Anneler ölüme atlarken geride bırakacakları izleri de siliyorlar. Ölüme güveniyor, hayata güvenmiyorlar çocukları için. ?Benim yaşadıklarımı çocuklarım yaşamasın? diyorlar. ?Alın işte, çok kıymetli hayatınız bu kadar kötü? diyorlar. Sevmedikleri için mi öldürüyorlar çocuklarını? Sevmiyorlarsa neden ölmeden ve onu öldürmeden az önce emziriyorlar? Kafa yormayalım bunların üstünde. Bir kenardan oturup izleyelim. Sonra bir iki ?ah vah? deriz arkasından, olur biter. Diğer Dilek?leri de düşünmeyelim. Kadınlar 3. sayfa mağdurları olmaya devam etsinler. Bize ne! Nasıl olsa bizim yerimize birileri düşünür. Biz duymayalım, görmeyelim, söylemeyelim ki, Dilek?ler bir çığ gibi çoğalsın.
Kim sorumlu Dileğin ve kızlarının ölümünden? Kocası mı? Kim bilir belki o da ağır şartlar altında eziliyordur, ezilmiştir, Ayşan?a ve Nisan?a para kazanabilmek için. Beklide duyarsızdır. Bilemezsiniz. Annesi mi? Babası mı? O?nu kocasının ve şartların yanında güçsüz bırakan toplum mu? Yasalar mı? Dar kafalarımız mı? Benciliğimiz mi? ?Benden sonrası tufan? anlayışımız mı? ?Hep bana, Rab bana? deyişimiz mi? O gözü doymayan hırsımız mı? Bir Nisan kaç bilezik eder? Yavrum. O hepimizin yavrusu.
Toplum cezalandırıyor kadını. Sen doğurdun, suçlusu sensin, al ne halin varsa gör. Çocuk ve kadın yalnız bırakılıyor, dışlanıyor kadınlar çocuk büyüyene dek. Çocuğuyla birlikte tekrar büyümeye mahkûm ediliyor kadın. Kendi de çocuk, çocuktan ne anlasın? Karnında büyürken bir şey istemiyor bebek. Ama kucağına aldıktan sonra ne istediğini anlaması, bütün isteklerine cevap verebilmesi bekleniyor o küçük kadından.
Yalnız bırakılmamalı kadın. El etek çekilmemeli çocuklu kadından. Doğan çocuk sadece kadının çocuğu değil, hepimizin çocuğu, geleceğimiz. Onun başarısıyla sevinecek, yenilgisiyle üzüleceğiz. Bu duyguları yaşamayı hak edebilmek için el vermeli, el birliğiyle büyütmeliyiz çocukları ve çocuk olan anneleri. Sadece mutlu anneler, mutlu çocuklar büyütebilir. Bütün sorumluluk bir kadının üzerine yıkılmamalı. Hatta bir kadının ve bir adamın üzerine de yıkılmamalı. Kimin fazladan bir ya da birkaç saati yok ki?
Kargalar sürü halinde yaşamaz ama bir karga yavrusu tehlike altında olunca hep birlikte korurlarmış, geleceklerine, nesillerine sahip çıkmak adına. Karga kadar olamadık, insan olmaktan bahsediyoruz. Bir Nisan?a sahip çıkamadık. Yazıklar olsun bize! Ölçülebilir mi Nisan bilezikle, yüzükle?
Parası olanlar Allah rızasıyla ölüyor, Dilek kendi rızasıyla. Onların parası var hayatta değiller. Dilek parası, güvencesi olmadığı için hayatta değil. Yok, mu bunun bir orta noktası? Orta nokta hakça paylaşım. Lazım olandan fazlasına göz dikmemek ki, diğer lazım olanlara da kalsın, pastadan pay alsın, onlarında kadınlı, erkekli, çocuklu yaşam hakkı olsun. Sevdiğim bir söz var. Aşırı hırs öldürür. Hırsın, doyumsuzluğun sınırı yok, başı yok, sonu yok. Ben bu uğurda elimden geleni yapmaya, bana lazım olandan fazlasına göz dikmemeye kararlıyım. Dünyaya direk mi dikeceğim? Kalacağım belli bir süre. Nisan 6 ay kaldı, Ayşan 5 yıl, Dilek 24 yıl. Bense 43?ü garantiledim, ötesi Allah?a kalmış. Sizinki ne kadar? Kuşlar gibi gün bulup gün yemeye, Allah?ın bana rızkımı vereceğini bilmeye kararlıyım. Felaketinden, gazabından beni korusun, kollasın yeter. Benim yaptığımı siz yapabilir misiniz? Bu kadar mı kaybettik Allah?a olan inancımızı? İnsanlığımızı? Hâşâ Allahlaştık mı? Küçük dağları biz mi yarattık?
Dileğin yeterli parası olsaydı belki de Dilek, Ayşan ve Nisan hala hayatta olacaklardı. Dileği, Ayşan?ı, Nisan?ı kim geri getirebilir? Var mı tanıdığınız bu kadar güçlü biri? Ama gitmelerine engel olabilirdik, olmadık.
Dileği ölümüne yalnız bırakan bizleriz. Sadece 24 yaşında Dilek. İki çocuk annesi. Kendi büyümüş mü sanki? O da çocuk! Ne almış hayattan? Ne yaşamış? Ya Nisan? Nisan ayında doğmuş. Şimdi ekim ayındayız. 5 küçücük ay. Topu, topu bu kadar yaşadı. Kimin ne hakkı var bunları Nisan?a yaşatmaya? Hayat bir oyun değil. Oyuncak etmeyelim kadınlarımızı, kızlarımızı. Sonuna kadar koruyalım onları. Onlar var olduğunda, mutlu olduğunda biz de mutlu olabiliriz. ?Tek başına mutluluk? diye bir şey yok. Dilek, Ayşan ve Nisan kanlar içindeyken bizim sahte kahkahamız kaybolur gider uzamda. Kendimizi kandırmayalım. Hepimize az çok yakın bir Dilek var etrafımızda. ?Ne yapabilirdik ki? demek, bizi insani sorumluluğumuzdan alıkoymaz.
Göz, kulak olun çocuklarınıza, etrafınızdaki çocuklara. Oluruna bırakmayın hayatı. Onların gözlerinin içine bakarken yan gözle sağına soluna bakmayı da ihmal etmeyin. Gerekli gördüğünüzde müdahale de edin. Unutmayın, onların hayat tecrübeleri sizin kadar geniş değil. Dışarıdan bir bakışa, farklı bir bakış açısına gerek duyulabilir her zaman. Ezdirmeyin eloğluna, elkızına çocuğunuzu. Mağdur olan hep kadın olacak diye bir şey yok. Bu bazen tam terside olabiliyor. Nedense hep iyi kötüye, kötü iyiye denk düşüyor.
Dileğin çocuklarına ve kendine sahip çıkabilecek kadar yeterli parası olsaydı, gözü doymayanların sahip olduklarının milyonda, milyarda bir sahip olduklarına sahip olabilseydi, Dilek hayata güvenebilseydi, o üç güzel kız, Nisan, Ayşan ve Dilek hala hayatta olacaklardı. Bizim gibi, bizimle beraber.
Çok dokundu bana, Dilek, Ayşan ve Nisan. Ağladım onlar için, pek çok kez. Onlar için mi, kendim için mi, orası pek belli değil. Yakın hissetmek değil belki, yakınımda hissettim onların atladığı ölümü. Öyle ince bir çizgideki hayat bazen. O tarafla bu taraf arasında kalmak. Neyse ki zaman, zaman yaklaştım ama hiç o kadar ucuna gelmedim hayatın. Amaç o çizgidekileri olabildiğince azaltmak olmalı.
Ne Desem, Dün önce parkta yürürken çarptı gözüme. Dikkatlice baktım, olağandışı bir şey görmüş gibi. Az sonra gördüğümde spor aletlerinin yanında kızımla oynuyordu. Kızımla yaşıt, 10-11 yaşlarında bir kız çocuğu. Boyları aynı ama onun dışında çok, çok farklılar. Kızım kilolu bir çocuk değil. Zayıf bile denebilir. Boyu 1.35, kilosu 30. Oynadığı kız çocuğu ise aynı boyda olmalarına rağmen sanırsınız kızımın yarısı incelikte. Bacakları öylesine ince ki sanırsınız koptu kopacak. Ayak bilekleri kızımın el bilekleri inceliğinde. Gözünde gözlükler, ağzında dışarı fırlamış telli dişler, küçücük, fareyi andıran bir burun ve yüz. İnsan görünce irkilmeden edemiyor.
Eve gelince başta kızım için ve her şey için Allah?a şükretmek gereği hissettim.
Yaşıyor, oynamak ve oyun istiyor, arkadaş canlısı bir çocuk. Kızımla doya, doya oynadı. Oynarlarken kızıma ?çok güzelsin? demiş. Güzelliğin, güzel olmanın nasıl bir şey olduğunun farkında ve bilincinde. Güzel olmadığının da farkında işin kötüsü. Kızım 3 kilonun üstünde doğduğunda o 2 kilonun altında doğmuş olmalı. Bütün farkın, o yaşta yüreğini acıtan güzel olamamanın, olamayacak olmanın tek nedeni bu.
Bir genç kız olduğunda daha çok acıyacak canı bu yüzden. Eş isteyecek, çocuğu olsun isteyecek, normal bir hayatı olsun isteyecek. Hep canı acıyacak, acıtılacak, farklı olduğu için. Hiçbir zaman diğer insanlar gibi olmayacak, olamayacak. Yanakları dolgun, normal görünüşlü olamayacak. Bu anlattığım çirkin olmanın çok, çok ötesinde aslında. Çirkin olmak değil bu. Farklı olmak. Farklı bir yaratıkmış gibi. Normal, vaktinde doğmuş bir insanın ne kadar çirkin olursa olsun böyle görünmesinin imkânı yok.
Şimdi dedesi ve nenesi var peşinde. Alıp onu parka getirmişler, oynasın diye. Annesi babası da vardır elbette. Diş teli taktırmışlar kızları güzelleşsin diye. Emininim çok daha fazla fedakârlıkta bulunmuşlardır. Peki ya yarın? Annesi, babası, sevenleri ölüp gittiğinde kim koruyup kollayacak o kızı? Hayata hangi gücüyle direnip ayakta duracak? Çocuk doğurup doğuramayacağı bile şüpheli.
Burada durup bir soru sormak gerek kendimize. Düşük kilolu, vaktinden önce doğan bebeklerin yaşatılması için gereğinden fazla çaba gösterilmeli mi? Evet, elbette evlat, evlat acısı ama bir kere ölmek her gün ölmekten daha kolay değil mi? Ki o evlatta ölüyor her gün. Farklılığını, farklı olduğunu her gün hissediyor, hissettiriliyor, bilerek veya bilmeyerek. Kimsenin böyle bir hayatı o kıza sunmaya hakkı var mı? Her gün acı çekeceği, farklılığının yüzüne vurulacağı kötü bir hayat. Çocuklarımızı mutsuz bir hayat sürsünler diye getirmiyoruz dünyaya değil mi?
O ve onun gibi çocukların sayısı hiç az değil. Her geçen günde artıyorlar. Gelişen, ilerleyen tıbbi ilerlememiz sayesinde! Her yerde çarpıyorlar gözümüze. Bakıyorsunuz 6 aylık ebadında bir bebek yürüyor güle oynaya anne babasının yanında. Erken yürümüş desem, 6 aylık yürünmez:) Geçen gün asansörde rastladım, uzaktan sevdim, baktım küçücük, ?kaç günlük? diye sordum. Annesi kızgınlıkla ?5 aylık? dedi. Kaynanası da yanında annenin. Bozulmuş olmalı. İnanın aklımın ucundan bile geçmedi öyle bir cevap alacağım. Anne kızgın, ben şaşkın. Bakakaldım arkasından. Benim çocuklarım olsa, olsa günlükken o kadar olurlardı, nereden bileyim.
Biraz büyüdüklerinde hepsinde gözlük oluyor, yeterli ve iyi gelişememekten dolayı. Dişleri de genellikle eğri, bakımsız. Güçlü değil. Anne karnındaki gelişmenin, gelişememenin yerini dolduramıyor sonradan gelen bakım.
Doğal ayıklamaya, doğanın kendisini ayıklamasına fırsat ve olanak verilmeli bir yerden sonra. Bir alt sınır belirlenmeli ve o kilonun altındaki düşük kilolu bebekler yaşatılmaya çalışılmamalı. Bu bir başarı değil. Her dünyaya gelen yaşamalı diye bir kaide mi var?
Bundan 30-35 yıl önce ablamın ikiz oğulları vaktinden önce doğdu ve öldüler. Görmüştüm bir leğenin içinde, çocuktum, hiçte küçük değillerdi. Bu olay şimdi yaşanmış olsa eminim ki o çocuklar hastaneler sayesinde yaşamış, yaşatılmış olurlardı. Sonra ne olacaktı? Ablam için ömür törpüsü. Ömrün boyunca yarım çocuklarını tamam etmeye çalış. Şimdi sorsam ablam bile zor hatırlar onları. Sonra bir oğlu, bir kızı oldu, vaktinde doğan, onları büyüttü. Bazen zor kararları kolay vermek lazım.
Benim iki abim bir ablam küçükken ölmüşler. Bir dolu kardeşiz. Ben çok cılızmışım. Beni de ölür diye beklemişler. Ölmemişim. Benden bir önce doğan ablam kilolu, topaç gibi bir kızmış. O ölmüş, ben yaşamışım. Hiç tanımadım onları. Allah verdi, Allah aldı denmiş ve içlerindeki acı soğumuş. Zoraki yaşatıp her gün onunla birlikte ölmek ve her gün ölüşünü, acısını görmek daha mı güzel? Ona bu zulmü, bu hayatı yaşatmak mı onun için iyi ve güzel olan?
Bugün kızımın da, benim de kalbimiz kırık, kafamız yorgun. Üzüldük açıkçası onu görmekten, onu öyle görmekten. Allah yakınlarına sabır, dayanma gücü versin. Bana öyle geliyor ki, Allah?ın işine fazla karışıyoruz.
Oprah Winfrey?de izledim. Bir Amerikan futbolu oyuncusunun kızı kalp rahatsızlığı geçirmiş küçük yaşta. O esnada ölen bir çocuğun kalbi nakledilmiş. Yaşamış. 3-5 yaşlarında bir kız çocuğu. Ablası ve küçük kardeşi ondan çok daha sağlıklı görünüyor doğal olarak. Hiçbir zaman onlar kadar canlı, neşeli ve sağlıklı olamayacağı besbelli. Sıradan, parasız bir ailenin çocuğu olsa idi çoktan ölmüş olacaktı.
Düşünüyorum da, yaşaması onun için bir şans mı, şanssızlık mı? Babasının bol para kazanıyor olması onun şansı mı, şanssızlığı mı? İnsan vücudu araba değil ki kaportasını veya herhangi bir parçasını değiştirdiğinde yenilensin, sıfırlansın. Onca acı, eziyet ve sonuç hiçbir zaman istendiği kadar sağlıklı olamamak. Dün dişime dolgu yaptırdım, bugün hala tadım yok. O yaşta bir kalp ameliyatı geçirmek oldukça zor olmalı.
Allaha havale etmek çok daha akıllıca bence. Elbette istenir iyi olması, iyileşmesi ama yeterli düzeyde ve tamamen iyileşemeyecekse daha fazla zorlamanın anlamı ne? O çocuk hep eksik, tamamlanamamış bir insan olarak yaşayacak ve öyle ölecek.
O çocuğun fikri sorulmuş olsaydı acaba tercihi ne yönde olurdu? Yaşamak mı, ölmek mi? Onca ameliyat acısından sonra yarı sağlıklı bir hayatı yaşamayı tercih eder miydi? Böylesi durumlarda genellikle kişinin tercihleri göz önünde bulundurulmuyor zaten. Aileler, ceplerindeki paranın oranı ve sağlık sistemi o kişiler yerine karar veriyorlar.
Bu yazıya bir başlık bulamadım, koyamadım. Aklıma ilk gelen şey ne desem?di. Ne desem?
Be First to Comment