Press "Enter" to skip to content

Günlük 1 Mart’10

Güzelliğin baş şartı mutlu bir hayat. Sizi mutlu eden bir insanla birlikte olmak. Sizi güzel gören, güzel gözlerle bakan bir çift göz olmalı hayatınızda. O’nun için güzel olmayı isteyeceğiniz, içinizi besleyecek, size hayat sevinci verebilecek bir sevgili. Gülümseyen bir yüz ve gergin, genç, güzel bir yüz ifadesi buna bağlı. Yaşınız kaç olursa olsun. Yaşınızın kaç olduğu hiç önemli değil. Yaşadığımız sürece ihtiyacımız var o dost bakışlara, sevgiyle dokunuşlara. 
Uzaklaşın sıkıcı, monoton bir hayatınız var ise eğer. Hakkınız olan sevgiyi ve saygıyı göremediğinize inanıyorsanız, eskimiş çoraplarınızı atın, paspas bile yapmayın. Yenileyin çoraplarınızı, sarsın, sarmalasın sizi. Uçun mutlu olacağınız her neresi ise oraya. Hazır mı kanatlarınız? Hop, hop etmesine izin verin içinizin. Yeni, yeni heyecanlarla, mutluluklarla besleyin dokularınızı. Nelerin değiştiğine inanamayacaksınız.
Bize sadece sevgiyle dokunulmasına izin verelim. Sevgisiz dokunan eller dokunamasınlar bize. Tek ölçümüz sevgi olsun. Bizi biz olduğumuz için seven eller dokunabilsin bize. Bizi mundar etmelerine, kendimize olan saygı ve sevgimizi yok etmelerine izin vermeyelim. Herhangi bir kişinin, o kişi her kim olursa olsun, sizi özel mülkü sanmasına, kendi tarlasıymışçasına sürüp, ekip, biçebileceğini sanmasına, sizi, kişiliğinizi yok saymasına asla izin vermeyin.
Kendi değerimizi kendimiz belirleyelim. Bir başkasının değer yargılarıyla değer biçmeyelim kendimize. Onun için değersizsek, bize değer veren insanlarla devam edelim yolumuza. 
Sizi aşağılayan, önemsemeyen, yok sayan kişi unutmayın ki yeryüzündeki milyarlarca insandan herhangi biri. Yani size değer verebilecek milyarlarca olasılığınız var demek bu. Oldukça şanslısınız. Şansınızı kullanın derim ben, aynı yerde takılı kalmaktansa.
Direnmeyelim, kendimizi hırpalamayalım bize değer vermeyen birinin değer vermesini sağlamak için. Aynı yerde inat edip durmaktansa enerjimizi yeni, yeni sevgilere aktaralım sonradan geçen zamana ahlayıp vahlamamak için. 
Bir an önce ayıralım yollarımızı. Kendi yolumuzda devam edelim hayatımıza. Onunla başladık diye onunla devam edecek hayat diye bir şart yok ki! Kendimizi eti onun kemiği onun şeklinde mi verdik! Ona nasıl verdiysek, kendi hür irademizle, öylede geri alabiliriz. Ölümüne vermedik ya kendimizi. Siz öyle mi verdiniz yoksa? Kırın şartlanmış beyinlerinizdeki kalıpları.
Herkes kendine bir baksın şöyle. Silkelesin şöyle bir üstünü başını. Erkekler de, kadınlar da. Ben neyim, ben kimim, ben kimdim, ne yapıyorum, nasıl buraya geldim ve burada ne işim var? Böyle devam etmeli miyim? Edersem nereye kadar gider? Hayatımın sahibi ben miyim yoksa bir başkası mı? Bu yaşam biçimi beni mutlu ediyor mu? Mutlu değilsem neden sürdürüyorum bu hayatı yaşamayı? Sizi korkutan bir lokmayı, bir hırkayı bulamamak mı? Bulunur elbet. Su gider, yolunu bulur. Akışa bırakın kendinizi.
Hayatınızdaki her şeyi dengede tutun. Gerektiği kadar ve doğru bir şekilde nefes alın, su için, beslenin. Hayatla daima ilişki içinde olun. Alın ve aldığınızı geri verin. Sevgiyi alın ve sevgiyi geri verin. Kendi döngünüzü doğanın döngüsüyle eşleştirin. Ve asla yaşlandım moduna geçmeyin. Düşüncenizde yaşlandığınızı onayladığınızda vücudunuz bu onaylamayı derhal uygulamaya geçirecektir. Bunun olmasına izin vermeyin. 20’li yaşlarda yaşlanma moduna geçen insanlar tanıdım. Gerçekten vaktinden önce yaşlandılar. Aklınıza getirmeyin en ufak bir çizgide  yaşlılığı. Silin atın kafanızdan yaşlılığı, yaşlanabileceğinizi. Ayrıca, her yaşın güzelliği ayrı. İçiniz genç olsun, görüntünüz de gençleşir. 
Aynada genç ve güzel olarak görün kendinizi. Hoşlanın aynadaki yansımanızdan. İyi yönlerinize odaklayın kendinizi. Güzel yanlarınızı görmeye çalışın. Hep eleştirel gözlerle bakmayın kendinize. Güzelliklerinize çevirin gözlerinizi. Şuram öyle olsa, buram öyle olsa demektense, şuram güzel, buram güzel demeyi deneyin kendinize. Kıvırcık saçlı iseniz kıvırcık saçlarınızdan, düz saçlı iseniz düz saçlarınızdan, sarı saçınızdan, siyah saçınızdan, teninizin renginden, kısacası kendinizden hoşnut olun. Hep bir doyumsuzluk peşinde, kedinin kuyruğunu yakalamaya çalışması gibi koşmayın, bir o yana bir bu yana. Kendinizde olmayanı edinmeyi amaç edinmek yerine kendinizle barışık yaşamayı deneyin. Şükredin, sahip olduklarınıza, size bahşedilen Allah’ın verdiği güzelliklere.
Güzel olmak olduğundan farklı olmak değil ki! Güzel olmak için olduğunuzdan farklı olmanız gerekmiyor. Olduğunuz gibi zaten güzelsiniz. Birazcık bakımlı olmanız yeterli daha güzel olmanız için. Kıvırcık saçlılar saçları düz olduğunda güzel olduklarını düşünüyor, düz saçlılar kıvırcık saçlı olduğunda güzel olduğunu düşünüyor. Siyah saçı olan sarı saçlı olursa güzel olacağını, sarı saçı olan siyah saçı olduğunda güzel olacağını düşünüyor, uyguluyor. Güzellik endüstrisi de bu düşünceyi büyük bir zevkle destekliyor, yetmedi, dayatıyor. Beyinlerimizi şartlandırıyorlar. Düşmeyelim bu aptalca tuzaklara.
İçinizdeki güzelliklere yönelin birazda. İçinden, ‘Ben güzelim, ben zaten güzelim, ben her halimle güzelim’ diyen kadını hiç kimse çirkin olarak göremez.
Kendinizi çok fazla yıpratmayın. Yani her şeye rağmen yıpratmamaya, yormamaya çalışın, demek istedim. Bunun çoğu zaman elinizde olmadan, ‘dış mihraklar nedeniyle’ geliştiğini biliyorum, şahsen. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz. Her birimiz bir diğerinin aynası adeta!
*
Aklıma gelen başıma geldi, arayan belasını da buluyor, Mevla?sını da, hayır söyle, hayra yor, hayırdır, iti an kapında bitsin, ben dememiş miydim, dediğim gibi oldu, şom ağızlı, iyi diyelim iyi olsun. Çoğaltılabilir bu örnekler.
Haidi gibi her şeyden mutlu olmak, mutluluk saçmak, Peter gibi her şeye boş vermek yada Clara gibi her şeyden mutsuz olmak, mutsuzluk vermek. Tommiks gibi silahlara bürünmek, Mandrake gibi sihirbaz olmak, Pollyanna gibi mutluluk oyunu oynamak. Red Kit olmak, daltonlardan biri olmak.  Hepsi sizin elinizde. Seçim size ait. Hayatınızı planlayan siz, sahneye koyan siz, oyuncusu da siz. Oyun sizin ne istediğinize göre oynanıyor. Hangisini seçmiş durumdasınız kendiniz için? Haidi mi, Peter mi, Clara mı? Bir sürü bahanelerinizi duyar gibiyim. Şartlar, içinde bulunduğunuz zor koşullar, vs. Sizin içinde bulunduğunuz şartlarda bir başka insan sizden çok daha mutlu olabilir. Sizce bunun nedeni ne?
Birde mutlu olmanız için sayabileceklerinizi düşünün. Paylaştığınız sevgiler, sizi sevenler, sizin sevdikleriniz, mutluluğu paylaştığınız anlar. Besleyin sevgilerinizi. Odun atın o ateşe devamlı, sönmesin, sönmesine fırsat vermeyin. Aynı kişiyle mutluluğu da paylaşabilirsiniz, mutsuzluğu da. Kardeşinizle, annenizle, uzaktan bir akrabanızla ya da herhangi biriyle. Geçmişte anlaşmazlığı, mutsuzluğu seçtiğiniz biriyle mutluluğu paylaşmayı deneyimleyin. Her şeyin ne kadar farklı olabileceğine siz bile inanamayacaksınız. Sevgi ateşinin eritemeyeceği hiçbir şey yok.
Neden hep son ve kötü anda takılı kalıyor aklımız? Biraz daha geri gidin, affedilmez olanı değil, öncesini, daha güzel olan paylaşımlarınızı da hatırlayın. Ve affetmeyi seçin. Kendiniz için. İçinizi çerden, çöpten, pislikten temizleyin. Hayatınıza kaldığınız yerden devam edin, dilerseniz o insanı hayatınıza alın, dilerseniz almayın. Ya da dilediğiniz ölçüde alın.
Mutlu olmak istemeyeni kimse mutlu edemez. Önce kafada çözmek gerek. Beyin fakiri olan altına batsa yine fakirdir, üstünden pislik diye silkeler üstündeki altını. Kafada bitiyor her şey, algıda. Kafaya yerleştiyse bir kez mutsuzluk, dünyasını değiştirsen değişmiyor kalıp. Kodlamayı değiştirmek gerek. Peşi sıra gelebilir mutluluk. Yoksa boşa kürek çekmek, boşa cefa yaşananlar!  
Senin için zor ise zordur hayat, başka türlü gelişim gösteremez. En rahat konuma geçsen yine değişmez. Zordur hayat. Cennete götürsen nafile, içinde taşıyor cehennemi. Plak takılmış bir kere, dönüp duruyor aynı yerde, cızır, cızır. Zoru seçeni seçtiyseniz kendinize hayat arkadaşı olarak, sizin içinde zordur hayat. Döner dolaşır aynı yere gelirsiniz, cızır, cızır.
Başaramıyorsanız, hayatınızı bölümlere ayırın. Sevgi odacıkları yaratın kendinize. Ve o odacıklara mutsuzluklarınızı sokmayın. Kendinizle mutlu olmaktan başlayın mutluluk oyununa. Kendinize yeni alanlar açın. Yürüyün, doğada sık sık. Pilates yapın, vücudunuzu ve ruhunuzu aydınlatın. Kapatın televizyonlarınızı, onun bunun filmlerine, dizilerine ağlayıp dövünmektense kendi eğlence kanallarınızı işletime açın. Eğlenin. Hayatı yaşayın. Dışarı açılın. Çocuklarınızla veya etrafınızdaki çocuklarla birlikte eğlenmeyi deneyin. Çocuklar öylesine açık ki bu eğlenceye, bir süre sonra onlara eğlence konusunda önderlik ettiğinizi göreceksiniz. Sevdiğiniz arkadaşlarla devam edin farklı, farklı veya birlikte odacıklar oluşturmaya. Bakın, bir sürü sevgi odacığınız oldu. Birleştiğinde ise kocaman bir oda. Mutsuzluk odanız ufacık kaldı mutluluk odanızın yanında.
Hala başarılı olamadığınızı mı düşünüyorsunuz? Çok etkili bir formülüm var. Acilen aşık olun. Baştan yaratılmanız %100 garanti. Platonik, karşılıklı, karşılıksız, kronik, nasıl olursa olsun ama aşk olsun hayatınızda. Daha ne bekliyorsunuz? Birkaç seçenek oluşturun kafanızda, bırakın kalbiniz hangi yöne gideceğini kendi belirlesin. Kılavuzunuz kalbiniz olsun. Gerisi gelecektir, öyle ya da böyle.***Dilek, Ayşan ve Nisan dün ölüme gittiler. Dilek, Ayşan ve Nisan?ı porsuk çayına verdik. 24 yaşındaki Dileği, az önce emzirdiği 6 aylık bebeği Nisan?ı, 5 yaşındaki ablası Ayşan ile birlikte porsuk çayına dün ölüme atan nedeni biz düşünmeyelim. İnsanı iki kızıyla birlikte ölüme sürükleyen nasıl bir acıdır? Neler yaşamıştır Dilek bu aşamaya gelinceye dek? Neler düşünmüş, neler hissetmiştir? İnsan bile, bile iki çocuğunu ve kendini nasıl ölüme atar?

Anneler ölüme atlarken geride bırakacakları izleri de siliyorlar. Ölüme güveniyor, hayata güvenmiyorlar çocukları için. ?Benim yaşadıklarımı çocuklarım yaşamasın? diyorlar. ?Alın işte, çok kıymetli hayatınız bu kadar kötü? diyorlar. Sevmedikleri için mi öldürüyorlar çocuklarını? Sevmiyorlarsa neden ölmeden ve onu öldürmeden az önce emziriyorlar? Kafa yormayalım bunların üstünde. Bir kenardan oturup izleyelim. Sonra bir iki ?ah vah? deriz arkasından, olur biter. Diğer Dilek?leri de düşünmeyelim. Kadınlar 3. sayfa mağdurları olmaya devam etsinler. Bize ne! Nasıl olsa bizim yerimize birileri düşünür. Biz duymayalım, görmeyelim, söylemeyelim ki, Dilek?ler bir çığ gibi çoğalsın.

Kim sorumlu Dileğin ve kızlarının ölümünden? Kocası mı? Kim bilir belki o da ağır şartlar altında eziliyordur, ezilmiştir, Ayşan?a ve Nisan?a para kazanabilmek için. Beklide duyarsızdır. Bilemezsiniz. Annesi mi? Babası mı? O?nu kocasının ve şartların yanında güçsüz bırakan toplum mu? Yasalar mı? Dar kafalarımız mı? Benciliğimiz mi? ?Benden sonrası tufan? anlayışımız mı? ?Hep bana, Rab bana? deyişimiz mi? O gözü doymayan hırsımız mı? Bir Nisan kaç bilezik eder? Yavrum. O hepimizin yavrusu.

Toplum cezalandırıyor kadını. Sen doğurdun, suçlusu sensin, al ne halin varsa gör. Çocuk ve kadın yalnız bırakılıyor, dışlanıyor kadınlar çocuk büyüyene dek. Çocuğuyla birlikte tekrar büyümeye mahkûm ediliyor kadın. Kendi de çocuk, çocuktan ne anlasın? Karnında büyürken bir şey istemiyor bebek. Ama kucağına aldıktan sonra ne istediğini anlaması, bütün isteklerine cevap verebilmesi bekleniyor o küçük kadından.

Yalnız bırakılmamalı kadın. El etek çekilmemeli çocuklu kadından. Doğan çocuk sadece kadının çocuğu değil, hepimizin çocuğu, geleceğimiz. Onun başarısıyla sevinecek, yenilgisiyle üzüleceğiz. Bu duyguları yaşamayı hak edebilmek için el vermeli, el birliğiyle büyütmeliyiz çocukları ve çocuk olan anneleri. Sadece mutlu anneler, mutlu çocuklar büyütebilir. Bütün sorumluluk bir kadının üzerine yıkılmamalı. Hatta bir kadının ve bir adamın üzerine de yıkılmamalı. Kimin fazladan bir ya da birkaç saati yok ki?

Kargalar sürü halinde yaşamaz ama bir karga yavrusu tehlike altında olunca hep birlikte korurlarmış, geleceklerine, nesillerine sahip çıkmak adına. Karga kadar olamadık, insan olmaktan bahsediyoruz. Bir Nisan?a sahip çıkamadık. Yazıklar olsun bize! Ölçülebilir mi Nisan bilezikle, yüzükle?

Parası olanlar Allah rızasıyla ölüyor, Dilek kendi rızasıyla. Onların parası var hayatta değiller. Dilek parası, güvencesi olmadığı için hayatta değil. Yok, mu bunun bir orta noktası? Orta nokta hakça paylaşım. Lazım olandan fazlasına göz dikmemek ki, diğer lazım olanlara da kalsın, pastadan pay alsın, onlarında kadınlı, erkekli, çocuklu yaşam hakkı olsun. Sevdiğim bir söz var. Aşırı hırs öldürür. Hırsın, doyumsuzluğun sınırı yok, başı yok, sonu yok. Ben bu uğurda elimden geleni yapmaya, bana lazım olandan fazlasına göz dikmemeye kararlıyım. Dünyaya direk mi dikeceğim? Kalacağım belli bir süre. Nisan 6 ay kaldı, Ayşan 5 yıl, Dilek 24 yıl. Bense 43?ü garantiledim, ötesi Allah?a kalmış. Sizinki ne kadar? Kuşlar gibi gün bulup gün yemeye, Allah?ın bana rızkımı vereceğini bilmeye kararlıyım. Felaketinden, gazabından beni korusun, kollasın yeter. Benim yaptığımı siz yapabilir misiniz? Bu kadar mı kaybettik Allah?a olan inancımızı? İnsanlığımızı? Hâşâ Allahlaştık mı? Küçük dağları biz mi yarattık?

Dileğin yeterli parası olsaydı belki de Dilek, Ayşan ve Nisan hala hayatta olacaklardı. Dileği, Ayşan?ı, Nisan?ı kim geri getirebilir? Var mı tanıdığınız bu kadar güçlü biri? Ama gitmelerine engel olabilirdik, olmadık.

Dileği ölümüne yalnız bırakan bizleriz. Sadece 24 yaşında Dilek. İki çocuk annesi. Kendi büyümüş mü sanki? O da çocuk! Ne almış hayattan? Ne yaşamış? Ya Nisan? Nisan ayında doğmuş. Şimdi ekim ayındayız. 5 küçücük ay. Topu, topu bu kadar yaşadı. Kimin ne hakkı var bunları Nisan?a yaşatmaya? Hayat bir oyun değil. Oyuncak etmeyelim kadınlarımızı, kızlarımızı. Sonuna kadar koruyalım onları. Onlar var olduğunda, mutlu olduğunda biz de mutlu olabiliriz. ?Tek başına mutluluk? diye bir şey yok. Dilek, Ayşan ve Nisan kanlar içindeyken bizim sahte kahkahamız kaybolur gider uzamda. Kendimizi kandırmayalım. Hepimize az çok yakın bir Dilek var etrafımızda. ?Ne yapabilirdik ki? demek, bizi insani sorumluluğumuzdan alıkoymaz.

Göz, kulak olun çocuklarınıza, etrafınızdaki çocuklara. Oluruna bırakmayın hayatı. Onların gözlerinin içine bakarken yan gözle sağına soluna bakmayı da ihmal etmeyin. Gerekli gördüğünüzde müdahale de edin. Unutmayın, onların hayat tecrübeleri sizin kadar geniş değil. Dışarıdan bir bakışa, farklı bir bakış açısına gerek duyulabilir her zaman. Ezdirmeyin eloğluna, elkızına çocuğunuzu. Mağdur olan hep kadın olacak diye bir şey yok. Bu bazen tam terside olabiliyor. Nedense hep iyi kötüye, kötü iyiye denk düşüyor.

Dileğin çocuklarına ve kendine sahip çıkabilecek kadar yeterli parası olsaydı, gözü doymayanların sahip olduklarının milyonda, milyarda bir sahip olduklarına sahip olabilseydi, Dilek hayata güvenebilseydi, o üç güzel kız, Nisan, Ayşan ve Dilek hala hayatta olacaklardı. Bizim gibi, bizimle beraber.

Çok dokundu bana, Dilek, Ayşan ve Nisan. Ağladım onlar için, pek çok kez. Onlar için mi, kendim için mi, orası pek belli değil. Yakın hissetmek değil belki, yakınımda hissettim onların atladığı ölümü. Öyle ince bir çizgideki hayat bazen. O tarafla bu taraf arasında kalmak. Neyse ki zaman, zaman yaklaştım ama hiç o kadar ucuna gelmedim hayatın. Amaç o çizgidekileri olabildiğince azaltmak olmalı.

Ne Desem, Dün önce parkta yürürken çarptı gözüme. Dikkatlice baktım, olağandışı bir şey görmüş gibi. Az sonra gördüğümde spor aletlerinin yanında kızımla oynuyordu. Kızımla yaşıt, 10-11 yaşlarında bir kız çocuğu. Boyları aynı ama onun dışında çok, çok farklılar. Kızım kilolu bir çocuk değil. Zayıf bile denebilir. Boyu 1.35, kilosu 30. Oynadığı kız çocuğu ise aynı boyda olmalarına rağmen sanırsınız kızımın yarısı incelikte. Bacakları öylesine ince ki sanırsınız koptu kopacak. Ayak bilekleri kızımın el bilekleri inceliğinde. Gözünde gözlükler, ağzında dışarı fırlamış telli dişler, küçücük, fareyi andıran bir burun ve yüz. İnsan görünce irkilmeden edemiyor.

Eve gelince başta kızım için ve her şey için Allah?a şükretmek gereği hissettim.

Yaşıyor, oynamak ve oyun istiyor, arkadaş canlısı bir çocuk. Kızımla doya, doya oynadı. Oynarlarken kızıma ?çok güzelsin? demiş. Güzelliğin, güzel olmanın nasıl bir şey olduğunun farkında ve bilincinde. Güzel olmadığının da farkında işin kötüsü. Kızım 3 kilonun üstünde doğduğunda o 2 kilonun altında doğmuş olmalı. Bütün farkın, o yaşta yüreğini acıtan güzel olamamanın, olamayacak olmanın tek nedeni bu.

Bir genç kız olduğunda daha çok acıyacak canı bu yüzden. Eş isteyecek, çocuğu olsun isteyecek, normal bir hayatı olsun isteyecek. Hep canı acıyacak, acıtılacak, farklı olduğu için. Hiçbir zaman diğer insanlar gibi olmayacak, olamayacak. Yanakları dolgun, normal görünüşlü olamayacak. Bu anlattığım çirkin olmanın çok, çok ötesinde aslında. Çirkin olmak değil bu. Farklı olmak. Farklı bir yaratıkmış gibi. Normal, vaktinde doğmuş bir insanın ne kadar çirkin olursa olsun böyle görünmesinin imkânı yok.

Şimdi dedesi ve nenesi var peşinde. Alıp onu parka getirmişler, oynasın diye. Annesi babası da vardır elbette. Diş teli taktırmışlar kızları güzelleşsin diye. Emininim çok daha fazla fedakârlıkta bulunmuşlardır. Peki ya yarın? Annesi, babası, sevenleri ölüp gittiğinde kim koruyup kollayacak o kızı? Hayata hangi gücüyle direnip ayakta duracak? Çocuk doğurup doğuramayacağı bile şüpheli.

Burada durup bir soru sormak gerek kendimize. Düşük kilolu, vaktinden önce doğan bebeklerin yaşatılması için gereğinden fazla çaba gösterilmeli mi? Evet, elbette evlat, evlat acısı ama bir kere ölmek her gün ölmekten daha kolay değil mi? Ki o evlatta ölüyor her gün. Farklılığını, farklı olduğunu her gün hissediyor, hissettiriliyor, bilerek veya bilmeyerek. Kimsenin böyle bir hayatı o kıza sunmaya hakkı var mı? Her gün acı çekeceği, farklılığının yüzüne vurulacağı kötü bir hayat. Çocuklarımızı mutsuz bir hayat sürsünler diye getirmiyoruz dünyaya değil mi?

O ve onun gibi çocukların sayısı hiç az değil. Her geçen günde artıyorlar. Gelişen, ilerleyen tıbbi ilerlememiz sayesinde! Her yerde çarpıyorlar gözümüze. Bakıyorsunuz 6 aylık ebadında bir bebek yürüyor güle oynaya anne babasının yanında. Erken yürümüş desem, 6 aylık yürünmez:) Geçen gün asansörde rastladım, uzaktan sevdim, baktım küçücük, ?kaç günlük? diye sordum. Annesi kızgınlıkla ?5 aylık? dedi. Kaynanası da yanında annenin. Bozulmuş olmalı. İnanın aklımın ucundan bile geçmedi öyle bir cevap alacağım. Anne kızgın, ben şaşkın. Bakakaldım arkasından. Benim çocuklarım olsa, olsa günlükken o kadar olurlardı, nereden bileyim.

Biraz büyüdüklerinde hepsinde gözlük oluyor, yeterli ve iyi gelişememekten dolayı. Dişleri de genellikle eğri, bakımsız. Güçlü değil. Anne karnındaki gelişmenin, gelişememenin yerini dolduramıyor sonradan gelen bakım.

Doğal ayıklamaya, doğanın kendisini ayıklamasına fırsat ve olanak verilmeli bir yerden sonra. Bir alt sınır belirlenmeli ve o kilonun altındaki düşük kilolu bebekler yaşatılmaya çalışılmamalı. Bu bir başarı değil. Her dünyaya gelen yaşamalı diye bir kaide mi var?

Bundan 30-35 yıl önce ablamın ikiz oğulları vaktinden önce doğdu ve öldüler. Görmüştüm bir leğenin içinde, çocuktum, hiçte küçük değillerdi. Bu olay şimdi yaşanmış olsa eminim ki o çocuklar hastaneler sayesinde yaşamış, yaşatılmış olurlardı. Sonra ne olacaktı? Ablam için ömür törpüsü. Ömrün boyunca yarım çocuklarını tamam etmeye çalış. Şimdi sorsam ablam bile zor hatırlar onları. Sonra bir oğlu, bir kızı oldu, vaktinde doğan, onları büyüttü. Bazen zor kararları kolay vermek lazım.

Benim iki abim bir ablam küçükken ölmüşler. Bir dolu kardeşiz. Ben çok cılızmışım. Beni de ölür diye beklemişler. Ölmemişim. Benden bir önce doğan ablam kilolu, topaç gibi bir kızmış. O ölmüş, ben yaşamışım. Hiç tanımadım onları. Allah verdi, Allah aldı denmiş ve içlerindeki acı soğumuş. Zoraki yaşatıp her gün onunla birlikte ölmek ve her gün ölüşünü, acısını görmek daha mı güzel? Ona bu zulmü, bu hayatı yaşatmak mı onun için iyi ve güzel olan?

Bugün kızımın da, benim de kalbimiz kırık, kafamız yorgun. Üzüldük açıkçası onu görmekten, onu öyle görmekten. Allah yakınlarına sabır, dayanma gücü versin. Bana öyle geliyor ki, Allah?ın işine fazla karışıyoruz.

Oprah Winfrey?de izledim. Bir Amerikan futbolu oyuncusunun kızı kalp rahatsızlığı geçirmiş küçük yaşta. O esnada ölen bir çocuğun kalbi nakledilmiş. Yaşamış. 3-5 yaşlarında bir kız çocuğu. Ablası ve küçük kardeşi ondan çok daha sağlıklı görünüyor doğal olarak. Hiçbir zaman onlar kadar canlı, neşeli ve sağlıklı olamayacağı besbelli. Sıradan, parasız bir ailenin çocuğu olsa idi çoktan ölmüş olacaktı.

Düşünüyorum da, yaşaması onun için bir şans mı, şanssızlık mı? Babasının bol para kazanıyor olması onun şansı mı, şanssızlığı mı? İnsan vücudu araba değil ki kaportasını veya herhangi bir parçasını değiştirdiğinde yenilensin, sıfırlansın. Onca acı, eziyet ve sonuç hiçbir zaman istendiği kadar sağlıklı olamamak. Dün dişime dolgu yaptırdım, bugün hala tadım yok. O yaşta bir kalp ameliyatı geçirmek oldukça zor olmalı.

Allaha havale etmek çok daha akıllıca bence. Elbette istenir iyi olması, iyileşmesi ama yeterli düzeyde ve tamamen iyileşemeyecekse daha fazla zorlamanın anlamı ne? O çocuk hep eksik, tamamlanamamış bir insan olarak yaşayacak ve öyle ölecek.

O çocuğun fikri sorulmuş olsaydı acaba tercihi ne yönde olurdu? Yaşamak mı, ölmek mi? Onca ameliyat acısından sonra yarı sağlıklı bir hayatı yaşamayı tercih eder miydi? Böylesi durumlarda genellikle kişinin tercihleri göz önünde bulundurulmuyor zaten. Aileler, ceplerindeki paranın oranı ve sağlık sistemi o kişiler yerine karar veriyorlar.

Bu yazıya bir başlık bulamadım, koyamadım. Aklıma ilk gelen şey ne desem?di. Ne desem?

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *