalma mücadelesi veriyor.”

Bu sözler Coşkun Aral’a ait; Lübnan üstüne yaptığı bir belgeselden aldım. Buradaki Lübnan sözcüğünü kaldırıp yerine Türkiye sözcüğünü koysak anlam bakımından pek bir değişiklik olmazmış kanısındayım. Bizde yaşananların bir çoğuda Lübnan’da olduğu İsrail kaynaklı çünkü. Bütün mesele o ‘kutsal topraklara’ erişme projesi. Biliyorsunuz o kutsal topraklara güneydoğu; fırat ve diclenin arasıda dahil. O bölgedeki kaynamaların; kıyımların nedenleride bu; kutsal topraklar; başka birşey değil. İsrail Fİlistin’i işgal ederken önce topraklarını satın almakla işe başlamış. Ardından da bayrağını getirip dikmiş o topraklara. Bunun için; bu amaç için orada akan; akıtılan kanın haddi hesabı yok.
Türkiye’yi dünyadan; dünyada olup bitenlerin dışında tutmak mümkün değil. Aynı yöntemle bizim topraklarımıza göz dikmiş durumdalar. Türkiye’de yaşayan yahudilere para temin edilerek güneydoğu’dan toprak almaları sağlanıyor; günü geldiğinde; işgal edildiğinde ellerinden geri alınmak üzere. İsrailli kadınlar doğum zamanı yaklaştığında Türkiye’ye geliyorlar yıllardır; çocuklarının Türk vatandaşı olması için; bir gün üstlerine arsa alabilmek için. Şimdi pek çoğu o yaşa gelmiştir zaten.
Güneydoğu’da yaşayan kürt türklere arka çıkılıyor; arka çıkıyor Amerika ve İsrail iş birliği; o bölgeyi ve türk devletini biraz daha güçsüz düşürmek için. Ne kadar yorulup terlersek o kadar kolay olacak hesaplarına göre tepemize binmeleri. Kendi amaçlarının ilk adımı için kürtleri kışkırtıyorlar ama aslında orayı onlara bırakmak gibi bir niyetleri yok; hiç olmadı. Amaçları sadece zayıf düşürmek o bölgeyi; daha kolay bir lokma haline getirmek için. Bunun için kullandıkları piyon ise AKP. Önlerine attıkları 3-5 kuruş para karşılığında elbette. O bölgeyi koruyamama konusunda oldukça başarılı oluyor AKP gördüğünüz gibi. Etkili bir koruma sağlamıyor. Askeri; orduyuda bertaraf etti nasıl olsa birçoğunu içeri tıkarak. Güneydoğu sahipsiz ve korumasız bırakıldı özellikle hedeflenerek.
İstese Türkiye; Türk devleti -Bahçeli’nin her fırsatta dediği gibi- kandili; kandil dağını dümdüz edemez mi? Bunu sağlayacak mühimmatı ya da askeri mi yok? Şehitler, ölümler oluyor; 3 gün; göz boyamak için 3-5 gün operasyon düzenleniyor; sonra unutuluyor; arkası yok; yine şehitler oluyor; operasyon başlıyor; yine arkası yok; bir türlü sonuca gidilmiyor; neden; böyle bir amaç yok çünkü; onların; PKK lıların öldürülmesi değil yaşatılması gerek; hepsi danışıklı dövüş. Utanmadan her şehidin cenaze namazında saf tutuyorlar üstüne üstlük; bütün AKP kafilesi. Suratlarına tükürülesi insanlar. PKK’lıların öldürüdüğü askerin, sivilin hesabı yok; kaç PKK’lı öldürülüyor; öldürülebiliyor; hiç. Peki ya Uludere’deki köylüler neden öldürüldü? PKK’lıların öldürülmemesinin teminatını sağlamak için. İler tutar bir operasyon yapılabildi şimdiye kadar PKK’ya; onda da öldürülenler köylüler oldu. Siz inanıyor musunuz Türkiye’nin; Türk ordusunun PKK’yı bir türlü; 30 yıldır yenemediğine? Türkiye satıldı; satılıyor; 3-5 kuruşa üstelik; 3-5 namert sayesinde; Amerika’ya; İsrail’e.
Oynanan bütün oyunlar İsrail’in göz diktiği kutsal topraklar için gördüğünüz gibi; bizlere ise bütün bu oyuna seyirci kalmak düşüyor.
*Şehitlerimize ‘bir kaç Mehmet’ diyebilen bir zihniyetin bizden yana olduğuna aklınınız yatıyor mu Allah aşkına sizin? Benim kanıma; Türklüğüme dokundu; dokunuyor bu laf; size dokunmadı mı? Kantarın topuzunu iyice kaçırdılar bana kalırsa. Yüreklerinde olan kötülüğü daha aşikar eder hale geldiler. Bu sayede bizden yana değil İsrail’den; Amerika’dan yana olduklarını açıkça ortaya koymuyorlar mı sizcede? Bütün AKP’lilerin teker, teker çıkıyor foyaları ortaya. Yalancılıkları ve ikiyüzlülükleri ansızın; hiç fark etmedikleri bir anda ayan oluyor. Dervişin fikri neyse zikride o olurmuş; öylede oluyor zaten. 
Güneydoğu’daki mayınları 2010 yılında 49 yıllığına İsrail’e temizletmeye olumlu bakan bu hükümet değil miydi? Bu ‘müthiş’ fikir tepki toplayınca ‘fikirlerini’ geri çekmek zorunda kaldılar. Hatırlarsınız; İsrail Manavgat suyu için AKP ile uzun zaman masaya orurmuş ve bir sonuca varılamamıştı; bedavaya almak istemiş olmalılar. Mayın temizleme işini almış olsalardı bir taşla iki kuş vurmuş olacaklardı; manavgata para vermek yerine fırat ve diclenin suyunun üstüne bedavaya yatacaklardı. Ardındanda dikeceklerdi elbette bayraklarını güneydoğu anadoluya; bundan önce hep yaptıkları gibi. Filistin’de yaptıkları gibi. Siz hala AKP’nin İsrail’in çıkarlarını değilde Türkiye’nin çıkarlarını koruduğuna mı inanıyorsunuz? Onlar; AKP’liler; baştan ayağa; Türk değil İsrail’li; Türkçü değil; İsrailci. Siz ve sizin oylarınız hangi %50’nin içinde; İsrail taraftarı olan mı; olmayan mı? Siz siz olun; kendinize oy verecek başka bir parti seçin bana kalırsa; İsrail yanlısı olmayan; bu ülkenin devamlılığını istiyorsanız elbette.
Ehli müslim; dini bütün; adım attığı her yere cami yaptırmakla ün salmış; camilerden çıkmayan başbakanımız ve dahi cumhurbaşkanımız hacca gitmek konusunda neden bu kadar çekingen davranıyorlar? İstediği zaman ve sıklıkta hacca gitmek konusunda sıkıntıları mı var? Olanakları mı yok? Cami üstüne cami yaptıranların; bu denli ehli müslimlerin hiç olmazsa 3-5 kez hacca gitmiş olması beklenir; öyle değil mi? Ben başbakanın bir kez gittiğini görebildim internette; bu denli ‘dindar’; bir uçaktan diğer uçağa seyahat eden bir adamın on yılda on kez hacca gitmiş olması beklenmez mi sizce de?
Bu nasıl bir tesadüftür ki; cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de hacca gitmemiş. Fethullah Gülen’de hacca gitmediğine göre; bu üçlünün hacca gitmemeleri dışında ne gibi ortak yanları var; bu can ciğer kuzu sarması hallerinin; karşılıklı ağlaşmalarının; uzaktan uzağa meleşmelerinin kaynağı nedir? İsrail dostu olmaları mı? Yoksa ailelerinin kökenlerinin yahudi olması mı?
Turgut Özal da gitmeyi istemiş hacca ama vakti olmamış bir türlü! 12 Eylül sonrası baştakilerin hacca gitmekle ilgili genel bir problemi olmalı.
Bu yahudilik ve İsrail taraftarlığı ile ilgili yazdıklarım hiç öyle ufak; yenir yutulur şeyler değil. Bunlar çekirgenin kaçıncı sıçrayışı; hep İsrail’den yana. Altın bir tepside bizi; topraklarımızı İsrail’e sunmak gibi bir niyet seziliyor ortamda. Bu gidişat sanılanın çok ötesinde tehlikeli. Bizi yok etme planları yapılıyor el altından. Vatan sevgisi; vatanperverlik hala kaldıysa biraz olsun içimizde bunları bir şaka gibi görmememiz gerek.  İşin ciddiyetinin farkında olmalıyız artık.
*Eylül yaklaştı; 4+4+4 konusunda işler yine kızıştı. Benimde çorbada tuzum olsun bir nebze. 60 ve 66 aylık ‘bebekler’ okula alınacaklarmış; biliyorsunuz. Şimdi altıncı sınıfa gidecek olan kızım hesap ettim 70 aylıkken okula başlamış. Şu ana kadar hep sınıfının yaş olarak en küçüğü oldu. Gelişim açısından da öyle sayılır. Yani 80-82 aylıklarla aynı anda okula başlamış kızım. Aralık doğumlu çünkü. 2001 yılı. Başlarken yaşı konusunda tereddüt etsemde kızım ‘okula gidicem’ diye tutturunca yazdırdım. 
Berbat bir öğretmene düştü; bize okul açılırken ders amacıyla kullanılmak üzere projeksiyon makinesi aldırdı; sonra ise bütün gün çizgi film izletti. Kızımı almak için okula geldiğimde perdeler kapalı; sınıf ışıksız bir biçimde çizgi film izlediklerini görürdüm. Zil çalmaya yakın öğretmeni elinde çayla bir yerden gelirdi; ardından sınıf dağılırdı. Yani çizgi filmi açıp çocukları sınıfta yalnız bırakırdı. Ders açığını kapatmak içinse sayfalarca ödev verirdi. Bütün gece ders yapmak zorunda kalırdık kızımla. Kızım solak; sol elindeki damarları hala belirgin bir halde; o zaman bu denli yazı yazmaya zorlandığı için. O yorulmasın; damarları daha çok çıkmasın diye onun yerine yazasım gelirdi ama anlaşılmasından korkar, yazamazdım.
Öğretmeniyle sürtüştüm; kızımı tokatlamış 1,2 kez; bilemediği için; tayfun estirdim sınıfta. Başka çocuklarıda tokatlıyordu zaten hımbıl. Kızım kaldıramadı okul temposunu; 3 gün gittiysek okula 15 gün gitmedik. Birinci sınıftayken toplamda bir, iki ay okula gitmişsek iyi yani; o kadar devamsızlık yaptık. Uyanamadı, kalkamadı, yoruldu, gitmek istemedi, arkadaşlarıyla gerekli iletişimi kuramadı; onlara ayak uyduramadı; dışlandı; mutsuz oldu vs. Bütün bu mutsuzlukları, zorlanmaları onunla birlikte bende yaşadım doğal olarak. Önce sınıf, sonra okul değiştirmek zorunda kaldım. 
Okulla ve arkadaşlarıyla olan ilişkisi hala tam olarak yerine oturmuş değil. Çünkü sınıfındakiler ondan 1 yaş büyük; onlarla baş edemiyor. Eziyorlar o veya bu şekilde. Göze çarpmaya; sivrilmeye kalktığında törpülüyorlar bir güzel. Kendilerinden ileri geçmesine tahammül edemiyor ve izinde vermiyorlar işin kötüsü. Anında dışlayıp bir köşeye sıkıştırıyorlar. Yönetimi ele geçirmiş durumdalar sınıfta. Her sınıf kendi içinde ayrı bir dünya ve erk savaşları var doğal olarak. Gereksiz yere yıprandı anlayacağınız. Okullar açılacak; yine tedirginlikleri depreşti bu ara; hep o konuya; okula; arkadaşlarıyla olan ilişkisine getiriyor lafı. Hala arayışta aklı; başka okula gitmek istiyor; okul değiştirmek istiyor; sorunun okuldan kaynaklandığını sanıyor. Beklediği; hak ettiği kabulü görmüyor bir türlü kızım arkadaşları arasında; dışlıyorlar; guruplarına almıyorlar; beğenmiyorlar çünkü kızım onlarla yaşıt değil; onlarla bir ayar olamıyor. Çözümü herkesle arayı iyi tutmakta bulmuş kızım; biri veya bir gurup dışladığında diğerlerine kaçıyormuş.
O bir yıl; bir yaş okula erken gidiş kızımın bütün hayatı üstünde olumsuz etkiler yaptı ve yapmaya devam edecek. En basitinden kişilik bozukluğuna uğrattı şimdiden kızımı; ilişkilerini sürdürebilmek için bir yanar döner olma yolunu seçmiş kızım; ve bunun böyle olduğunu kendi ifade ediyor; ne yaşadığının; neler yaşadığının bilincinde; bu bile yeter neler yaşadığını; ne sıkıntılar geçirdiğini anlamak için.
Kızım 70 aylık başlamışken biz bunları yaşadık; 60 aylık başlasa daha neler olurdu kim bilir? Şu an için ders yaptırmayacağız zırvalarını söylüyorlar; üç yıl sonra bu söylediklerini hatırlıyor olacaklar mı bakalım? Ders yaptırmayacaklarsa madem niye okula başlatıyorlar; bu erken başlatmadaki amaç nedir? Çocuk oyununu evinde oynayamıyor mu? Kendilerinin ne yaptıklarından haberi var mı acaba; çok merak ediyorum doğrusu. Hangi sınıfın içini yeterince denetleyebiliyorlar; denetleyebilseler kızım bütün bunları yaşamazdı herhalde. O sınıfa girildikten sonra çocuk öğretmenin insafına kalıyor.
Sonra bu erken okula başlama gelişimlerinide etkileyecek; uyku uyumaları; dinlenmeleri gereken süreçte uyanık kalmaları gerekecek ve yeterince büyüyemeyecekler. Ne istiyorlar el kadar çocuklardan; bir anlayabilsem.
Benim yaşadıklarım bunlar bu konuda; kıssadan hisse; anlamak isteyene.
Bizim okula da imam hatip açıldı ise işimiz yaş; tası tarağı toplayıp gitmek düşer bize; daha nereye kadar gideceksek? Ya da kalıp direnmek. Ama bu konuda hiç şansım olacağını sanmıyorum çünkü sınıfın velilerinin neredeyse hepsi kapalıymış; haziranda okul kapanırken bitirme balosunda gördüm; öncesinde tanımıyordum velileri. Zaten öyle bir sınıfta okumamalı kızım.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *