Press "Enter" to skip to content

Günlük 1nn Mart’13

?İnsan denilen yaratığın sürekli meditasyonlar yapması lazım; bilgi yüklenmesi lazım; okuması lazım; eğer bırakırsa çok tehlikeli bir yaratık insan. Ruhumuzu ve bedenimizi sürekli beslememiz gerekiyor. Beslemediğin an bence insan çok zavallı bir yaratık. Kendimi özgür hissetmiyorum; kadın olarak hiç, hiç hissetmiyorum. Hala sorgulanıyoruz; biz anneyiz, ablayız, teyzeyiz, kardeşiz, anayız, kadınız ama hala sorgulanıyoruz. Her şeyimize karışılıyor; her şeyimize. Neden karışıldığını bir bilsem! Senin annen, kardeşin bu; sen neysen onun gibi olması gerekmiyor mu? Böyle bir şekle niye sokuluyoruz; etek boyu; onu, bunu. Tuhaf şeyler. Özgür değiliz, olmayacağızda. Biri özgürüm diyorsa yalandır. Özgürlüğün yolu nasıl açılabilir? Belki karşıdakini çok iyi anlamakla açılabilir. Sanatın olduğu her yer güzelleşir.? Hatice Aslan; aykırı sorular 12 mart 2013
Hatice Aslan yargıda; sorgulanıyor; Enver Aysever ve herkes tarafından. ?Evinizde genç bir erkekle yaşıyorsunuz? diyor Enver Aysever; bir es vererek; ve devam ediyor ?oğlunuzla?; bir idam mahkumu gibi ecel teri döktürülüyor Hatice Aslan?a. Belli ki bu sorgulama için çağrılmış. Aynı şeyi geçen gün Aşkın Nur Yengi?ye de yapmak istedi; ?pişman mısınız? diye geveleyebildi sormak istediği soruyu; ?Haluk Bilginer?i Zuhal Olcay?ın elinden aldığınız için pişman mısınız?? diyemedi; ve soru havada asılı kaldı; Aşkın Nur Yengi?de soruyu üstüne alınmadı doğal olarak. Sert, dişli bir kadın Aşkın Nur Yengi; ona o soruyu sormak cesaret ister biraz. Hatice Aslan ona nazaran çok daha naif; ince; hep olduğu gibi.  
Soru sorulabilir tabi; sorulmaz diye bir şey yok; benim burada kafama takılan neden Hatice Aslan ve genç sevgili imajının bu denli üstüne gidildiği. Ülkemiz bu tip sabıkalılarla dolup taşıyor halen; Bülent Ersoy, İbrahim Tatlıses, Seda Sayan; hepsi birini alıp diğerini bırakırken; insanları bozuk para gibi harcarlarken neden onlara bu sorular sorulmuyorda Hatice Aslan?a soruluyor; veya Hatice Aslan?ın sevgilisiyle boy, boy fotoğrafları yayınlanırken diğerleri neden es geçiliyor; kınanmıyor; üstüne gidilmiyor; merakım bu? 
?En akıllı kadınının Hülya Avşar olduğunun sanıldığı bir ülkede bu kadarcık hata çok şey mi? diye düşünmeden de edemiyorum doğrusu. Ne demişti geçen günlerde her konunun bilgesi; ?Akıllı kadın dayak yemez. Bazı kadınlar kaşınıyor?; oldu canım. Ardından ayrık otu Erol Köse?den bir açıklama gelmiş; ?öyleyse Tanju Çolak ve İbrahim Tatlıses?ten niye dayak yedi? diye. 
Akıllı kadın dayak yemez elbette; akıl bırakırlarsa tabi kadında. 14-16 yaşında evliliklerin bile normal görüldüğü bir ülkede yaşıyoruz; çocuk gelinler; kim; hangi zeka; onları akıllı bir kadın olmamakla suçlayabilir; hangi zihniyet; bir deyim vardır; bilirsiniz; ?yılanın başını küçükken ezeceksin? der; küçükken ezilen baş bir daha kolay kolay kalkmaz; kalkamaz; o yüzden; kaldı ki geç; 25?inde evlenmiş olsun; hangi birine karşı koyacak; koca, kaynana, kaynata, görümce, kendi ailesi, doğurduğu çocuklar; doğurduğu çocuklarına duyduğu sorumluluk ve hayat şartları; yani para, para, para. Her kadın onun gibi Allah vergisi bir güzellikte doğup bir para makinesi olduktan sonra evlenmiyor ki evinde ?akıllı kadın? mertebesine konsun; hatta kaç kadın hem kadın, hem onun gibi para makinesi olabiliyor; kaynana, kaynatası da yine onun gibi profesör olmuyor; Emral hanım gibi bir annesi olmayabiliyor; herkes doğuştan şanslı, ayrıcalıklı doğmuyor yani; bilmem anlatabildim mi?
Kaşınmak meselesine gelirsek; geçenlerde öldürülen bir kadın telefonda uzun konuştuğu için öldürüldü; sokaklarda peşinden koşularak bıçaklandı kocası tarafından; kaşınmış elbette; telefon faturası çok gelecek. Hülya hanımın telefon faturası kaç geliyor acaba; kızı telefonda çok konuştu diye ara ara kızını kaşıyor mu? Kadın ölümlerinin baş nedeni ayrılıklar, boşanmalar; kadınların o erkekleri terk etmiş olmaları; öldürenler hep eski kocalar, eski sevgililer; hatta eski kaynanalar; terk etmek en büyük suç ve günah; bir numaralı gerekçe kadın ölümlerinde; öldürülen kadınların bir çoğu koruma kararı aldırmış kadınlar; kendi kaç ayrılık yaşadı; kendi deyimiyle çok kaşındı ama maşallah sapasağlam; bacaklarına kurşun sıkan(!) bile olmadı; moda olduğu üzre; şanslı kadın.
38 haftalık; yani 9 aylık hamile kadınlar öldürülüyor; karnında bebeği ile; sebebi terk etmiş olmak; eski koca sendromu. Sırf evlilik teklifini reddettiği için bile öldürülen kadınlar var. 2010 yılında 1550 olan kadın cinayetleri Fatma Şahin?in açıklamasına göre 2011 yılında 177?ye; 2012 yılında 155?e düşmüş; koca bir yalan; ben bu rakamların hiçte doğru olduğunu sanmıyorum; her gün en az 3-5 kadın ölümü haberi varken bu sayı biraz komik kaçıyor. Üstelik düşmek ne kelime; her geçen gün biraz daha artıyor. Gavurlara daha azla rezil olmayalım diye saklıyorlar sayıları.
Öldürenlerin %40?ı koca, %7?si sevgili; %7?si eski koca, %5?i eski sevgili; o kocaların bir çoğuda elbette boşanma aşamasında olunan kocalar. Her şey, her konu böyle, şinanay, lay lay lom değil; herkes ne konuştuğunu bilmeli; ?akıllı kadın?lar olarak. 
Daha da önemlisi kadın cinayetlerinin büyük bir çoğunluğu lise öğrencisi; kimi silahla göğsünden vurularak; kimi üzerine benzin dökülüp yakılarak; kimi boğularak öldürülmüş. Hiç birimizin kızının hayatı garanti değil; her an bir deli karşısına çıkabilir ve ?ben seni sevdim? gerekçesi ile kızınızı öldürebilir. Cem Garipoğlu ile ?iyi aile çocuğu? mefhumu da kayıplara karıştığına göre göz önünde bulunan bir genç kızı olan hiç bir aklı başında kadın öyle abuk subuk laflar etmemeli; biz artık biraz büyümeli; bu meseleye sahip çıkmalıyız ki kızımız yanımızda daha uzun zaman kalabilsin; kızlarımız ölmesin. Hepimiz, hepimizin kızı Ayşe Paşalı olabilir; olabiliriz; sadece fotoğrafta poz verirken de değil üstelik; gerçekte; bunun hiç bir garantisi yok biz böyle sorumsuzca konuştuğumuz, davrandığımız sürece. O ?kaşınıyor? sözünden kaç erkek kendine haklılık payesi çıkararak daha bir celallenmiş olabilir; kadınlarına saldırmış olabilir; herkes taşıyabileceği kadar sorumluluk alsın üstüne. Gündemde bir kadın olmanız bu konuda ve her konuda istediğiniz gibi konuşma serbestisi sağlamaz size; sağlamamalı.
***Pazar günü sabah 11?de çıktık; hava soğuk sayılır; küçük oğlum dersaneye gidecek, bense markete; kızım da yanımda. Ulus kavşaktan döndük; aşağı; cumhuriyet caddesi başında çevirme var; kemer kontrolüymüş; devlet benim kemerimi düşünür olmuş; başka işi gücü yok; dertleri cebimdeki paradan çalmak; daha ne kadar çalabilirim endişesi; başka ne olacak; on yıldır trafikteyim; şehir içinde hiç kemer kullanmadım; hiçte gerekli olmadı; oğluma gitmesini söyledim; onun vakti yok; arabamın muayenesi de geçmiş; 8 ay; geçen ay yediğim trafik cezasında o da varmış; ya söylemediler; kasıtlı veya değil; ya da ben hatırlamıyorum; ama oğlumda hatırlamıyor; neyse; arabayı bağlamaları gerekiyormuş; bana vermeyeceklermiş; cezanın ikinci kez olduğunu görünce başladılar büyük bir hevesle yazmaya zabıt katipleri. Açtım ağzımı, yumdum gözümü; her zamanki gibi; ? arabamı verin; niye alıyorsunuz ki; neyi imzalamam gerekiyorsa imzalayayım; her ne yapılacaksa yarın yaptırırım; arabada çocuk var; bu soğukta ne yapacağım; sizin çocuğunuz yok mu?; (suskunluk; cevap yok; laf dokunmuş olmalı; az önceki ceza yazma mutluluğundan eser kalmadı; tekrardan); sizin çocuğunuz yok mu; şimdi birde çekici mi bekleyeceğim, vs, vs. Onların cevapları; yazmazsak biz suçlu oluruz; bunu size yapmak hoşumuza mı gidiyor; (ben) -bilemiyorum; (polis)- öyle anlıyorsanız o da sizin vicdanınıza kalmış.; (ben); siz kendinizi benim yerime koyun bakalım.
Otoparka gittiğimde arabayı imza karşılığında alabileceğimi söylediler; biraz sakinleştim; çekici anında geldi; hazır ve nazır; arabayı üstüne bile almadan; arkadan bağlayarak 100 metre gerideki kaledibi otoparkına gittik; kızım ve bende çekicide; pazar günü muayene kapalı olduğundan vermediler arabayı; büyük oğlum arabasıyla beni önce markete götürdü; oradan eve getirdi. Muayene için tüvtürk?ten internet üzerinden randevu aldım ertesi gün için; pazartesi sabahı taksiyle kızımı okuluna bıraktım; oradan sonra gerekecek parayı aldım; taksiciden de tiyoları aldım; ilk iş ulus; yeğenbey vergi diresi; muayeneye gitmeden trafik cezalarının ödenmesi gerekliymiş; bildiğim 2 tane; neyse ki 2 taneymiş zaten; 200 lira ödedim; çıktım; oradan yürüyerek otoparka gittim; 150 lirada oraya ödedim; 20 metre ilerde çekiciden çıkarıp arabayı verdiler bana; ivedik tüvtürke gittim; 160 muayene, 80 gecikme cezası, 40 ta egzoz testine 280 lira ödedim; toplamda 600 liradan fazla; uzun günün zararı; çoğu hava parası. Devlete yardım; boş geçmeyelim abiler; ama zoraki; gönüllü değil.
Eski ödeme kağıdım duruyormuş; baktım muayene 120 lira imiş; cezaya ise aylık %5 zam uygulanıyormuş; muayenede öyle bir tarıyorlar ki arabayı; kusur bulmak için; illaki buluyorlar; 1 ay içinde tamamlayıp; kusuru düzeltip geri gelmezsen tekrar ödüyormuşsun muayene parasını; tek, tek takıp kontrol etmişler emniyet kemerlerini; sağlam mı diye; hayret edersin; arkası kasalı, külüstür inşaat arabalarını; çöp toplayıcılarının arabalarını görmüyorlar; bizi gözleri görüyor. 2 ağır kusur bulabildiler; bir doluda hafif kusur; 2 ağır kusuru(!) düzelttirip 1 ay içinde geri gidicem.
Dün gece Öyle bir geçer zamanki?de 12 Eylül bölümü vardı; kilitlendi herkes ekrana; hafıza siliyor kendinden, istenmeyen görüntüleri; bunlar gerçekten yaşanmış mıydı diye bakıyorsunuz; sanki siz o zaman orada değilmişsiniz gibi; bir o güne baktım bir bu güne; çok mu farklı diye; işkencenin bin alasını yaşıyoruz hala; değişen pek bir şey yok. Her an, her yerde zulmedilyor; zulme uğruyorsunuz. Devlet olmuş yol kesen eşkiya; bindiriyor milletinin sırtına; vurdukça vuruyor semeri; 70 hız sınırı kameraları her yerde; trafik polisleri baş belası; yok kemer takmamışım; sana ne; ölecek olan ben değil miyim; Allah bin belalarını versin.
Devlet uyanıkta millet aptal mı; 70 kameralarında hep birlikte duraksanıyor; hatta 70 değil 50’yi gösteriyor ibreler;)))) geçilince hep birlikte basılıyor gazlara; 70 şehir içi için düşük bir hız; akmaz ki trafik 70?te; en az 80, 90 olmalı; eskisi gibi değil ki çoğu yollar; çift yönlü, 5,6 şeritli; 70?le gitmek o yola hakaret bir kere. Devlet uyanık olduğuna göre bizimde ayık olmamız gerekiyor demek ki; neymiş; ?10 yıldır takmıyorum; kime ne? demeyip kemerler takılacak; 2 yılda bir olan muayene tarihleri geçirilmeyecek; sigortanın süresinin dolup dolmadığına dikkat edilecek; 70?lerde yavaşlanıp sonra istediğin gibi gaza basılacak; vs, vs; alem buysa kral onlar; siz alık olduğunuz sürece sizi avlayacak çok balık var piyasada; devlet maddi yükünü hafifletmenin yolunu trafikteki arabalardan gelecek haraca bağlamış durumda; bizde ona göre yaşamayı öğrenmeliyiz.
Ben 12 Eylül’ün karşı penceresindeydim; Mete ve ailesinin yaşadıklarının tarafında; hala o gözle izledim yaşananları; yani kötü gözle; çocuklarımsa Mete’ye yapılanları şaşkınlıkla izlediler; inanamadılar bütün bunların gerçek olduğuna, olabileceğine; 107 bölümdür tanıyıp sevdikleri şen, şakrak, sevecen, insan canlısı Mete’ye bunların yaşatıldığına; onun o görüntüsüne; irkildiler; haklı olarak; ya diğer tarafında olanlar; onlar hangi gözle izliyebiliyorlar yaşananları; kendilerini nasıl görüyorlar; o zaman asker olanlar; hatta er olanlar; işkenceciler; genç bedenlere işkence edenler; aynaya baktıklarında ne görüyorlar yüzlerinde? Daha da vahim olanı; ya onların çocukları; onlar nasıl gördüler Mete’nin halini; üzüldüler mi benim çocuklarım gibi Mete için; babaları bu konu hakkında onlarla konuşabildi mi? Diyebildi mi “Mete’ye; Mete’lere bu işkenceleri yapanlardan biri benim” diye. Yere düşmedi mi yüzleri? Utanmadılar mı yaptıklarından? Utanacak olsalar yaparlar mıydı; yüzsüzler.  
***Trafik tescil belgemdeki bir maddede yanlışlık varmış; muayeneden geçebilmem için düzeltilmesi gerek; gittim emniyete; 10 cm’lik bir kağıt parçasındaki bir maddenin değişiminin bedeli 66 lira; sanırsınız bu ülkede asgari ücret 700 lira değilde 7000 lira; millete verirken gıdım gıdım; alırken kepçeyle. Zulmün bini bir para.
***Balığın fiyatı ile tadı aynı olmayabiliyor; lagos aldım; “pahalı balık, belki lezzetlidir” diye; seçeneklerin sonu yok; alakası yok; kuru, yağsız, tatsız, tuzsuz bir balık. Daha önce yine aynı şekilde kalkan almış ve aynı hüsrana uğramıştım. Balıkta 1 numara sarıkanat; 2 numara levrek; levrek elbette yetiştirme olmayanından.
***Bakla yendiğinde vücutta glikoz 6 fosfat de hidro enzimi yoksa bakladaki bir madde ile oksidasyon sağlanıyor; oksidasyon da alyuvarların yıkımına neden oluyor. Kanınız çekiliyor; bir tür kansızlık oluşuyor. Ani solukluk, nefes alma güçlüğü, kalp çarpıntısı, tansiyon düşüklüğü, sarılık; hatta komada gelebiliyor hasta. Bakla hassasiyeti öldürücü bile olabiliyor. Özellikle çocuklar için; çocukların bakla yemesi önerilmiyor.
***İn love and war; Aşkta ve savaşta; 1996 yapımı Ernest Hemingway’in ilk gençlik yıllarını anlatan; savaşın göbeğinde geçen bir film. Bütün savaş filmleri gibi irkiltici; üzücü. Sapasağlam, genç insanlar; bir bakıyorsunuz kolu, bacağı, gözü veya bedeninin büyük bir kısmı gitmiş; kan, revan içinde; nedeni ne; savaş; birilerinin birileriyle savaşmak istemiş olması. Savaşa karar veren erkekler, savaşan yine erkekler ama savaşın yaralarını saran; o yaralı erkeklere bakıcılık yapanlar ise kadınlar; o da olmadı mağlubiyet halinde ilk hedefte olanlar yine kadınlar; tecavüzler açısından; bir şekilde hepimiz nasibimizi alıyoruz savaşlardan; birilerinin ‘savaşacağız’ dediği için girilen savaşlardan. Savaşın aklı yok; mantığı yok; ne yenen ne de yenilen için. Bütün savaş filmlerinin bende bıraktığı izlenim bu. Bütün kadınlar birlik olup savaşlara engel olmanın yollarını aramalı; arada ezilen, yok olan olmamak için.
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *