Press "Enter" to skip to content

Yemek İpuçları

Nedense meyvelerin lezzetli olanı hep sonradan geleni oluyor. İlk çıkan can eriği, ardından gelecek olan papaz eriği kadar lezzetli değil. İlk çıkan Napolyon kirazı ise Salihli kirazı kadar lezzetli değil. Tokalı kayısı şekerpare kayısı kadar lezzetli değil. Yeni çıktığında almayıp biraz sabrederseniz hem daha ucuza hem de daha lezzetli olanını alırsınız.  Bütün meyve sebzelerinizi mevsiminde ve bol olduğunda tüketin.  Çok daha da lezzetlive ucuz mevsiminde alınan meyve ve sebzeler. Portakalda da waşington değil finike lezzetli.
Sıcak yaz günlerinde ve normalde yemeklerinizin çabucak bozulmaması için sıcak tencereyi içinde buz ve su olan büyük bir kabın içine veya direkt buzun üstüne oturtun ve dışarda çok bekletmeden dolaba kaldırın. Bu işlemi yiyeceğinizden fazlasını küçük bir tencereye alarakta uygulayabilirsiniz. Bu durumda küçük tencereyi soğutup kaldırmanız yeterli olacaktır. Özellikle kırmızı mercimek çorbası ve bulgur pilavı çok çabuk bozulurlar. Duru iri bulgur diğer bulgurlar gibi çabuk bozulmuyor. Nedendir bilmem. Buzları büyük kaplarda dondurabilirsiniz. Dolaptan çıkardığınız tenceredeki yiyeceğin fazlasını ısıtmadan önce küçük bir tencereye alın, yemeğinizi ondan sonra ısıtın. Ayırdığınız küçük tencereyi dolaba yerleştirip büyük olan tencereyi ısıtın ki yemek dolabınızda fazladan yer işgal etmesin.
Sebze suyu. Maydanozun saplarını atmak yerine yıkayın ve kaynatın. Çorbalarınıza lezzet verecektir. Diğer mutfak atıkları da; domates, havuç kabuğu, limon kabuğu vs.  Soyuyorsanız elmanın, armudun, ayvanın kabuklarını, kabuk tarçın ve/veya karanfille kaynatın, balla tatlandırıp veya tatlandırmadan için. Sonra kullanacaksanız kaloriferin yakınında kurutun. Meyve çayını sevenler için. Ot çaylarınızı tatlandırmakta da kullanabilirsiniz.
Beyaz peynirinizi plastik kutuda değilde naylon poşette veya teneke kutuda alın. Plastik kutudaki peynirlerde kutu hava alabiliyor, gaz yapıyor, şişiyor; peynir ekşiyebiliyor. Ayrıca bazı meraklılar marketlerde plastik kutuyu açıp bakıyor, hatta tadıyorlar.  Teneke kutuların şişkin olmamasına da dikkat edin. Tadı bozuk olabilir.
Domatesi yıkamadan kaba yerleştirin ve mutfağın bir köşesinde bekletin. Buzdolabında dayandığından çok daha uzun süre dayanır ve daha lezzetli kalır. Buzdolabına koymak sebzelerin doğasını bozuyor, tatları acılaşıyor. Sıcakta yetişen sebzeyi soğuğa koyarak şoka uğratıyoruz. Domatesinizi satın alırken saplarını ayıklayarak alın ve saplardan zedelenmiş olanlar varsa almayın.
Karpuzu uzunlamasına değil de enlemesine keserseniz artan parça buzdolabınızda çok fazla yer işgal etmemiş olur. Bir tencere kadar yer kaplar olsa olsa.
Pişirme kağıtları elim ayağım oldu. Fırında ne pişirsem pişirme kağıdıyla pişiriyorum. Tavuk, et, balık, hamur işleri. Bulaşık derdini azaltmakta birebir. Cook marka pişirme kâğıdı diğerlerinden daha kaliteli idi; o da bozmuş kalitesini.
Teflon tava ve tecereleri pek kullanmamak lazım. Çelik tava ve tencereler çok daha sağlıklı ve ekonomik. Bir kere alıyorsunuz; kullanım hakkınız sınırsız. Oysa teflon öyle değil. Bir iki yerinden çizilse atmak zorundasınız. Hem sağlıklı da değil. Yapışacağını düşünüyorsanız yumurta gibi yiyeceklerin yağı yeterli geldiği ve yeterince ısındığı sürece yapışmaz. Çelik tencere, tava alırken çelik oranına ve içi ile dışının aynı oranda parlak olup olmadığına dikkat edin. Bazı tencereler çelik diye satılıyor ama alaşım çıkıyor. Bazı tencerelerin içi çelik olmuyor. Bu hileler en çok tefallerde oluyor. Tefal sesame tencerenin iç ve dış rengi, parlaklığı bir değil. 18/10 gibi çelik oranı yazar tencerelerin altında. Ona dikkat edin.
Mısır şuruplu tatlıları, şeker katkılı maddeleri dışarıdan alıp yemektense ara sıra nefsi köreltmek için tatlı bir şeyler yapmak gerek. Üstelik şeker oranının ayarı da sizin elinizde. Yoksa eninde sonunda dışarıdakileri canınız çekecektir. Sizin çekmedi diyelim; çocuğunuzun çekecek. Onları görmemek, yok saymak gibi bir seçeneğimiz yok. Her an gözümüzün önündeler. Üstelik evde yaptığınızda çok daha ucuz. Dışarıdan aldığınızın fiyatı evde yaptığınızın en az 5 katı pahalı. Sütlü tatlı yaptığınızda soğurken kaselerin üstünü bir kapakla kaptırsanız kaymaklanmaz. Yani sertleşmez.
Ispanağı 1-2 bağdan fazla almamak gerek. Çok olduğunda iş uzuyor ve insanın gözüne büyüyor. Bir dahaki sefere ıspanak almayı canınız çekmiyor. Öğünlük alıp pişirmek daha akılcı. Az, az sık, sık. Kendinizi bıktırmadan.
Hazırlarken önce ayıklayın, ben sadece yapraklarını kullanırım, su dolu kapta en az 3,5 kez yıkayın, Her seferinde süzgece alın. Üstünde yapışık çamurlar olabileceği için son suyunun içinde tek tek elinizle yoklayabilir, ovalayabilirsiniz. Su kirlenirse 1 kez daha yıkayın. Bütün bu işlemler uzun süreceğinden oturarak yapmanızı tavsiye ederim. Kurutucuda çevirin.
Bence mutfaktaki en önemli iş yıkama işi. Meyve, sebze yıkama işi elbette. Ne tembeller gördüm; yıkama işinden kurtarmak için meyve almak yerine hazır meyve suları alıyorlardı. Sudan tasarruf için meyve ve sebzeleri birbirinin peşi sıra yıkarım; su kabı yardımıyla. Elma yıkıyorsam eğer teker teker ovalayarak yıkar ve biriken ilk suyunu dökerim. İkinci suyunu dökmem; o suyla mandalina, portakalı yıkarım. Veya maydanozun dolu kaptaki ikinci suyuyla rokayı, rokanın ikinci suyuyla ıspanağı gibi. En son kalan suyu da dökmem, bekletirim, gün içinde biriken süt tenceresini veya yemek tencerelerini ıslatmakta kullanırım.  
Birde doğrama işini mutlaka yıkamadan sonra yaparım. Bazı yemek programlarında bakıyorum pırasayı, ıspanağı, marulu önce doğrayıp sonra suyun içine batırıyorlar. Çok yanlış. Sebzenin bütün vitamini suya gider. Ispanağı saplarını ayıkladıktan sonra 5-10 kez suya batırarak yıkar, kurutur öyle doğrarım. Marulu 2 kez elimde tek tek yıkar, kurutur öyle doğrarım. Pırasayı başını keser, 1 kat soyar, beyaz kısmını bütün halinde, yeşil kısmını aralarını açarak yıkar öyle doğrarım. Yeşil fasulyeyi birkaç defa suya batırarak yıkadıktan sonra ayıklar, kırarım. Patatesi önce iyice yıkar, soyar ve sudan geçiririm. Sebzelerimin vitaminini yıkama suyuna asla geçirmem. Hem bana daha çok kirlenirmiş gibi geliyor öyle yapıldığında.
Dut, çilek gibi nazik meyveleri yıkarken önce kabı su ile doldurur, sonra meyveyi koyarım. Kirliliğine göre 2 veya 3 kez yıkarım. Kayısıyı, elmayı, şeftaliyi, inciri, akan suyun altında iki kez tek tek ovalayarak, 3. yıkamada su dolu kapta durulayarak, kirazı, eriği, mandalinayı, portakalı tek tek yıkananlardan su dolan kapta yıkarım. Son yıkama suyu temiz olur mutlaka. 
*Mantarı kuru temizlemeyi öneriyorlar. Ben dün yaptım, bayağı uğraştırdı. Kuru, kullanılmamış bir bulaşık süngeriyle sert darbelerle sürterek temizleniyor. Suya girdiğinde anında bütün suyu içine çekiyor çünkü. Ve yine bu ?emici? özelliğinden dolayı radyasyonu içinde barındırdığı için nükleer tehlike zamanlarında pek rağbet görmezmiş mantarlar. Bu not başka bir bilgiden. Ayrıca mantar d vitamini içeriyor. Temizlerken ara ara elinizi yıkayıp kurularsanız elinizden tekrar kirlenmezler. Saplarından ince bir parça kesip atmakta fayda var. Altı kirli olabilir. En sonunda önce sapını sonra kendini ince dilimleyin.
*Lor peyniri faydalıymış. Dr. Öz?de sık sık geçiyor adı.   
*Eskiden aldığım tereyağlarına ?katı yağ? diye elim varmadığı için çoğunlukla hiç ellenmeden son kullanma tarihi geçer ve çöpe giderdi. Artık eskisi kadar katı değilim tereyağı konusunda. Kullanıyorum; hem de sıklıkla. Farklı bir hoş kokusu ve yumuşaklığı var. Yumurtada, pilavda, hamur işlerinde, patates püresinde; fındık yağı ve/veya sızma zeytinyağı ile yarı yarıya.
*Soğanı asla rendelemeyin. Köfteye bile. Ufak ufak doğrayın veya robottan geçirin. Rendelendiğinde acılaşır soğanın tadı. Sarımsağı doğrayarak değil ezerek kullanın. Havanda değilde araya sıkıştırarak ezen aletler daha kullanışlı. Veya rendeleyin.
*Sütü kaynamaya yakın karıştırırsanız sütünüz bozulmaz. Özellikle yaz aylarında tam kaynamayan sütler bozuluyor.
*Taze otları muhafaza etmek için saplarından bağlayın; baş aşağı asarak kurutun; kapaklı kaplarda saklayın. Sarımsakta aynı şekilde saklanıyor; havada asarak; ama tersten değil; düzden.
*Fırına su kabı koyulduğunda keklerin kabarmasını engelleyebiliyor; en iyisi hiç kullanmamak fırında su kabı. Başka bir sayfada ‘su kabı koyun’ diye yazdığımı hatırlıyorum ama nerede yazdığımı bulmam çok zor; bu yazı ile diğer yazıyı iptal edebiliyorumdur umarım.
sarmısağı rendelemek veya havanda dövmektense bir sarmısak ezeceği ile ezmek daha pratik.
Ateş üstünde közlenen kırmızıbiberin kolay soyulması için sıcakken kapalı bir kapta bekletin. Kağıt havlu içinde el değmeden temizlenebilir.
Demir tencereler sakıncalı deniyor; vücutta çok demir birikmesine neden oluyormuş.
Turbu birde incecik dilimleyerek yemeyi deneyin; farklı gelebilir. Bıçakla da doğranabilir.
Kemik suyu; ortadan kırılmış ilikli kaval kemiği 1 gece suda bekletilir; dolapta; kanlı suyunu bırakır; suyu dökülür; yeniden soğuk su doldurulup kaynatılır. Suya ayrıca kereviz, soğan konur. Pilav ve et yemeklerinde kullanılır.
Lor peyniri; 1 litre süt kaynama noktasına geldiğinde içine yarım limon sıkılır; ayrışana dek karıştırarak pişirilir. Ilınınca ince süzgeçten geçirilir.   
Ekşi krema süzme yoğurt ve limondan oluşturulabilir. 
Taze fasulye; enli ve uzun bir fasulye cinsi olan çalı fasulyesi sert oluyor; iyi pişmiyor. Sırık fasulye de sert ve telli bir fasulye cinsi; fasulyeyi ilkm çıktığında; yani nisan ayında ince ve uzun bir cins olan şeker fasulyeden pişirmek; mayıs ayında iri taneli boncuk fasulyeye geçiş yapmak gerek. En iyi olan boncuk fasulye.
Haşlamalık kuzu gerdan eti  en lezzetli et.
Enginar; saklanmak için dolaba konmaz; sertleşir; sapı suya konarak saklanır; çiçek gibi; ayıklamak için sapı kesilir; yaprakları elle koparılır; yaprak azalınca üstü kesilir; dörde bölünür; tüylü kısmı ve istenirse yaprakları da atılır; unlu, limonlu suya konur. Kabukları kaynatılır; limon katılarak içilir; soğuk bir şekilde. 
Sarımsağı buzdolabında tutmayın; çabuk çilleniyor nemin etkisiyle; taze  bezelyede dolaba konduğunda sertleşiyor.
Haşladığınız yumurtayı kendi ısısında; suyunda, buharında bekletirseniz sarısı yeşillenmez. 
Mutfakta kurulama bezlerini temiz tutmak iş; her kullanımda da kağıt kullanmak israf; ben şöyle bir çözüm buldum buna; rulo havlu ile kuruluyorum masayı; öylece; açmadan; gerektiğinde de kullanıyorum; böylece tazeleniyor; yıpranmış yapraklar gidiyor. Böylece uzun bir zaman dayanıyor bir rulo havlu. 
 
yemek kitapları
 
Beceriksizim, yeteneksizim, bilgisizim, üstüne üstlük sevmiyorum yemek yapmasını. Sıkılıyorum yemek yaparken. Her gün aynı şey. Ne pişiriceğini düşün, pişir, ertesi gün yine aynı şey. Mutfağa girince sıkıntı basıyor beni. O yüzden de olması gereken tadı veremiyorum. Yapılacak onca güzel şey, gezip tozmak varken tıkıl 4 metre karelik mutfağa, ha babam yemek yap. Hiç bana göre değil. Hem her kadın yemek yapma konusunda yetenekli olacak diye bir şey yok ki! Her erkek her konuda yetenekli mi?
Yapamıyorum, elimde değil. Ömrünüzün ilk 25 yılını bu işleri tasa etmeden geçirince hep öyle devam edecekmiş gibi geliyor. Ama gel gör ki gerçek yaşam bambaşka. 25 yaşından sonra zorunlu olarak yapılınca ancak bu kadar oluyor işte. Evlendin madem yemek yapacaksın, buyur buradan yak! ?Kolaysa sen yap? diyeceksin, denmiyor, vazife icabı. 20 yıldır yemek yapmak ile cebelleşiyorum, sonuç olumsuz. Bu şartlar altında, kendime rağmen 3 çocuk büyütmeye çabalıyorum. Bu da bir meziyet. En azından pes etmiyor, geri kaçmıyorum. Kendi kendimle inatla cebelleşiyorum.
Bir türlü kabarmayan kekleri, altı pişmemiş veya yanmış tatsız tuzsuz börekleri çöpe atmaktan gına geldim. Çareyi keklerin içine bakmamakta buldum. Gördükçe fenalık geliyor bana. Çocuklarım ?pişmiş mi? diye bana gösterdiklerinde keke hiç bakmadan bana sormamalarını, pişmemişse yememelerini öğütlüyorum, bir iki gün duruyor ve elime almaktan irkilerek çöpe atıyorum. Bir sonraki denemeye kadar, sonra yine aynı şeyler. Niyetim kötü değil ama sonuç ortada. Namazda gözün olmayınca ezanda kulağın olmuyor vesselam. Bir işe kendini tam anlamıyla vermeyince terslikler birbirini kovalıyor.
Çaba göstermedim zannetmeyin. Piyasadaki en pahalı yemek kitaplarını aldım. Denedim, yapmaya çalıştım, sonuç yine aynı. Hala almaya devam ediyorum. İnat ettim, o kadar abarttım ki bu işi, basılan yemek kitapları konusunda oldukça bilgi sahibi oldum. Beceriksizim ama damak tadımı iyi bilirim. Bunca kitap arasında ?işte bu benim damak tadıma biraz olsun hitap ediyor? diyebileceğim bir yemek kitabına rastlamadım.
Yabancı yazarların yemek kitaplarıyla ilgilenmiyorum çünkü onların damak tatları bizimkilerden apayrı. Benim aradığım bilinenden, klasik tatlardan biraz daha özel tatlar. Yenilikçi tatlar. Ne yazık ki yok. Ben bulamadım. Ama aramaktan vazgeçmiş değilim. Hala arıyorum. Yanlış anlaşılmasın, aradığım pie(pay), muffin, cheseecake, tart, kiş, tagliatelle, tortellini, karides, parfe, mus, sufle, tiramisu tarifleri veren yabancı özentili kitaplar değil. Karidesi ağzıma sürmem. Meyveyi tart yapmadan doğal haliyle tüketirim. Diğerleriyle de hiç işim olmaz. Buram, buram kokan, öz be öz Türk yemekleri arıyorum, kendi damak tadımda.
Ekrem Muhittin Yeğen?in, Tuğrul Şavkay? ın, Leman Cılızoğlu Eryılmaz?ın yemekleri güzel ama hep aynı klasik yemekler, farklı bir tat yok. Cemaliye Tüter? in Açıklamalı Yemek Kitabı?ndan oldukça faydalandım zamanında. Şimdiye kadar denediğim ve sonuç aldığım en iyi kitaplar onlar oldu. Kullanılmaktan dağılıp ciltleri yıpranmaya başlayınca, kullanmaktan sıkıldığım kanısına varıp yerine yeni kitaplar alıp onu bir başkasına verdim. Onun yerini tutmadılar. Daha fazlasını istedim, hata etmişim, onun gibisine bir daha rastlamadım. Daha iyisini bulamıyorum. Yeniden almalıyım sanırım. Ama oldukça pahalı ve bir sürü gereksiz bilgi var içinde. Sadeleştirilmeli bence.
Şimdi yemek kitaplığımı süsleyen pek çok kitabım var ama toplasan hepsi bir Cemaliye Tüter etmez. Yemek kitabı yazan kişinin yemekle pişmiş olması lazım. Yemekle yoğrulmuş olması lazım. Yemek kitabı yazmak profesyonellik ister. Her yemek yapabilen yemek kitabı yazacak olsa ortalık yemek kitabından geçilmezdi. Gerçi öyle, ortalık yemek kitabı yazandan geçilmiyor. Çalışırken yemek yapmaya vakit bulamayan emekli olduktan sonra boş kalınca sıkıntıdan yemek kitabı yazanlar, 20?lik tecrübesiz, yemek bilgisiz ve damak tatsız genç kadınlar, kendini şef sanan ünlü isimler, mankenler, sunucular, derken yemek kitapları piyasası allak bullak. Birde aman yemeyin, şunu yiyin, şunu yemeyin diyen doktorların, diyetisyenlerin, kel alakaların kitapları eklenince sayı oldukça kabarıklaşıyor. Bir Türk?le evli olan, adının ?yabancı? olmasından başka bir niteliği bulunmayan yabancıların yazdıkları kitaplar. Duyan gelmiş anlayacağınız. Kopyala, yapıştır, sür piyasaya. Hiçbir özgünlük yok.
Bu beceriksizliğimle bile benim yaptığım yemekler onların tariflerinden kat kat lezzetlidir. Buna kalıbımı basarım. Hangi akla hizmetle ve ne cesaretle yemek kitabı yazmaya yelteniyorlar bilmem. Herkes her şeyi yapabilir diye bir şey mi var? Alla, pulla, cilala, koy tezgâha. Yok böyle bir densizlik. İnsanların cebinden para çalmanın bir başka yolu. Karşılığında bir şey vermeyip para alıyorsan bu hırsızlık değil de nedir? İşin bir başka boyutu da kitabı alan kişinin çaresizliği. Kitabı alıyor ama yine yemek yapmayı beceremiyor, benim gibi. Yazık o insanlara. Giden parasının derdinde değil. Çoğunlukla aldatıldığının da farkında değil. Aklı neden hala yemek yapmayı beceremediğinde! Onca malzeme, emek heba oluyor. Hepsini toplatıp seka?ya vermekte fayda var. Milli ekonomiye büyük katkısı olur bu uygulamanın. Kağıt dönüşümü açısından değil ziyan olan malzemeden dolayı!:)
Bilgisizliklerine rağmen ödül almış olduklarını görünce alıyorsunuz kitabı, ödülüne güvenerek. ?Körlerle sağırlar birbirlerini ağırlar ödülü? almış olduğunu nereden bileceksiniz? Fotoğrafta 3 kişi yanyana gelmiş, ellerinde bir plaket, oldu mu sana ödül! Aldatmanın kitabını yazmışlar, yemek kitabı değil! ?Çarşıdan aldım ödüllü, eve geldim kim verdi buna bu ödülü?? oluyorsunuz, ister istemez. Pişiriyorsunuz, okuyorsunuz her tarif bir diğerinden kötü. Rafımda boşa yer tutan, hiç eskimeyen, kullanılmaktan dağılıp ciltleri yıpranmayan sözüm ona yemek kitapları dolu. Yemek kitabı dediğin eskimeli, dağılmalı, yeri geldiğinde una, suya bulanmalı. Benim raflarımdakilerin hepsi yepyeni. Ama yeni almadım onları. Ellenmemiş oldukları, onlarla yemek pişirilmemiş olduğu besbelli. Bir işe yaramadıkları ortada. Gerçek yemek kitabı olmadıkları. Hiçbiri bana yemek yapma coşkusu vermiyor. Hatta içimde var olan coşkuyu da söküp attılar.
En son bardağı taşıran damla yeni aldığım yemek kitabıyla oldu. Yazarın yaşına güvendim bu seferde. Kadındır, bilgilidir, bilgedir diye, nerde? Kitap güzel, baskı nefis, gel gör ki damak tadı sıfır. Kullandığı tek tat verici tuzot. Tuzot?tan reklam almış olmalı. Bunu o söylemeden ben de koyabilirim yemeklerime. Hiçbir özgünlük yok. Götürüp geri vereceğim. İşime yaramayan bir yemek kitabı daha istemiyorum rafımda. Bir kitaptan bir işe yarar tarif bulsam bu bile benim için yeterli aslında. Çok şey beklemiyorum. Ama o bile yok.
Götürüp iade ettim gerçektende. Yerine aldığım yemek kitabını beğendim. İstanbul Mutfakta. Kuşe kağıda basılmış, fotoğrafların, dizaynın ve tariflerin enfes bir yemek kitabı. Bilinen klasik tariflerin yeni sunumları. İştah kabartıcı, her haliyle. Yemekler özel olarak seçilmiş, şef tarifleri. Tam aradığım gibi. Sıvadım kolları, iş başına. Sonuçlar iyi ama başlıbaşına yeterli olur mu derseniz olmaz, bir Cemaliye Tüter kitabının yerini tutmaz, çünkü onda aklınıza gelebilecek her tarif var. Bir su böreği tarifi bulamazsınız mesela.
İnternette de bir dolu yemek tarifi sitesi var ama ben böyle alışkın değilim. Kitabı elime almalı, yemeği hazırlarken ve pişirirken defalarca dönüp, dönüp bir daha okumalıyım tarifi. Bana uygun değil.
Televizyonda yayınlanan yemek tarifleri ise tamamen yasaklanmalı. Dün bir kanalda keşkek tarifi verdiler, epeydir duyuyordum, merak ettim, yaptım. Yapmaz olaydım. 50 yıl öncesinin yokluk zamanından kalma bir karışım. Buğday ve et. Pirincin, bulgurun bulunmadığı veya alınamadığı zamanlardan kalmış olmalı tarif. Koyduğum ete acıdım ve zoraki yedim. Çocuklarım sadece tadına bakmakla yetindi. Eskiden var olan her tatların yöresel tatlar altında yaşatılması mecburi mi? Mademki bir şeye benzemiyor, ört üstünü uyusun. Rastgele insanlar çıkıyorlar ve rastgele tarifler veriyorlar. Araştırma, inceleme, ön hazırlık yapma diye bir şey yok. Kanıp yapmamak lazım. Her kanalın bir tat uzmanı, gurmesi olmalı. Nerede bizde o günler.
Home tv’deki ‘Her Gün Yemek’ programındaki yemek tafleri oldukça iyi. Tavsiye ederim. Oldukça işime yaradı.
Kasım’12
2 yıl olmuş yukarıdaki yazıyı yazalı; geçen gün yine yemek kitabı alma krizim tuttu; kaç kitapçıda saatlerce oyalandım; kitapların hepsi jelatinli; cilalı, kıyak kitaplar; al beni, al beni diyorlar bana; hepsi 60-70 lira; tanesi yani; dışından baktım, baktım; gözümü karartıp bir tanesini aldım; çıkacağım; oğlum haklı olarak ‘anne ev yemek kitabı dolu; hiç değilse içine bak’ deyince aklıma yattı; açtım jelatinlerini; baktım; hiçbirinde doğru dürüst bir tarif yok; cila-boya baştan sona. Bıraktım ve çıktım; iyi ki almamışım; almış olsam yine raf süslemekten başka bir işe yaramayacaktı; en iyisi benim tariflerim; sizede onları tavsiye ederim; 2 yıldır çok uğraştım onları yazmak için; öncelikle kendim; sonrada sizin için; )) Yemek kitaplarından umudum kalmayınca kendi başımın çaresine kendim baktım; rastladığım bütün yemek programlarından seçerek yazdım; yerli, yabancı. Bana; benim mutfağıma çok faydalı oldu yazdığım tarifler; umarım sizde yararlanabilirsiniz. İnternetten bakarak yemek yapmayada alıştım bu arada; gerçi kendim yazdığım için tekrar bulmam zor olmuyor; ))
***Temmuz’13; Filiz Akın’ın yemek kitabını aldım; iyi olduğuna çok emin olduğumdan içine hiç bakmadan; evde karıştırdım; içi boş; yine içi boş bir yemek kitabı; götürüp iade ettim; yerine aldığım Sofra pratik lezzetler ve yine Sofra ramazan yemekleri kitaplarının içleri oldukça iyi; dolu dolu tarif var; yeni basılmışlar; üstelik kuşe kağıda.
***Eylül’13; tarifleri denedim; pek iş yok kitaplarda; tarif bol ama yine uyduruk.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *